15 Nisan 2017 Cumartesi

Tekel direnişiyle dayanışma...











16/02/2010

Sabah Harem'den hareket ediyoruz. Tekel işçilerinin yanına gitme heyecanımız Harem'de doruk noktasındayken yolculuk uzadıkça sönmeye başlıyor, bir an önce varmak istiyoruz. 

Sakarya Caddesi'ne geldiğimizde çadırları görüyoruz. İlk önce Bitlis çadırında soluklandık, sobanın etrafında çekingen çekingen oturuyorduk, 50'sinde bir kadın geldi, Sincan'da yaşıyormuş. Kadın işçileri arıyordu, kadınları eve götürüp ihtiyaçlarını karşılamak istiyormuş, çadırda sıra sıra yatakların üstünde oturan erkeklerin ellerini sıktı, yanlarında olduğunu söyledi. 50 yaşında kendi halindeki bu kadının naifliği beni ilk etkileyenlerden oldu. Bitlis çadırı durgundu, sadece sobanın etrafında bir muhabbet dönüyordu, durgunluğu biz umutsuzluk olarak yorumladık, canımız sıkıldı.


Çadırdan Muhabbetler

Çadırdan Kareler

Yan tarafta İstanbul çadırı vardı, içeri girdiğimizde herkes yerde oturmuştu. Biz girince çadır hareketlendi biraz, muhabbet başladı. Dindar bir abi, muhabbet esnasında "beş vakit komünistim Elhamdülillah" diyerek kendinin son düşünsel gelişimini belirtiyordu. İki tane kadın işçi geldi, gelince çadır biraz canlandı. Kürtçe türkü söylemeye başlayınca çadır birden dolup taştı; gelip istekte bulunanlar, destek olduğunu belirtenler oldu, Çadırda bir hareketlilik. Kısa bir süre içinde fark ettim ki Ankara'nın günlük yaşam telaşındaki birçok insan bile, bu sokağa paralel birçok sokak olmasına rağmen yolunu, bu sokaktan geçiyor olması, çadırların içine şöyle bir göz atıyor olması, Ankara'daki bürokratik havanın kırıldığını gösteriyor. Çadıra bir adam geliyor, elinde bir kutu Arko krem, İzmir şubeden gönderildiğini söylüyor, kremin paylaşılması ilginç geliyor bana...

İstanbul çadırından kalkıp Diyarbakır çadırına gidiyoruz. Diyarbakır çadırının sadece üstü kapalı, önü ve yanları açık, halkla iletişimin kopmaması, halkın rahatça girip oturması için böyle yapılmış sanırım. 


Diyarbakır Çadırına Girişten

Bir grup genç kestane getirmiş, Tekel işçileriyle birlikte yeriz düşüncesiyle. Açık çadırın ortasındaki sobanın üzerine kestaneler dizilmiş. 


Kestane ve Muhabbet

Muhabbet ediyoruz, bu arada meşaleli yürüyüş ve basın açıklaması için anons yapılıyor. Biz de Diyarbakır çadırında yapılan sohbeti yarıda bırakıp meşaleli yürüyüşe katılıyoruz. Sakarya Caddesi'nde yürüyüş ve ardından basın açıklaması yapılıyor.


Sakarya Caddesi'nde Yürüyüş

Yürüyüşte Kadın İşçiler Ön Saflarda

Basın Açıklaması

Tarhana çorbası ve ekmek dağıtıyorlar sokakta, herkes sırada. Biz de sıraya giriyoruz.


Sokakta Yemek Sırası

Yemek sonrası Bitlis çadırına dönüyoruz, sobanın etrafında ısınırken dışarıdan müzik sesleri geliyor. Müzik sesini takip edince ve çadırın dışına taşmış kalabalığı görünce Batman Kozluk çadırına yöneliyoruz. Tıka basa insan dolu, bir grup ayakta bir grup yere oturmuş, bir abi def çalıyor, türküler, oyunlar... Muşlu Tuncay Abi var ortaya şenlendiren.  Def çalanların yanına oturanlar sanki hepsi dengbej. Klamlar söyleniyor, karşılıklı atışmalar şeklinde, gülüyoruz, alkışlıyoruz. Türkçe, Kürtçe şarkılar arka arkaya sıralanıyor. 


Batman Kozluk Çadırı, Defle Kürtçe Müzik

Muşlu Tuncay Abi, Ortamın Canı

Kadın, Erkek Omuz Omuza Müzikle Direnişte

Çadırdan çıkıp diğer çadırlar arasında dolaşıyorum, başka bir çadıra giriyorum. Orada da keman ve darbuka eşliğinde türküler söyleniyor Bu çadır da kalabalık, keman ve darbuka nereden gelmiştir ki? Herhalde destek için gelenler getirmiş. 


Kemanlı, Darbukalı Dayanışma

Yan tarafta İstanbul çadırı var, oradan gelen Roman müziklerini ve Roman havasını koklamaya gidiyoruz. İşçiler, Roman havası ile direnişlerine devam ediyorlar. Ben de onlarla oynamamak için zor tutuyorum kendimi. Sonra Zeybek havasına geçiyorlar. Sonra Kürtçe şarkılarla halaya duruyorlar Batman Kozluk çadırının abisi de oyuncuları ile sokağa çıkmış. Gece geç saate kadar İstanbul çadırında oturuyoruz, halaylar çekiyoruz. 


