19 Mayıs 2018 Cumartesi

kayısı işçiliği... malatya

5 Temmuz 2016

Rize'den Malatya otobüsüne biniyorum. O kadar yorgunum ki ama uyumak da istemiyorum, çünkü Trabzon Gümüşhane arası Zigana geçidinden manzarayı izlemek istiyorum. Yorgunluktan etrafı izleyişim kayıtsız. Trabzon otogara geldiğimizde yarım saat namaz molası veriyor otobüs, bu da yeni bir moda galiba. İran'da trenlerin namaz molası verdiğini görmüştüm ama Türkiye'de namaz molasına bir yolculukta ilk defa tanıklık ediyorum.


Trabzon otogarda beklerken yirmili yaşlarda bir genç yanıma geldi. Tanıştık, öyküsü şaşırtıcı, Ulusoy firmasında çalışan genç bir kadını iki yıldır sevip kolluyormuş. Köyde ev yaptırmış, alt katta ailesi üst katta genç kadınla kendisi yaşayacakmış, şehir yaşamında ne varmış, köy yaşantısı çok daha güzelmiş, onu koruyup kollayabilirmiş, ona bakabilirmiş. Yani yeni bir yaşam planı etraflıca hazırlanmış. Ama bir sıkıntı var, kadının bundan haberi yok. Haberdar etmek için de bayramın ilk gününü yani bu günü tercih etmiş. Bir saat vardı tarihi buluşmaya, sözcük sözcük konuşmasını hazırlamış. Bana anlatırken küçük bir prova yaptı, kadınlarla konuşmaktan çekinmiyormuş. Ben otobüse bineceğim vakit, "abla gel sana kızı göstereyim" dedi. Ulusoy yazıhanesini göreceğimiz bir noktaya geldik, genç şehirli kadını görünce arkadaşa başarılar ve mutluluklar diledim.


Diyarbakır'da olduğu gibi Trabzon'da da aynı hikaye yaşanabiliyormuş demek ki... Diyarbakır'da da anlatılan meşhur bir hikaye vardı. Gencin biri, üç yıl boyunca bir lise öğrencisini takip şeklinde evinden alıp okula bırakmış. Kız liseden mezun olunca kıza açılma zamanı gelmiş. Kız bu genci tersleyince genç "öyleydik, böyle mi olduk" cevabını vermiş. Bazen konuştuğumuz, tartıştığımız, düşlediğimiz şeylerin afaki olduğunu hissediyorum, bu örnekte olduğu gibi. Toplumdaki bu bilinç farkı nasıl eşitlenecek? Kafamda düşünceler, yol alıyoruz.


Vadiye giriyoruz, aklımda Zigana'ya tırmanış var. Zigana'dan inelim, uyuyacağım sözde. Sürekli tünellerden geçiyoruz, bir tünele girerken adının Zigana tüneli olduğunu okuyorum. O an bir aydınlanma yaşıyorum, Zigana tünelinin açıldığını ve geçidin artık işlevsiz kaldığını duymuştum ama unutmuşum ya da unutmak istemişim demek ki... Tam bir hayal kırıklığına uğruyorum. Yani saatlerce tırmanacağımız, tırmanırken etrafı izlemekten keyif alacağımız coğrafya gitmiş, yerine 5 dakikalık karanlıkta hızlandırılmış bir yolculuk gelmişti. Bir yere ulaşmak için iyiydi, ama yolculuk keyfi, yolculuk düşü kalmamıştı artık. Ben de vurup kafayı uyuyorum.


Sabaha doğru Hekimhan'dayım. Benzinlikte Yalçın'ın ailesinin beni almasını beklerken torununu bekleyen bir amca ile laflıyoruz. Kayısının lanetinden bahsediyor. "Çok olduğu yıl herkeste çoktur, para etmez. Olmadığı yıl da çok az kişide olur ve diğerlerine heves ettirir." Kayısı çok yönlü lanet bir iştir, bu laneti daha önce de deneyimlediğim gibi bu gelişimde de deneyimleyecektim şüphesiz. Benden önce işler çoktan başlamış, kayısılar ve dutlar güneşin böğrüne çıkmış.

Gün kuruları


Dut kuruları

İlk gün misafir edasında geçti, ama bir sonraki gün sabah 04.00'te kalkıp kayısıları dökmeye başladık. Malatya'nın kuru havası serin, tertemiz. Ağaçların dalları boşalıyor, kasalar doluyor. Kasalar doldukça biz seviniyoruz.

Dolan kasalar

Öğle sıcağı bastırınca biz siestaya, akşamüstü serinliği gelince biz işe gidiyoruz, şimşekli-gök gürültülü yağmur başlayınca toplanıp kaçıyoruz. Kayısının zor yanlarında biri de yağmur... güneşin altında sergide bir sürü kayısı vardır ve onları ıslatmadan toplaman gerekir. O an yaşanan gerginlik sinir bozucudur. Kayısı işinin başka bir sinir bozucu yanı da akşamları sineklerin kan emme partisinin başlaması, sivrisinek ve övezlerin -bölgeden bölgeye bu hayvanın adı değişir; yakarcadır, tatarcıktır- saldırısından kaçmak mümkün değildir. Ha babam kaşınır, tüm vücudunu yara yaparsın ve bu kaşıntı farklı zaman ve yerlerde seni yoklar ve çıldırtacak boyutlara varır. Kaşıntıdan, yorgunluktan uyku tutmaz, uyusan da sabah kalktığında anatomin kaymıştır. Ağaçların yolunu tutarken bacakların farklı bir yere, bedenin üstü farklı bir yere gider. Artık ikinci günden kayısı işinin hem bedensel hem ruhsal deformasyonu başlamıştır.



