25/01/2010
Yeni bir yılın ilk yolculuğu. Haydarpaşa kar altında. Denize açılan merdivenlerdeyiz, iki sevgili. Haydarpaşa, kar içinde daha bir güzel gözüküyor. Yolculuk öncesi içtiğim sigaranın beyaz dumanını beyazlığa üflüyorum.
|
Tütünümüz Sarılıyor |
Van Gölü Expresi'nin anonsu veriliyor sürekli. 10 dakika sonra, 5 dakika
sonra hareket edecektir, şeklinde. Biz de hızlı adımlarla Van Gölü Expresi'nin
yataklı vagonunda yerimizi alıyoruz. Lüks bir kompartıman, içinde
lavabosu, buz dolabı dahi var. Trende gece şiirlerle başlıyor. Son
yolculuklarda yanıma aldığım bir deste şiir. Yalçın'ın doğaçlamalarını da
katarak okuduğu şiirlerle başlıyor yolculuk. Kar yağışı devam ediyor,
istasyonlardaki molalarda gördüğüm kadarıyla. Ve uyku...
Sabah gözümü açtığımda
Ankara'ya girmemiştik. Hava günlük güneşlik. Bu nasıl mutlu etti beni. Çünkü
Tekel işçilerinin 43. günlük direnişinde dirençlerinin yüksek olabilmesi için,
karın yağmaması önemliydi. Tekel işçileri, 42 gündür yağmur, çamur, ayaz
demeden Sakarya Caddesinde geceli gündüzlü hak arama mücadelesindeydiler. 1980
sonrası belki de en uzun, en anlamlı direnişti. Ankara'dan geçerken Tekel
işçilerine selam olsun.Ankara garında banliyö trenini bekleyen yolcular volta
telaşında, Ankara garına doğru uzayan tek katlı, bahçeli lojmanlar. Lojmanların
hemen arkasına o güzelim bahçeli naif binaların arkasına kocaman, camekanlı bir
bina dikmişler. İki dokunun uyuşmazlığı söz konusu. Trenimiz yavaş yavaş
harekete koyuldu. Ankara çıkışında kavaklar...
ÖNDEYİŞ
Bedenim üşür, yüreğim sızlar.
Ah kavaklar, kavaklar...
Beni hoyrat bir makasla
Eski bir fotoğraftan oydular
Orda kaldı yanağımın yarısı,
Kendini boşlukla tamamlar.
Omzumda kesik bir el,
Ki durmadan, kanar.
Ah kavaklar, kavaklar...
Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.
Metin Altıok
Çamaşırlar rengarenk tellerde, çamaşırlar içinde mavi bir kız öğrenci önlüğü.
Yıkanmış ve tatil dönüşünü bekliyor. Hasanoğlan'dan geçiyoruz,
Hasanoğlan, Köy Ensitülerinin çiçeği...
Trenin sesinden ürken bir
tilki karlı ovadan dört nala kaçıyor. Bir kartal yükseklerde ağır ağır
süzülüyor. Kırıkkale-Yerköy arası sanki şahin bölgesi. Onlarca şahin görüyoruz;
kimi alçaktan uçan kimi tarlalara konmuş trene bakan tonton göğüslü kimi ağaç
dallarında kimi havalanıp kısa bir uçuştan sonra tekrar konuyor.
|
Geçtiğimiz Coğrafyalarda Toprağın Güzelliği |
|
Geçtiğimiz Coğrafyalarda Toprağın Renkleri |
Kızılırmak,
gün boyunca Ankara'dan Kayseri'ye hava kararana kadar arkadaşlık etti bize. Kah
sağımızda kah solumuzda kah geçtiğimiz köprülerin altından aktı.
|
Kızılırmak Yanı Başımızda |
Kayseri'ye gelmeden hava karardı, yiyecek pek bir şeyimiz kalmadı. Kayseri
garındaki büfeden haşlanmış yumurta almak adet oldu. Zeytin, peynir, barbunya
pilaki, domates aldık. Kayseri'den sonra karanlık. Yapılabilecek tek şey
okumak. Yolculuk için yanıma aldığım Kemal Tahir'in "Bozkırdaki
Çekirdek"adlı kitabına başlıyorum. Cumhuriyet Dönemi'nin eğitim
çalışmalarından bir olan Köy Enstitülerinin anlatıldığı bir kitap. Soğuk,
kompartımana hakim olana kadar okuyorum.
