19 Mayıs 2018 Cumartesi

ulaşılamayan zirve; Verçenik

1 Temmuz 2016

Rize

Paltolu Konak'ın Paltolu Gezginleri...(http://paltolukonak.blogspot.com/)
Bir yıl boyunca Paltolu Konak'ta dünyanın birçok yerinden birçok gezgini ağırladıktan sonra nihayet bizim de paltolarımızı alıp yollara düşme zamanımız geldi. Gerze Dağcılık kulübü Gerdak olarak Verçenik tırmanışı yapacağız. Yedi kişi bir transportıra doluşup Gerze'den yola çıkıyoruz. Ben transportırın arkasındaki yatağa kitabımı alıp çekiliyorum, değmeyin keyfime... Kitabımı okurken uyuya kalmışım.
Samsun Decathlon'un önünde durunca uyanıyorum.

Kamp malzemesi eksiklerimizi tamamlamak için Decathlon'a giriyoruz. Kışlık malzemeleri yedeklerken gökkuşağı renkli iplerden dokunmuş tropikal esintili bir hamak görüyorum, harika... Hemen alıyorum. Dışarı çıktığımızda yağmur boşalmış. Yola koyulduğumuzda yağmur doğuya kayıyordu. Yağmuru takip ediyorduk. Radyodan çalan sanat müziği eşliğinde, bir ev sıcaklığı ortamında yolumuza devam ediyoruz.

Terme'de yemek molası verdiğimizde gökyüzünden boşalan bir şelalenin altından geçtik restoranın kapalı bölümüne. Boşalan yağmur kısa bir süre sonra kesiliyor yoksa sele kapılıp gidecektik. Ordu trafiğinden çıkamamışız saatlerce, ben yine arkada uyuduğum için fark etmiyorum. Trabzon'da, Samsun'dan gelen üç arkadaşla buluşacaktık, ama yolda iki araba birbirini yakalayamıyor. Rize'de nihayet buluşuyoruz, içki yasağına birkaç dakika kala grup olarak içki raflarına saldırıp sepeti doldurup kasaya geldiğimizde bir dakika ile içki yasağına takıldığımızı öğrenip moralimiz inanılmaz bozuluyor. Her şey aksamalı, gecikmeli ve ters gidiyor. Neyse ki Pazar'da bir tekel bulup kamp süresince bizi idare edecek içkimizi stokluyoruz.

Zil kale tarafından Fırtına Pansiyon'a gece geç saatte ulaşıyoruz, grup arkadaşlarımızın pansiyon sahipleriyle çok öncesine dayanan dostluk bağlarının samimi atmosferinde nefesleniyoruz. Pansiyonun girişinde uzun bir masada alkolle yorgunluğumuzu hafifletirken muhabbet de yolunu buluyor.
Ancak sabah gün doğumuyla etrafı keşfe çıkıyorum

Bir köy ilköğretim okulunu pansiyon yapmışlar

Pansiyon sahiplerinin tuvale yansıyan halleri

Pansiyonun, doğa ve gündelik yaşamın tarihsel araç gereçleriyle bezenmiş insanı içine çeken çok hoş bir dokusu var. Kargalaklar -doğanın heykelleri- camların geniş denizliklerine dizilmiş, hedikler -kara batmadan yürünebilen ayakkabılar- duvarlara asılmış, örülmüş çoraplar, kasetler, eskiden kullanılan tarım, eğitim, tıp araçları eski dolaplara konulmuş... Ekmek tekneleri, toprak testiler ve odun sobasının yanmamasına rağmen ortama kattığı sıcaklık. Ah! saatlerce bu ortama bakıp o objelere dair öyküler oluşturabilirim.
Sanki etnografik müze

Okulun araç gereçleri

Doğanın heykelleri; kargalaklar

Hedikler; karda batmadan yürünebilen ayakkabılar

Pansiyonun salonu
Herkes kendi uyku sahasına çekiliyor, biz de Fırtına Deresi kıyısında kurduğumuz çadırımıza... Sabaha kadar derenin şırıltısında uyumuşuz ve erkenden dinç bir ruhla doğanın içine uyanıyoruz. Etrafı keşif, Fırtına'nın coşkusu, pansiyonun sıradışı ruhu... Doğa ile insanın doğaya uyumlu barışçıl ruhunun mekâna değmesiyle beslenen pansiyonun atmosferi.
Dere kenarında çadırımız

