17 Ağustos 2017
Ermenistan sınırından çıkışım da sıkıntılı oluyor. Yeşil pasaportumun olması, pek çok sınır kapısında işleri kolaylaştırırken Ermenistan sınır kapsında Türkiye'de bir devlet memuru olmam işleri bir hayli karıştırıyor. İşlemlerim oldukça uzun sürüyor. Öncesinde tanıştığım İranlı Azer beni bekliyor, bu jesti bana destek oluyor. Muhabbetimiz, taşıyamadığı fazla çantalarını taşımakta yardımcı olmamla başlıyor. İran sınırına yaklaşırken baş örtüler çantalardan çıkıyor başlara örtülüyor. Kadınlar, ben de dahil saçlarını örtme derdinde, erkekler de yanlarındaki viskileri kafalarına dikme derdinde. İnanılmaz komik bir atmosfer. Tam bir iki yüzlülük insanlara yaşatılan. Din, inanç içselleştirilerek yaşanması gereken bir şey, bu yaşanan artık sahte, kandırmaya yönelik saçma sapan bir şeye dönüşmüş. Bu din, inanış değil, bu gerçekten içi kirli bir kanun...
İran sınırından geçişim kolay oluyor, otobüsün gelmesini beklerken Azer ile çay içiyoruz. Bu arada birbirimizi tanımaya çalışıyoruz. Tabi bu yaşanan sahtelik üzerinden muhabbet sürüyor, kendisi bu durumun ailesi için çok ağır travmaları olduğunu söylüyor. Bir kardeşini İslami rejime karşı çıktığı için idam etmişler, diğer kardeşini de İran-Irak Savaşı'nda kaybetmiş. Bir yalan için bu kadar acıların yaşandığı bir ülkede, iki kızını okutmak istememiş ve kızları Ermenistan'da konservatuvarda okuyormuş. Ermenistan özgür bir ülke diye orayı tercih etmişler.
Tebriz
Sabah dörtte Tebriz'e varıyoruz. Yolculuğumun başında Batum'da tanıştığım Peyman&Meryem çiftine o saatte gidebilmenin keyfini yaşıyorum. Felaket yorgunum, hemen yatıyorum. Sabah birlikte kahvaltı yapıyoruz. Peyman dağa gidecek, onun hazırlıkları sürüyor bir yandan. Peyman'ın plazma TV'de gösterdiği fotoğraflar üzerinden Hindistan yolculuğu üzerine konuşuyoruz. Pakistan üzerinden Hindistan'a gitmiş, birçok farklı deneyim yaşamış, onları paylaşıyoruz.
|
Tebriz'de bir sabah kahvaltısı |
Peyman arkadaşları ile dağa gidiyor. Biz de Meryem'le çarşıya çıkıyoruz. Evleri, Tebriz eski yerleşimine yakın, yürüyerek gidiyoruz kapalı çarşıya. Tebriz Kapalı Çarşısı, İpek Yolu güzergahındaki en büyük kapalı çarşı, kaybolmamak elde değil. Meryem yanımda olduğu için kaybolması kaygısı olmadan kendimi kapalı çarşının mimarisine, renklerine, kokularına, hareketliliğine bırakıyorum. Çarşıda birçok koku, birbirine karışıyor; peynir, baharat, şeker, temizlik malzemeleri...
|
Şekerlemeler |
Kapalı çarşının ilginç bir mimarisi var, uzun dar yolların aktığı ama yan yollar şeklinde havuzlu geniş alanlara çıkıldığı sıradışı bir mimari... ışıklandırma hüzme şeklinde iniyor, o da bu mimariye bir mistisizim katıyor. Bu uzun tuğla ile örülmüş kapalı çarşının sokaklarında çekçeklerle eşya taşıyan erkekler... erkeklerin yol istemek için çıkardığı ilginç sesler, çekçeklerin seslerine karışıyor ve mimarinin akustiği ile etrafı sarmalıyor. Bu atmosferin büyüsünde şımarıyoruz Meryem'le...
|
Tebriz Kapalı Çarşısı'nda hüzmeler |
|
Meryem ile şımardığımızdır |
Pazarcıların bağırışları... hatıralarımdan Diyarbakır'daki Çarşıya Şewiti, bendeki tüm yaşanmışlıklarıyla çıkıp çıkarıyor. Gök Mescid'e yöneliyoruz, Tebriz'de büyük bir depremden sonra sadece kapısı kalan mescide sonradan sarı tuğladan örme cami eklemişler. Kocaman kapısını algılamak için kafanı yukarıya kaldırdığında masmavi düş dolu bir gök kubbe...
Meryem biraz dinlenip bir şeyler içmemiz için daha önce hamam olan ama şimdi cafe olarak kullanılan bir mekana götürüyor. Çok hoşuma gidiyor, bu fikir. Tarihte insanların cıbıldak cıbıldak banyo yaptığı yerde, sen gelip çayını, kahveni içiyorsun. Eski Tebriz evlerinin arasında dolaşıyoruz, önceden ayakkabı fabrikası olan bir yapı, şimdi güzel sanatlar fakültesi olarak kullanılıyormuş, hava kararırken fakültenin kampüsünde bir bankta oturuyoruz. İran'da sahte bir yaşamın kötü sinerjisine rağmen mekanlar inanılmaz huzurlu geliyor, oturup düşünmek, mekanı ve zamanı hissetmek, mekanda ve zamandaki hareketliliğin raksını görmek, mekanda uzanmak, belki uyumak istiyorum... Meryem bir camiye getiriyor beni, orada dinler üzerine konuşuyoruz. Camideki erkekler bizim varlığımızdan, sesinizden rahatsız olmuş, bizi kadınlar için ayrılmış perdeli bölümü alıyorlar. Biz de onlardan rahatsız oluyoruz.
|
Tarihi bir hamam cafeye çevrilmiş |
|
İçinde din, Tanrı üzerine muhabbet ettiğimiz enfes bir cami |
Meşrutiyet Evi'ne gidiyoruz, istibdata karşı örgütlenen, toplantı yapan bir grubun evi. Kadınlar da var toplantılarda... Birçok gazete, afiş çalışmaları... İran'da hafta sonu tatili perşembe öğleden sonra başlıyor ve cuma tam gün tatil. Yine Tebriz'de tatile denk geliyorum. Her yer kapanmış, yarın da cuma olduğu için her yer kapalı olacak, gezebileceğimiz bir yer yok. Geceyi evde dinlenerek geçiriyoruz.
