2 Temmuz 2017 Pazar

trenle Karadeniz'den Doğu'ya yolculuk; Samsun-Sivas- Malatya -Kars -Rize


30/06/2011

İstanbul'dan ekolojik bir yaşam için geldiğimiz, yeni yaşam alanımız Gerze'den Samsun'a yola çıktık. Gerze'den çıkınca yol inşaatı içine düştük. Cayva'da iş makineleri çalışıyor, güzelim Cayva, Gerze'nin tarihi fotoğraflarının çekildiği, insanların Gerze manzarasıyla denize girdiği, güzelim koy, katlediliyor. İnsanlar araçlarıyla 120 kilometre hızla gitsinler diye. Karadeniz sahil yolu çalışmalarının Gerze'ye dokunduğu ve doğayı katledip devasal betonlardan viyadüğe dönüştürdüğü koy.

Dağlara tırmanıp da arkada bıraktıklarımıza bakınca, Sinop denize uzandıkça uzanmış, önünde de küçüklüğü, sevimliliği ile Gerze... Uzunlu kısalı iki burun, Gerze gerçekten çok güzel bir yer. Kanlıçay'a geldiğimizde başka bir öfke daha yaşıyoruz. Dağın doruğundan Kanlıçay'a inerken  iki yanı çamlarla kaplı yol ağaçların kesilmesiyle birlikte çırılçıplak kalmış. Oysa çamların arasından kıvrıla kıvrıla, yerleşimin adını aldığı Kanlıçay'ın kenarına kadar iniyorduk, çok üzüldüm. Kanlıçay'a inince HES şantiyesi karşılıyor bizi. Kanlıçay'da kesilen ağaçlara mı üzülmeli yoksa HES'e mi? Doğayı, kârı için kullanan zihniyete lanet olsun.

Bugün Artvin'de Michael Vadisi'ndeki iki HES projes iptal edilmiş, birkaç gün önce Hopa'daki HES projesi de iptal edilmişti. Muğla Yuvarlakçay'daki HES projesinden sonra  üçüncü iptal edilen HES projesi. Yani buralarda HES'lere karşı toplumsal muhalefet kazandı. Hopa'daki zafer, Metin Lokumcu'ya ithaf edilmiş. Su hakkı mücadelesinde ölen Metin Lokumcu'ya. 

Yakakent'e geldiğimizde Karadeniz sahil yolundan devam ediyoruz, tüm Karadeniz sahilini mahveden bir proje. Tüm yerleşim yerlerinin, köylülerin, balıkçıların deniz ile bağlantısı kesilmiş, denize inmek için çift şeritli otobanı geçmek zorundasın. Araba sesi, araba hızı korkunç bir kirlilik, katledilen doğanın ise geri dönüşü yok, deniz doldurularak öldürülen balık yuvaları, koylarda kesilen ağaçlar, denize atılan hafriyat pislikleri. Yakakent sonrası Sarp Sınır kapısına kadar Karadeniz Sahil Yolu devam ediyor.

Yakakent civarında pirinç tarlaları gözüme çarpıyor, pirinci tarlada görmemiştim hiç. Şu an suyun içinde, ekin tarlası gibi görünüyor. Bafra'da karanlık bastı, Kızılırmak'ı göremedim. Samsun'da gece bir öğrencim ile oturuyoruz, gece demiryolu misafirhanesinin misafiriyiz.

Sabah, saati gelince tren sessiz sedasız Samsun'dan kalkıyor, fazla yolcusu yok. Dağların arasındaki dar koridorların serinliğinde ilerlemek tam bir terapi, demiryolu, zikzaklar çizen derenin kenarına yapılmış, onlarca demiryolu köprüsü, derenin üzerinde onlarca da tünel. Her tünel çıkışında dere karşılıyor bizi, derenin sesi, dağların serinliği trenin penceresini açıp da dışarı  sarkınca, kendimi nasıl da güzel hissettiriyor, ruhum yıkanıyor sanki derenin suyunda.

