24 Ekim 2017 Salı

kış mevsiminde bir bisiklet yolculuğu denemesi; Antalya




                                                                                   


19/10/2012

Samsun'dan bisikletleri otobüse koyacağız, bir gece öncesinden iki bisikleti de parçalara ayırıp kutulara yerleştiriyoruz. Ama Gerze otogarına gelince ceviz çuvalları, elma çuvalları, yoğurt, peynir bidonları otobüslere yüklenmeyi bekliyordu. Bayram öncesi Samsun otogarını düşünemiyordum. Giresun'dan kalkan otobüs Samsun'a geldi. Otobüsün bagajı fındık çuvalları, ceviz çuvalları, balık kasaları ile tıka basa dolu, en sona bizim biçimsiz bisiklet kolileri kaldı. Bisikletlerimizi almamakta ısrar ediyorlar, bir sürü tartışma yaşıyoruz "yarın akşamki otobüs ile göndeririz" diyorlar. Biz kabul etmiyoruz, neyse ki sıkış tıkış da olsa bisikletleri koyuyoruz.

Kısa bir süre sonra uykudaydım, gözlerimi Toros Dağlarında açtım, Kıraç, kayaç Toroslardan geçiyorduk. Serik otogarına geldiğimizde bisikletleri çıkardık,  o tıka basa bagajda dağılan bisikletleri toparlamak için saatlerce uğraştık, otogarın ağaçlarının altında. Bisikletlerle yola çıktığımızda öğle yemeği için  kamyoncuların çoğunlukla geldiği bir çorbacıya oturduk. Alanya yolu üzerinde otoban trafiğinde 15 kilometre gidince Belkıs ören yeri tabelasından köy yollarına saptık. İşte bisiklet için en güzel yollar, köy yolları... Karşımıza tarihi Aspendos Köprüsü çıktı. Bir yanda Aspendos Köprüsünün altından geçen Köprüçay'ın koyu mavi sularının güzelliği, tarihi köprünün sarısına karışmış, diğer yanda ise söğüt ağaçları suyun ve köprünün ruhunu okşuyor... Nasıl huzurlu bir ortam...


Tarihi Aspendos Köprüsü

Zamanında üzerinde halk pazarı kurulduğu için adı Köprüpazar çayı olarak da geçiyor 

Aspendos ören yerine geldik, tam bir antik kent planı. Çeşme, pazar, pazarda dükkanlar... Antik kentin yüksek noktasından görülen su kemerleri harika, tarlaların ortasında kalmış... Antik kent yukarıda kalıyor, su kemerleri aşağıda. Kuş bakışı izliyoruz kemerleri ve Bazilikayı... Bazilika devasalığı ile büyülüyor. 


Bazilika

Çeşmelerin kurnaları

Su kemerleri

Yeni yapılaşmanın içinde kalmış su kemerleri

Tarlaların arasında kalmış su kemerleri

En son Aspendos tiyatrosunu gezdik, büyüleyici, seni sarıp sarmalıyor ve sanki o çağda ve o yaşam içindesin... Tıpkı Efes kütüphanesi ve tiyatrosu, Millet tiyatrosu ve Apollon Tapınağı gibi...  Bu tarihi yapıların içinde, aradan binlerce yıl geçmesine rağmen hala seni saran o zamanın ruhu var. Aspendos tiyatrosu tek parça ayakta ve hala konserler yapılıyor. Tiyatronun basamaklarına oturup oradaki ruhu derinleştirmek istiyorum. Shopokles'in Euripides'in tiyatrolarıyla arınan, arındıkça eğitilen Yunan toplumunu düşünüyorum. Bu tiyatro basamaklarında oturan insanları hayal ediyorum. Anadolulu bir teyzem de şalvarıyla gelmiş ve ön basamaklara oturmuş, çok hoş görünüyordu, muhtemelen 3000 yıl öncesinden bir soylu kadının protokol yerini kapmıştı.


