25 Mayıs 2018 Cuma

Anadolu'nun doğusuna trenle yolculuk; Van gölü ekspresi

17 Ocak 2017

Paltonu Konak'tan (http://paltolukonak.blogspot.com/) Van'a ve İran'a tek başına gitme düşüncesi ile çıkıyorum ama Ankara'ya gidince Yalçın'a da teklifte bulunup Ankara'da bir sabah buluşuyoruz. Kızılay'da bir marketten kırmızı şarapları, kahvaltılıkları, konserveleri  çantalarımıza doldurup taksiyle Ankara garına gidiyoruz. Ankara'da hızlı tren garı açılmış, yeni haberimiz oluyor. Ankara Garı'ndan da tren kalkmıyor, otobüsle Irmak istasyonuna gidip oradan trene bineceğiz. 

Ankara Garı'nın önünde 10 Ekim katliamından sonra ilk defa bulunuyoruz. Çok kötü bir hissiyat, o günün tekrar ruh dünyamızda canlanması ve yarattığı etki... Hep bir arada olduğumuz güzel insanların yüzleri, gülüşleri, o güne ve geleceğe dair umudumuz... Hepsi bir patlamanın yok edici gücüyle ölüme, korkuya, paniğe, umutsuzluğa karamsarlığa bıraktı yerini. Birer sigara yakıyoruz, bu darmaduman hissiyatlar içinde...

Otobüs, Irmak istasyonuna gidiyor, Irmak'ta biraz bekleyeceğiz, etraf kar, kartopu oynuyoruz Yalçın'la. İstasyon bahçesinin üstü karla kaplı, karların üzerinde dolaşan bir kediyi seviyoruz. 
Irmak istasyonu, yolculuk başlasın

Tren harekete başlıyor, yataklı vagonda iki kişilik bir odadayız. Eşyalarımızı yerleştiriyoruz odamıza, yiyecekler, giyecekler, içecekler, okunacaklar, yazılacaklar... odanın bir köşesinde yerini buluyor. Kasabalar, kasabalar içre insanlar, insanlar içre öyküler... Pencere kenarında karlı dağları, ovaları seyrediyoruz, şarabımızı da hafiften içmeye başlıyoruz. Trende içmek, müzik dinlemek, etrafı izlemek... Trende olmak, gidiyor olmak ve giderken etrafı izlemek, bundan sonsuz keyif almak çok iyi geliyor. Sonsuzluğa kadar gidilebilir bu trenle. 
Karlı ovalardan geçişimiz

Ah, şu ıssızlığın güzelliği

Sonsuzlukta batan güneş

Bembeyaz bir örtüyle örtünmüş Erciyes Dağı

Akşam çöküyor, kar da doğuya gittikçe artacağına azalıyor, karın olmaması üzüyor bizi. Sabah Elazığ'ı geçtikten sonra Keban Barajı'ndaki kar manzarasını görmek için erken kalkıyorum. Yıllar önce yine Van Gölü Ekpresi ile buradan geçtiğimizde baraj karlar içindeydi. Nasıl büyüleyici bir manzaraydı o... Sabahın erken saatlerinde nehirde tekneyle balık tutanları görüyorum. Nehir, kar, dağlar, tüneller... Kıvrıla kıvrıla nehir kıyısından, nehir gibi ama  nehrin ters yönünde akan trenimiz... 

Murat Nehri'nde sabah balıkçıları

Murat Nehri ile trenimiz ters istikametlere akıyor

Nehir, vadi, balıkçılar, dağlar... Manzaramız harikayken ve büyülenmiş bir ruh hali içinde ilerlerken çıktığımız bir tünelden ansızın bir baraj inşatının betonlarının içine düşüyoruz, betondan barajın tribünleri hazırlanmış, etrafta çalışan iş makineleri görüyoruz. Yapılacak barajın bu coğrafyanın flora ve faunası üzerindeki etkisini hayal bile etmek istemiyoruz, devasa uzunluktaki vadiye yedirilmiş barajın başka mesafelerde başka tribünlerini de görüyoruz daha sonra. Demir yolu, tüneller, dağların etekleri, ağaçlar, köyler baraj altında kalacak besbelli. Sistemin kâr mantığına lanet okuyoruz, moralimiz oldukça bozuluyor.
Bir tünelden çıkıp da barajın bu tribünlerini görünce moralimizin çöktüğü andır