Sabahsa her yerin kapalı olduğu bir şehir merkezinde gezmektense Eynali Dağı'nın kırmızısına çıkmayı tercih ediyoruz. Uzun, dik, yorucu bir tırmanış, her tırmanışta Tebriz'in kuşbakışı görüntüsü daha genişliyor. Ovaya yayılmış bir kent, etraf yanıyor. Kısa kısa mesafelerde, küçücük ağaçların altında gölge ve esinti arayarak tırmanmaya çalışıyoruz. Büfeden omlet ve ekmek alıp bulduğumuz küçük bir gölgede kahvaltı yapıyoruz, muhabbetle. Etrafta zaman geçirip aşağıya tekrar yürüyüş başlıyor. Molalarda dinlediğimiz Farsça müzikler, dağ manzaramıza renk oluyor.
|
Eynali Dağı'nda kahvaltı |
|
Eynali Dağı'nın kırmızısı |
Kashan
Akşam, Kum yolcusuyum, eve gelip hazırlık yapıyorum. Otobüs yatsı namazı için mola veriyor, namaz kılmaya gidiyor insanlar. Ben de çay sigara yapıyorum, bir marketin önünde. Yolcular için haşlanmış patates ve yumurta satılıyor. Sabaha karşı, Kum'a az kalmışken çölün üstünden güneş yükseliyor, Kum mollaların şehri... Kum'dan Kashan'a ortak bir taksiyle gidiyoruz, taksinin önünde oturuyorum, cam açık gün yeni doğmuş. İran'ın Hazar kıyıları dışında tamamı çöl, çorak dağlar, çorak araziler... sadece kum tepeleri yok etrafta, onlar da olsa çölün ortasında kara yolunda yol alma hissiyatı olacak.
|
Molada yolcular için satılan patetes, yumurta |
Daha önce araştırdığım bir hostelin adresini buluyorum Kashan'da. Avlusunda zaman geçirmek için izin istiyorum. Gezginler yeni uyanmış, güne hazırlık telaşında. Öğlende, Couchsurfing'ten yazıştığım bir kadın ile buluşacağız. Kadına dair şüphelerim var, ilk yazışmamızda geceliğine 15 Euro istedi, ben de Couchsurfing'in felsefesini anlatmaya çalıştım, bunun bir dayanışma kültürü olduğunu, yolda olan insanlara moral, enerji olsun diye birbirimize evimizi açtığımızı... İnanılmaz yorgun geldim yoldan, gece boyu otobüste İbrahim Tatlıses çaldı. Otobüste çay içip dinlendim biraz. Gezginler ile muhabbet ettim. Hostel tarihi bir yapıydı, iç avlusuyla inanılmaz güzel. Bir aklım diyor "hostele giriş yaptır yat uyu, nasıl olsa Couchsurfing'den yazıştığın kadına çok da ısınmadın." Bir yandan hostel pahalı geldi. Kendimi sokaklara verdim, uykumu dağıtmak için.
|
Kashan'da keyifli bir hostel mimarisi |
|
Gericiliğin uçlarda olduğu Kashan'da bu grafiti beni çok şaşırtıyor |
|
Sokakta tanıştığım bu güzellikler |
Karşıma çıkan Agha Bozorg Camii'ne girdim, sarı tuğla ve çini işleme... Birlikte çok estetik olmuş, medrese, cami, büyük bir avlu, yüz yetmiş yıllık bir yapı, oturup uzun uzun seyrettim. Ermenistan'daki Ararat'ın volkanik taşlarından yapılma mimari yapılar, yerini İran'da çölün kumuna bıraktı.
|
Agha Bozorg Camii |
|
İç avlusu, havuzu ile bir şaheser |
|
Çölün sarı kumu, bu camide sarı tuğlaya dönmüş, çöl ve çini |
Sıcak bastırdı, sokaklar yerli ve dağınık dükkanlarla dolu, sıcak ve gericilik, ikisi bir arada hiç çekilmiyor, yürüyorum caddeler boyunca. Abbasi Evi'ne giriyorum, geleneksel aile yapısını tanımak için anlamlı, oda içinde oda, avlu içinde avlu, hamam, havuz... Taşın bazı yerleri oyulmuş, bazı yerleri çizilmiş...
|
Bir Abbasi Konağı, taş süslemeler oyma |
|
İç avlu mahrem kamusal alan, havuz da bu kamusal alanın keyfi |
|
Süslemeler ve iç avlunun serinlik kaynağı ağaçlar |
|
Vitray da ayrı bir sanat bu konakta |
Tabetabei Evi de ziyarete gidiyorum, bu konak diğerinden daha muhteşem, taş evi dantel gibi işlemişler, konaklar havuzlu, geniş avlulu, odalar... vitraylı camlar, vitraydan süzülen ışığın zeminde yansıması, bu mekanın ruhuna bayılıyorum. Vitrayın bu ışığında lotus poziyonunda oturup sanki öylece kalabilirim sonsuza kadar.
|
Tabetabei Evi |
|
Süslemeler |
|
İnce işçilik hayran bırakıyor |
|
Havuzlar, ağaçlar... serinlik arayışı |
|
Taş oymacılığı dışında, duvarları çizimler de süslüyor |
|
Ahşap ve vitray |
Shima ile buluşmak için çıkıyorum, gelip beni Emam Hümeyni Meydanı'ndan alacak ama yanlış anlaşılma sonucu başka bir meydana gitmiş. Buluştuğumuzda, çok uzaktan geldiğini, yanlış bilgi verdiğim için kızdığını söyleyip bana fırça attı. Tahmin ettiğim gibi Couchsurfing felsefesi ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bir kadın. Yirmi iki yaşında, Couchsurfing'e yeni üye, İngilizce öğretmeni, İngilizcesi oldukça iyi ama konuşmaları yapmacık, yapmacık bir samimiyeti var, beni yukarıdan süzen bir bakış...
Ablasına gidiyoruz, ablası tanışmak istiyormuş. Ablası şerbet, meyve ikram ediyor. Ortamda rahatsız edici bir şey var ama ne olduğunu tanımlayamıyorum. Shima yapmacık bir şekilde samimi davranıyor ve bu beni inanılmaz rahatsız ediyor, ben de doğal davranamıyorum. Kendi evlerine gidiyoruz, kocası Mustafa ile görücü usulü evlenmişler. Yerde yemek yiyoruz, sabah erken kalkıp yemeği benim için yaptığını söylüyor. Rahatsız ediciliği devam ediyor, sonra çalışan vantilatörün altında her birimiz bir köşeye çekilip yerde, halının üstünde uyuyoruz. Acayip komik bir görüntü yukarıdan bakınca; büyük bir salon, yerde halılar ve biz birbirini tanımayan insanlar, her birimiz bir yere kıvrılmış yatıyor. Tıpkı ayağında şalvar ile yayılan Bayır Gülü modu.