Roman Havasıyla Direniş

Zeybek İle Direniş

Her Yöreden Halk Oyunları İle Zenginleşen Direniş Gecesi

Halkların Danslarla Kardeşlik Gösterisini İzleyenler

Afsad'ın Direniş Alanına Dayanışma Katkısı, Önünde Fotoğrafımız

Gece soğuk, Bitlis çadırına geliyoruz, herkes yan yana yatmış, yatakta bile slogan atıyorlar. Biz de yorgunluktan ve soğuktan oturarak uyumaya çalışıyoruz. 


İşçiler, Uykuda

Ama olmuyor, bir eve gidip 4 saat uyuyup tekrar çadırın olduğu sokağa geliyoruz. Çadır içlerinde sobalar yıkılmaya çalışılıyor, her yanı duman almış, çadırlar beyaz duman altında. 


Sokağı Saran Soba Dumanı

Bazı çadırlarda kahvaltı yapılmaya başlanmış. Diyarbakır çadırına gidiyoruz illaki bizi kahvaltıya davet ediyorlar sadece çay içiyoruz ve muhabbet devam ediyor. İstanbul çadırına geçiyoruz,  onlar da kahvaltıda, uzun süre muhabbet ediyoruz.


Kahvaltı İçin Ekmek Dağıtılıyor

Çadırlarda Kahvaltı

Direnişte Yeni Bir Gün

Bismil çadırına gidiyorum, Bismil'de öğretmenlik yaptığım yıllardan öğrencilerimin velileriyle karşılaşıyorum. Direniş konusunda bir hayli inançlılar, radikaller. 


Bismil Çadırının Girişi

Çadırların içindeki yazılar, çizimler umut doluydu. 


Mardin Çadırı


Gerçeğin İçinden Kara Kalem Çizimi

Kara Kalem İle Direnişin Anlatımı

Anadolu'nun Güzel Halkları ve Halkların Temsil Ettiği Duygularla Direnişin Anlatımı

Anadolu Direnişin Yumruğu Olmuş

Surlar, Tekel Direnişinde De Direniyor

Öğleden sonra İstanbul'a yola çıkıyoruz.


Yeryüzünün Yüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Kadar Direniş

7 Nisan 2017 Cuma

coğrafyalar boyunca trenle gitmek...Van... Doğubeyazıt... Kars...









25/01/2010


Yeni bir yılın ilk yolculuğu. Haydarpaşa kar altında. Denize açılan merdivenlerdeyiz, iki sevgili. Haydarpaşa, kar içinde daha bir güzel gözüküyor. Yolculuk öncesi içtiğim sigaranın beyaz dumanını beyazlığa üflüyorum. 



Tütünümüz Sarılıyor

Van Gölü Expresi'nin anonsu veriliyor sürekli. 10 dakika sonra, 5 dakika sonra hareket edecektir, şeklinde. Biz de hızlı adımlarla Van Gölü Expresi'nin yataklı vagonunda yerimizi alıyoruz. Lüks bir kompartıman, içinde lavabosu, buz dolabı dahi var. Trende gece şiirlerle başlıyor. Son yolculuklarda yanıma aldığım bir deste şiir. Yalçın'ın doğaçlamalarını da katarak okuduğu şiirlerle başlıyor yolculuk. Kar yağışı devam ediyor, istasyonlardaki molalarda gördüğüm kadarıyla. Ve uyku...

Sabah gözümü açtığımda Ankara'ya girmemiştik. Hava günlük güneşlik. Bu nasıl mutlu etti beni. Çünkü Tekel işçilerinin 43. günlük direnişinde dirençlerinin yüksek olabilmesi için, karın yağmaması önemliydi. Tekel işçileri, 42 gündür yağmur, çamur, ayaz demeden Sakarya Caddesinde geceli gündüzlü hak arama mücadelesindeydiler. 1980 sonrası belki de en uzun, en anlamlı direnişti. Ankara'dan geçerken Tekel işçilerine selam olsun.Ankara garında banliyö trenini bekleyen yolcular volta telaşında, Ankara garına doğru uzayan tek katlı, bahçeli lojmanlar. Lojmanların hemen arkasına o güzelim bahçeli naif binaların arkasına kocaman, camekanlı bir bina dikmişler. İki dokunun uyuşmazlığı söz konusu. Trenimiz yavaş yavaş harekete koyuldu. Ankara çıkışında kavaklar...

ÖNDEYİŞ
Bedenim üşür, yüreğim sızlar.
Ah kavaklar, kavaklar...

Beni hoyrat bir makasla 
Eski bir fotoğraftan oydular

Orda kaldı yanağımın yarısı,
Kendini boşlukla tamamlar.

Omzumda kesik bir el, 
Ki durmadan, kanar.

Ah kavaklar, kavaklar...
Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.
                                                 Metin Altıok 
Çamaşırlar rengarenk tellerde, çamaşırlar içinde mavi bir kız öğrenci önlüğü. Yıkanmış ve tatil dönüşünü bekliyor. Hasanoğlan'dan geçiyoruz,  Hasanoğlan, Köy Ensitülerinin çiçeği... 


Trenin sesinden ürken bir tilki karlı ovadan dört nala kaçıyor. Bir kartal yükseklerde ağır ağır süzülüyor. Kırıkkale-Yerköy arası sanki şahin bölgesi. Onlarca şahin görüyoruz; kimi alçaktan uçan kimi tarlalara konmuş trene bakan tonton göğüslü kimi ağaç dallarında kimi havalanıp kısa bir uçuştan sonra tekrar konuyor.


