21 Mayıs 2017 Pazar

yolculuklarım artık sınırları aşıyor; Batum-Kutaisi-Tiflis


10/08/2010

Kemalpaşa'da Sarp Sınır kapısına giden otobüs durağında, emekli bir öğretmen ile tanışıyoruz. O da Gürcistan'a gidiyor. Kemalpaşa ile sınır kapısı arası çok yakın, kapı çok kalabalık. Neyse ki işlemler uzun sürmüyor. Gürcistan kameralarına gülümsedikten sonra, halk otobüsüyle Batum'a yola çıkıyoruz. Karadeniz'in Türkiye sahilindeki duble sahil yolu Sarp sınır kapısında bitiyor, sınır kapısından sonra köy yolu. Çok keyifli bir yol, çay tarlaları yok ama bu tarafta. Hopa'da öğrenmiştik bunu, iklim aynı olmasına rağmen, çay yetiştirilmiyor. Çünkü devlet çayı teşvik etmiyor ve almıyormuş, önceden ekilmiş çayları da sökmüşler.

Çoruh Nehri, Batum'a gelmeden Karadeniz'e geniş bir yatakta, çok az su ile dökülüyor. Batum'da merkezi bir yer olduğunu düşündüğümüz bir yerde iniyoruz. Kiril alfabesi  kullanıyorlar, alfabe çok farklı. Türklerle karşılıyoruz, onlara nerelere gidebileceğinizi soruyoruz. Botanik Parkı'nı söylüyorlar, kapanmadan görmek istiyoruz. Botanik Parkı, Karadeniz'in kıyısında, bölüm bölüm ayrılmış; Himalaya bitkileri, Ortadoğu bitkileri, Akdeniz iklimi bitkileri, çok büyük. Her yanı görmemiz mümkün olmuyor. Park Karadeniz'in kıyısında ama birçok farklı iklimin bitkileri yetiştiriliyor. 


Batonik Parkı'ndan Karadeniz'e


Batonik Parkı'ndan Batum'a

Park, Sovyetler Birliği döneminden kalma. Ağaçların üstüne Latince isimleri yazılmış. Park içinde tanıştığımız bir amca ile Gürcüce konuşma denemeleri yapıyoruz. 

Gamarcoba: merhaba 
Gmodlob: teşekkürler 


Batonik Parkı'ndan Manolya


Batonik Parkı'ndan Lotus (Nilüfer)

Batonik Parkı'ndan Muz Ağacı

Botanik parktan yürüyerek tren istasyonuna gidiyoruz. Karadeniz'in kenarından tren yolu boyunca yürüyoruz, hava çok nemli, Hopa gibi. Burada herkesin elinde bir mendil, mendili ıslatıp ıslatıp terini siliyorlar. Tren istasyonundan yarın Kutaisi için bilet soruyoruz, ama kadın ile anlaşamıyoruz. Neyse ki imdadımıza Türkçe konuşan bir Azeri genç yetişiyor. Dolmuşla şehir merkezine dönüyoruz, dolmuşları çok eski, şehir merkezi çok kalabalık, kalacak yer arıyoruz.

Batum kumarhanelerin merkezi olduğu için otellerin güvenilirliği konusunda şüphe duyuyoruz. Etrafı kumarhaneler sarmış, kumarhane camekanları para, seksi kadın, gökdelen resimleri ile süslü. Batum, yozlaşmanın merkezi gibi. Bir pansiyon buluyoruz ücreti de uygun, her ne kadar ortamdan biraz rahatsız olsak da kalabileceğimiz uygun bir fiyat. Çatı katı sıcak, nem. Yemek yemek istiyoruz ama alfabeden bir şey anlamadığımız için nerede yiyeceğimize karar veremiyoruz. Sahile iniyoruz. Sahile yakın bir meydanda Medea Heykeli, Batum'un simgesi olmuş. Kafkaslara dair mitolojik bir söylenceyi ifade ediyor.