Bir iki saat uykudan sonra Shima'nın İngilizce kursu verdiği yere gidiyoruz. İki öğrencisi var, ben de dersine girip öğrencilerle İngilizce pratik yapmaya çalışıyorum. Kurs bitiminde bir arkadaşıyla buluşup Kashan Kapalı Çarşı'nı geziyoruz. Kapalı çarşı kültürü çok yaygın buralarda, en sevdiğim... Çarşıda havuzlu bölüm de ayrı bir güzel. Havuz başında oturup işlemeleri, geometrik mimariyi algılamaya çalışıyorum.
|
Shima'nın öğrencileri ile |
|
Kapalı çarşının kapalı mekanı, kapalı mekanda havuz, havuzda yansıma |
Bir baharatçı dükkanına giriyoruz, Shima'nın ısrarlı ikna yöntemi ile kuru gül alıyorum, ama bu tavrından rahatsızım. Hamamdan cafeye dönen mekanda, havuz başında oturup çay içip bir şeyler yiyoruz. Ortam inanılmaz güzel. Çıkarken hesabı ben ödemek istiyorum. Tam çıkarken cafe sahibinin gizliden Shima'nın eline para sıkıştırdığına tanık oluyorum. İşte orada kopuyor ben de tüm ipler. Demek cafe ve baharat dükkanı sahibi ile anlaştı ve getirdiği müşterilerden komisyon alıyordu. Kendimi kandırılmış hissettim, Shima'nın Couchurfing'i de para kazanmak için kullandığını anladım. Sonrasında uzun bir süre moralimi toparlayamadım, enerjim düştü, ablasına yemeye gittik. Bana yine gün içinde ısrarlı bir öneriyle ablasının geleneksel yemek yaptığını söyledi, altı euroya bir patlıcan yemeğinin sattılar resmen bana. Bir yandan bu yaşananları takmamak istiyorum, bir yandan kandırıldığım için canım sıkılıyor.
|
Tarihi hamam cafeye çevrilmiş |
|
Cafedeki sunum |
|
Yediğim kazıktan sonra mutlu aile tablosu |
Gece geç vakit eve geçtik, üst üste yığılmış yataklardan yere yatak açtık kendimize. Kim bilir kaç kişi yatmış bu yataklarda belli değil. Üçümüz yan yana vantilatörün altında yatıyoruz, paramı çalmalarından korkuyorum, gece bir süre onlar uyuyana kadar uyuyamıyorum, oysa nasıl yorgunum. Yıllardır Couchsurfing üyesiyim, böyle bir hissi hiç yaşamadım.
Sabah kahvaltı yapıyoruz, ben otobüse binip şehre geliyorum, Shima'dan ayrıldığıma o kadar seviniyorum ki... sanki tekrar özgürlüğümü ellerime almış gibiyim.
|
Shima'dan ayrılıp tek başıma kaldığım için böyle bir ortamda bile kendimi özgür hissediyorum |
Kashan sokaklarında dolaşırken on euroya çöl turu yapan bir şirket buluyorum. Sırt çantamı şirkete bırakıp Sultan Amir Ahmad Hamamı'nı gezmeye gidiyorum. Büyük çini işlemeli bir hamam, çatıyı da gezebiliyorsun, hamama ışık sağlayan kubbelerinin arasında. Kubbeler arasında dolaşmak farklı bir his veriyor.
|
Farklı desen çinilerle süslü |
|
Bu da başka bir süsleme |
|
Hamam'ın en keyifli bölümlerinden |
|
Işık için kubbelerdeki camlar, ilginç görünüyor |
Şehrin kerpiçten yapılma halkın kolektif kullandığı buzdolabını görüyorum. Kerpiçten soğutma deposuna bir kentte ilk kez rastlıyorum. Soğutma deposunu kuşatan kale de kerpiçten... ve yine ilk kerpiç kale görüşüm.
|
Kentin kerpiç buzdolabı |
Sokakta kara çarşaflı belki beş yaşlarında bir kız çocuğu görüyorum, bebeği ile oynuyordu. İçim inanılmaz eziliyor. Kara çarşaf ve çocuk, kara çarşaf ve oyuncak bebek, kara çarşaf ve oyun...
|
Bu güzelim kız çocuğu çarşaflı |
Sokakta, yıkılmış bir binanın duvarında çerçeve içine alınmış bir niş... evlere, odalara nişi çok yakıştırıyorum. Sanırım mimari bir özellik olarak sergileniyor. Hava çok sıcak, ağaç yok, oturacak çay evi, cafe, restoran yok. Kadınlar sokakta alış verişini yapıyor, bir yerde buluşma, oturma, muhabbet etme yok sanırım. Erkeklerin tacizi göz kırpma, göz kırparak sana musallat olduğunu düşünüyorlar. Kadının eline dokunmak dinen yasak, Shima'nın kocası Mustafa uzattığım elimi sıkmıyor bu yüzden. Agha Bozorg Camisi'ne gidiyorum, sıcaktan kaçıp sığınmak için. Caminin içine girip kadınlar bölümünde serinleyip çöle gitme saatimizin gelmesini bekliyorum.
|
Yıkılmış bir mimariden niş örnekleri |
|
Duvarlara yazılan şu renkli Farsça yazılara bayılıyorum |
İki çocuklu Fransız bir kadın ile çöle çıkıyoruz, ilk önce Nushabad Yeraltı Şehri'ni görmeye gidiyoruz, tur kapsamında. Dik merdiverden inip yer altı şehrinin daracık sokaklarına girdiğimde kapalı alan korkum kıskıvrak yakalıyor beni. Kendimi nasıl dışarı atacağımı bilemiyorum. Meybod Kasabası'ndaki Narin Kalesi'ne gidiyoruz. Kilometrelerce uzanan kerpiç bir yapı. Burçları da geometrik şekillerle süslemeli.
|
Nushabad Yeraltı Şehri'nin girişi |
|
Narin Kalesi, sarı kerpiç gün batımında kızıla dönüyor |
Ve kutsal mekan Hilal İbn Ali'nin Mabedi'ne geliyoruz. Kutsal yapının girişinde, İran-Irak Savaşı'ndaki şehitlerinin fotoğrafları meydana ayaklı panolarla koyulmuş. Şehitlerin yanında anne ve babaları... annenin yüzü, büyük beyaz bir çukur... kadının yüzü yok... O an kendimi çok kötü hissediyorum. Şehitler üzerinden ucuz bir propaganda, İslam Devrimi'nin lideri Humeyni ve şimdiki başkanı Ruhani, o güzelim çinileri çirkinleştiriyor.
|
Hilal İbn Ali'nin Mabedi |
|
İran-Irak Savaşı şehitleri, Annenin yüzü nerede? |
|
Dikdörtgen şeklinde bir yapı, her yan çini |
|
Klasik bir İslami mirmari |
Kutsal mekanın her yanı çini. Mekanın içi, yine binlerce küçük ayna parçalarından oluşuyor, inanılmaz şahşahalı. Fransız kadın Margje ve ben etraftaki diğer çarşaflı ziyaretçilerle fotoğraf çektiriyoruz.
|
Kutsal mekana girişte bu çadorun altına girmelisin |
|
Fransız Margje, Ben ve İranlı kadınlar |
|
Ahşap, çini, vitray |
|
İran'da cami minareleri bizim bildiğimizin dışında bir mimari özelliğe sahip |
Artık Maranjab Çölü'ne yola çıkmanın heyecanındayım, hayatımda ilk defa çöl göreceğim. Bende nasıl bir his yaratacağını merak ediyorum. Çöle giriş kapıları kurulmuş, giriş çıkış kontrol ediliyor. Çölün seksen kilometre kadar derinliklerine gidiyoruz, kum tepelerinin arasından arabayla gitmek, Margje, Manou Chou açıyor. Son ses gidiyoruz, arabanın içinde dans ederek. Bir yerde durmak istiyoruz, arabadan inip yüzümü sonsuz çöle döndüğümde çılgınlar gibi bağırıyorum, sanki içimdeki tüm zehirleri atmak ister gibi... Nazım'dan Taranta Babu şiirini okuyorum, çöl bende bağırma hissi yaratıyor, o çığlıklarımda yılların suskunlukları, susturulmuşlukları yatıyor. Elias ve Andrea ile çölde ele ele tutuşup birlikte çember halinde dönüyoruz. İnanılmaz bir özgürlük hissi.