Bu güzelim köyler baraj altında kalacak

Bu ağaçlar boğulacak

Bu yansımasıyla dünyayı güzelleştiren bu ağaç yeryüzünde olmayacak


Güneş kar bulutlarının arasından parıldamaya çalışıyor

Başka bir tünelden sonra yine baraj inşaatı, moraller yerlerde

Bu coğrafyada kar göremeyeceğiz diye çok üzülüyorum, ama Murat Nehri'ni trenimiz takip ettikçe, vadinin içinde ilerledikçe kar artıyor, kar arttıkça manzaranın büyüsü artıyor ve moralimiz biraz olsun toparlanıyor. Muş ovasına çıkıyoruz, dümdüz, tilkiler... koşan tilkiler... durup trene bakan tilkiler... sonsuz beyazlıkta küçücük bir hareket olarak gözüken ve bu küçücük hareketiyle sevimli mi sevimli olan tilkiler... ovada yiyecek telaşındalar...

Muş Ovası'na çıkarken kar her yanda

Muş Ovası'na doğru

Muş'ta devasa adalet sarayı dikkatimizi çekiyor, sonra Adilcevaz'da sonra Van'da da yapılan devasa adalet sarayları karşımıza çıkacak. Kürt coğrafyasında Kürtlere verilen mesaj net... Adalet sarayları ve hapishanelerde dolan Anadolu coğrafyası, koca bir tımarhaneyi andırıyor. Muş Ovası'ndan sonra yolunuz pek kalmıyor. Yolumuzun bitiyor olması üzüyor bizi... bitmesini istemiyoruz... hiç bitmesin... Tren gelip Van Gölü'nün kıyısında duruyor, Van Gölü, Nemrut volkanik dağının patlamasıyla 1700 metrede oluşan tektonik bir göl. Trenden iniyoruz, oysa trenin keyfini yirmi dört saatin sonunda daha yeni yeni almaya başlamıştık.

...ve Tatvan tren garı
Tatvan merkeze gidiyoruz, dolmuşta dengbejlerin Kürtçe klamlarını dinliyoruz. Nasıl özlemişim dengbejlerin Kürtçe klamlarını... Tatvan'da da yine adalet sarayı şehre hakim olabilecek büyüklükte... Adalet sarayı ile adalet getireceğini zanneden bir zihniyet. Tatvan şehir merkezinde Ahlat dolmuşlarına arıyoruz, dolmuşun kalkmasına biraz zaman var, çay ocağının önündeki kürsülerde çayımızı içiyoruz. Dolmuşa biner binmez bir abi bilinç akışı yöntemi ile konuşuyor; konuşmasında ya komutan yerine koyuyor kendini ya da komutana övgüler düzüyor. Militarizmin yarattığı travmaya fena bir şekilde takılmış. Yüksek sesle anlattığı hikayeleri dinleyip anlam vermeye çalışıyorum. Ama bu anlamı oluşturabilmek için bu coğrafyada yaşanan tüm acıları bilmek gerek.

Ahlat'ta çantalarımızı bir benzinliğe bırakıp bir vadi içinde Selçuklu döneminden kalma eski yerleşimi gezmeye gidiyoruz. Tabiki oraya gidene kadar şehir içinde, farklı yerlere serpiştirilmiş gibi bir çok kümbet görme şansımız oluyor. Volkanik, kesme sarı, kırmızı, turuncu taştan yapılmış muhteşem eserler...
Emir Bayındır Kümbeti ve Mescidi, 15.yy

Emir Bayındır Köprüsü, 13.yy

İki tarafı basamaklı bir köprü

Selçuklu Mezarlığı büyüleyici, kırmızı mezar taşlarının üzerinde Osmanlıca yazılarla anlatılan ölen kişiye dair sunumlar... 12.yy'dan 16.yy'a kadar tarihlenen mezar taşlarının üzerinde şaide ve sandukalarda mezarda bulunan kişinin adı, mezar taşını yapan ustanın adı, Kuran-ı Kerim'den ayetler, Türklerin Orta Asya'dan getirdikleri ejder, palmet, kandil ve geometrik motifler bulunmakta ve Ahlat mezar taşları, Orhun Abidelerinin Anadolu'da yaşatılan temsilcisi sayılmaktaymış.* 
500 yıllık mezar taşları