Şeftali bahçeleri... Demiryolu kenarlarındaki böğürtlenler hep çiçekte... Geçtiğimiz dağ ne dağı, yanımızdan akan dere ne deresi hiç bilmiyorum. Kavak istasyonuna kadar dağ ve dere ile gidiyoruz. Sonrası düzlük ve tepelik.  Soğan tarlalarını görüyorum, dönümlerce yeşil soğan. Bazı tarlaların soğanları ise beyaz çiçekte. Sonbaharda, soğanı toplama, kırmızı filelere doldurma ve kamyona yükleme işçiliğine yine tren yolculuklarında denk gelmiştim.  Mısır tarlaları, şeftali bahçeleri... Buğdaylar biçilmeye başlanmış, anızların içinde bir leylek dolanıyor. 

Amasya üç dağın arasına kurulmuş bir kent. Tren yolunun sağ tarafında dağlarda Kral Kayalar, dağlara oyulmuş evler, tren yolunun sol tarafında Yeşilırmak, Yeşilırmak kenarında eski ahşap Amasya evleri, evlerin restorasyonları tarihi dokuya uygun yapılmış, evler çok hoş görünüyor. Kerem ile Aslı hikayesi için önemli olan, mezarlarının bulunduğuna inanılan dağ, taş ocağı olmuş. Sözlü kültürümüzün ürünü bu güzelim aşk hikayesinin mekanı kâra açılmış. Birilerinin cebi dolsun yeter ki!

Şeker pancarı tarlaları.... Turhal'da olmalıyız, evet, Turhal Şeker Fabrikası, belki en az 70 yıllık, Cumhuriyet tarihinin endüstriyel mirasından. Trende, yalnız olduğumuz kompartımanda, şarabımızı, sigaramızı içtik. Yalçın'la kafalarımız hoş oldu, etraftaki tarlalara dair üretimden yola çıkarak sosyalizm üzerine bir muhabbet tutturduk. Amasya'nın çıkışında çok fazla sera vardı, sebzenin naylona hapsi, canımı sıktı. Yeşilırmak kuzeye, biz güneye akıyoruz. O Karadeniz'e ulaşacak, biz Orta Anadolu'nun bozkırına... Keyifli bir tren yolculuğu oldu, Orta Anadolu'nun kırmızı toprağı doğaya farklı bir ruh katmış. 

Sivas'ta bir gece, gecenin bir vakti gezilen medreseler, camiler... Selçuklu Dönemi'nden kalma muhteşem eserler... Çifte Minare, Gök Medrese, Ulu Cami.  


Sivas, Gök Medrese

Sabah, Madımak Oteli'nde yakılarak öldürülenler için anma yapılıyor, benim yine panik atak nöbetlerim tutuyor. Anmaya fazla dahil olamıyorum.


Yalçın'ın babası da Sivas'a, anmaya katılmaya gelmiş, babasının aracıyla Salıcık köyüne dönüyoruz. Bu yıl kayısı yok, kayısı çiçekteyken üzerine kar yağmış. Bahar çiçeklerinin üzerine kar... İki beyazın birbirine yok eden zıtlığı... Köyde iş daha önceki yıllara göre daha hafif, dut silkip pekmez yapıyoruz, silkelenen dutların içinde kıskaçlar, arılar, uğur böcekleri... Hepsi birlikte ezilip suyu çıkarılıyor, tam panteizm felsefesi... 


Pekmez Yapımı

Pekmezden pestil yapıyoruz, bir gün de vişne toplayıp reçel yapıyoruz. Köyde kayısıların kükürtle pişirildiği islimlerin yüzüne bakan yok. 


Susamlı Pestil

Telde Pestiller
Bir gün de iki taşın arası dedikleri yere yüzmeye gidiyoruz, vadilerde dolaşıyoruz. Açık alan korkumdan dolayı bir hayli kaygılanıyorum ilk başta ama sonra  toparlayıp keyfini çıkarıyorum. 