|
Çölün dokusu |
|
Elias deli gibi koşuyor |
|
Çöl çalıları |
Arabaya binip yola, müziğe, dansa devam... şoför de bizim coşkumuza katılıyor. Büyük kum tepelerinin olduğu yerde iniyoruz, Elias ile ben kum tepelerine koşuyoruz, işte bu harika... Çölde yürümek, koşmak çok zor, bata çıka, kum tepelerini tırmanmaya çalışıyoruz. Bir tepe bir diğerine karışıyor, dalga dalga... denizdeki dalga gibi... rüzgar nasıl denizde dalga yaratıyorsa çölde de meğerse aynı dalgayı yaratıyormuş. Kum tepelerinde rüzgarın eşsiz ritmi... harika... özgürlük... kadın... başörtüsü... saçma... çıkarıp uçutuyorum başörtümü rüzgarda...
|
Başörtüm çölün rüzgarında romantik bir dalgaya dönüşüyor |
|
Ayakkabılarımı çıkarmışım, ayaklarım kumlarda |
Kum tepelerinden yuvarlanıyor aşağıya Fransız kardeşler... Çöldeki tuz gölüne devam ediyoruz, gün batımını tuz gölünde karşılayacağız. Baharda tuz gölü su tutup güzel olurmuş, şimdi kuru, ince ince bölmelerden oluşmuş geometrik şekiller üzerinde. Güneş de çok renkli bir gökyüzü ile batmıyor, Tuz Gölü üzerinde yatıyorum, o hissiyatı seviyorum. Geriye dönüp kocaman kum tepelerinin yanındaki giriş kapısının yanında çadır kurarak geceyi geçireceğiz. Akşam yemeğimizi yiyoruz, sonrası muhabbet...
|
Kurumuş tuz gölü üzerinde batan güneş |
|
Tuzu, bedenimle de hissediyorum |
Fransız kadın Margje'ı tanımaya çalışıyorum. Fas'ta öğretmenmiş, kocasıyla ayrılmışlar, iki çocuğu ile dünya turuna çıkmışlar, çocuklarını okula göndermiyormuş gezerken tarih, coğrafya, edebiyat öğretiyormuş. Çocuklar gece boyu hayvan koşturuyor, çölde ilginç hayvanlar görüyoruz. Çölün kapısı jenaratörle çalışan rengarenk neon ışıklarıyla süslü. Çölün ortasında bir disco topu yanar dönerliği. Tuz kamyonları kum taşıyor gece boyu. Yemek yediğimiz yeri kısa bir süre sonra karıncalar basıyor, sırt çantalarımızda yiyecek vardı, muhtemelen onlara geldiler.
|
Çölün ortasında neon ışıklı çöl giriş kapısı ve şoförümüz |
Çadırlarımıza dağıldığımızda, sırt çantamı başımın altına yastık yapıyorum. Uyumaya çalıştıkça yüzümde, bedenimde karıncalar geziyor, tutup çadırın diğer köşesine fırlatıyorum, bitecek gibi değil, bitti derken yenileri tırmanıyor bedenime. Başımı çadırın diğer tarafına alıyorum, biraz rahatlıyorum. Derken rüzgar çıkıyor çölde ve çadırı zorluyor, tutup çadırımla beni savurmasından korkuyorum. Çölde rüzgarın sesi, çok sesli üflemeli bir orkestra gibi... aklıma Stephan Micus'un Behind Eleven Desert albümü geliyor, Stephan Micus'un çöle dair müziklerinin ne kadar da gerçekçi olduğunu anlıyorum, o albümü yapmak için çölde ne kadar zaman geçirdi merak ediyorum. Bir ara çöl müziğinde uykuya dalmışım, kalktığımda küçük bir kum tepesinin altında kaldığımı fark ediyorum, yüzüm, gözüm hep kum... Rüzgar o kumları tenteden hep çadırıma yığmış, karıncalardan sonra kumlar... bu da ayrı bir güzellik...
|
Akşamki rüzgarda dağılmış çadırım |
Gün doğumuna kalkıyorum, dünkü kum tepeleri gitmiş, rüzgarla farklı kum tepeleri oluşmuş, çöldeki bu devingenlik ne kadar da büyüleyici. Gün doğumunun da ışık olarak çok bir sarsıcılığı yoktu, ama çöl deneyiminin kendisi başlı başına bir renkti. Margje, korkunç bir gece geçirmiş, koca gece kaşınmışlar, dolayısıyla gün doğumuna da kalkamadılar. Çölün ortasında yeni yapım bir kervansaraya kahvaltıya gittik, organizasyon kapsamında. Karpuz, peynir, ekmek... Margje'ın hali perişan, sinirleri de... Kahvaltıdan sonra Kashan'a dönüyoruz, dün dans ederek geldiğimiz yolu, yorgun, uyuyarak dönüyoruz. Fransız aile Fin Bahçesi'ni gezmeye gidiyor, ben ise Abyaneh'i...
Yine katıldığım çöl turunun organizasyonu ile geliyorum, Rus bir çift ile yol arkadaşı yaptılar beni, yol üzerindeki bir kaleyi geziyoruz, kalelerin kerpiç olmasına bir türlü alışamıyorum. Ya çok kırılgan bir malzeme olarak geliyor bana, ya da kerpiç ve savunma, korunma arasındaki ilişkiyi kuramıyorum. Kerpiç benim için yoksul bir yuva. Kalenin içindeki küçük mahallede kerpiç evler hep terk edilmiş.
Dağların arasında pembe kerpiç kasabaya geliyoruz; Abyaneh. Pembe kerpiç, pembe eski tip tuğla ve ahşaptan oluşan şaheser bir açık hava müzesi; Abyaneh. Mardin'deki gibi abbara mimari, üstü ev, altı geçit... abbaralı daracık sokaklarda dolaşıyorum, kadınlar yerel kıyafetleri ile kuru meyve, pestil satmaya çalışıyorlar. Akşam çöldeki karınca saldırısı ve kum fırtınasından dolayı çok yorgunum, ama devasa çınarların altından akan dereleri, pembe kerpiç evleri kaçırmak istemiyorum.
|
Abbaralı mimari |
|
Kerpiç ve ahşap birlikte çok güzel |
|
Yerli kadın profilleri |
|
İran'da ekmekler böyle çok uzun |
Kerpiç benim için çocukluk demek, sıcacık, sarmalayan bir atmosfer demek... sanki çocukluğumun patikalarında dolaşıyorum. Yıkılmış evin, duvarındaki niş açıkta kalmış, sokağa bakıyor, bu niş üzerinden hayaller kuruyorum; kitap, kuru çiçek, kedi, mum, tütsü ne güzel yakışır. Abyaneh'in kalesine çıkıp bir de kasabayı karşıma alıyorum. Pembe bir dağın altında pembe kerpiç evler, yamaca kurulmuş. Pembe toprak pembe mimariye dönüşmüş.