Geçtiğimiz Coğrafyalarda Toprağın Güzelliği


Geçtiğimiz Coğrafyalarda Toprağın Renkleri

Kızılırmak, gün boyunca Ankara'dan Kayseri'ye hava kararana kadar arkadaşlık etti bize. Kah sağımızda kah solumuzda kah geçtiğimiz köprülerin altından aktı.

Kızılırmak Yanı Başımızda

Kayseri'ye gelmeden hava karardı, yiyecek pek bir şeyimiz kalmadı. Kayseri garındaki büfeden haşlanmış yumurta almak adet oldu. Zeytin, peynir, barbunya pilaki, domates aldık. Kayseri'den sonra karanlık. Yapılabilecek tek şey okumak. Yolculuk için yanıma aldığım Kemal Tahir'in "Bozkırdaki Çekirdek"adlı kitabına başlıyorum. Cumhuriyet Dönemi'nin eğitim çalışmalarından bir olan Köy Enstitülerinin anlatıldığı bir kitap. Soğuk, kompartımana hakim olana kadar okuyorum.

Akşamdan kompartıman perdesini açık bırakmıştım, gün ışır ışımaz ışıkla birlikte uyanayım diye. Gerçekten de öyle oluyor. Öyle bir coğrafyanın içinde uyanıyorum ki... Yüksek yüksek kum tepeleri sanki piramitler, ama piramitler kadar keskin hatlı değil. Daha yuvarlak, kocaman, art arda, yan yana kilometrelerce uzanıyor. Kumdan bir vadi ve içinde cılız akan su. Gün kızıllığı böyle bir coğrafyaya doğuyor. Ortam gerçekten büyüleyici. Haritadan baktığımda buranın Hekimhan ile Yazıhan arasında olduğunu fark ediyorum. Bir dahaki sefere burayı daha fazla incelemeliyim. Çok hoş bir yerdi. Malatya kayısı bahçeleriyle büyüleyici. Kayısı ağaçları çıplak. 


Çıplak Kayısı Ağaçları Baharı Bekliyor

Karakaya Barajından geçiyoruz. Sabah yem arama telaşında saksağanlar. Siyah-beyaz renkleriyle birçok saksağan. Kışın yapılan tren yolculuklarında hayvanları gözlemlemek daha mümkün, çünkü yem bulma telaşı ile daha fazla ortalıkta dolaşıyorlar. Elazığ'dan sonra uzun bir süre Keban Barajı'nın kıyısından gidiyor trenimiz. Balıkçılar havanın güzelliğinden cesaret alıp tekneleriyle açılmışlar sulara. Kimisi sularda kimisi kıyıda...



Keban Barajı'nda Bir Ada ve Bir Balıkçı Teknesi


Mavi, Kırmızı, Beyaz Tekneler Balığa Hazırlanıyor


Enginlikte Küçük Bir Tekne


Yalnız, Kuytuda Bir Tekne, Balığa Çıkmaktan Çok Uzak
Balıkçıllar, martılar da bu güzel coğrafyanın içinde balık telaşında, tıpkı insanlar gibi...


Toprak ve Denizin Bereketinde Beslenen Martılar


Toprağın, Dağların, Suyun Güzelliğine

Palu'dan sonra Murat Nehri bize eşlik ediyor. Bulanık, coşkun suyuyla  kilometrelerce uzun bir vadiden akıyor. Büyülüyor insanı. Elazığ'dan sonraya trenle hiç geçmemiştim daha önce, bu Murat Nehri ile ilk yolculuğum. Birkaç serpiştirilmiş köy dışında, vadiye hiç insan eli değmemiş. Tren ile yan yana akıyor. Doyumsuz bir akış. 

Coğrafyanın toprağı da ilginç, kırmızı, kahverengi toprağı aşındırarak kendine katıp götürüyor. Bu yüzden de kahverengi akıyor. Saatlerce birbirimize eşlik ediyoruz. Bazı köylüler, Diyarbakır'da kelek denilen ilkel salları (iç lastik üzerine tahta tabakası koymuşlar) ile coşkun Murat Nehri'nden karşıya geçmek için hazırlıklarını yapıyor. Eşsiz bir güzellik sunuyor nehir. Yataklı vagon görevlisi Ayhan Abi "ben 23 yıldır bu yolu gidip geliyorum ama bu manzaraya doyamadım" diyor.  Biz de Murat Nehri Vadisi'nin güzelliğine doyamadık.


Murat Nehri'nin Aktığı Vadiye Paralel Gidiyoruz


Murat Nehri Batıya, Biz Doğuya Akıyoruz


Kar Doğuya Doğru Toprağın Üstünde


Toprak Renginin Güzelliği


Görselliğe Bir De Yansıma Ekleniyor

Muş Ovası'na çıkarken, Murat Nehri'ne dağlardan gelen kar suyundan oluşan bir şelale dökülüyor. Kahverengi, kızıl, sarı topraklı dağların ve bulanık Murat Nehri'nin manzarasının büyüsünden sonra bembeyaz karlı Muş Ovası'na giriyoruz. Göz alabildiğine beyaz, Murat Nehri bile bembeyaz akıyor, yer yer donmuş. Nehir, bembeyaz süt gibi. Gittikçe nehir ile tren yolu yollarını ayırıyor. Muş Ovası'nın beyazlığına karanlık düşüyor. Karanlık ile birlikte uyku da düşüyor gözlerime. 