Akşamdan
kompartıman perdesini açık bırakmıştım, gün ışır ışımaz ışıkla birlikte
uyanayım diye. Gerçekten de öyle oluyor. Öyle bir coğrafyanın içinde uyanıyorum
ki... Yüksek yüksek kum tepeleri sanki piramitler, ama piramitler kadar keskin
hatlı değil. Daha yuvarlak, kocaman, art arda, yan yana kilometrelerce
uzanıyor. Kumdan bir vadi ve içinde cılız akan su. Gün kızıllığı böyle bir
coğrafyaya doğuyor. Ortam gerçekten büyüleyici. Haritadan baktığımda buranın
Hekimhan ile Yazıhan arasında olduğunu fark ediyorum. Bir dahaki sefere burayı
daha fazla incelemeliyim. Çok hoş bir yerdi. Malatya kayısı bahçeleriyle
büyüleyici. Kayısı ağaçları çıplak.
|
Çıplak Kayısı Ağaçları Baharı Bekliyor |
Karakaya Barajından geçiyoruz. Sabah yem arama
telaşında saksağanlar. Siyah-beyaz renkleriyle birçok saksağan. Kışın yapılan
tren yolculuklarında hayvanları gözlemlemek daha mümkün, çünkü yem bulma telaşı
ile daha fazla ortalıkta dolaşıyorlar. Elazığ'dan sonra uzun bir süre Keban
Barajı'nın kıyısından gidiyor trenimiz. Balıkçılar havanın güzelliğinden
cesaret alıp tekneleriyle açılmışlar sulara. Kimisi sularda kimisi kıyıda...
|
Keban Barajı'nda Bir Ada ve Bir Balıkçı Teknesi |
|
Mavi, Kırmızı, Beyaz Tekneler Balığa Hazırlanıyor |
|
Enginlikte Küçük Bir Tekne |
|
Yalnız, Kuytuda Bir Tekne, Balığa Çıkmaktan Çok Uzak |
Balıkçıllar,
martılar da bu güzel coğrafyanın içinde balık telaşında, tıpkı insanlar
gibi...
|
Toprak ve Denizin Bereketinde Beslenen Martılar |
|
Toprağın, Dağların, Suyun Güzelliğine |
Palu'dan
sonra Murat Nehri bize eşlik ediyor. Bulanık, coşkun suyuyla
kilometrelerce uzun bir vadiden akıyor. Büyülüyor insanı. Elazığ'dan
sonraya trenle hiç geçmemiştim daha önce, bu Murat Nehri ile ilk yolculuğum.
Birkaç serpiştirilmiş köy dışında, vadiye hiç insan eli değmemiş. Tren ile yan
yana akıyor. Doyumsuz bir akış.
Coğrafyanın toprağı da ilginç, kırmızı,
kahverengi toprağı aşındırarak kendine katıp götürüyor. Bu yüzden de kahverengi
akıyor. Saatlerce birbirimize eşlik ediyoruz. Bazı köylüler, Diyarbakır'da
kelek denilen ilkel salları (iç lastik üzerine tahta tabakası koymuşlar) ile
coşkun Murat Nehri'nden karşıya geçmek için hazırlıklarını yapıyor. Eşsiz bir
güzellik sunuyor nehir. Yataklı vagon görevlisi Ayhan Abi "ben 23 yıldır
bu yolu gidip geliyorum ama bu manzaraya doyamadım" diyor. Biz de
Murat Nehri Vadisi'nin güzelliğine doyamadık.
|
Murat Nehri'nin Aktığı Vadiye Paralel Gidiyoruz |
|
Murat Nehri Batıya, Biz Doğuya Akıyoruz |
|
Kar Doğuya Doğru Toprağın Üstünde |
|
Toprak Renginin Güzelliği |
|
Görselliğe Bir De Yansıma Ekleniyor |
Muş
Ovası'na çıkarken, Murat Nehri'ne dağlardan gelen kar suyundan oluşan bir
şelale dökülüyor. Kahverengi, kızıl, sarı topraklı dağların ve bulanık Murat
Nehri'nin manzarasının büyüsünden sonra bembeyaz karlı Muş Ovası'na giriyoruz.
Göz alabildiğine beyaz, Murat Nehri bile bembeyaz akıyor, yer yer donmuş.
Nehir, bembeyaz süt gibi. Gittikçe nehir ile tren yolu yollarını ayırıyor. Muş
Ovası'nın beyazlığına karanlık düşüyor. Karanlık ile birlikte uyku da düşüyor
gözlerime.
|
Muş Ovası'na Doğru Vadi Açılıyor |
|
Ağaçların Uçlarındaki Kızıllık |
|
Muş Ovası'nda Coğrafya Düzleşiyor, Murat Nehri Bizden Uzaklaşıyor |
Ayhan Abi bizi uyandırdığında Tatvan'daydık ve tam 45 saattir yoldaydık.