|
Yerli kadınlar ile turistlerin birbirine karıştığı sokaklar |
|
Kerpiç bir dükkan |
|
Abbaradan geçen kadın |
|
Yaşarım hep bu evde |
|
Ahşap ve kerpiç, daha ne olsun! |
Kadınlar, güllü dallı beyaz geleneksel baş örtüleri ile Abyaneh kasabasının dokunda çölde açan bir çiçek. Emektarlar bir o kadar. Kendi el işlerini, kuruttukları meyveleri satmaya çalışıyorlar.
|
Bu ahşap merdivenler, çocukluğuma ait |
|
Kurumuş çiçekler de ne güzel yakışmış kerpice |
|
Kadınlar sokak arasında muhabbette |
|
Etekleri, elbiseleri de bir o kadar dallı, güllü |
|
Sokaklara öylece doğalında oturmuş |
|
Dağın eteğinde Abyaneh |
|
Kerpiç fonda kadın portreleri |
|
Duvar dibinde erik satan bir kadın |
Dönüşte yolumuzun üzerinde bin yıllık bir ateşgâhı geziyoruz. Hayatımda ilk defa Zerdüştlerin ibadethanesi bir ateşgâh görüyorum. Ateşgâhın ortası, ateşin yanması için yuvarlak taş örme. Ateşin yanmıyor oluşu, içimi çok buruyor. Bir Zerdüşt için yanmayan, yanamayan bir ateş ne ifade ediyor merak ediyorum.
|
Zerdüşt Tapınağı |
|
Ateş çemberinde yanmayan ateş |
Kashan'a geldiğimizde Kashan Kapalı Çarşısı'nın yakınında bir restoranda yemek yiyoruz, Rus arakadaşlarla. Maranjab Çölü'nün bende yarattığı büyünün hala etkisindeyken Mesr Çölü'ne gitmek için hazırlanıyorum. Taksi ile otobana gelip polis noktasında Mesr'e giden otobüsü bekleyeceğim. O sıcakta, İslamcı ataerkil zihniyetin baskısı altında belki iki saat otobüs bekliyorum, ama beklediğim otobüs bir türlü geçmiyor, İngilizce bilen bir polis yardımcı olmaya çalışıyor. Yapabildiği tek yardım beni İsfahan otobüsüne bindirmek oluyor. Deli gibi yorgunum, zihnim bulanık, yarı uyur yarı uyanık yolu tamamlıyorum.
İsfahan
Bulduğum bir hostelin iç avlusu, büyük ağaçlar ve gezginlerin renkliliği ile keyifli geliyor, gezginlerin yolculuk heyecanları ve yorgunlukları yüzlerinde... Direkt odama gidiyorum, oda arkadaşım iki Japon erkek, kafayı vurup yatıyorum, yatmadan önce yorgunluğumu alsın diye alkolsüz bira içiyorum. Sabah daha dinç bir beden ve zihin ile kalkmak istiyorum.
|
Alkolsüz İran birası |
Sabah ağaçların altında Katalan bir çift ile kahvaltımı yaptıktan sonra İsfahan'ı gezmek için dışarı çıkıyorum. Meşhur İmam Meydanı'ndayım. Meydandaki camiler namaz vakti diye kapalı, etrafı dolaşırken bir erkek İngilizce konuşmaya çalışıyor benimle... En başta inanılmaz sinir oluyorum, bana asılan biri olarak algılıyorum. Ama benim isteksizce verdiğim cevapların arasında, onun sorularındaki samimiyeti görünce ben de soğuk tavrımı bırakıp onu tanımaya çalışıyorum.
|
İmam Meydanı |
Ali, inşaat mühendisi, boş günlerinde bu meydana gelip gönüllü olarak gezginlere şehri gezdiriyormuş, İngilizce pratik yapma adına. Lurish diye etnik bir gruba dahilmiş, Lurishler yardım etmeyi çok severmiş. İmam Camii'nin ücretsiz girişini gösteriyor bana, ücret ödemeden içeri giriyorum. Sarı tuğlalı ve çininin kombinasyonu bir şaheser yine. Mavi çinideki çizimlerin estetiğine ve sarı tuğlanın sıcaklığına doyamıyorum. Kubbe olduğu gibi çini... İsfahan sarı tuğlayla örülmüş turkuaz mavisiyle süslenmiş bir kent. Ali camiyle ilgili bilgiler veriyor bana.
|
İmam Meydanı'nda Ali Kapu Sarayı |
|
İmam Camii'nin arka tarafından gizli bir geçidi kullanıyoruz |
|
Sarı ve mavinin çini kompozisyonu müthiş |
|
Sarı daha bir huzur katıyor mimariye |
|
İnce işçiliğin büyüsü |
|
Tuğla ve çini |
|
İsfahan büyüleyici bir kent |
İsfahan Kapalı Çarşısı'nda geziyoruz. Bir restoranda patlıcanlı yerel bir yemek yiyoruz. Restoranda bir köşeye oturmuş, keserle şeker kesen biri garip geliyor.
|
Baharat katmanları |
|
Restaurantta şeker kesen bir çalışan |
Sufi dervişlerin mekanına gidiyoruz, kapalı çarşının içinden. Cuma Camii ve Sufi dervişlerin eyvanı aynı avluda. Her yan sarı tuğla ile örülmüş, bölüm bölüm kubbeler ve bu kubbelerin hepsi yine tuğladan örülmüş sütunlarla yere tutunuyor. Bu kubbelerin sütunları geometrik şekiller olarak arka arkaya dizilmiş, içime çekiyorum geometriyi ve işçiliği. İlk defa bir mekanda geometriye vurulduğumu hatırlıyorum.
|
Sufi dervişlerin eyvanı |
|
Tuğla ile yapılan işçilik |
|
Din felsefesi için enfes bir mekan |
|
Sütunlar üzerine yükselen kubbeler |
|
Kubbelerin dizilişindeki geometri |
|
Cuma Camii |
Sallanan minarelere gidiyoruz, minarelerden birini sallayınca diğeri de sallanıyor. Sallanan minarelerden dağın zirvesindeki bir ateşgâha çıkıyoruz. Kayalardan zor bir tırmanışla, yukarıda İsfahan kentine nazır kerpiçten yapılma bir ateşgâh, kerpiç bir yapının ortasında yanan ateşi hayal edip yine kerpiç yapıda yapılan tapınmanın büyüsünü düşünüyorum, inançsız biri olarak. Mistik geliyor. Şehri seyrediyoruz, düzlüğe yayılmış sarı bir şehir, etrafı dağlarla çevrili. Nehrin geçtiği yerler yeşil ve yukarıdan bakınca yeşilliği takip ederek nehrin nereden geçtiğini anlayabiliyorsun.