Muş Ovası'na Doğru Vadi Açılıyor


Ağaçların Uçlarındaki Kızıllık


Muş Ovası'nda Coğrafya Düzleşiyor, Murat Nehri Bizden Uzaklaşıyor
Ayhan Abi bizi uyandırdığında Tatvan'daydık ve tam 45 saattir yoldaydık. Demiryolunun misafirhanesinde kalacak yer ayarlıyoruz. Ayhan Abi, oğlu Oğuzhan hep birlikte Tatvan merkeze yemeğe çıkıyoruz. Her yer buz. Şehir merkezi kayak pistine dönmüş sanki. Düşe kalka yürümeye çalışıyoruz. Sabah misafirhanede görevli abiler kahvaltıya çağırıyor bizi, demiryolcular ile yapılan kahvaltı. Tatvan'dan Van'a yük taşıyan feribotun olup olmadığını öğrenmeye çalışıyoruz. Amacımız, feribot ile gölün üzerinde yolculuk yapmak. Ama şans o ki, yük olmadığı için feribot seferi bugün yokmuş. Çok üzülüyorum. 

Otobüs ayarlıyoruz. Kah Van Gölü'nün kıyısından kah dağdan geçitleri tırmanarak karın içinden ilerliyoruz. Eşsiz manzaraların içinden geçiyoruz. Gevaş'a gelmeden, Akdamar Adası'na teknenin kalktığı bir iskele var, orada iniyoruz. Akdamar Adası'na  
gidecek yolcu bekliyoruz, tekne ücretini paylaşmak için. İskelede yanan odun sobasının başında, çaylarımızı yudumlayarak birkaç saat bekliyoruz. Gelen giden olmayınca, tekne sahibiyle üç kişi yola çıkıyoruz. 

Karlı dağların içindeki gölde küçük bir teknecik, nokta olarak. Teknenin üst katına çıkıp, soğuğun yüzümüzü yalamasına rağmen manzaranın keyfini çıkarmak istiyoruz. Harika... Adada iki balıkçı var ve biz. Her yer kar. Akdamar kilisesi yeni restore edilmiş, harika görünüyor, karın içinde. İçinde hala kök boyası ile çizilmiş Ortadoks dini hikayeler... İsa, birbirinden farklı hikayelerin içinden canlandırılmış. Kilise büyüleyici, mistik yanı insanı sarmalıyor. Ermeni zanaatkarların ellerine sağlık. Adada dolaşıyoruz. Balıkçı tekneleri serpilmiş gölün üstünde sağa sola. İnci kefal derdinde tekneler. Yol boyu da inci kefal satılıyor, Van Gölü'nün özel balığı.

Hem Murat Nehri hem Muş Ovası hem Van Gölü sağaltıyor ruhumu. Karanlık çöktüğünde Van'a varıyoruz. Fazlasıyla modernleştirilmiş bir kent. Her yan kapitalizmin simgesi cemakanlı binalarla dolu. Kalabalık caddeler. Yemek yeyip İskele Öğretmenvine geçiyoruz. 

Sabah hem kaleyi gezeriz hem de iskelede kahvaltı yaparız düşüncesiyle öğretmenevinden yürüyerek çıkıyoruz. İskeleye varacağız diye tarlalara vuruyoruz kendimizi, karlı tarlalara bata çıka, buzlanmış sulardan kayarak iskeleye varıyoruz. 

Göl kıyısında keyifli bir kahvaltıyı hayal ederken tek bir cafe açık ve kahvaltı yok, yanımızdaki kahvaltılıkları çıkarıp yiyoruz. Vangölü kar altında, kıyıya yakın yerler. Dışarda masalarda oturmuşuz, manzaranın güzelliği karşısında mayışmışız. Ayaklarımız donmuş bir yandan, donan ayaklarımızı çözmek için cafenin içine geçiyoruz. 

Van İskelesine Kahvaltıya Giderken


Göle Yansıması Vurmuş Kar Bulutları


İnci Kefal İçin Bekleyen Balıkçı Tekneleri
Cafede daha çok bir kahve havası var. Masada okey oynayan iki gencin yanına oturup 101 oynamaya başlıyoruz. Hakkari'den Van'a yeni göç etmişler. Doğu insanı 101 oynamayı çok iyi bilir, ben de Diyarbakır'da çalıştığım yıllarda öğrenmiş ve çok sevmiştim. Gençler oyunu çok iyi bilmelerine rağmen, doğu insanının misafirperverliği ile bizim oyunu kazanmamız için her türlü şeyi yapıyorlar. Cafeden çıktığımızda akşam olmak üzereydi. 

Van Gölü'nde Gün Batımı


Gün Batımının Işığından Yansımalar

İlçeler garajından Muradiye dolmuşuna biniyoruz. Karanlık basmış, Muradiye öğretmenevine yerleşiyoruz. Kar burada daha fazla, kar makineleri yolları temizliyor. Muradiye ıssız, doğunun kış sessizliğinde. Sabah saatin kaç olduğunu bilmeden uyanıyoruz. 