Demiryolunun misafirhanesinde kalacak yer ayarlıyoruz. Ayhan Abi, oğlu Oğuzhan
hep birlikte Tatvan merkeze yemeğe çıkıyoruz. Her yer buz. Şehir merkezi kayak
pistine dönmüş sanki. Düşe kalka yürümeye çalışıyoruz. Sabah misafirhanede
görevli abiler kahvaltıya çağırıyor bizi, demiryolcular ile yapılan kahvaltı.
Tatvan'dan Van'a yük taşıyan feribotun olup olmadığını öğrenmeye çalışıyoruz.
Amacımız, feribot ile gölün üzerinde yolculuk yapmak. Ama şans o ki, yük
olmadığı için feribot seferi bugün yokmuş. Çok üzülüyorum.
Otobüs ayarlıyoruz. Kah Van Gölü'nün kıyısından kah dağdan geçitleri tırmanarak
karın içinden ilerliyoruz. Eşsiz manzaraların içinden geçiyoruz. Gevaş'a
gelmeden, Akdamar Adası'na teknenin kalktığı bir iskele var, orada
iniyoruz. Akdamar Adası'na gidecek yolcu bekliyoruz, tekne ücretini paylaşmak için. İskelede yanan
odun sobasının başında, çaylarımızı yudumlayarak birkaç saat bekliyoruz. Gelen
giden olmayınca, tekne sahibiyle üç kişi yola çıkıyoruz.
Karlı dağların içindeki gölde küçük bir teknecik, nokta olarak. Teknenin üst
katına çıkıp, soğuğun yüzümüzü yalamasına rağmen manzaranın keyfini çıkarmak
istiyoruz. Harika... Adada iki balıkçı var ve biz. Her yer kar. Akdamar
kilisesi yeni restore edilmiş, harika görünüyor, karın içinde. İçinde hala kök
boyası ile çizilmiş Ortadoks dini hikayeler... İsa, birbirinden farklı
hikayelerin içinden canlandırılmış. Kilise büyüleyici, mistik yanı insanı
sarmalıyor. Ermeni zanaatkarların ellerine sağlık. Adada dolaşıyoruz. Balıkçı
tekneleri serpilmiş gölün üstünde sağa sola. İnci kefal derdinde tekneler. Yol
boyu da inci kefal satılıyor, Van Gölü'nün özel balığı.
Hem Murat Nehri hem Muş Ovası hem Van Gölü sağaltıyor ruhumu. Karanlık
çöktüğünde Van'a varıyoruz. Fazlasıyla modernleştirilmiş bir kent. Her yan
kapitalizmin simgesi cemakanlı binalarla dolu. Kalabalık caddeler. Yemek yeyip
İskele Öğretmenvine geçiyoruz.
Sabah hem kaleyi gezeriz hem de iskelede kahvaltı yaparız düşüncesiyle
öğretmenevinden yürüyerek çıkıyoruz. İskeleye varacağız diye tarlalara
vuruyoruz kendimizi, karlı tarlalara bata çıka, buzlanmış sulardan kayarak
iskeleye varıyoruz.
Göl kıyısında keyifli bir kahvaltıyı hayal ederken tek bir cafe açık ve
kahvaltı yok, yanımızdaki kahvaltılıkları çıkarıp yiyoruz. Vangölü kar altında,
kıyıya yakın yerler. Dışarda masalarda oturmuşuz, manzaranın güzelliği
karşısında mayışmışız. Ayaklarımız donmuş bir yandan, donan ayaklarımızı çözmek
için cafenin içine geçiyoruz.
|
Van İskelesine Kahvaltıya Giderken |
|
Göle Yansıması Vurmuş Kar Bulutları |
|
İnci Kefal İçin Bekleyen Balıkçı Tekneleri |
Cafede daha
çok bir kahve havası var. Masada okey oynayan iki gencin yanına oturup 101
oynamaya başlıyoruz. Hakkari'den Van'a yeni göç etmişler. Doğu insanı 101
oynamayı çok iyi bilir, ben de Diyarbakır'da çalıştığım yıllarda öğrenmiş ve
çok sevmiştim. Gençler oyunu çok iyi bilmelerine rağmen, doğu insanının
misafirperverliği ile bizim oyunu kazanmamız için her türlü şeyi yapıyorlar.