|
Sallanan minareler |
|
Kayaların tepesinde ateşgah |
|
Kerpiç bir ateşgah |
|
Güzel arkadaşım Ali, gün boyunca beni gezdirdi |
|
İsfahan |
Otobüse binip nehrin kıyısına gidiyoruz. Şubat ayında İsfahan'a geldiğimde akan Zayende Nehiri kurumuş, gün sarı tuğlalı köprüye vurmuş ve kırmızıya çevirmiş. Dere yatağı kuru, köprüdeki renk değişimlerini seyrederken, çölde birlikte kamp kurduğumuz Margje ile iki çocuğu Elias ve Andrea ile karşılaşıyoruz. Elias favorim, çok tatlı yine, ayağında renkli bir şalvar, omuzunda bez çanta, kıvırcık uzun saçlar. Elias ile laflıyoruz.
|
Siose Köprüsü |
Ali ile Khajou Köprüsü'ne doğru, kuru dere kenarında yürürken sabahları dörtte namaza kalktığını, sonra iki saat İngilizce çalıştığını anlatıyor. İngilizcesi iyi. Diğer köprüye de güneş vurmuş, sarı tuğla ve çini... Kralın sarayıymış, gün batımını seyretmek için köprünün ortasında kalan sarayın batı yüzünü, gün doğumunu seyretmek için sarayın doğu yüzünü kullanırmış. Nasıl bir lüks kralın yaşadığı, altından ışıklı bir nehir akıyor.
|
Khaju Köprüsü |
|
Khajou Köprüsü |
|
Khajou Köprüsü'nün doğu yüzü |
|
Khajou Köprüsü'nün ışıklarında |
Khajou Köprü'sünün altında çıplak sesle Farsça türküler söylüyorlar. Ali köprüdeki ses ve ışığa dair bir kaç gizem gösteriyor. Tariflemesi çok zor bu oyunu, sadece mimarların bu gizemi yaratmak için bir hayli usta olmaları gerektiğini düşünüyorum. İlginç gerçekten, ben o büyünün içindeyken Ali benimle vedalaşıp gidiyor, beni o büyünün içinde büyülenmiş bir şekilde bırakarak. Bu an tam da Fransız filmlerinde bir aşkın başlangıcı olarak tariflenebilecek cinsten.
Köprünün sokak gibi olan yerinde sütun altlarına oturarak çıplak sesle şarkı söyleyenlerin yanında takılıyorum, biri itince diğeri başlıyor, bir anlamda bizdeki aşıklar gibiler. İran'da ilk defa kamusal alanda yapılan kolektif bir etkinliğe tanık olmanın heyecanını yaşıyorum. Kadınlar arka sıralarda dinleyici olarak bu topluluğa katılıyor. Kadının kamusal alanda şarkı söylemesi, dans etmesi yasak. Bu etkinlik, söylenen türküler anlamasam da ezgileri çok hoşuma gidiyor. Özellikle bir genç geliyor, çıkardığı ilginç seslerle söylediği türkü inanılmaz.
|
Köprü altı aşıkları |
Hostele dönüyorum, oda arkadaşım Japon gençler çok saygılı ve sevimli, onlarla oturuyorum iç avluda. Sabah çöl yolcusuyum, otogara geldiğimde otobüsün öğleden sonra olduğunu öğreniyorum, otogarda saatlerce bekliyorum. Yol başlıyor, altı saat boyunca Khur'a yolculuk yapacağım. Otobüs molaları namaz saatlerine göre ayarlı, geçtiğimiz yerler hep çöl. Hiç yeşil, tarla, ağaç yok. İlginç, bu insanlar ne yiyor, ne içiyor? Saatlerce çölde gidiyoruz.
|
Otobüsün içindeki cümbüş |
Khur'dan Rohab Guest House sahibi beni araçla aldırıyor. İlk önce Khur'da bir eve uğurluyoruz, bir çocuğu almak için. Ev halkı hurma toplamış yerde hurmaları seçmekle uğraşıyorlardı, ben de palmiyeye benzeyen ağaçtan hurma topluyorum. Evde de bana toplanmışlardan ikram ediyorlar. Karanlıkta nereye gittiğimi bilmeden seksen kilometre yol alıyoruz.
|
Hurmalar tül ile sarılmış |
Kerpiç bir yapıya geliyoruz. Mesr Çölü'ndeyiz ama karanlıktan nerede olduğumuzu hiç bilmiyorum. Shagy beni karşılıyor resepsiyonda, ilk anda enerjimin tuttuğu kadınlardan, çantalarımı odaya bırakmadan, çölden gelmiş bir yolcu olarak elimi yüzümü yıkamadan Shagy ile muhabbete dalıyoruz. İstanbul'da Gezi direnişine katılmış ve yaralanmış. Erivan'da İngilizce öğretmeniymiş, Mesr Çölü'nde gençlerin yaptığı eğlenceleri, çılgın partileri, özgürlük arayışlarını belgesel çekmek istedikleri için polis pasaportlarına el koymuş.
Gece on bir meditasyon saatiymiş, ben de katılmak istediğimi söylüyorum. Kerpiç duvarlarla kaplı bir iç avludan odaya geçiyoruz, Shagy ile aynı odayı paylaşacağız. Kerpiç bir oda içi kuru çöl bitkileri ile süslü, kerpiç sıvalı şömine, yer yatakları... Odaya yerleşiyorum, saat on birde kerpiç yapının balkonum su çıkıntısında yerimizi alıyoruz, Shagy yumuşak bir ses tonuyla, insana huzur veren sesiyle ruhsal dünyamızı küçük yönlendirmelerle meditatif bir havaya sokuyor, mekanın kendisi yeterince büyülü zaten. Yıldızların altında sonsuz Mesr Çölü'nde küçücük bir kasabada, kerpiç bir evin iç avlusunda içinde bulunduğum coğrafyayı derinlemesine hissediyordum, meditasyonla. Çıktığım bu ruhsal yolculukta çölde dans ediyor ve kum tepelerinin kavuklarına uzanıyordum. Böyle bir ortamın içinde olduğum için mutluydum.
|
Kaldığım oda, çöl bitkileri ile süslü |
|
Meditasyon yaptığımız sundurma |
Babaanne yatağımı yaptım ve o dingin ruh haliyle kendimi kerpiçin dingin ruhuna bıraktım. Sabah güneşin doğuşunu çölde karşılayacak gibi değilim, yorgundum uyumuşuz öğlene kadar Shagy ile. Guest House'un sahibi Rohab&Nilüfer kedilerini kısırlaştırma operasyonu için gittikleri Tahran'dan gelmişler. Birlikte kahvaltı yaptık ve nasıl bir köye geldiğimizi yeni yeni fark ediyordum. Yüz nüfuslu bir köydeyiz, her yer kerpiç mimari. Kaldığımız yerin önünden uzun bir yol geçiyor. Kapının önündeki yine kerpiç sıvalı sedire oturup köyü izliyorum.