Dışarıda efil efil inceden bir kar yağıyor. Bir çay ocağında oturup poğaça yeyip çay içiyoruz, sokakta yağan efil efil karı izlerken. Efil efilliğin içinden bisikletli bir amca geçiyor, içimi ısıtan bir görüntü oluyor. Gözümüz geçmesi gereken dolmuşta, gelmeyince kalkıp şehrin merkezinde bir tur atıyoruz. Dışarıda bir başka çay ocağının kürsüsüne oturuyoruz. Kahvenin çatısından üstümüze sarkmış sarkıtların altında çayımızı içiyoruz. İlçe merkezi hareketleniyor. İnsanlar bir bir işlerine düştüler. Kocaman bir tüpe ip bağlamış da tüpü kar üstünde bir yerden bir yere götüren abi, küme küme kırlangıçlar kaldırımlara konup yiyecek telaşında, tahtadan kızak yapıp üzerlerine kömür poşetlerini koyarak kömür taşıyan çocuklar, dolmuş şöförlerinin Erciş, Çaldıran, Van çağrısıyla yolcu arayan sesleri. Çarşıda en kendine özgü karakter ise uzun boyu, kahverengi pardösüsüyle asıl işlevinde kullanmayıp da ortasından tuttuğu bir baston, kafasına sardığı bir puşi ile sert bakışlı, yaşlıca bir amca...

Bir türlü Muradiye Şelalesi tarafına gidecek dolmuş geçmedi. Biz de tepemizde sarkıt şeklindeki buzların olduğu çay ocağında oturdukça, oturuyoruz. Gerçi doğuda bir günün hareketlenişini izlemek gerçekten hoş. Bembeyaz bir fonun içinde figürler, figürlerin hareketleri ve sesler. Halen efil efil kar yağıyor. Saatler sonra şelale tarafındaki bir köyün dolmuşu bize sesleniyor. Çantalarımızı alıp dolmuşa biniyoruz. O sert bakışlı, pardösülü, sabahın en kendine özgü amcası da gelip dolmuşa biniyor. Teyipte, klam okuyan bir dengbejin sesi yada yüreği... Teybi kapatıyorlar ama geçip de en arkaya oturan pardösülü amca tüm yolculardan, zamandan, mekandan uzaklaşmış bir bakışla bir klam mırıldanmaya başladı, çaktırmadan bakıyorum ara ara, sert ifadesi yumuşuyor, huzur kaplıyor yüzünü. Pardösüsünün iç cebinden, küçücük esans şişesini çıkarıyor, sürünüyor ve dolmuşu sesinden sonra esansının kokusu da kaplıyor. Beyazlığın içinden gidiyoruz. Yavaş yavaş. Her yer bembeyaz olunca insan derinliği algılayamıyor ve yanılsama yaşıyor. Dolmuştan inip neredeyse bir kilometre karın içinde bata çıka yürüyerek Muradiye Şelalesi'ne varıyoruz.


Karın, Buzun İçinden Akmaya Çalışan Muradiye Şelalesi

Şelale tam olarak donmamış ama donan yerler de çok güzel görünüyor. Bendimahi Çayı'nın üstünde bir asma köprü, köylüler asma köprüden geçerek caddeye çıkıyorlar.


Şelalenin Dokusundan


Bendimahi Çayı'nın Üstünde Bir Asma Köprü

Şelalede zaman geçirince ana caddeye çıkıyoruz. Araç beklerken kardan adam yapıyoruz. Şelalenin uzağından şantiyeden bir araç çıkıyor ve bizi de alıyor. Bendimahi Çayı'nın üzerinde HES projesinde çalışıyorlarmış. HES'ten bahsediyoruz, sonra da kıyımın neleri yok edeceğini... Van Gölü'nde yaşayan inci kefal balığı yumurtlama zamanı 5 kilometre yol yüzerek Muradiye Şelalesi'nin yakınına gelip yumurtalarını bırakıp tekrar göle dönüyormuş. Bu beyazlığın içinden düşündüğüm için belki inci kefallerin bu yolculuğu bana çok anlamlı geldi, içim güzellik doldu. HES'lerin doğayı katlettiği, doğanın dengesini bozduğu konusunda abi ile hemfikiriz.

Abi bizi Çaldıran'a kadar bırakıyor. Öğle yemeğimizi yeyip güldür güldür yanan sobanın etrafında üstümüzü kuruttuktan sonra yine yoldayız. Dolmuş beklerken Doğubeyazıt üzerinden İran'a giden tırları görüyoruz. Dolmuş geliyor, yola koyuluyoruz. Köyler kar altında ve tüm doğa. Transitin şoförü bastıkça basıyor gaza, kar, buz dinlemiyor. Bir de dolmuşta iğrenç, yoz, popülist bir Türkçe 
müzik çalıyor. Şoföre Kürtçe müzik olup olmadığını, bu coğrafyada Kürtçe müzik dinlemenin güzel olabileceğini söylüyoruz. Belki dengbej açar da dinleriz düşüncesindeyiz. Abi müziği kesiyor ve kalaşnikof seslerinin fonda olduğu bir müzik çalmaya başlıyor. Böyle keskin bir geçişi beklemiyorduk. "Alın size Kürtçe müzik alın size Kürt coğrafyası" der gibi. Tendürek'in zor geçişindeyiz. Tipi, göz gözü görmüyor. Yükseklik 2644. Tendürek, Doğubeyazıt ile Çaldıran arasında bulunan bir volkanik dağ. En genç, aktif volkanik dağlardan. Dağdan çıkan tüfler, verimli Kars-Erzurum platosunu oluşturmuş.