Dışarıdan Aspendos Tiyatrosu


En üst basamaklarından Aspendos Tiyatrosunun sahnesi

Aspendos Tiyatrosu içinde Anadolulu bir aile
Bisikletlere atlayıp su kemerlerinin yanına gidiyoruz, gün batımı ışığında... Nar ve turunç bahçelerinin, pamuk tarlalarının arasından gidiyoruz. Güneş batmada... Mısır tarlalarının, pamuk tarlalarının içinde kalmış su kemerleri... Batan güneş ışığının fonunda görüyoruz kemerleri, yan tarafta tarlaların sulanması için su kanalı açılmış, modern su kanalına yansıyan antik su kemerleri...


Mısır tarlalarının içinde kalan su kemerleri

Pamuk tarlalarının içinde kalan su kemerleri

Köylülerin sulama kanalına yansıyan su kemerleri

Su kemerlerinin bir bölümü de köyün içinde kalmış, köyün içine çıkmak için bir amcaya yol soruyoruz, sazlıkların arasından bir traktör yolunu gösteriyor, dalıyoruz sazlıkların arasına, bisiklet için gerçekten keyifli bir yol. Köyde akşam telaşı, toplanan pamuklar ev altlarında bekletiliyor, amcalar şalvarlı, daha çok Adana köylülerini hatırlatıyor, turistlere nar suyu satan teyzeler, köy turist kafilelerinden geçilmiyor .


Köyün içinde kalmış su kemeri
Bisikletlerimizi köy yolundan Serik tarafına sürüyoruz, Serik'te kalacak yer yok, turizm merkezi olan Belek'e gidiyoruz. Karanlıkta arabaların vızır vızır işlediği bir trafikte, turizm merkezi Belek'e geliyoruz. Herkes yabancı, bir otel bulup yerleşiyoruz, meteoroloji gün boyu şiddetli yağış uyarısı yapıyor, gerçekten de sabaha karşı yağmur patlıyor. Sabah Bellek'in içini geziyoruz, denize ulaşabileceğimiz hiçbir yer yok, her yer lüks hotellerle çevrilmiş, yabancı turistler bizden çok daha rahatlar, yabancı bir ülkede gibiyiz. Zar zor bir halk plajı bulduk, halk plajının girişi bile ücretli. Belek'ten çıkıyoruz, hava felaket dolu, patladı patlayacak. Yağmur bastırdığında sığınıyoruz bir yerlere. Aksu'ya doğru bir ana caddede yağmur ve  trafiğin stresinde sürüyoruz bisikletlerimizi. Aksu'daki Perge antik kentini yağmurun altında geziyoruz. Gerçekten büyüleyiciymiş,  mermer sütunlar tüm görkemiyle ayakta. Çeşme, su kanalları, pazar yeri... Tiyatroda çalışma var, gezemiyoruz. 


Perge stadyumu

Çeşme kurnaları

Hamamın bir bölümü

Hamamın farklı bölümleri

Alttan ısıtma sistemi

Şehrin kapıları

Şehrin sokakları

Şehrin sokaklarından başka bir görünüm

Akropol Çeşmesi
Havanın kararmasına az kaldı, bisikletlerimize atlayıp Antalya'ya sürmemiz lazım. Bisikletlere biniyoruz, Yalçın'ın tekerleği patlıyor, şişiriyoruz olmuyor, diken batmış her yere, belki on tane yama yapıyoruz. Hava iyice karardı, yola çıkıyoruz ama nasıl gideceğiz. Bir benzinliğin yanına pikap geliyor, ona rica ediyoruz, bisikletleri pikabın arkasına atıp patlıcan çuvallarının üstünde, yağmur altında gidiyoruz. Bizim için çok büyük şans oldu, yoksa o kadar yolu, o trafikte, o karanlıkta, o yağmurda gitmemiz mümkün olmayacaktı, bizi bir benzinlikte bırakıyorlar. Öğretmen evine de daha dünyanın yolu var, şehrin girişleri ve çıkışları bu konuda çok tehlikeli, ben kilitleniyorum, devam edemeyeceğim, taksi çağırıyoruz bisikletleri benzinlikte bırakmaya karar veriyoruz, şans o ki taksi büyük bagajlı, bisikletleri de alıp öğretmen evine gidiyoruz.