Mezar taşları üzerindeki motif ve yazılar

Tepenin üzerinden ufka uzanan bir mezarlık, mezar taşlarının uzunluğu, üzerindeki Osmanlıca yazılar, karlı bir tepe ve gün batımı...
Ufka uzanan mezar taşları

Mezarlıkta gün batımı

Mezarlıktan sonra mahalle aralarına serpiştirilmiş kümbetleri geziyoruz, kümbetler mimarileriyle mahallelere ayrı bir güzellik katmış. 
Mahalle arasında kalmış kümbetlerden biri

Yine başka bir kümbet

Çantalarımızı benzinlikten alıp araç bulamadığımız için otostop çekiyoruz.  Kısa bir süre sonra İslamcı sakallı bir amca duruyor, IŞİD'li tipine benzettip oldukça tedirgin oluyoruz, biraz ilerde başka bir genci daha alınca rahatlıyoruz. Arabanın içinde dini müzikler çalıyor, amca ortamın çok gergin olduğunu, kimsenin kimseye güvenmediğini bize alırken de tereddüt ettiğini, sırt çantalarımızla bizi teröriste benzettiğini söylüyor. Biz de aynı tereddütle bindik oysa. Anadolu coğrafyasında sosyal ortamın bu hale gelmesi kaygı verici...

Adilcevaz'da dağcılık kulübü misafirhanesine gidiyoruz, gün içinde donmuştum ayazdan, geceyi baş ağrısı, üşüme, titreme şeklinde geçiyorum. Sabah Adilcevaz'da gezmeye çıkıyoruz, misafirhanenin karşısında küçük bir müze var ama kapalı,  devasa toprak fıçılar müzenin içinde, camlara yapışarak tarihin izinde sürmeye çalışıyoruz. Şehir merkezinde tur atıp bir kahvenin kürsülerine oturup çay içiyoruz. Adilcevaz'ın kalesine yöneliyoruz, ama tırmanmayı gözüm kesmiyor. Yalçın tırmanıyor ve ben aşağıda bekliyorum. 
Adilcevaz kalesi ve nokta şeklinde Yalçın

Çarşıda bir tür atıp göl kıyısına iniyoruz, otostop çekip Van'a gitmeye çalışacağız, termosa ev yapımı şarabımızı koymuştuk, otostop çekerken şarap içiyoruz bir yandan... Solumuzda Vangölü sağımızda Süphan Dağı... Elimizde Gerze'de yaptığımız ev yapımı şarap...
Bir yanımız Süphan Dağı

Bir yanımız Van Gölü

Biz de arada otostop çekiyoruz

Uzun bir süre bekliyoruz, sonunda bir kamyon duruyor. İranlı bir Azeri Türk'ü. Türkçe anlaşabiliyoruz, kaçakçılıktan, yaptığı işten, Tebriz'e yakın bir yerleşim yerindeki yaşantısından bahsediyor. Oldukça misafirperver, hurma, çay, sigara ikram ediyor. Van Gölü kıyısı boyunca gidiyoruz. O, Doğubeyazıt üzerinden İran'a giriş yapacağı için yolunu kuzey çeviriyor, biz de kavşakta inip yolumuzu güneye çeviriyoruz. 
Kamyon penceresinden, kıyısından geçtiğimiz köyler

Kamyon penceresinden, kıyısından geçtiğimiz ovalar, köyler

Kısa bir süre sonra Van'da sanayi işçisi  iki kişi alıyor bizi, bu soğukta otostop çekmemiz ilginç geliyor onlara ve insanlardan korkmamız daha da ilginç geliyor onlara. Biz de farklı insanların öykülerini sevdiğimizi, toplumları ve insanları tanımak istediğimizi, bunun bir macera olduğunu söylüyoruz. Onlar da anılarına dalıp otostop kadar ilginç maceralarını bulmaya çalışıyorlar. Van Gölü üzerinden bir Ermeni yerleşimine gittiklerini ve  orada define aradıklarını, başlarına gelen tehlikeleri anlatıyorlar. Farklı dinlere, ırklara, görüşlere saygılı insanlar.

Van'ın sanayisinde inip Bensu'nun evine gidiyoruz, şehrin dışında, dağ başında güzel ruhlu bir ev; kilimler, ilginç tasarımlı eşyalar... Karlı bozkıra açılan bir ev... Bensu'nun evine geldiğimizde ev yapımı şaraptan sarhoş olmuştum, evin atmosferinin de sarhoşluğumda etkisi olmalı. 