Ve ağaç köklerinin heykelleri

Kahvaltı sonrası bizi almaya gelen dolmuş ile dağların, yeşilin, derelerin arasından büyülenerek tırmanıyoruz. Zirvelerden gelen küçücük dereler, yamaçlardan aşağıya incecik, nazlı nazlı ve köpüklü akıyor. Öpesin gelir o incecik derecikleri, turuncuya çalan gelincikleri... Ağaçlar bitiyor, yeşil ot tabakası başlıyor, ot tabakasının üzerinde sürüler, gencecik çobanlar...
Pansiyonun sahibi Selçuk Bey'in deneyimleriyle kara kalem çalışması olarak çizilmiş Kaçkar haritası

Dağlara dağlara dağlara doğru

Yaylalara yaylalara yaylalara doğru

Öpülesi köpüklü derelere doğru

Hasretiyle eriyen kadınlara doğru

Yeşil örtü bitiyor Verçenik yaylasında, 2600 metre rakımda, kayaç başlıyor ve bizler de sırt çantalarımızı yüklenip daha önce gelmiş arkadaşların önerilerini ve babaları -yolu gösteren daha önce geçenlerin üst üste koyduğu taşlar- takip ederek yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Sırt çantalarıyla yürümek tam bir baş belası, bir de patika da yok. Belli bir süreden sonra üst üste yığılmış devasa kayaların üzerinden dik bir açıyla tırmanmaya başlıyoruz. Ben artık evrimleşmenin iki ayaklı zirvesinden gerileyip dört ayaklı bir keçi ruhuyla emeklemeye geçiyorum. Devasa kayaların arasından ve kardan köprülerin altından dere akıyor ama biz birbirimize yardım ederek ilerleme derdindeyiz.
Verçenik Yaylası

Şimdi bizi bu kendine çeken köpüklü derenin vadisinden yürüyüşe başlıyoruz 

Ne diyebilirim ki; bu tablo...

Kendine yolculuk

Karların dere oluşuna tanıklık etmek

Kar, sis, dere... suyun farklı hallerinin içinde bir mücadele

İşte yolun en zoru, artık emekliyorum burada

Uzun ve yorucu bir tırmanıştan sonra ilk gölü görüyoruz. Yaşasın! İkinci gölün kıyısındaki düzlükte çadırlarımızı kuruyoruz. Kapılı Göller... Göllerin hepsi birbirine ince bir akışla bağlı. Etrafımız bir daire şeklinde karlı kayaçlı dağlarla çevrili. Sanki bu daireden çıkmamız için ikinci bir Ergenekon destanını yazmamız gerekli. Pansiyodan ayrılır ayrılmaz ne cep telefonu ne internet kapsama alanında. Verçenik yaylasında dolmuş şoförü de bizden ayrılınca on kişi, çantamızdaki sınırlı sayıdaki araç gereçle vahşi doğada bir başımıza kalıyoruz. Bundan sonra 2800 metre rakımda yaşamaya çalışacağız; buzul göller, karlı dağlar ve rengarenk çadırlarımızla.

İlk şefimiz Yalçın, sebzeli makarna yapıyor bize. O yorgunluğun üzerine harika gidiyor. Yalnızlık ve ıssızlığın içindeyiz. Dağlar, göller ve dağların göle, göllerin dağa yansıması... Bir Narkissos ruhunda "an"a ve kendimize dönüyoruz.
Kapılı Göller

Birbirine küçücük derelerle açılan üç göl; Kapılı Göller

Kamp alanımız hazır

Üçüncü göle akşamüstü yürüyüşü yapıyoruz. Göl kıyısında her taşa bir insan. Göle rakı çalınsa da rakı çoğalsa düşü kuruyoruz. Nasıl olsa Nasreddin Hoca'nın torunlarıyız. Kayaların, karların, taşların suda yansıması. Doğa... Sanki doğanın sessiz sesini sonsuza kadar dinleyebilirim.