Salıcık köyündeki doğal havuzumuz

Meksika şapkaları ile kayısı işçileri


Salıcık köyünün zorlu coğrafyası


Kayalara tutunmuş kayısı ağaçları
Köydeki halim
Hekimhan'da treni bekliyoruz, karşımızda Hekimhan'ın Bakır Madenleri İşletmesi. Rayların kenarında küçük kayısı fidanları çıkmış, yer gök kayısı. İstasyonda bir bekleyiş, trene binip Gemerek'e yakın bir istasyonda iniyoruz.  Gecenin 1.00'i, güzel küçük bir istasyon. İstasyonda görevli Mehmet Abi trenleri karşılıyor ve uğurluyor. Gece 4.30'a  kadar muhabbet ediyoruz. Alevi bir abimiz, Alevilerin hoşgörüsünü taşıyan, insan sevgisi ile dolu. Deniz Gezmiş'in Gemerek'e geldiği zaman tanışmayı çok istediğini söylüyor. Gecenin 3.00'ünde Anadolu'nun küçücük bir istasyonunda Deniz Gezmiş'i anıyoruz. Terörü varlığına inanmadığını söylüyor. "Terör yok, aç insan var." diyor. Tokat'ta yaptığı görevden bahsediyor, ayılara olan sevgisi, onları anlatışı, çok hoş bir insandı Mehmet Abi. Gecenin vakti yaşamımıza girdi ve hoş bir anı olarak kaldı.  İki saat istasyonunun bekleme salonunda uyumuşuz. Tren gelir gelmez, trene atlayıp uykuya kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Divriği'ye kadar sağ taraftan akan küçük bir dere bize eşlik ediyor, ruhu okşayan bir akışı, bir manzarası var. Divriği'den sonra sol tarafta Fırat'ın açtığı derin vadiler, tek kelimeyle büyüleyici. 

Fırat Nehri ile yolculuğumuz


Vadinin içinde Fırat'ın kıvrılışı
Derin kaya uçurumlarının dibinde kıvrıla kıvrıla, güzel güzel akan Fırat, enfes. Daha önce burayı uyuyarak geçmiş olmalıyım ki hiç dikkat etmemişim. Murat Nehri'nin Bingöl'de Muş'taki manzaralarına çok benziyor. 


Fırat'ın kenarındaki köyler


Köylerin bağlantısını sağlayan asma köprü
Nehirleri katlediciler buraya da girmiş


Keskin kayaçaların arasından akan Fırat
Fırat'ın keyfine doyum olmazken, sağ tarafta Munzur Dağları başlıyor, dorukları karlı. Erzincan'a yaklaştıkça Keşiş Dağı görünüyor, solda kuzeyde Keşiş Dağı ile Munzur Dağları arasında geniş bir ova, ovanın ortasında Fırat... Belli ki ova daha öncesinde Fırat Nehri'ydi. Şimdi Fırat daralmış, çayır çimen olmuş, çayır çimen üzerinde de büyükbaş hayvanlar sürüler halinde, güzel bir coğrafya burası.Tren içinde geçen konuşmalarda Erzincan depreminin yaraları hala taze. 

Yanımızda getirdiğimiz şarabı trenin restoranında içiyoruz saatlerce. Erzincan'dan sonra Karasu Çayı başlıyor, daha önce Karasu'ya bayılırdım coğrafya içindeki kıvrılışına ama Fırat'ı görünce Karasu biraz sönük kaldı. 