Doğubeyazıt'ta hiç kar yok, soğuk da değil. Öğretmenevinde yer bulamayınca anlaşmalı otele gidip çantalarımızı bırakıyoruz ve İshak Paşa Sarayı'na doğru yola çıkıyoruz. Tırmanışlı 5 kilometrelik bir yol. Bir araç bizi alıp saraya bırakıyor. Kütüphane ve ziyaretçi salonu harika. Siyah ve beyaz kesme taşlardan farklı geometrik kesimlerin kombinasyonlarının büyüsü. Ambarlar, zindanlar, harem odaları, mutfaklar, cami, bekleme salonu. Anadolu'da gezdiğim tek saray.


Uzaklardan, İshak Paşa Sarayı

İshak Paşa Sarayı'nın Giriş Kapısı


İshak Paşa Sarayı'nın Camisi


İç Kubbeleri

Bazalt Taşlarıyla Yapılmış Salonları

Saray'ın yanı başında Ahmedi Xani'nin mezarı. Kürt Edebiyatı'nın önemli ismi. Başka mezarlar da var ve güneş mezar taşlarının arkasından, kar bulutlarının içinden batmak üzre.


Ahmedi Xani'nin Mezarı


İshak Paşa Sarayı'nın Etrafında Yapılan Dağcılık

Doğubayazıt'a dönmek üzere yola çıkıyoruz, tekrar bir araç alıyor bizi ve çarşıya bırakıyor. Yalçın'la gece boyu bir otel odasında sessiz sinema oynuyoruz.

Sabah, Iğdır dolmuşunun dolmasını bekliyoruz. Doğubayazıt'tan çıkar çıkmaz Ağrı Dağı dikiliyor karşımıza. Bulutlar, Ağrı Dağı'nın heybetli zirvesini göstermek istemiyor gibi, her yanı sarmış. Doğubayazıt'ta kar yoktu, Ağrı Dağı'nın eteklerinde de yok. Ama zirveye doğru kar ve bulutlar sarıyor Ağrı'yı. Ağrı Dağı, Anadolu'nun en yüksek doruğudur.


Ağrı Dağı, Eteklerinde Köyleriyle

Bugünlerde yine medyadan bir haber yayıldı. ODTÜ'lü dağcılar, 5137 metrelik rakımdan Tekel işçilerine "Siz üşümüyorsanız, biz de üşümüyoruz." diye zirveden dayanışma mesajlarını gönderdiler.

Ağrı'yı geçtikten sonra ilginç bir arazi yapısı ile karşılaşıyoruz. Halkın deyimiyle leçelik arazi yapısı. Bu kavramı da bir askeri arama noktasında beklerken askerle yaptığımız muhabbet sırasında öğreniyorum. Leçelik arazi, Ağrı Dağı'nın püskürttüğü lav ve taşlardan oluşan taş yapılı arazi anlamında yani volkanik taşlı arazi. Ağrı Dağı'nın patlamasını hayal ediyorum. Püsküren kızıl lavlar, doruktan eteklere akan lavlar ve lavlara tutunan taşlar, etkileyici geliyor. Etrafa baktığımızda her yer taş dolu, taştan dolayı tarıma açılan arazi yok neredeyse. Iğdır'da kayısı ağaçlarının olduğunu fark ediyor Ay Balam, soruyoruz, kayısılarıyla meşhur bir kentmiş Iğdır.

Iğdır'dan aktarma yapıp Kars için yola çıkıyoruz. Iğdır Ovası çok güzel görünüyor. Kars'a doğru tırmanışa geçtiğimizde Halıkışla tırmanışın başındaki yerleşim. Halıkışla Türkiye sınırları içinde kalan yarısı Bagaryan köyünün. İki köyü, Arpaçay ayırıyor. Ermeni ve Türkler bir su akımı uzaklığında birbirine. Ermeni tarafına baktığımızda köy çok düzenli görünüyor. Digor'a doğru tırmandıkça etrafımızda kar artıyor, Kars'ta kar olabileceğini düşünüp seviniyorum.

Kars Çayı'nın etrafında dolaşıyoruz. Kars Çayı'na paralel uzanan, SİT alanı ilan edilen sokakta önceleri çıplak kadın heykelleri vardı, yeni AKP'li belediye başkanı bu sokaktaki tüm heykelleri kaldırmış. Anadolu coğrafyasında belki de Atatürk heykellerinden başka heykellerin de olabileceğini gösteren bir kent kültürü vardı, kalmamış. Her yıl yapılan Altın Kaz film festivali de yine heykelleri kaldıran zihniyetin ürünü olarak organizasyonuna izin verilmedi. Bu kenti kimliksizleştirmek, aydınlık yüzünü karartmak için birçok saldırı bilinçli olarak harekete geçirilmektedir.


Etrafında Dolaştığımız Kars Çayı


SİT Alanı İlan Edilen Sokak


Heykeltıraş Mehmet Aksoy'un  "İnsanlık Anıtı" Heykeli


2004 Yazı, Bu Heykeller Müstehcen Bulunup Kaldırılmış


2004 Yazı, Bu Heykeller Müstehcen Bulunup Kaldırılmış


2004 Yazı, Bu Heykeller Müstehcen Bulunup Kaldırılmış

Ruslardan kalma yapıları, Arnavut kaldırımlı sokakları dolaşıyoruz. Karanlık bastırınca kar da iri iri yağmaya başlıyor. Kars ve kar birbirine çok yakışıyor, bir de çınar ağaçlarına onlarca kümelenen kargalar. Kars, Kar, Karga...