Akşam yavaştan çöküyor. Isınmak için bir ateşimiz bile yok. Ateşi gürül gürül yaktığımız kamplar geliyor aklımıza, meğerse ne kadar lüks kamplarmış onlar. Etrafta ağacı bırak çalı çırpı bile yok. Isınmak için dans edelim istiyoruz. Küçük bir dans seansı ve ardından küçük bir koro denemesi.
Kapılı Göller'de bir Kleopatra

Karanlık, soğuk çökmüş. Aldığım tropikal esintili hamağı asacak bir ağaç bulamadığım için Kızılderili battaniyesi gibi sırtımı, omuzlarımı, belimi soğuktan koruyacak bir battaniyeye çeviriyorum. Doğada oturan bir Kızılderili; Küçük Tüy'üm sanki. Soğuğa dayanmak mümkün değil, çadırlarımıza çekiliyoruz. Üçüncü gölden ikinci göle akan dereceğin şırıltısı dibindeki çadırımızda uykuya geçiyoruz. Bir an evrenin sonsuzluğu, Dünya... ve Karadeniz coğrafyasında devasa dağların arasındaki zerre kadar varlığımız beni ürpertiyor. Zihnim, Google Earth gibi sonsuzluktan bulunduğum noktaya odaklanıyor, sonsuzluktan bulunduğum noktaya... ve ürperiyorum.

Sabah neyse ki uyandığımda ürküntüm kayboluyor ve taptaze bir doğaya uyanıyorum. Verçenik zirveye gidecek arkadaşların hazırlıklarını yapıyoruz, onları uğurladıktan sonra kalan dört kişi çadırlarımıza dönüyoruz. Uzaklardan gelen yırtıcı kuş sesleriyle birkaç saatlik uyku... Taş soframızda kahvaltı... Kahvaltı esnasında küçük fareler bir delikten çıkıp bir başkasına giriyor. Farelerin yemek arayışını izliyoruz. Güneş öyle bir ısıtıyor ki güneş kremlerimizi sürüp güneşleniyoruz. Yalnız hava saniyeler içinde değişiyor, sis geliyor ve bir anda donuyoruz.
Zirve tırmanışı için hazır olan arkadaşlarımız

Biz de yayla tayfası

Zaman geçiyor ve aklımız zirveye giden arkadaşlarımızda. Gözümüz dağlarda, belli bir süre sonra kayalara sürekli bakmaktan halisülasyon görmeye başlıyoruz. Başka şeyle uğraşalım istiyoruz ama yok yine gözümüz hemen kayaları taramaya başlıyor. Birkaç arakadaşımız bulunduğumuz yerden biraz daha yükseğe çıkıp zirve tarafından arkadaşların geldiğini görünce haber uçuruyorlar. Evet, devasa kayaların ortasında hareket eden renkler var küçücük.
Sis geliyor, arkadaşlarımız adına endişeleniyoruz

Beyazlıkta bu küçük noktalar bizim arkadaşlarımız

Vur davulcu! Çorbalar kondu ateşe. Onlar inene kadar çorba pişmeliydi. Çorbalar, alkışlarla karşılamalıydık onları. Zirve maceraları Verçenik 1- GERDAK 0 olarak sonuçlanmış. Ama hiç önemli değil, onlar bizim gönlümüzün zirvesindeydiler. 3400 metreye kadar çıkmışlar. İki arkadaş beklemeye karar vermiş. Diğer arkadaşlar 100 metre kar üzerinden iple yatay geçiş yapmışlar. 200 metrelik kayanın önüne gelip oradan dönmeye karar vermişler. Geldiklerinde alkışlarla karşılandılar, sıcak çorba ikram edildi ve vücutlarındaki ateş biraz sönsün diye etrafı karlarla kaplı buz gibi buzul göle atladılar. İşte o an onları kıskanmamak elde değildi. Güneş gitti, sisle birlikte çember yaptık, ortamızda yanan bir ateş hayal ettik, bir kızıl alev yanıp söneydi o bile içimizi ısıtacaktı.

Doğa ve doğada yaşayabilmek için sınırlı sayıda araç gerecimiz, birbirimiz ve sözcüklerimiz var. Rakım ve rakının yaratıcılığında birer sözcük söyleyerek şiir yazmayı deniyoruz. Absürtleştikçe gülüyoruz, güldükçe ısınıyoruz. Ateşimiz yok ama sözcüklerimiz var. 3. Yeni şiir akımını oluşturmanın eşiğindeyiz. 1. ve 2. Yeni şiir akımları politik olayların sıkıştırdığı noktada doğmuştu 3. Yeni şiir akımı da doğadaki yoksunluğun içinden doğmak üzere. Ama inanıyorum, bir gün, rakımı yüksek, rakısı bol bir zirvede GERDAK'ın içinden 3. Yeni şiir akımı çıkacak.