Yarınsı, Antalya merkezde geziyoruz, Antalya müzesi, Perge antik kentinin heykelleriyle dolu, Perge o haliyle bile büyüleyiciyken bir de müzedeki heykeller ile birlikte hayal edince ihtişamı, büyüsü daha da şaşırtıyor insanı. Tanrılar ve tanrıça heykelleri İ.S. 2. yüzyıla ait, ve bu coğrafyada hala Hristiyanlık yok, çok Tanrılı Yunan mitolojisine ait bu heykeller, Perge'de ait olduğu yerde kalsaymış, kim bilir ne güzel olurmuş. Müzedeki sunumu, bu coğrafyada insanlık tarihinin ürettiği en ilkel araçtan, 20. yy'a kadar getirmişler.


Müzedeki Tanrı ve Tanrıça heykelleri

Mermer lahitler

Lahitin hem kapağında hem de sandığında süslemeler

Lahitte anlatılan nasıl bir öykü bilemiyorum

Ölen kişinin biyografik öyküsü mü acep, anlatılan
İlk uygarlıkların yeri nedense içimde ayrı bir güzel, sanatsal üretimleri, estetik algıları, doğal yaşamları... Müzedeki mermerden lahitlerin figüratif öyküleri... Bu üretilenlerin hissinden insanlığın geldiği noktaya bakıyorsun, derinliği ve doğallığı olmayan bir yaşam... Kale içinde geziyoruz akşamüstü, hafif yağmur çiseliyor.Yelkenler liman içinde, eski Antalya evleri, daracık sokaklar... Tabii bu tarih, turistlerin hizmetine sunulmuş, her yer restoran ve pansiyon, bu güzel tarihi mekanların keyfini çıkaran, tarihini ruhunu satın alan da parası olan yabancı turistler. 


Antalya limanına sığınmış tekneler

Gökyüzü yağmur bulutlarıyla şişmiş yine
Öğretmen evine dönerken hava durumuna bakmak için internet kafeye gidiyoruz, yağmurlu ve şimşekli bir kaç gün, çıkacağımız yüksekliğin 1600-1700 metre olduğunu düşününce, gözüm iyice korkuyor. İlk önce yaylaya tırmanacağız ve sonra Alakır Vadisi'ne inceğiz. İstanbul'un yabancılaşmış yaşantısından kaçan ve Alakır Vadisi'nde topraktan ev yapıp doğal yaşamı tercih eden Birhan ve Tuğba'yı köyünde ve evinde ziyaret etmek istediğimiz için bu yola bisikletle çıkmıştık. Bu çiftle çok fazla tanışmak istememe rağmen ben bu yolculuktan vazgeçiyorum.

Sabah kalktığımızda da yağmur sağanak şeklinde yağıyor, bisikletleri öğretmen evinde bırakıp yanımıza aldığımız birkaç parça eşya ile Olimpos yoluna düşüyoruz. Yağmur devam ediyor, Olimpos'a inmek için dağın tepesindeki terasta oturup aracı beklerken Kumlucalı bir abi ile muhabbet ediyoruz, dağ manzarasında yeşil mi yeşil dağlar... 

Olimpos'a iniyoruz. Olimpos, ıssız, yağmurlu, çamurlu... Kadir'in yerine yerleştik, aceleyle antik kentin içinden geçip Çıralı Koyu'na indik. İnsanlar denize giriyor, çok kalabalık değil, sonbaharın keyfi ve sakinliği... Akşam yemeği için pansiyona dönüyoruz. Bu defa Çıralı Koyu'na karanlıkta ateş yakarak şarap içmeye iniyoruz, bizden başka kimse yok. Yolda gelirken topladığımız defne dalı ve çalı çırpıdan güzel bir ateş yakıyoruz. Dağların silüeti, dalgaların sesi ve ateş etrafında iki gölge, bir yandan içinde bulunduğum ortamdan keyif alıyorum, bir yandan tedirgin oluyorum. Doğanın içinde yapayalnızız, ateşin etrafında muhabbet... ateşimiz sönünce yavaştan çamur yollardan dönüyoruz bungalov odamıza. 