Bensu'ya gelirken günlerden perşembeydi ve bugün, kadınların belediye otobüsüne binmesi ücretsizmiş, şehrin istediği yerine ücretsiz olarak seyahat edebiliyor kadınlar. Ben de ücret ödemeden biniyorum, kendini inanılmaz iyi hissettiriyor. Otobüs kadınlarla doluydu, kadınların hepsi de kapalı, sadece birkaç kadın görüyorum otobüste açık olan. Kürtler'in kırılmayan bu kemikleşmiş dindar yanları... Van'da bu güzel tasarım ve etnik ruhlu evde tatil modunda bir hafta geçiriyoruz. Okuduğunuz, dinlediğimiz, yazdığımız keyifli bir hafta... 


Bensu'nun ev ve el yapımı şaraplarından

Van'a daha önce çok fazla gelmiştik, birçok yerini gezmiştik, bu yüzden de dışarıda çok fazla zaman geçirmiyoruz. Ne göle ne kaleye gidiyoruz. Bir kaç sabah Van kahvaltısı yapmaya, birkaç gece de Van Müzesi'nin yanında kilim satan Hamza Abi'nin dükkanına muhabbete gidiyoruz. Yaşamdan süzdüğü deneyimlerini anlatıyor, kilimlerini fuarlara götürüyormuş, gittiği yerlerde Kürt olduğu için yaşadığı ayrımcılığı anlatıyor ama tanıştıktan sonra da insanlarla nasıl dost olduğunu... Kürtlerin yaşadığı acılar üzerine konuşuyoruz ve ön yargılarımızla içimizdeki barışı, dostluğu, paylaşımı nasıl zehirlediğimizi... İnanılmaz güzel insanlar; Hamza Abi, oğlu ve yeğeni... Gecelerce muhabbet ediyoruz. Van soğuk, ben de artık yavaş yavaş İran'a yönelmeliyim.
Evet, İran için yollara düşüyorum






-------------------------------------------------------------------
*Ahlat Selçuklu Mezarlığı'ndaki bilgilendirme yazısından

19 Mayıs 2018 Cumartesi

kayısı işçiliği... malatya

5 Temmuz 2016

Rize'den Malatya otobüsüne biniyorum. O kadar yorgunum ki ama uyumak da istemiyorum, çünkü Trabzon Gümüşhane arası Zigana geçidinden manzarayı izlemek istiyorum. Yorgunluktan etrafı izleyişim kayıtsız. Trabzon otogara geldiğimizde yarım saat namaz molası veriyor otobüs, bu da yeni bir moda galiba. İran'da trenlerin namaz molası verdiğini görmüştüm ama Türkiye'de namaz molasına bir yolculukta ilk defa tanıklık ediyorum.


Trabzon otogarda beklerken yirmili yaşlarda bir genç yanıma geldi. Tanıştık, öyküsü şaşırtıcı, Ulusoy firmasında çalışan genç bir kadını iki yıldır sevip kolluyormuş. Köyde ev yaptırmış, alt katta ailesi üst katta genç kadınla kendisi yaşayacakmış, şehir yaşamında ne varmış, köy yaşantısı çok daha güzelmiş, onu koruyup kollayabilirmiş, ona bakabilirmiş. Yani yeni bir yaşam planı etraflıca hazırlanmış. Ama bir sıkıntı var, kadının bundan haberi yok. Haberdar etmek için de bayramın ilk gününü yani bu günü tercih etmiş. Bir saat vardı tarihi buluşmaya, sözcük sözcük konuşmasını hazırlamış. Bana anlatırken küçük bir prova yaptı, kadınlarla konuşmaktan çekinmiyormuş. Ben otobüse bineceğim vakit, "abla gel sana kızı göstereyim" dedi. Ulusoy yazıhanesini göreceğimiz bir noktaya geldik, genç şehirli kadını görünce arkadaşa başarılar ve mutluluklar diledim.