Ruslardan Kalma Güzelim Taş Yapılar


Anadolu Mimarisinin Çok Uzağında

Geceyi küçük bir hotel odasında geçiriyoruz. Sabah Çıldır Gölü'ne gitmek için ilçeler garajındayız. Yalçın dışarıda dolmuşun kalkmasını beklerken tütün sarmış içerken dolmuş şoförü bu defa onun sigarasını bitirmesini bekliyor ve küçücük kalmış tütünü son fırtına kadar içmeye çalışan Yalçın'a "Ay, Balam!" diye sesleniyor. Yolculuk boyunca Yalçın'ın adı Ay, Balam oluyor.

Şoförden Çıldır Gölü'nün kıyısındaki bir yerleşim yerinde bizi indirmesini istiyoruz. Yollar açık ama yol kenarları, tarlalar kar dolu. Doğruyol adında bir köyde indiriyor bizi şoför. Ama bu yerleşim göle bir hayli uzak. Göl buz tutmuş ve bembeyaz. Gölün üzerinde yürüyen, gölün karşısındaki köye gidip gelen siluetler var. Biz de özellikle donmuş gölün üzerinde yürümek, göle delik açıp da balık avlayanları izlemek, atların çektiği kızaklarla gölün üzerinde gezmek için Çıldır Gölü'ne gelmek istemiştik. Şoför, bizi göle uzak bir yerde bırakınca tüm keyfimiz kaçtı. Göle ulaşmak için büyük bir bataklıktan geçmemiz lazım. Etrafta biraz dolaşıyoruz ama pek keyfimiz yok, geri dönmeye karar veriyoruz.

Dolmuş çalışmıyor, gelen ilk araca otostop çekiyoruz. Arpaçay'daki bir fırının aracı, şantiyelere, restoranlara, gazinolara ekmek dağıtıyormuş, civardaki. Biniyoruz, fırının aracına, ilk ekmek bırakacağımız yer göl kenarındaki 'Abuzer Abi'nin Yeri' balık lokantası. Abuzer Abi, göldeki balık ağlarını çekmeye gitmiş, lokanta kapalı. Biz de gölün üzerinde yürümeye çıkıyoruz.


Çıldır Gölü'nün Üzerinden Karşı Köye Giden Bir Köylü


Donmuş Gölde Donmuş Tekneler

Ekmek ustası, çırağı, Ay Balam, ben buz tutmuş gölün üstünde yürüyoruz. Çıldır Gölü'ne dair bir hayalimizi gerçekleştirmenin sevinci içindeyiz. Ekmek bırakmak için diğer durağımız, Tiflis'ten 
Kars'a bağlanacak olan İpek Demiryolu projesinin şantiyesi. Şantiyeye ekmek bıraktıktan sonra da gazinoya uğrayıp ekmek bırakıyoruz.

Ekmek dağıtma işi bitiyor, Arpaçay'a yola çıkıyoruz. Arabanın içi mis gibi ekmek kokuyor. Ekmek kokusunun içinden, bembeyaz doğada, karlar içinde koşan onlarca tilki görüyoruz. Arpaçay'a gelince ekmek ustası ve çırağına bizi Çıldır Gölü'nün ruhunu hissettirdikleri için teşekkür ediyoruz.

Arpaçay'dan Kars'a geliyoruz. Kaleyi gezmek için yukarı çıkıyoruz ama kale kapanmış. Şehirde geziyoruz biz de mimarinin Ruslara ait olduğu enfes binaların arasında, arnavut kaldırımlı geniş sokaklarda...  Gecemiz otelde geçiyor.



Kars Kalesinin Yakınından, Kars'ın Üzerine Çökmekte Olan Akşam
Sabah Amerikalı bir erkek Türkiyeli genç bir kadın ve biz iki kişi, bir taksi ayarlayıp Ani Harabeleri'ne gidiyoruz. Bir kilisenin içinde İsa'nın ve Aziz George'un hikayelerinin olduğu freskler hala güzelliğini koruyor.

Ani Harabelerindeki Hristiyan Kültüründen İzler


Kilisenin Tavan ve Duvar Süslemeleri


Duvar Süslemelerinden Hristiyanlık Öyküleri


Duvar Süslemelerinden Hristiyanlık Öyküleri

Daha önceki gelişlerimde uzak bulduğum için inmediğim Bakireler Manastırı'na iniyoruz. Arpaçay'ın kıyısında, vadinin alt noktasında, nehre yakın bir yere kurulmuş, şuan bir kısmı yıkıntı. Dar vadide İpek Yolu'nun da geçtiği köprüyü Ruslar giderken bombalamış. Köprünün sadece ayakları kalmış, gelen ve giden kervanlar birbirine karışmasın diye köprü iki katlı yapılmış. Cami, kilise, dükkanları geziyoruz. Hani kentinden çıkarken gözüme koskocaman bir yapı çarpıyor uzaktan, sorduğumda yeni restore edilmiş bir saraymış. 