|
Rohab Guest House |
|
Rohab Guest House'un iç avlusu |
Sıcak acayip, köyün içinde insan görmeyi bırak, yaprak bile kıpırdamıyor. Bir ara Rohab ve Nilüfer'in odasına gidip orada takılıyoruz, kaldıkları oda harika, Pembe adlı beyaz kedileri odada, müzik dinliyoruz. Akşam üstü, gün batımı için çöle gitmeyi beklerken güneşi kaçırdığımızı fark ediyoruz. İnsanlar akşam üstü nasıl deniz kenarına yürüyüşe çıkarsa Mesr köyünde de insanlar çöle gün batımını seyretmeye çıkıyor. Bu yolculukta deniz ve çölün birbirine çok zıt gibi görünse de birbirine çok benzediğini fark ediyorum. Nilüfer, Shagy köyün ara sokaklarından, deve çiftliğinin yanından geçip kum tepelerine geliyoruz. Güneş gitmiş, kaçırmışız yani... Kum tepelerinde takılıp eve dönüyoruz. Yarın otuz kişilik Endonezyalı bir grup gelecek, arkadaşlarım onların hazırlıklarıyla uğraşıyor.
|
Nilüfer ve Shagy |
|
Öğle yemeğimizden |
|
Akşam yemeği almak için uğradığım bakkal |
|
İç avluda esrari bir güneş |
Sabah gün doğumu... erkenden kalkıyorum. Kasabanın içinde kimseler yok, kerpiç evler sıcağa hazırlanıyor. Sadece develer uyanmış, kafalarını kerpiç ahılın duvarından bana uzatıyor. Kasabanın içinden deniz kenarına yürür gibi çöle yürüyorum. İnsan neden sonsuz olanın kıyısında durup sonsuza bakarak düşünmeyi seviyor? Büyük kum tepesine çıkıyorum, çölde kamp kuranlar var teleskopları da çadırın yanında... akşam yıldızları gözlemlemişler sanırım. Gün dağların arasından sonsuz bir çöle doğuyor, Stephan Micus çalıyor, Behind Eleven Desert. Kum tepesinin üstüne yatıyorum, nedense bugünlerde tüm bedenimle çölü hissetme, çölle bütünleşme gibi bir yoğunluğum var. Çölün içinde yürüyüşe çıkıyorum, çöl sanki beni derinliklerine çekiyor... rüzgarla oluşan bir şekle bakmak istiyorsun, yanına gidiyorsun... sonra bir başkası ilgini çekiyor onun yanına gidiyorsun... yönünü kaybetme korkusu ve derinlere gitme isteği birbirine karışıyor. Ağaç köklerine bakıyorum, kum kavuklarına uzanıyorum. Kimseler yok, sonsuzlukta dalgalana dalgalana uzanan kum... Çölde katman katman açılmış bir çiçeğim, kendime bakıyorum, ayna gibi...
|
Aydınlanmaya başlayan havada deve silüetleri |
|
Gözünüzden öperim sizi |
|
Gün doğumu, Mesr çölünde |
|
Çöl, ağlama duvarım |
|
Çöle uzanmışım... |
|
Ağaçlarıyla çöl |
Develere bakıyorum dönüş yolunda, böğürtülerini dinliyorum. Çöl coğrafyasının da deve, insanların ulaşımda kullandığı bir araç. Kasabanın içinde dolaşıp coğrafyanın kerpiç mimarisini anlamaya çalışıyorum, evlerin üzerinde rüzgar bacaları... rüzgarı alıp evin içine çekiyor ve eve esinti veriyor.
|
Rüzgar bacalı kerpiç evler |
Odama dönüp tekrar yatıyorum. Nilüfer ve Shagy, akşam gelecek olan otuz kişilik Endonezyalı grup için yemek hazırlığındalar. Ben de resepsiyonda, iç avluda oyalanıyorum. Guest House'un cafesini açıyorlar, orada takılıyorum.
|
Rohab Guest House'un cafetaryası |
Bu defa gün batımı için çöle çıkıyorum, çöl sarhoşuyum. Çöl, Micus ile çok güzel. Koca çölde yalnızım, çölde yalnızlığımda geziniyorum. İki tane kız çocuğu geliyor yanıma, ben çölde gezinirken. Kum tepesinin üstünde desenli, renkli çadorlarının altındaki küçücük bedenlerini sırt sırta vererek oturuyorlar. El ele kum tepesinin üstünden aşağıya koşuyorlar, onların ardından ben de koşuyorum, inanılmaz keyifli... desenli, renkli çadorlarını alıp dans ediyorum, çadorlarını rüzgarın ahengine bırakarak. Konuşamıyoruz ama kız çocuklarıyla birlikte keyifli vakit geçiriyoruz. Onlar gidince gün de batıyor, hareket bitiyor çölde sonsuza bir kez daha uzanıyorum, gökyüzünü izliyorum, çöl sarhoşuyum, kumların üzerinden kalktığımda sanki çok uzun süre geçmiş gibi geliyor, çölde hülyaya dalmışım.
|
Dans ederkene çölde |
|
Çölde iki ziyaretçim |
|
Çok güzelsiniz |
|
Çok güzeliz |
|
Hoşçakalın, o çadorlar ruhunuzu emmesin |
İki gündür hazırlığı yapılan Endonezyalı grup geliyor, hepsi de bürokrat. Yemekler çeşit çeşit, açık büfe. Gece, jiplerle çölün ortasına gidiyoruz, kum tepelerini tırmanarak, kum tepelerinden aşağı inerek. Sanki çölün dalgalarında jip ile surf yapmak gibi. Çölün içinde bir yere geliyoruz, gökyüzü yıldız dolu, milyonlarca yıldız. Grup geliyor, içlerinden biri çıkıp Arapça, dini motifleri refere ederek konuşma yapıyor, inanılmaz dindarlar. Çölde ateş yakılıp yemekler, meyveler, tatlılar... organizasyonun sunduğu çeşit çeşit ikramlar... Müzik, dans... çölde, yıldızların altında küçük bir parti.
|
Rohab, Nilüfer ve Pembe geceye hazır |
|
Esrarengiz pastalar |
|
Çölde ateş başında parti |
Grup gidince, ben ve Rohab Guest House'un personeli çölde takılmaya devam ediyoruz. Etraf sakin, çölü dinliyoruz. Yıldızları bu zifiri karanlıkta izleme ve düşünme şansım oluyor; milyonlarca yıldız ve dünyada milyonlarca yıllık bir canlı tarihi... ve senin problemlerinin bu sonsuzlukta hiçbir önemi yok. Oysa sen bazı problemlere yıllarını vermişsin, kendine dert edinmişsin yıllarca, sonsuzlukta hem bir hiçsin hem de hepsin.
Kasabaya geri döndüğümüzde hiç uyumuyorum, Khur'a kadar beni bırakacaklar, ben Khur'dan Yezd'e otobüsle gideceğim, seksen kilometrelik yolu çöl ıssızlığında, müzik dinleyerek alıyoruz. Bir gün doğumunu tekrar çölde karşılıyorum. Gelirken karanlık olduğu için göremediğim yol, resmen kum tepelerinin arasında ilerliyormuş ve etrafımızda dağlar...