Hüseyin Doktor'un yaptığı sebzeli bulgur pilavı üzerine vazgeçemediğimiz şehirdeki tartışma alışkanlıklarımızı yine gündeme getiriyoruz: kadın sorunu, Kürt sorunu, bilimsel bilginin neliği... Kendimize geldiğimizde ya niye bunları tartışıyoruz, doğadayız ve doğanın keyfini çıkaralım diyerek her birimiz ayrı bir köşeye akşamın aksını izlemeye çekiliyoruz.

Sırtımı bir kayaya verip karşımdaki devasa kayaçtaki insan portrelerinin anlattığı hikayeleri dinliyorum. Kendi hikayeme benzettiğim sancılı bir kadının hikayesini dinliyorum bir süre. Sis geliyor, her yer kapanıyor ve soğuyor etraf. Soğuk, çok soğuk. Dışarıda durmanın imkanı yok. Erkenden uyuyoruz. Su sesinde uyku. Erken yatınca erkenden de güne başlıyoruz. Kapılı Göller'deki çadırlarımızı toplayıp Tatos Gölü'ne sırt çantalarımızla yürümeye başlıyoruz. Sert bir iniş sonrası, güldür güldür akan bir derenin içinden geçerken ayaklarım sırılsıklam.
Çadırlarımız toplandı, Kapılı Göller'den Tatos Gölü'ne yürüyüş başlıyor

Dereden maşrapama su doldurup dağların şerefine kaldırıyorum. Hey özgürlük! Verçenik Yaylası gözüküyor, biz oraya varmadan yukarı vuruyoruz. Tırmanış sonrası vardığımız çukurda Verçenik zirve tüm ihtişamı ile karşımızda.
Ulaşılamayan zirve; Verçenik

Vadilere dolan sisler

Yayla çiçeklerinin dünyasında biz

Ah! Ah! Bu güzellik...

Küçücük dereciğin üstünden hop!

Küçük küçük gölcükler geçiyoruz, binbir çiçekli yaylalar... Adalı Göl'ü, göllere yansıması vuran karlı dağları geçiyoruz. Uzun, yorucu bir yokuştan sonra Tatos aşıtına geliyoruz, 3000 metrede bizi cıvıl cıvıl kuşlar karşılıyor. İlk defa kuş sesi duyuyoruz. Aşıtta sis bastırınca Tatos Gölü'ne siste hiçbir şey görmeden iniyoruz. Gölün kıyısına vardığımızda gölün üstündeki buzlar çarpıyor gözümüze. Gölün buzlarının son tabakaları kalmış.
Adalı Göl

Çadırlarımızı kurup ekmek arası sucuğumuzu yedikten sonra yağmur çiseltisi hızlanıyor, çadırlarımıza girip öğle uykusuna geçmek zorunda kalıyoruz. Uykumuzun arasında yukarılardan kopan ve yuvarlanan bir taş sesiyle fırlıyorum çadırdan. Dışarı çıktığımda etraf sis, bir şey göremiyorum ama kopan kayanın sesi hızla yaklaşıyor. Diğer çadırdaki arkadaşları uyarırken kopan taş gelip çadırın birkaç metre gerisinde duruyor, neyse ki çok büyük değilmiş. Ama birkaç dakika yaşattığı korku bana yetiyor. Çadırın tentesine vuran çiseltilerin sesiyle siestaya devam ediyoruz. Hava biraz müsaade etseydi de nasıl bir yerdeyiz görebilseydik. Akşamüstü sis yavaştan dağılıyor. Sağımızda yükselen yalçın kayaların sisten kurtulmuş zirvelerini görünce ürküyorum. Göle hafiften dağların yansıması vuruyor ve yansıma büyüleyici.
Tatos Gölü, sisin kalkmasını bekleyiş

Tatos Gölü'nde karlı yansımalar, boyut içinde boyut gibi

Hüseyin Doktor'un Narkissos gibi kendine dönüşü

Gölün etrafındaki sis hafiften kalkınca karşı kıyıdan kara bir gölgenin kayalıklarda dolaştığını görüyoruz. Yalçın sisin içinden karşı kıyıya geçmiş ve bağıra bağıra Can Yücel'in "Aç" şiirini okuyor. Etraftaki eko kesilince şiirin bittiğini anlıyoruz ve bizden de karşı kıyıya bir alkış gidiyor.