Diyarbakır'da olduğu gibi Trabzon'da da aynı hikaye yaşanabiliyormuş demek ki... Diyarbakır'da da anlatılan meşhur bir hikaye vardı. Gencin biri, üç yıl boyunca bir lise öğrencisini takip şeklinde evinden alıp okula bırakmış. Kız liseden mezun olunca kıza açılma zamanı gelmiş. Kız bu genci tersleyince genç "öyleydik, böyle mi olduk" cevabını vermiş. Bazen konuştuğumuz, tartıştığımız, düşlediğimiz şeylerin afaki olduğunu hissediyorum, bu örnekte olduğu gibi. Toplumdaki bu bilinç farkı nasıl eşitlenecek? Kafamda düşünceler, yol alıyoruz.


Vadiye giriyoruz, aklımda Zigana'ya tırmanış var. Zigana'dan inelim, uyuyacağım sözde. Sürekli tünellerden geçiyoruz, bir tünele girerken adının Zigana tüneli olduğunu okuyorum. O an bir aydınlanma yaşıyorum, Zigana tünelinin açıldığını ve geçidin artık işlevsiz kaldığını duymuştum ama unutmuşum ya da unutmak istemişim demek ki... Tam bir hayal kırıklığına uğruyorum. Yani saatlerce tırmanacağımız, tırmanırken etrafı izlemekten keyif alacağımız coğrafya gitmiş, yerine 5 dakikalık karanlıkta hızlandırılmış bir yolculuk gelmişti. Bir yere ulaşmak için iyiydi, ama yolculuk keyfi, yolculuk düşü kalmamıştı artık. Ben de vurup kafayı uyuyorum.


Sabaha doğru Hekimhan'dayım. Benzinlikte Yalçın'ın ailesinin beni almasını beklerken torununu bekleyen bir amca ile laflıyoruz. Kayısının lanetinden bahsediyor. "Çok olduğu yıl herkeste çoktur, para etmez. Olmadığı yıl da çok az kişide olur ve diğerlerine heves ettirir." Kayısı çok yönlü lanet bir iştir, bu laneti daha önce de deneyimlediğim gibi bu gelişimde de deneyimleyecektim şüphesiz. Benden önce işler çoktan başlamış, kayısılar ve dutlar güneşin böğrüne çıkmış.

Gün kuruları


Dut kuruları

İlk gün misafir edasında geçti, ama bir sonraki gün sabah 04.00'te kalkıp kayısıları dökmeye başladık. Malatya'nın kuru havası serin, tertemiz. Ağaçların dalları boşalıyor, kasalar doluyor. Kasalar doldukça biz seviniyoruz.

Dolan kasalar

Öğle sıcağı bastırınca biz siestaya, akşamüstü serinliği gelince biz işe gidiyoruz, şimşekli-gök gürültülü yağmur başlayınca toplanıp kaçıyoruz. Kayısının zor yanlarında biri de yağmur... güneşin altında sergide bir sürü kayısı vardır ve onları ıslatmadan toplaman gerekir. O an yaşanan gerginlik sinir bozucudur. Kayısı işinin başka bir sinir bozucu yanı da akşamları sineklerin kan emme partisinin başlaması, sivrisinek ve övezlerin -bölgeden bölgeye bu hayvanın adı değişir; yakarcadır, tatarcıktır- saldırısından kaçmak mümkün değildir. Ha babam kaşınır, tüm vücudunu yara yaparsın ve bu kaşıntı farklı zaman ve yerlerde seni yoklar ve çıldırtacak boyutlara varır. Kaşıntıdan, yorgunluktan uyku tutmaz, uyusan da sabah kalktığında anatomin kaymıştır. Ağaçların yolunu tutarken bacakların farklı bir yere, bedenin üstü farklı bir yere gider. Artık ikinci günden kayısı işinin hem bedensel hem ruhsal deformasyonu başlamıştır.



Üçüncü gün Sivas -Kangal'ın Mamaş köyünde "Can Yemeğine" gidiyoruz. Ölen kişinin ardından yıl dönümlerinde cem evinde verilen yemeğin adı olduğunu öğreniyorum. Bizi kapıda iki yanında iki hayvanla Hacı Bektaş Veli karşılıyor. O anlamlı öğretisiyle: "Eline, beline, diline sahip ol."

Hacı Bektaş Veli, bir yanında ceylan bir yanında aslan

Cem evinin içerisi Ali'nin, semah dönen köylü kadınların ve Mamaşlı ozanların resim ve fotoğraflarıyla bezeli. Hatta çok ilginçtir ki Ahmet Kutsi Tecer'in 1932 yılında Mamaşlı ozanlarla ilk olarak yaptığı Aşıklar Bayramı' nın afişi yenilenerek asılmış ki Ahmet Kutsi Tecer bize Aşık Veysel'i tanıtan ilk değerdir.