Cafeden çıktığımızda akşam olmak üzereydi.
|
Van Gölü'nde Gün Batımı |
|
Gün Batımının Işığından Yansımalar |
İlçeler garajından Muradiye dolmuşuna biniyoruz. Karanlık basmış, Muradiye
öğretmenevine yerleşiyoruz. Kar burada daha fazla, kar makineleri yolları
temizliyor. Muradiye ıssız, doğunun kış sessizliğinde. Sabah saatin kaç
olduğunu bilmeden uyanıyoruz.
Dışarıda efil efil inceden bir kar yağıyor. Bir çay ocağında oturup poğaça
yeyip çay içiyoruz, sokakta yağan efil efil karı izlerken. Efil efilliğin
içinden bisikletli bir amca geçiyor, içimi ısıtan bir görüntü oluyor. Gözümüz
geçmesi gereken dolmuşta, gelmeyince kalkıp şehrin merkezinde bir tur atıyoruz.
Dışarıda bir başka çay ocağının kürsüsüne oturuyoruz. Kahvenin çatısından
üstümüze sarkmış sarkıtların altında çayımızı içiyoruz. İlçe merkezi
hareketleniyor. İnsanlar bir bir işlerine düştüler. Kocaman bir tüpe ip
bağlamış da tüpü kar üstünde bir yerden bir yere götüren abi, küme küme
kırlangıçlar kaldırımlara konup yiyecek telaşında, tahtadan kızak yapıp
üzerlerine kömür poşetlerini koyarak kömür taşıyan çocuklar, dolmuş
şöförlerinin Erciş, Çaldıran, Van çağrısıyla yolcu arayan sesleri. Çarşıda en
kendine özgü karakter ise uzun boyu, kahverengi pardösüsüyle asıl işlevinde
kullanmayıp da ortasından tuttuğu bir baston, kafasına sardığı bir puşi ile
sert bakışlı, yaşlıca bir amca...
Bir türlü Muradiye Şelalesi tarafına gidecek dolmuş geçmedi. Biz de tepemizde
sarkıt şeklindeki buzların olduğu çay ocağında oturdukça, oturuyoruz. Gerçi
doğuda bir günün hareketlenişini izlemek gerçekten hoş. Bembeyaz bir fonun
içinde figürler, figürlerin hareketleri ve sesler. Halen efil efil kar yağıyor.
Saatler sonra şelale tarafındaki bir köyün dolmuşu bize sesleniyor.
Çantalarımızı alıp dolmuşa biniyoruz. O sert bakışlı, pardösülü, sabahın en
kendine özgü amcası da gelip dolmuşa biniyor. Teyipte, klam okuyan bir
dengbejin sesi yada yüreği... Teybi kapatıyorlar ama geçip de en arkaya oturan
pardösülü amca tüm yolculardan, zamandan, mekandan uzaklaşmış bir bakışla bir
klam mırıldanmaya başladı, çaktırmadan bakıyorum ara ara, sert ifadesi
yumuşuyor, huzur kaplıyor yüzünü. Pardösüsünün iç cebinden, küçücük esans
şişesini çıkarıyor, sürünüyor ve dolmuşu sesinden sonra esansının kokusu da
kaplıyor. Beyazlığın içinden gidiyoruz. Yavaş yavaş. Her yer bembeyaz olunca
insan derinliği algılayamıyor ve yanılsama yaşıyor. Dolmuştan inip neredeyse
bir kilometre karın içinde bata çıka yürüyerek Muradiye Şelalesi'ne varıyoruz.
|
Karın, Buzun İçinden Akmaya Çalışan Muradiye Şelalesi |
Şelale tam olarak donmamış ama donan yerler de çok güzel
görünüyor. Bendimahi Çayı'nın üstünde bir asma köprü, köylüler asma köprüden
geçerek caddeye çıkıyorlar.
|
Şelalenin Dokusundan |
|
Bendimahi Çayı'nın Üstünde Bir Asma Köprü |
Şelalede zaman geçirince ana caddeye çıkıyoruz. Araç beklerken kardan adam
yapıyoruz. Şelalenin uzağından şantiyeden bir araç çıkıyor ve bizi de alıyor.