Medea Heykeli, Altın Post, Yunan Mitolojosinde Güç, İkidar, Zenginliği Simgeler

İnsanlar serinlemek için, Medea Heykeli'nin altındaki fıskiyelerin altına giriyor. Akşam karanlığı olmasına rağmen  sahil çok kalabalık, denize girenler bile var. Sovyetler Birliği döneminden kalma binalar ışıklandırılmış, sahilde uzanıp dalgaların sesini dinliyorum.  Sahilde uyuyacağım neredeyse, çok yorgun hissediyorum kendimi. İnsanlar geç saatlere kadar sokaklarda. Sabah erken kalkıp Kutaisi'ye gitmek istiyoruz. Erken kalkamazsak treni kaçıracağız, kalkamıyoruz ve yolculuğumuz bir sonraki güne kalıyor. Sabah bir Türk lokantasında kahvaltı yapıyoruz, ara sokaklarda dolaşıyoruz, binaları estetik, binalar Kars'taki yapılara çok benziyor. Evlerin yağmurluk kanalları, giriş kapısı gölgelikleri Kars'takiyle aynı. Erkekler sokakta ya üstleri çıplak ya da tişörtleri göğüslerinin altına kadar kıvırmışlar. 


Sanki Kars Sokaklarından

Dağın tepesinde bir kilise görüyoruz, orayı gezelim istiyoruz, dolmuş sorarken bir Türk ile tanışıyoruz, arkadaşlarını arayıp bizi götürebileceklerini söylüyor. Dağın tepesini dolana dolana, köylerden geçerek, Batum'u aşağıda bırakarak tırmanıyoruz. Mısır tarlaları, domates bahçeleri, fındık ağaçları köy evlerinin bahçelerinde. Kilise meğerse yeni restore ediliyormuş. Sovyetler Birliği döneminde burası cezaeviymiş. Taştan köy yolları da Nazi tutsaklara yaptırılmış. Kilise inşaat halinde, görebileceğimiz bir şey yok. 


Sovyetler Birliği'nde Cezaevi Olarak Kullanılmış, Şuan Kilise

Kilisenin Bulunduğu Tepeden Batum'a Bakış

Coğrafya Aynı, Hopa ve Batum Çok Benziyor

Batum'u, limanıyla; ovaya yayılmış haliyle Çoruh Nehri'ni cansız, geniş bir yatakta ölü gibi uzanan, can çekişen görüntüsüyle izliyoruz. Türkiye tarafındaki barajlarda biriken sulardan, hali kalmamış gibi. İnce ince kollar halinde akıyor, güneş altında gümüş gibi parıldıyor. 


Çoruh Nehri, Geniş Yatağında Karadeniz'e Kavuşmak Üzere

Kuş bakışı baktığımız şehre inip binaların arasına karışarak sahile iniyoruz, tüm binalar boşalmış da sahile gelmiş sanki. Herkes Karadeniz'in deli dalgaları ile boğuşuyor, yüzmeyi doğru düzgün beceremediğim için sıkılıyorum sahilde. Erkenden pansiyona çıkıyoruz, o sıcak ve nemin içinde sabaha kadar uyumuşuz. Sabah erkenden trene binmek için istasyonuna gidiyoruz, pulman vagonda yapıyoruz yolculuğu. Bir çok satıcı kadın var, hepsi de 60'ını geçkin. Yaşlarına rağmen çalışıyorlar.

Tren uzun bir süre Karadeniz'e paralel gidiyor. Tarlalarda çalışan kimseyi göremiyoruz yol boyunca, oysa Anadolu coğrafyasında tren yolculuğu esnasında insanların sürekli tarlalarda bir şeyler öğrettiğini görürsün. Burada sadece mısır tarlaları var. İnsanların bahçelerinde ekili bir şey yok, sadece mısır ve ev önlerinde asmalar göze çarpıyor. Dışarıda toprağa dayalı üretim, içeride de yaşlı satıcı kadınların durumu vahim. Trenler Türkiye'deki trenlere göre çok pis.


Batum'dan Kutaisi'ye  Gideceğimiz Trenimiz Geliyor

Öğleye doğru Kutaisi'de iniyoruz, bambaşka bir kent. İstasyondan şehir merkezine giden bir otobüse biniyoruz, şehir merkezi olduğunu düşündüğümüz bir yerde de iniyoruz. Çarşıları Diyarbakır'ın, İran'ın çarşılarına benziyor. Her şey dışarıya çıkarılmış, sokakta sergileniyor. Şehrin ortasından bir nehir geçiyor, pis bir nehir, nehrin yatağı oyulmuş kayalardan oluşuyor, kayaların güzel bir görüntüsü var. Nehre bakan ahşap iki katlı evler şehre güzel bir hava katıyor. 