Cem evi, Ali, Hacı Bektaş Veli, Atatürk


Semah dönen köylü Alevi kadınların fotoğrafları


1932 Sivas, Ahmet Kutsi Tecer'in düzenlediği 1. Aşıklar Bayramı

"Canlar" hitabı ile başlayan konuşmalar yapılıyor ve hep beraber ölen can için yemek yeniliyor. Mamaş'ı geziyoruz. Anadolu coğrafyasında sayıları gittikçe azalan kerpiç mimariye rastlıyorum, kerpiç ev benim de çocukluğumun mekanı. Kır çiçekleri topluyoruz, eşsiz bozkırda rüzgarın otları yalayarak esişini izliyor ve hissediyoruz.

Mamaş köy okulu


Mamaş'ın Atatürk portreli dolmuş durağı


Anadolu'nun kerpiç evleri ve kır çiçekleri

Dağların arasından vadi içindeki Salıcık köyüne dönüyoruz. Bir sonraki gün yine erkenden kayısı dibindeyiz. Öğlene kadar dökebildiğimizi döküyoruz. Öğleden sonra düğün var. Kayısı işinin içinde bu tür etkinliklerin yapılması çok hoş karşılanmıyor. Kayısı işi günlük olan ve günlük dökülmesi gereken bir iş, stresi de o yüzden büyük. Kayısı zamanı ölmek bile neredeyse yasak. Kayısı işi her geçen gün stresi artarak devam eden bir iş. Öyle ki bu strese, stresle gelen öfkeye, öfkeyle gelen nefrete, nefretle gelen birbirini beceriksizlikle suçlama duygusunu hiçbir Alevilik öğretisi engelleyemiyor. Kayısı işi öyle pis bir iş. Biz işin sahibi olarak bu stresi yaşıyorsak mevsimlik işçilerin halini, ezilmişliğini düşünemiyorum.


İşçilerin ezilmişliğinin sözcüsü Yaşar Kemal ve Orhan Kemal romanlarından bilebiliyoruz. Yaşar Kemal'in pamuk işçilerini anlattığı romanları. Sıcakla, sıtmayla, ağalarla, yoksullukla mücadele eden pamuk işçileri. İşçilerin ağayı öldürme planları, benim için ne kadar anlaşılır.

Bir daha gelmeyeceğimi beynime kazıyarak, köyden çıkış yollarını arıyorum. Her defasında bir daha gelmeyeceğim diyorum, unutuyorum tekrar geliyorum. Yaşadığım olumsuz duygulardan dolayı insanlıktan çıkmış gibi hissediyorum kendimi. Hissettiklerimi kendime yakıştıramıyorum. Bu ruh halinden çıkmam zaman alacak. Gecenin bir vakti zoraki bulduğumuz otobüs biletleri ile köyden çıkıyoruz.


Şırnak'tan gelen bir otobüs. Bölgedeki olaylardan haber alıyoruz. Şehirler kalmamış, halk perişanmış. İnsanlık namına hiç de güzel şeyler yaşanmıyormuş. Oysa biz bir iki yıl önce, kayısı işinden sonra Dersim'de Munzur Festivali'ne giderdik. Halaylar çektiğimiz, barışı, umudu yeşerttiğimiz festivale katılır, insanlığa dair umudumuzu yeşertirdik. Şimdi festivali bırak, şehirler kalmadı. Barış, umut, kardeşlik, sevgi de güzelim atlara binip gitti.


Şimdi Salıcık köyünden sevgi dolu anlar kaldı:

Bu narin kır çiçekleri


Bu pırıl pırıl hindiba


Kayısı işçiliğim


Evin babaannesinin kapı önü oturuşu


Ev önü kayısı sergisi


Evin ineği


İneğin sütü

Aşk hiç biter mi?


Zephry Ekspresi ile Kuzey Amerika'yı Keşif 3: San Francisco

25 Ocak 2020 San Francisco  Üç günün sonunda Emrywill tren istasyonunda iniyorum ve otobüs aktarması ile San Francisco'ya geçiyoruz.  Sa...