Bendimahi Çayı'nın üzerinde HES projesinde çalışıyorlarmış. HES'ten
bahsediyoruz, sonra da kıyımın neleri yok edeceğini... Van Gölü'nde yaşayan inci
kefal balığı yumurtlama zamanı 5 kilometre yol yüzerek Muradiye Şelalesi'nin
yakınına gelip yumurtalarını bırakıp tekrar göle dönüyormuş. Bu beyazlığın
içinden düşündüğüm için belki inci kefallerin bu yolculuğu bana çok anlamlı
geldi, içim güzellik doldu. HES'lerin doğayı katlettiği, doğanın dengesini
bozduğu konusunda abi ile hemfikiriz.
Abi bizi Çaldıran'a kadar bırakıyor. Öğle yemeğimizi yeyip güldür güldür yanan
sobanın etrafında üstümüzü kuruttuktan sonra yine yoldayız. Dolmuş beklerken
Doğubeyazıt üzerinden İran'a giden tırları görüyoruz. Dolmuş geliyor, yola
koyuluyoruz. Köyler kar altında ve tüm doğa. Transitin şoförü bastıkça basıyor
gaza, kar, buz dinlemiyor. Bir de dolmuşta iğrenç, yoz, popülist bir Türkçe müzik çalıyor. Şoföre Kürtçe müzik olup olmadığını, bu coğrafyada Kürtçe
müzik dinlemenin güzel olabileceğini söylüyoruz. Belki dengbej açar da dinleriz
düşüncesindeyiz. Abi müziği kesiyor ve kalaşnikof seslerinin fonda olduğu bir
müzik çalmaya başlıyor. Böyle keskin bir geçişi beklemiyorduk. "Alın size
Kürtçe müzik alın size Kürt coğrafyası" der gibi. Tendürek'in zor
geçişindeyiz. Tipi, göz gözü görmüyor. Yükseklik 2644. Tendürek, Doğubeyazıt
ile Çaldıran arasında bulunan bir volkanik dağ. En genç, aktif volkanik
dağlardan. Dağdan çıkan tüfler, verimli Kars-Erzurum platosunu oluşturmuş.
Doğubeyazıt'ta hiç kar yok, soğuk da değil. Öğretmenevinde yer bulamayınca
anlaşmalı otele gidip çantalarımızı bırakıyoruz ve İshak Paşa Sarayı'na doğru
yola çıkıyoruz. Tırmanışlı 5 kilometrelik bir yol. Bir araç bizi alıp saraya
bırakıyor. Kütüphane ve ziyaretçi salonu harika. Siyah ve beyaz kesme taşlardan
farklı geometrik kesimlerin kombinasyonlarının büyüsü. Ambarlar, zindanlar,
harem odaları, mutfaklar, cami, bekleme salonu. Anadolu'da gezdiğim tek saray.
|
Uzaklardan, İshak Paşa Sarayı |
|
İshak Paşa Sarayı'nın Giriş Kapısı |
|
İshak Paşa Sarayı'nın Camisi
|
|
İç Kubbeleri |
|
Bazalt Taşlarıyla Yapılmış Salonları |
Saray'ın yanı başında Ahmedi Xani'nin mezarı. Kürt Edebiyatı'nın
önemli ismi. Başka mezarlar da var ve güneş mezar taşlarının arkasından, kar
bulutlarının içinden batmak üzre.
|
Ahmedi Xani'nin Mezarı |
|
İshak Paşa Sarayı'nın Etrafında Yapılan Dağcılık |
Doğubayazıt'a dönmek üzere yola çıkıyoruz, tekrar bir araç alıyor bizi ve
çarşıya bırakıyor. Yalçın'la gece boyu bir otel odasında sessiz sinema
oynuyoruz.
Sabah, Iğdır dolmuşunun dolmasını bekliyoruz. Doğubayazıt'tan çıkar çıkmaz Ağrı
Dağı dikiliyor karşımıza. Bulutlar, Ağrı Dağı'nın heybetli zirvesini göstermek
istemiyor gibi, her yanı sarmış. Doğubayazıt'ta kar yoktu, Ağrı Dağı'nın
eteklerinde de yok. Ama zirveye doğru kar ve bulutlar sarıyor Ağrı'yı. Ağrı
Dağı, Anadolu'nun en yüksek doruğudur.
|
Ağrı Dağı, Eteklerinde Köyleriyle |
Bugünlerde yine medyadan bir haber yayıldı. ODTÜ'lü dağcılar, 5137 metrelik
rakımdan Tekel işçilerine "Siz üşümüyorsanız, biz de üşümüyoruz."
diye zirveden dayanışma mesajlarını gönderdiler.