Kadir'in Yeri'nden bungolov evler

Sıradışı bir bungolov

Antik kent Olimpos'u ikiye bölen nehir

Çıralı Koyu sonbahar ıssızlığında
Kadir'in Yeri'nde ateş yakılmış, birkaç grup ateş başında muhabbet ediyor, biz de bir bank bulup oturuyoruz, şarapla kaldığımız yerden devam, herkes yavaş yavaş odasına çekiliyor. Yan tarafta yalnız bir genç kalıyor, telefonundan film izliyor, ilginç ki insanlar doğanın  içine gelmiş, laptopunu da getirmiş, laptoptan film izliyor, facebooka giriyor.  Biz de nasıl olduysa Yalçın'la ilginç bir yola girdik muhabbette, edebiyat, felsefe, toplum... Belki de 4 yıllık birlikteliğimizde ilk defa böyle keyifli bir muhabbet ediyorduk, muhabbetin keyfine doyamadık, geç saate kadar ateşin başında oturduk, içtik, konuştuk. 

Sabah kahvaltıdan sonra Olimpos antik kentini gezdik, ilk defa bir nekropol (mezarlık) geziyorum. Yamaca yapılmış kaya mezarları, lahitler var, lahitler mermer değil de taştan. Antik tiyatro bütünlüklü durmuyor, tiyatronun o görkemli havasını sezemiyorum. Antik Olimpos, güney ve kuzey olarak ayrılmış, arasından nehir geçiyor. Güney kenti gezdik, Çıralı Koyu'nda Yalçın yüzerken, ben şarabımı içmeye devam ettim. Koyda, taşların üstünde yürüyoruz. Doğanın, odun parçaları üzerine, kendi el yazısıyla yazdığı mektupları buluyoruz, taş topluyoruz, odun parçaları topluyoruz. Burası  Caretta carettaların yumurtlama alanı ve kapitalist turizm anlayışının sömürüsüne karşı zafer kazanılmış bir direniş yeri... 


Nekropol

Taş lahitler
Dönüşte kuzey Olimpos'u gezdik, ilginç yapılar vardı, günümüz hippi mekanı Olimpos'un tek sokağını boylu boyunca yürüyüp yürüdük, kasabanın dışına çıktık  ama Kaş için tüm ulaşım araçlarına geç kalmışız. 


Antik Olimpos'un kuzey yakası
Sabah otostop çektik, arkadaşlar Kumluca'ya gidiyormuş, köy yollarından Kumluca tepesine çıktık, her yan sera. Seraların naylonları ayna gibi parlıyor ovada. Kumluca'dan otostop çektik ama bizi otostopta aracına alan olmadı, Kaş arabasına atladık, uzun virajlı yollardan sonra Kaş'tayız. Kaş, küçük taş evleri, çiçekleri, sokak restoranları, denizi  ile sarmalıyor bizi... Antik tiyatroyu, limanı ve bir fotoğraf sergisini gezdik, gündüzden yağmurun altında daracık sokaklarını gezerken içmeye başlamıştık. Gece de bir sokak barında devam ettik. 


Yağmur bulutlarının ışığında Kaş

Kaş limanı

Kaş sokakları
Sabah erkenden Antalya, öğleden sonra Samsun arabası ile dönüş yolculuğu. Olimpos, Kaş, Perge ve Aspendos çok güzel olmasına rağmen bisiklet yolculuğu olmadı bu... İçim buruk...


Mavi bisikletle; krom sarısı otobüsle; sarı otostopla gittiğimiz, yeşil de gezdiğimiz yerlerdir




Zephry Ekspresi ile Kuzey Amerika'yı Keşif 3: San Francisco

25 Ocak 2020 San Francisco  Üç günün sonunda Emrywill tren istasyonunda iniyorum ve otobüs aktarması ile San Francisco'ya geçiyoruz.  Sa...