Kutaisi'den Geçen Rioni Nehri

Nehre Bakan Evlerinin Güzelliğiyle

Nehrin İçinde Şekilleriyle Büyüleyen Kayalar

Lenin Heykeli'nin bulunduğu bir parkta oturuyoruz. Sokaklarda otel arıyoruz uygun fiyata, birisine sorduğumuzda Türk olduğumuzu anlayıp "kardeş" diye cümleye bağışlayıp Gürcüce oteli tarif ediyor, dolmuşa binip otele gidiyoruz, çantalarımızı bırakıp tekrar şehir merkezine dönüyoruz. Merkezde görkemli bir bina var, tiyatro binası olduğunu anlıyoruz, tiyatro kapalı olmasına rağmen bizi gezdiriyor görevli. Sovyetler Birliği'nden kalma bir tiyatro olsa gerek, bizim için ışıkları açıp sahneyi aydınlatıyor, mahcup oluyoruz. Oradan bir kiliseye giriyoruz. Şans o ki vaftiz töreni var, onu izliyoruz, vaftiz töreni bitiyor nikah başlıyor. 


Vaftiz Töreninden 

Nikah Töreninden

Kiliseden çıktıktan sonra, nehrin diğer tarafında dolaşıyoruz, ilçe garajına benzer bir yerde, otobüsler çok eski, bir otobüse atlayıp otobüsün gittiği yere gitmek istiyoruz ama otobüs içindekilerin Türk olduğumuzu öğrenince tutumları bizi rahatsız ediyor, otobüsten iniyoruz. 


Özlediğim Otobüs Tipleri

Hele Güzelliğine

Yürüyoruz, arka arkaya sıralanmış köprülerin, parkların, sokakların arasında...


Yalçın'ın Köprü Heykelleriyle  Ahbaplığı

Sokaklarda çınar ağacı ve okaliptüs ağaçları çok fazla, sokaklarda yazılar Kiril alfabesiyle, fazlasıyla yabancıyız. Rioni Nehri fazlası ile pis, şehrin tüm pisliği oradan akıyor sanki, geceyi otelde geçirip, öğlen de kalkacak Tiflis trenine yetişmeye çalışıyoruz. Bindiğimiz şehir içi otobüs, bizi bir hayli dolaştırıyor. Neyse ki yetişiyoruz...

Tren yolculuğuna başladığımızda tren istasyonlarının birinde kocaman bir domuz görüyoruz, yavruları da yanında. Tarla diye bir şey yok, yani ekilip biçilen arazi, sadece birkaç kişiyi, birkaç büyükbaş hayvan otlatırken görüyoruz. Tren yolunun yanından akan nehir Kura Nehri'ymiş. Kars'tan doğan Kura Nehri, Gürcistan ve Azerbaycan'ı geçip Hazar Denizi'ne dökülüyormuş.(1) Çok uzun bir süre bize eşlik ediyor, içinde yüzenler, balık tutanlar var. Tiflis'e girerken dağın tepesinde kurulmuş bir kilise görüyorum, dağın tepesinde çok etkileyici görünüyor. 


Gori'de Karşılaştığımız Kura Nehri

Dağın Tepesinden Trendeki Bizi Büyüleyen Kilise

Tiflis'te öğleden sonra iniyoruz. Tren İstasyonundan çıkıp sokaklara girdiğimizde her şeyin yerlerde, sokaklarda olduğu bir pazar ile karşılaşıyoruz, çok pis görünüyor. Birilerine otel sorup, anlaşmaya çalışırken, genç bir emekçi, elinde çekçek ile muhtemelen yük taşımak için iş bekliyordu, "siz Türk müsünüz?" deyince seviniyoruz, o anlaşmazlığın ve yalnızlık duygusunun içinde. Diyarbakırlıymış, Kürt bir Ezidi kadın ile evliymiş. Ezidiler, Sovyetler Birliği döneminde Gürcistan'a, Ermenistan'a yerleşmişler, inançlarını daha rahat yaşayabilsinler diye. Diyarbakırlı genç emekçi, bize kalacak yer bulmaya çalışıyor. Ermeni bir kadının evine gidiyoruz, evini pansiyon olarak açmış,  yer yok evinde. Sonra Kürt bir kadının odası varmış, kadın "kalabilirsiniz" diyor. ucuz bir fiyata. Odaya çıkıyoruz ki berbat, odayı görmeden kabul ettiğimiz için de geriye de dönemiyoruz,  çantalarımızı bırakıp kendimizi sokağa atıyoruz. Türk lokantasında yemek yeyip, işlek caddelerinde gezip, parklarında oturuyoruz. 