Trende şarap, kitap, muhabbet ve manzara keyfimiz
Akşam çökmek üzere biz de Erzurum'a girmek üzereyiz. Kars'a kadar yarı uyur yarı uyanık yolu bitiriyoruz. Kars garına 02.30 da girmişiz, dışarıdan cama vurmasalar belki de trenin içinde sabaha kadar uyuyacağız. Demiryolu misafirhanesinde kalıyoruz, bir gün Kars'ta kalıp Kars'ın gezeceğiz. Gecekondu mahallesinde dolaşıyoruz, Kars Çayı'na kanalizasyon verilmiş iğrenç kokuyor, bir de sıcakta çok çok daha kötü... Gecekondu mahallesi perişan, şehir merkezine gelince Rus evleri görkemiyle dikkat çekiyor ama arka sokaklar sefil. Kars'ı Kars yapan  Arnavut kaldırımları sökülmüş yerine asfalt dökülmüş, çok kötü olmuş. Taş binaları tamamlıyordu, Arnavut taşları. Şimdi zift kokuyor Kars.


Ruslardan kalma evler
İnsanlık Anıtı, Tayyip Erdoğan'ın ucube nitelendirmesinden sonra kaldırılmış, ilk önce kafası kesilmiş sonra vinç ile indirilmiş. Bir kahvede oturup kahve sahibi ile uzun süre sohbet ediyoruz. Şehir merkezinde uzun bir süre dolaşıyoruz.

Bir sonraki gün sabah Rize'ye yola çıkıyoruz erkenden. Kars çıkışındaki köylerde kışlık tezekler hazırlanmaya başlamış​.Hayvan gübreleri belli bir alanı dökülmüş, kuruyan ve tabaka olan gübreler, bel küreği ile kesiliyor tabakalar halinde alınıp üst üste yığılıyor. Göle'ye gidiyoruz, her yan yayla, hayvan otlatanlar, ot biçenler... 


Göle Yaylaları
Tüm tarım politikalarını rağmen insanın toprakla ilişkisine tanık olmak çok güzel. Göle'de hep yayla şenlikleri afişlerini görüyoruz, daha sonra bölge bölge çam ormanları, yolun yanında akan sevimli bir dere... Kars coğrafi yapısından tamamen farklı, çam ağaçları ve dere ne güzel de yakışıyor birbirine.

Penek Çayı ile Oltu Çayı yolumuzun üzerinde birleşiyor, cılız akan Penek Çayı biraz daha güçlenip Oltu Çayı'na dönüşüyor, biraz daha gittikten sonra Tortum'dan gelen Tortum Çayı da  Oltu Çayı'na ekleniyor. Penek, Oltu ve Tortum Çayı bir süre birlikte akıyorlar. Sonra hepsi Yusufeli yol ayrımında Yusufeli'nden gelen Çoruh Nehri'ne katılıyor ve bir masal dünyasında giriyoruz. Bayburt'tan Yusufeli'ne kadar gelen Çoruh Nehri'ne ve vadisine  tanıklık etmiyoruz, Yusufeli'nden Borçka'ya kadar olan yaklaşık 100 kilometrelik bir vadiye tanıklık ediyoruz. Yusufeli yol ayrımından sonra dağların derinlik algısını kaybettirdiği bir köşede yemek molası veriyoruz, cağ kebabı yiyoruz.Moladan sonra belki de milyonlarca yıldır Çoruh Nehri'nin aşındırdığı vadiye yapılmış kara yolundan enfes manzara eşliğinde büyülenerek ilerliyoruz. 


Çoruh Nehri, vadi boyunca yol kenarından ilerliyor

Vadinin keskin dorukları

Coşkun ve bulanık Çoruh

Kısa bir süre sonra büyülenmiş halimiz şoka dönüştü, kilometrelerce bir şantiye alanının içine düştük. Vadinin içinde su tutucaklarmış ve vadinin içinden geçen kara yolu dağların doruklarından gidecekmiş. Çoruh boğulacak yani. Burası doğal SİT alanı iken nasıl Çoruh Nehri üzerinde bu kadar baraj projelendirilmiş  anlayamadım. O güzelim vadinin yüreğinde onlarca iş makinesi, şantiye, kahrolduk. Bu milyonlarca yıllık emeği nasıl yok ederler? Bu nasıl bir vicdandır? Bu nefes kesen yol artık olmayacak, Çoruh Nehri özgürce derin vadinin içinden çağıl çağıl akmayacak. Yukarıda dağdan yol yapıyorlar ki su tutulmaya başlandığında kara yolu ordan işlesin. 