Yalçın'ın Tatos yansımasıyla sisin içinden Can Yücel okuduğudur

Dakikalık hava geçişleriyle etrafımızdaki dağları bir görüyoruz bir kaybediyoruz. Barbunyalı makarna, yumurta ve soğandan yaptığımız piyaz ve Hüseyin Doktor'un etraftan topladığı tere tatlı otlardan yaptığı nefis salata... Dağ yaşantısında yaptığımız doğaçlama yemek denemeleri harikaydı. Yağmur, yemek yememize müsaade etti. Yemek sonrası hem yağmur hem karanlık hem soğuk dışarda eyleyebilmemizi çok olanaklı kılmıyor.

Herkes çadırına dağılıyor, az çadır taşıyalım, yükümüz hafif olsun diye biz üç kadın aynı çadırda kalıyoruz. Etraf sakin, sadece doktorların çadırından rakının gülüşmeleri geliyor, tam dalmışız ki altımızdan kayan matlardan dolayı birbirimizin üstünde uyuduğumuzu fark ediyoruz. Bir gülme de bizden kopuyor, artık toparla toparlayabilirsen geceyi.

Hüseyin Doktor hala rakı içiyormuş, sesimizi duyunca çadırımıza geliyor. Muhabbet, harf oyunları, kahkaha... Muhabbet biraz daha sürdükten sonra herkes dağların ve sisin ıssızlığında uykuya çekiliyor. Sabah 04.30'da uyandığımızda etraf pırıl pırıl, dağlar ve göl, yansımalar harika bir tablo oluşturuyor. Bu eşsiz tablonun içinde çadırlarını toplayan bizler. Malzemeler toplandıktan sonra bir şeyler atıştırıyoruz. Artık kervanın yola düzülme zamanı, şöyle bir arkaya baktığımızda birçok güzelliği ve anıyı geride bırakmanın burukluğu. Halk dansları, küçük bir grupla koro denemesi, şiirler, kolektif öykü oluşturma denemeleri, yoga duruşları ve bol kahkaha...Ha bir de dört kişinin Tatos Gölü'ne renkli kâğıtlara yazıp bıraktığı dilekleri...

Çantalar yüklenildi, tek sıra halinde gölün kıyısından yola koyuluyoruz. Tatos Gölü'nde yansımalar... İçimde garip bir burukluk, kendimize ve doğaya yabancılaşmış bir yaşamı sürdürdüğümüz şehre geri dönecek olmanın burukluğu ve huzursuzluğu...
Sabahın seherinde tekrar yola düşüyoruz

Sabah etrafımızı bütünlüklü görme fırsatımız oluyor

Emine ile en arkada yürüyoruz. Emine ile şehir yaşamında çok bir paylaşımımız olmuyor ama doğadaki coşkumuz, hüznümüz, sevgimiz birbirini çok besliyor. Doğadan ayrılıyor olmanın hüznüyle kaç çiçeği öpüp kaç küçük derenin akışına şaşırıyoruz bilemiyorum. Emine ile doğadan ayrıntıları birbirimize göstererek yürüyoruz, daha doğrusu yürüyemiyoruz.
Artık dönüş yolu başlıyor

Bu köpüklü dereler böylesine insanlardan uzak kendi halinde akıyor

Sisin içine bir dalıp bir çıkıyorsun

Çiğ, sis, yağmur, kar, dere suyun beş hali, hepsi birbirinden güzel

Öpülesi damlalar

Günlerdir doğanın içinde olmamıza rağmen her akış her renk her biçim bizi şaşırtıyor. Nazım'ın şiiri düşüyor aklıma;

Ve dünya öyle büyük,
Öyle güzel
Öyle sonsuz ki deniz kıyıları
her gece hepimiz
yan yana uzanıp yaldızlı kumlara
yıldızlı suların türküsü dinleyebiliriz...


Yaşamak ne güzel şey
Taranta Babu
Yaşamak ne güzel şey.