Parlak Caddeler

Kura Nehri

Kalacağımız odaya nasıl gideceğimizi kara kara düşünüyoruz. Yürüyerek eve gidiyoruz, Kürt kadın bizi merak etmiş, uyuyamamış. Garip kadın ve erkeklerle  karşılaşıyoruz, davranışları, konuşmaları, gülüşleri çok abartılı. Kadınların seks işçisi olduğunu düşünüyoruz, sabaha kadar eve giren çıkan bitmedi, sesler hiç kesilmedi, sabah erkenden kaçıyoruz odadan. Çantalarımızı Türk lokantasında bırakıyoruz, görkemli bir binaya gidiyoruz, kiliseyi geziyoruz, başka bir merkez keşfedip, o merkezde geziyoruz. 


Gezdiğimiz Kiliseden

Gezdiğimiz Pazardan

Özgürlük Meydanı, St. George Heykeli

Ne yapalım, ne yapalım derken otobüse atlayıp otobüsün gittiği güzergahları görmek istiyoruz, tekrar aynı yerde iniyoruz. Tekrar başka bir hatta biniyoruz. Ama  bu otobüs Tiflis'in dışına çıkıyor, otobüs son durağa geliyor. Biz ise bindiğimiz yere döner, diye düşünmüştük. Öyle olmadı, son durakta duruyor otobüs, şimdi anlat anlatabilirsen merkeze dönmek istediğini. Sadece gezme amaçlı otobüse bindiğimizi ve bindiğimiz yerde tekrar ineceğimizi düşündüğümüzü, biraz İngilizce bilen bilet kontrolörüne anlatıyoruz derdimizi. O bizi merkeze giden araca bindiriyor, etrafı izleye izleye geliyoruz. Çantalarımızı alıp parkta bir akşamüstü vaktinde, tren saatinin gelmesini bekliyoruz.

Gürcü halkını çok rahat buluyoruz, ne bir heyecan ne bir kızgınlık ne bir kavga ne bir sataşmaya rastlamıyoruz. Tepkileri kaybolmuş gibi, kadınların sokaklardaki hem kıyafet hem davranışsal özgürlükleri hoşuma gidiyor. Bizim kadınlar olarak, duvarlarımız daha göze çarpıyor Türkiye'de. Saat yaklaşırken biz de tren istasyonuna yolu düşüyoruz. Tiflis'ten Batum'a bir grup Fransızla yapıyoruz bu yolculuğumuzu, sabah Batum'a yaklaşırken şimşeker aydınlatıyor geceyi, gün şimşeklerle geliyor. Yağmur yağmış Batum istasyonunda iniyoruz, dolmuş şehir merkezine bizi götürürken kazıklıyor. Batum'da her yer kapalı, iki gündür şehirde sular akmıyormuş. Halk otobüsüne binip Sarp sınır kapısına geliyoruz, insanın memleketi gibisi yok, sınırdan geçince doya doya muhabbet edeceğim, diye seviniyorum.


Sarı, Otobüsle; Mor Trenle Yolculuk Ettiğimizdir.


----------------------------------------------------------------------------
(1) Kura Nehri Hakkında Bilgi, http://www.nkfu.com/kura-nehri-hakkinda-bilgi/, Erişim Tarihi: 19.05.2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Zephry Ekspresi ile Kuzey Amerika'yı Keşif 3: San Francisco

25 Ocak 2020 San Francisco  Üç günün sonunda Emrywill tren istasyonunda iniyorum ve otobüs aktarması ile San Francisco'ya geçiyoruz.  Sa...