Baraj çalışmaları



Kilometrelerce süren şantiye alanı

Yeni kara yolu için yapılan köprü

Yeni kara yolu için yapılan köprü
Ardanuç yol ayrımından sonra 10 kilometrelik yol dağa verilmiş. Belki 1000 metre tırmanıyorsun sonra Artvin için iniyorsun.

10 kilometre boyunca inşaat çalışmalarına tanıklık ediyoruz. Devasal baraj kapakları, Artvin ile Borçka arası Çoruh Vadisi ve Çoruh Nehri tamamen bitmiş. 30 kilometre boyunca durgun bir su. Dağdan yol alıyoruz ama vadinin derinliğini algılayamıyoruz. Çünkü su birikmiş, biz de tünellerden ve devasal köprülerden geçerek ilerliyoruz. Tamamen bitmiş projelerinden birine tanık oluyoruz.

Borçka'dan sonra çay tarlaları başlıyor, yağmur çiseliyor, yeşil tona yağmur ne güzel yakışıyor, dağdan inişte deniz görünüyor. Hopa'dayız.  Karadeniz sahil yolundan Rize'ye yol dümdüz, çift şerit. Karadeniz'i ilçe ilçe ilerliyoruz, her ilçede bir çay fabrikası. Kimisi çalışıyor, kimsin de ise hareketlilik yok. Yerleşim yerlerindeki insanların denizle bağlantısı kesilmiş. Rize'de karanlıkta iniyoruz. 


Borçka çay bahçeleri
Sabah  Güneysu maceramız başlıyor, Güneysu Vadisi'nden Güneysu Deresi'nin yanından ilerliyoruz.Güneysu, çay bahçeleri ile dolu tepelerden oluşuyor, nemli bir hava, dağınık bir yerleşim. Dağınık bir yerleşim olduğu için yabancılığımız çok dikkat çekmiyor, fotoğraf çekiyoruz. Çaykur'a gidiyoruz ama sürgün dönemi olmadığı için ve fabrikada çalışmadığı için gezilecek bir şey de olmuyor. Rize'ye giderken Güneysu Deresi'nde çocuklar iç lastikle rafting yapıyorlardı. Dolmuşta cennet muhabbeti yapılıyor, konuşmalar ruhani.

Öğleden sonra Ayder Yaylası için dolmuşa biniyoruz. Fırtına Vadisi'ne girip Fırtına Deresi'nin yanından ilerliyoruz. Her yer yemyeşil, bayılıyorum. Bu coğrafyaya kıymadan bir de bu dereye HES yapacaklardı. Derinin akış hızı yüksek, rafting yapanlar derinin akışında. Vadinin ortasında Çamlıhemşin, hep farklı hayal etmiştim. Çamlıhemşin'i yaylada çamlıklar içinde. Çamlıhemşin den sonra ilerliyoruz, Ayder Yaylası, 1200m yüksek değil, sis etraftaki çamlı dağlarda, tulumla halay çekenler, ahşap evler, ahşap pansiyonlar. Yağmur çiseliyor, Kaçkar Dağı gözükmüyor sisten. Ayder'e bayılıyorum. 


Ayder Yaylası

Horonlarla

Çamlı dağlara

Sisli dağlara

Dereli ve şelali dağlara

Ayder

Yayla çocuğu

Gece, Gerze yolcusuyuz, Gerze'yi özlüyorum.


Mor, trenle; sarı, otobüsle gittiğimizdir




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Zephry Ekspresi ile Kuzey Amerika'yı Keşif 3: San Francisco

25 Ocak 2020 San Francisco  Üç günün sonunda Emrywill tren istasyonunda iniyorum ve otobüs aktarması ile San Francisco'ya geçiyoruz.  Sa...