Niye bu kadar güzel, bu kadar sonsuz bir gezegeni paylaşamıyoruz. Bu savaşlar ne için? Şehirlerdeki üretim ve sömürü ilişkisi... Emeğin naifligi ve ezilmişliği... Bu çelişki ne zaman sona erecek? Oysa barış içinde özgürce, dans ederek, şarkı söyleyerek yaşamak mümkün. Doğadayken bunu daha iyi anlıyorsun, doğa da zaten sana bunu söylüyor. Ah! İktidar hırsı. Bir yanda doğanın güzelliği bir yanda toplumsal çelişkiler.


Sonra derelere bakıp "su akar yolunu bulur" diyorsun. Belki kafandaki sorulara cevap veremediğinden. Küçücük ama güzeller güzeli çiçekler, devasa dağlar... ve içinde ne kadar küçüğüz. Ama insan o lanet olası aklıyla kendini öyle bir merkeze koymuş ki ve zanneder ki "tüm her şey onun için." Oysa sen de bu sonsuz döngünün küçücük bir parçasısın.

Bazen acıların içine öylesine gark oluruz ki belki de böyle zamanlarda bu dağ başlarındaki papatyaları düşünmek lazım, akan dereleri, otlayan koyunları, parıl parıl parlayan yıldızları. .. Ah! Bu dönüş yolculuğu çok iyi geldi bana. Doğa muhteşem, iç dünyam muhteşem ve hiç bitmeyebilir bu anlar. Bu dönüş yolculuğu içsel bir yolculuk oldu benim için, Emine ile yaşadığımız ve büyüttüğümüz...


Bir yaylaya geliyoruz, ahıllar, ahıllarda koyunları sağan çobanlar... Sahi bayram bu sabah, çobanlarla bayramlaştık. Yayladaki köyün içine yürüdük. Dağdan inen halimizle bizi karşılayan bir Hemşinli, sanırsın ki bayram misafiriyiz, masa kuruluyor, çaylar, tereyağlı un helvası, baklavalar. Köy evine girdiğimde Sümbül Ana kümbetin üzerinde bayram yemeklerini pişiriyor, ben de yediklerimizin içtiklerimizin bulaşıklarını yıkıyorum. O arada muhlama yapalım mı? diye soruyor. Çok sevdiğim için çok seviniyorum. Ama bizi almaya gelecek olan dolmuş erkenci, bulaşıklar da yarım kalıyor muhlama düşü de.
Bir ahılın bayram sabahı hali

Küçük bir dere evlere ulaşır ve biz de yolun sonuna

Fırtına Pansiyon'a iki saate yakın yolumuz var. Hemşin ezgileri ve eşsiz doğanın doyum olmayan keyfi ile Fırtına Deresi'nin kıyısındaki Fırtına Pansiyon'dayız. Büyülü bir yolculuğu bitirmenin hüznü...
Ve Karadeniz müzikleriyle döndüğümüz yollar

Ve tekrar Fırtına Pansiyon, Şenyuva İlkokulu

Rize'ye kadar dört arkadaş gidiyoruz. Bir öğle yemeği sonrası ben ayrılacağım. Yemek yemeğe oturduğumuzda şehirden, kalabalıktan afallıyoruz. Doğada güldüğümüz, eğlenceli halimiz gitmiş yerine kekeme, yabancı, birbiriyle iletişim kuramayan bir hal gelmişti üstümüze. Neyse ki bu halimize çok tanıklık etmek zorunda kalmıyoruz, ben ayrılıyorum arkadaşlardan. Çok umut vaad eden bir ekiptik, inanıyorum ki başka rakımlarda ve rakılarla bizden halay ekipleri, korolar, 3. Yeni şiir akımı ve yoga seansları çıkacak. Emeği, bilgisi, varlığı, deneyimi ve coşkusu ile bu paylaşımlara güzellik katan gezginlere teşekkürler.

Ve Heraklitos ateşe işaret ederken ne kadar da haklıymış.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Zephry Ekspresi ile Kuzey Amerika'yı Keşif 3: San Francisco

25 Ocak 2020 San Francisco  Üç günün sonunda Emrywill tren istasyonunda iniyorum ve otobüs aktarması ile San Francisco'ya geçiyoruz.  Sa...