Ağrı'yı geçtikten sonra ilginç bir arazi yapısı ile karşılaşıyoruz. Halkın
deyimiyle leçelik arazi yapısı. Bu kavramı da bir askeri arama noktasında
beklerken askerle yaptığımız muhabbet sırasında öğreniyorum. Leçelik arazi,
Ağrı Dağı'nın püskürttüğü lav ve taşlardan oluşan taş yapılı arazi anlamında
yani volkanik taşlı arazi. Ağrı Dağı'nın patlamasını hayal ediyorum. Püsküren
kızıl lavlar, doruktan eteklere akan lavlar ve lavlara tutunan taşlar,
etkileyici geliyor. Etrafa baktığımızda her yer taş dolu, taştan dolayı tarıma
açılan arazi yok neredeyse. Iğdır'da kayısı ağaçlarının olduğunu fark ediyor Ay Balam, soruyoruz, kayısılarıyla meşhur bir kentmiş Iğdır.
Iğdır'dan aktarma yapıp Kars için yola çıkıyoruz. Iğdır Ovası çok güzel
görünüyor. Kars'a doğru tırmanışa geçtiğimizde Halıkışla tırmanışın başındaki
yerleşim. Halıkışla Türkiye sınırları içinde kalan yarısı Bagaryan köyünün. İki
köyü, Arpaçay ayırıyor. Ermeni ve Türkler bir su akımı uzaklığında birbirine.
Ermeni tarafına baktığımızda köy çok düzenli görünüyor. Digor'a doğru
tırmandıkça etrafımızda kar artıyor, Kars'ta kar olabileceğini düşünüp
seviniyorum.
Kars Çayı'nın etrafında dolaşıyoruz. Kars Çayı'na paralel uzanan, SİT alanı
ilan edilen sokakta önceleri çıplak kadın heykelleri vardı, yeni AKP'li
belediye başkanı bu sokaktaki tüm heykelleri kaldırmış. Anadolu coğrafyasında
belki de Atatürk heykellerinden başka heykellerin de olabileceğini gösteren bir
kent kültürü vardı, kalmamış. Her yıl yapılan Altın Kaz film festivali de yine
heykelleri kaldıran zihniyetin ürünü olarak organizasyonuna izin verilmedi. Bu
kenti kimliksizleştirmek, aydınlık yüzünü karartmak için birçok saldırı
bilinçli olarak harekete geçirilmektedir.
|
Etrafında Dolaştığımız Kars Çayı |
|
SİT Alanı İlan Edilen Sokak |
|
Heykeltıraş Mehmet Aksoy'un "İnsanlık Anıtı" Heykeli |
|
2004 Yazı, Bu Heykeller Müstehcen Bulunup Kaldırılmış |
|
2004 Yazı, Bu Heykeller Müstehcen Bulunup Kaldırılmış |
|
2004 Yazı, Bu Heykeller Müstehcen Bulunup Kaldırılmış |
Ruslardan kalma yapıları, Arnavut kaldırımlı sokakları dolaşıyoruz. Karanlık
bastırınca kar da iri iri yağmaya başlıyor. Kars ve kar birbirine çok
yakışıyor, bir de çınar ağaçlarına onlarca kümelenen kargalar. Kars, Kar,
Karga...
|
Ruslardan Kalma Güzelim Taş Yapılar |
|
Anadolu Mimarisinin Çok Uzağında |
Geceyi küçük bir hotel odasında geçiriyoruz. Sabah Çıldır Gölü'ne gitmek
için ilçeler garajındayız. Yalçın dışarıda dolmuşun kalkmasını beklerken tütün
sarmış içerken dolmuş şoförü bu defa onun sigarasını bitirmesini bekliyor ve
küçücük kalmış tütünü son fırtına kadar içmeye çalışan Yalçın'a "Ay,
Balam!" diye sesleniyor. Yolculuk boyunca Yalçın'ın adı Ay, Balam oluyor.
Şoförden Çıldır Gölü'nün kıyısındaki bir yerleşim yerinde bizi indirmesini
istiyoruz. Yollar açık ama yol kenarları, tarlalar kar dolu. Doğruyol adında
bir köyde indiriyor bizi şoför. Ama bu yerleşim göle bir hayli uzak. Göl buz
tutmuş ve bembeyaz. Gölün üzerinde yürüyen, gölün karşısındaki köye gidip gelen
siluetler var. Biz de özellikle donmuş gölün üzerinde yürümek, göle delik açıp
da balık avlayanları izlemek, atların çektiği kızaklarla gölün üzerinde gezmek
için Çıldır Gölü'ne gelmek istemiştik. Şoför, bizi göle uzak bir yerde
bırakınca tüm keyfimiz kaçtı. Göle ulaşmak için büyük bir bataklıktan geçmemiz
lazım. Etrafta biraz dolaşıyoruz ama pek keyfimiz yok, geri dönmeye karar
veriyoruz.