Üçüncü gün Sivas -Kangal'ın Mamaş köyünde "Can Yemeğine" gidiyoruz. Ölen kişinin ardından yıl dönümlerinde cem evinde verilen yemeğin adı olduğunu öğreniyorum. Bizi kapıda iki yanında iki hayvanla Hacı Bektaş Veli karşılıyor. O anlamlı öğretisiyle: "Eline, beline, diline sahip ol."

Hacı Bektaş Veli, bir yanında ceylan bir yanında aslan

Cem evinin içerisi Ali'nin, semah dönen köylü kadınların ve Mamaşlı ozanların resim ve fotoğraflarıyla bezeli. Hatta çok ilginçtir ki Ahmet Kutsi Tecer'in 1932 yılında Mamaşlı ozanlarla ilk olarak yaptığı Aşıklar Bayramı' nın afişi yenilenerek asılmış ki Ahmet Kutsi Tecer bize Aşık Veysel'i tanıtan ilk değerdir.

Cem evi, Ali, Hacı Bektaş Veli, Atatürk


Semah dönen köylü Alevi kadınların fotoğrafları


1932 Sivas, Ahmet Kutsi Tecer'in düzenlediği 1. Aşıklar Bayramı

"Canlar" hitabı ile başlayan konuşmalar yapılıyor ve hep beraber ölen can için yemek yeniliyor. Mamaş'ı geziyoruz. Anadolu coğrafyasında sayıları gittikçe azalan kerpiç mimariye rastlıyorum, kerpiç ev benim de çocukluğumun mekanı. Kır çiçekleri topluyoruz, eşsiz bozkırda rüzgarın otları yalayarak esişini izliyor ve hissediyoruz.

Mamaş köy okulu


Mamaş'ın Atatürk portreli dolmuş durağı


Anadolu'nun kerpiç evleri ve kır çiçekleri

Dağların arasından vadi içindeki Salıcık köyüne dönüyoruz. Bir sonraki gün yine erkenden kayısı dibindeyiz. Öğlene kadar dökebildiğimizi döküyoruz. Öğleden sonra düğün var. Kayısı işinin içinde bu tür etkinliklerin yapılması çok hoş karşılanmıyor. Kayısı işi günlük olan ve günlük dökülmesi gereken bir iş, stresi de o yüzden büyük. Kayısı zamanı ölmek bile neredeyse yasak. Kayısı işi her geçen gün stresi artarak devam eden bir iş. Öyle ki bu strese, stresle gelen öfkeye, öfkeyle gelen nefrete, nefretle gelen birbirini beceriksizlikle suçlama duygusunu hiçbir Alevilik öğretisi engelleyemiyor. Kayısı işi öyle pis bir iş. Biz işin sahibi olarak bu stresi yaşıyorsak mevsimlik işçilerin halini, ezilmişliğini düşünemiyorum.


İşçilerin ezilmişliğinin sözcüsü Yaşar Kemal ve Orhan Kemal romanlarından bilebiliyoruz. Yaşar Kemal'in pamuk işçilerini anlattığı romanları. Sıcakla, sıtmayla, ağalarla, yoksullukla mücadele eden pamuk işçileri. İşçilerin ağayı öldürme planları, benim için ne kadar anlaşılır.

Bir daha gelmeyeceğimi beynime kazıyarak, köyden çıkış yollarını arıyorum. Her defasında bir daha gelmeyeceğim diyorum, unutuyorum tekrar geliyorum. Yaşadığım olumsuz duygulardan dolayı insanlıktan çıkmış gibi hissediyorum kendimi. Hissettiklerimi kendime yakıştıramıyorum. Bu ruh halinden çıkmam zaman alacak. Gecenin bir vakti zoraki bulduğumuz otobüs biletleri ile köyden çıkıyoruz.


Şırnak'tan gelen bir otobüs. Bölgedeki olaylardan haber alıyoruz. Şehirler kalmamış, halk perişanmış. İnsanlık namına hiç de güzel şeyler yaşanmıyormuş. Oysa biz bir iki yıl önce, kayısı işinden sonra Dersim'de Munzur Festivali'ne giderdik. Halaylar çektiğimiz, barışı, umudu yeşerttiğimiz festivale katılır, insanlığa dair umudumuzu yeşertirdik. Şimdi festivali bırak, şehirler kalmadı. Barış, umut, kardeşlik, sevgi de güzelim atlara binip gitti.


Şimdi Salıcık köyünden sevgi dolu anlar kaldı:

Bu narin kır çiçekleri


Bu pırıl pırıl hindiba


Kayısı işçiliğim


Evin babaannesinin kapı önü oturuşu


Ev önü kayısı sergisi


Evin ineği


İneğin sütü

Aşk hiç biter mi?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Zephry Ekspresi ile Kuzey Amerika'yı Keşif 3: San Francisco

25 Ocak 2020 San Francisco  Üç günün sonunda Emrywill tren istasyonunda iniyorum ve otobüs aktarması ile San Francisco'ya geçiyoruz.  Sa...