İpek Yolu Güzergahının Geçtiği Çift Katlı Köprü


Vadi Kıyısında Bakireler Manastırı

Tekrar Kars'a dönüyoruz. Diğer iki arkadaş İran'a gitmek üzere yola çıkıyorlar. Kars Kalesi'ni geziyoruz biz de. Osmanlıdan kalma bir kale, savaşta kullanılan toplar hala duruyor. Kars'ı izlemek için güzel bir yer. Gece sinemada Günter Grass'ın Teneke Trampet adlı romanından uyarlama filmi izledik, simgesel bir film, film geç bitti.


Sabah Sarıkamış dolmuşu ile Sarıkamış'a gidiyoruz Öğretmenevine yerleştikten sonra kayak merkezine çıkıyoruz. Ay balam, kayak takımı kiralıyor, düz bir alanda kaymaya çalışıyor ama ders almadan kaymayı başarmak zor gibi. Teleferik ile yukarıya çıkıyoruz. Çıkarken, gezi notlarımı yazdığım defterimi teleferikten düşürüyorum. Notlarımı bırakmam imkansız. Yukarda teleferikten indikten sonra geriye doğru yürümeye başlıyoruz. Daha doğrusu ben yürüyorum, Ay Balam kayarak gelmeye çalışıyor. Bazen düşerek bazen direğe toslayarak ilerlemeye çalışıyordu, ben gülmekten ölüyordum.


Sarıkamış Kayak Merkezi


Teleferiğin Altından Gezi Notlarımı Aramaya Giderken

Teleferiğin altından ilerliyorduk, teleferikle üstümüzden geçenler bize laf atıyordu. İnsanlar, koltuk koltuk üzerimizden geçiyordu. Teleferikle geldiğimiz yolu, yürüyerek iniyorduk. Kaybolan defterimi yırtılmış, arasına kar dolmuş bir şekilde buluyorum. Yıllardır yazdığım izlenimlerim elimdeydi, tekrar güle söyleye aşağıya inmeye devam ediyoruz. İnsanlar, teleferiğe binip yukarı çıkıyor, yukarıdan kayarak aşağı iniyordu. Kayak merkezi, kayma bilmediğimiz için can sıkıcı bir hale gelmişti. Bize hitap eden tek şey teleferiğe binip teleferiğin altından yürüyerek indiğimiz zaman olmuştu. Geceyi öğretmenevinde 101 oynayarak geçiriyoruz.


Sabah Kars merkezde Tekel işçileri ile dayanışmak için yapılan genel greve katılmak için Kars'a dönüyoruz. Gündüz 3'te trene binip dönüş yoluna geçiyoruz. Sarıkamış'ta kar tipi göz gözü görmüyor. Çam ağaçları kristal karın altında enfes görünüyor. Tren karları yararak ilerliyor, rampalarda bir hayli zorlanıyor. Kara yolları kapanmış, araçlar yolları açmaya çalışıyor. Gece bir hayli gecikmeli Erzurum'da oluyoruz. Deli gibi kar yağıyor. Ay Balam ile inip kar topu oynuyoruz.


Sarıkamış'a Doğru

Tren hareket ettikten sonra, o kadar farklı ritimlerde bir gidiş sesi çıkarıyor ki... Ritim bazen bir uzun havaya, bazen bir Roman havasına bazen de bir ninniye dönüşüyor. Tren bu coğrafyanın tüm ezgilerini ezberlemiş ve sanki sırayla yolculara ve yollara bu ezgileri söylüyordu. Sabah kalktığımızda her yer  beyazdı. Tarlalarda sürü halinde kuşlar; keklik, şahin, kartal, balıkçıl, saksağan görüyoruz. Tonton, ürkek, küçük siyahlı beyazlı alacalı kuşlar... Ay Balam'a soruyorum, keklik olduğunu söylüyor. Ay Balam, gün boyu fotoğraf makinesi ile giden bir trenin içinden şahin fotoğrafı çekmeye çalışıyor. Onlarca şahin görmemize rağmen ya biz hareket halinde olduğumuz için ya da onlar hareket halinde olduğu için doğru düzgün bir fotoğraf çekemiyoruz.

Gece Fırat Nehri'ni kaçırmıştık, gündüz Kızılırmak Nehri'nin akış ritmine uyumlu gidiyoruz. Sivas'tan Yerköy'e kadar gündüz gözüyle doğayı izleyerek geliyoruz. Erciyes Dağı'nı görüyoruz uzaktan, volkanik bir dağ. 



Kış Çıplaklığının İçinden Akan Kızılırmak


Erciyes Dağı

Gece Ankara'daydık. Ay Balam uyuyordu, Ay Balam'ın tütün tabakasından bir tütün sarıp Ankara Garı'nda Tekel işçilerinin direnişinin 53. günü için bir Bitlis tütünü sarıp içiyorum. Ankara garında tütün içerek geçirdiğim molam, tütün işçileri için... 

"Ben yakmasam cigarayı, sen yakmasan, o yakmasa; yandı gitti tütün ekicileri tarlalarda." Can YÜCEL

ve tabii, Tekel işçileri de...

Ay Balam okurdu bu şiiri,  çok seviyorum. 

Mor Trenle; Sarı Otobüsle Gittiğimizdir



Digital Photo Exhibition

Join Our Donation Campaign! Dear colleagues and students, We're excited to announce our latest initiative to support the Defne Women...