Dolmuş çalışmıyor, gelen ilk araca otostop çekiyoruz. Arpaçay'daki bir fırının
aracı, şantiyelere, restoranlara, gazinolara ekmek dağıtıyormuş, civardaki.
Biniyoruz, fırının aracına, ilk ekmek bırakacağımız yer göl kenarındaki 'Abuzer
Abi'nin Yeri' balık lokantası. Abuzer Abi, göldeki balık ağlarını çekmeye
gitmiş, lokanta kapalı. Biz de gölün üzerinde yürümeye çıkıyoruz.
|
Çıldır Gölü'nün Üzerinden Karşı Köye Giden Bir Köylü |
|
Donmuş Gölde Donmuş Tekneler |
Ekmek ustası, çırağı, Ay Balam, ben buz tutmuş gölün üstünde yürüyoruz.
Çıldır Gölü'ne dair bir hayalimizi gerçekleştirmenin sevinci içindeyiz. Ekmek
bırakmak için diğer durağımız, Tiflis'ten
Kars'a bağlanacak olan İpek Demiryolu
projesinin şantiyesi. Şantiyeye ekmek bıraktıktan sonra da gazinoya uğrayıp
ekmek bırakıyoruz.
Ekmek dağıtma işi bitiyor, Arpaçay'a yola çıkıyoruz. Arabanın içi mis gibi
ekmek kokuyor. Ekmek kokusunun içinden, bembeyaz doğada, karlar içinde koşan
onlarca tilki görüyoruz. Arpaçay'a gelince ekmek ustası ve çırağına bizi Çıldır
Gölü'nün ruhunu hissettirdikleri için teşekkür ediyoruz.
Arpaçay'dan Kars'a geliyoruz. Kaleyi gezmek için yukarı çıkıyoruz ama kale
kapanmış. Şehirde geziyoruz biz de mimarinin Ruslara ait olduğu enfes binaların
arasında, arnavut kaldırımlı geniş sokaklarda... Gecemiz otelde geçiyor.
|
Kars Kalesinin Yakınından, Kars'ın Üzerine Çökmekte Olan Akşam |
Sabah Amerikalı bir erkek Türkiyeli genç bir kadın ve biz iki kişi, bir
taksi ayarlayıp Ani Harabeleri'ne gidiyoruz. Bir kilisenin içinde İsa'nın ve
Aziz George'un hikayelerinin olduğu freskler hala güzelliğini koruyor.
|
Ani Harabelerindeki Hristiyan Kültüründen İzler |
|
Kilisenin Tavan ve Duvar Süslemeleri |
|
Duvar Süslemelerinden Hristiyanlık Öyküleri |
|
Duvar Süslemelerinden Hristiyanlık Öyküleri |
Daha önceki gelişlerimde uzak bulduğum için inmediğim Bakireler
Manastırı'na iniyoruz. Arpaçay'ın kıyısında, vadinin alt noktasında, nehre
yakın bir yere kurulmuş, şuan bir kısmı yıkıntı. Dar vadide İpek Yolu'nun da
geçtiği köprüyü Ruslar giderken bombalamış. Köprünün sadece ayakları kalmış,
gelen ve giden kervanlar birbirine karışmasın diye köprü iki katlı
yapılmış. Cami, kilise, dükkanları geziyoruz. Hani kentinden çıkarken
gözüme koskocaman bir yapı çarpıyor uzaktan, sorduğumda yeni restore edilmiş
bir saraymış.
|
İpek Yolu Güzergahının Geçtiği Çift Katlı Köprü |
|
Vadi Kıyısında Bakireler Manastırı |
Tekrar Kars'a dönüyoruz. Diğer iki arkadaş İran'a gitmek üzere yola
çıkıyorlar. Kars Kalesi'ni geziyoruz biz de. Osmanlıdan kalma bir kale, savaşta
kullanılan toplar hala duruyor. Kars'ı izlemek için güzel bir yer. Gece
sinemada Günter Grass'ın Teneke Trampet adlı romanından uyarlama filmi izledik,
simgesel bir film, film geç bitti.
Sabah Sarıkamış dolmuşu ile Sarıkamış'a gidiyoruz Öğretmenevine yerleştikten
sonra kayak merkezine çıkıyoruz. Ay balam, kayak takımı kiralıyor, düz bir
alanda kaymaya çalışıyor ama ders almadan kaymayı başarmak zor gibi. Teleferik
ile yukarıya çıkıyoruz. Çıkarken, gezi notlarımı yazdığım defterimi
teleferikten düşürüyorum. Notlarımı bırakmam imkansız. Yukarda teleferikten
indikten sonra geriye doğru yürümeye başlıyoruz. Daha doğrusu ben yürüyorum, Ay
Balam kayarak gelmeye çalışıyor. Bazen düşerek bazen direğe toslayarak
ilerlemeye çalışıyordu, ben gülmekten ölüyordum.
|
Sarıkamış Kayak Merkezi |
|
Teleferiğin Altından Gezi Notlarımı Aramaya Giderken |
Teleferiğin altından ilerliyorduk, teleferikle üstümüzden geçenler bize laf
atıyordu. İnsanlar, koltuk koltuk üzerimizden geçiyordu. Teleferikle geldiğimiz
yolu, yürüyerek iniyorduk. Kaybolan defterimi yırtılmış, arasına kar dolmuş bir
şekilde buluyorum. Yıllardır yazdığım izlenimlerim elimdeydi, tekrar güle
söyleye aşağıya inmeye devam ediyoruz. İnsanlar, teleferiğe binip yukarı
çıkıyor, yukarıdan kayarak aşağı iniyordu. Kayak merkezi, kayma bilmediğimiz
için can sıkıcı bir hale gelmişti. Bize hitap eden tek şey teleferiğe binip
teleferiğin altından yürüyerek indiğimiz zaman olmuştu. Geceyi öğretmenevinde
101 oynayarak geçiriyoruz.
Sabah Kars merkezde Tekel işçileri ile dayanışmak için yapılan genel greve
katılmak için Kars'a dönüyoruz. Gündüz 3'te trene binip dönüş yoluna geçiyoruz.
Sarıkamış'ta kar tipi göz gözü görmüyor. Çam ağaçları kristal karın altında
enfes görünüyor. Tren karları yararak ilerliyor, rampalarda bir hayli
zorlanıyor. Kara yolları kapanmış, araçlar yolları açmaya çalışıyor. Gece bir
hayli gecikmeli Erzurum'da oluyoruz. Deli gibi kar yağıyor. Ay Balam ile inip
kar topu oynuyoruz.
|
Sarıkamış'a Doğru |
Tren hareket ettikten sonra, o kadar farklı ritimlerde bir gidiş sesi
çıkarıyor ki... Ritim bazen bir uzun havaya, bazen bir Roman havasına bazen de
bir ninniye dönüşüyor. Tren bu coğrafyanın tüm ezgilerini ezberlemiş ve sanki
sırayla yolculara ve yollara bu ezgileri söylüyordu. Sabah kalktığımızda her
yer beyazdı. Tarlalarda sürü halinde kuşlar; keklik, şahin, kartal,
balıkçıl, saksağan görüyoruz. Tonton, ürkek, küçük siyahlı beyazlı alacalı
kuşlar... Ay Balam'a soruyorum, keklik olduğunu söylüyor. Ay Balam, gün boyu
fotoğraf makinesi ile giden bir trenin içinden şahin fotoğrafı çekmeye
çalışıyor. Onlarca şahin görmemize rağmen ya biz hareket halinde olduğumuz için
ya da onlar hareket halinde olduğu için doğru düzgün bir fotoğraf çekemiyoruz.
Gece Fırat Nehri'ni kaçırmıştık, gündüz Kızılırmak Nehri'nin akış ritmine
uyumlu gidiyoruz. Sivas'tan Yerköy'e kadar gündüz gözüyle doğayı izleyerek
geliyoruz. Erciyes Dağı'nı görüyoruz uzaktan, volkanik bir dağ.
|
Kış Çıplaklığının İçinden Akan Kızılırmak |
|
Erciyes Dağı |
Gece Ankara'daydık. Ay Balam uyuyordu, Ay Balam'ın tütün tabakasından bir
tütün sarıp Ankara Garı'nda Tekel işçilerinin direnişinin 53. günü için bir
Bitlis tütünü sarıp içiyorum. Ankara garında tütün içerek geçirdiğim molam,
tütün işçileri için...
"Ben yakmasam cigarayı, sen yakmasan, o yakmasa; yandı gitti tütün
ekicileri tarlalarda." Can YÜCEL
ve tabii, Tekel işçileri de...
Ay Balam okurdu bu şiiri, çok seviyorum.
|
Mor Trenle; Sarı Otobüsle Gittiğimizdir |