Yezd
Khur'dan Yezd otobüsüne biner binmez uyuyorum, yola dair hiçbir şey yok aklımda. Yezd'de geldiğim hostelde, öğle uykusuna yatıyorum. Yine iç avlulu, iki katlı, bahçesi yeşillik, enfes bir hostel. Uyku sonrası dışarı çıktığımda sokaklar bomboş, her yer kapalı, herkes öğle uykusunda sanırım. Sarı tuğlanın ve turkuaz mavisinin mimaride buluşması Yezd'de de yaygın.
|
Hostel ve odamın ahşap kapısı |
|
İç avluda serinlemek için havuz |
Meydanda dolaşırken Emir Çakmak Camii çıkıyor karşıma. Onu incelerken bir taksi şoförü ile tanışıyorum. Zerdüştler için önemli olan "Sessizliğin Kuleleri"ne gitmeyi öneriyor. Fiyatta anlaşınca, gün batımına yetişmeye çalışıyoruz. Kentin dışında iki farklı tepede iki kule... yüksek olanına telaşla, nefes nefese gün batımına yetişmeye çalışıyoruz. Kulenin üstündeyiz, karşımızda diğer kule, güneş de diğer kulenin arkasından batıyor.
|
Emir Çakmak Camii |
|
Yine büyüleyici |
Kulelerin ve aşağıdaki evlerin önemine gelince, kuleler 4000 yıllıkmış. Zerdüştlerin, ölülerini, toprağı kirletmesin diye gömmeyip havayı kirletmesin diye yakmayıp bu kulelere çıkarıp bırakması açısından önemli. Yırtıcı kuşlar gelip ölüyü yiyormuş, ölünün yakınları kuleye çıkıp kemikleri topluyormuş ve sadece kemikler gömülüyormuş. Alanda büyük bir Zerdüşt mezarlığı da vardı. Ölünün etlerini yırtıcı kuşların yemesini bekleme süreci için de kulelerin altında kerpiç evler yapmışlar. Zerdüştler bir süre bu evlerde kalıyormuş.
|
Zerdüştlerin Sessizlik Kuleleri |
|
Ölülerin kemiklerini toplamak için bekledikleri kulelerin altındaki evler |
|
Evlerden bir tanesi |
|
Evlerin iç mimarisi |
İslam Devrimi'nden sonra kuşlar kente hastalık yağıyor diye bu uygulamayı yasaklamış devlet. Etkileyici bir mekan, binlerce yılan ruhu... en eski bir inanışlardan birinin ruhu var bu yapılarda. Evlerde rüzgar kuleleri -badgar- var, badgar rüzgarı alıp evin içine çekiyor ve evi serinletme biçimlerinden biri olarak kullanılıyor. Bir de serinletme yöntemi olarak su kanalı kullanılmış. Kentin altında su kanalları geçiyormuş, çöl coğrafyasında serin kalma biçimleri...
Sıkıştırılmış bir zamanında geldiğimiz için sıkıştırılmış bir hissiyatla koştura koştura geziyorum, daha uzun gezmek, hissetmek isterdim. Taksi şoförünün İngilizcesi çok iyi. Onun verdiği bilgiler çerçevesinde algılıyorum Zerdüştlerin mekanlarını... Yezd'e döndüğümüzde insanların sokakta, çarşıda, meydanlarda vakit geçirdiğini, serinliğin keyfini çıkardıklarını görüyorum. Ben de kapalı çarşıya, baharatçılara, tatlıcılara bakıyorum. Yezd'i seviyorum.
|
Şeker fırınları |
|
Baharatçılar |
|
Baharatlar gökkuşağı gibi |
|
Çayın yanında çok kullanılan çubuklu şekerler |
Hostele erken dönüm, kerpiç hostelimin iç avlusunun içindeki incir, turunç ağaçlarının altındaki bankların keyfini çıkarıyorum. Erken yatıyorum, yarın erken kalkıp Zerdüşt mekanların izini süreceğim. Kerpiçin ruhuna uygun bir huzurum var. Sabah uyandığımda hostelin merdivenlerinde Elias'ı görüyorum. Çölde birlikte kamp kurduğumuz Margje, Elias, Andrea ile tekrar karşılaşmanın heyecanındayız. Çocuklar perişan olmuşlar, Shiraz'dan geliyorlarmış. Çocuklar yatıyor, biz Margje ile avluda oturuyoruz, görüşmeyeli yapıp ettiklerimizden bahsediyoruz. Gün içindeki planıma dahil oluyorlar. Çöl için bir arada olan ekip şimdi Zerdüşt mekanlar için bir arada.
|
İç avluda keyifle zaman geçirdiğimiz masalar |
İlk durağımız 4000 yıllık bir çöl mimarisi. Kharanagh adlı bir köy. Çok eski bir yerleşim ve inanılmaz etkileyici; çatılar, sokak geçişleri, nişler, evler, köyün görüntüsü. Terk edilmişliğine rağmen insan yaşantısının sıcaklığı hala o köyde. Sokaklar, nişler, köyün görüntüsü. Çoluk, çocuk, cümbür cemaat bu köyde mutluyuz. İnsanlar, köyün yeni yerleşim kısmında yaşıyorlar ve rüzgar alıcılar yine mimari bir özellik. Köyün altında vaha var, antep fıstığı , nar üretiyorlar. Vahayı ilk defa görüyorum,
|
Kharangh Köyü |
|
4000 yıllık yerleşim |
|
Tuğla ve kiremit |
|
Köylü bir kız çocuğu |
|
Maranjab Çölü'ndeki macera Yezd'de devam ediyor |
|
Yapılar birbirine eklenerek gidiyor, köy bir kalıp halinde |
|
Çölde bir vaha |
Oradan bir dağdaki çok eski ve doğal bir tapınak Çakçak'a gidiyoruz, mağara içinde Zerdüşt bir tapınak, en eskilerinden. Zerdüşt tasvirleri ilk defa görüyorum.Sonra Avesta kilitli camekanlı bir dolapta. Mağarada damlayan su, anlatılan bir kadının gözyaşları... Ateş küçük mumlar halinde, üç tane. Tırmandığımız dağı inip Meybod için yollardayız.
|
Zerdüşt tasvirleri |
|
Avestalar kilitli dolaplar içinde |
Meybod'da bir kervansaray, etrafını kuşatan kerpiçten bir kale, kalelerin kerpiçten kuleleri motifli motifli... Şehrin buzdolabı kerpiç bir yapı, içi koca bir oyuk.
|
Meybod'da kale burçları |
|
Rüzgar kuleleri |
|
Meybod'un kerpiçten kileri |
|
Kilerin tek ışık alan noktası, kubbesinde |
|
Meybod'da badgirler |
|
Kerpiç ve çarşaf, bir tanesi mimari doku bir tanesi sosyal doku |
Hostele döndüğümüzde ortak yemek yapıp cümbür cemaat yiyoruz. Biraz siesta. Çocuklar hostelde kalıyor biz günümüzde hala kullanılan yeni bir ateşgâha gidiyoruz. Ortada devasa bir ateş kasesi, içeri girmek yasak, ancak camekandan içeri bakabiliyoruz. Ateşe karşı ibadet eden kadınlar var, yine kadınların ilahi güçten bitmeyen istekleri, yakarışları... Ateşgâh'ın müze kısmını geziyoruz, Newroz, Zerdüştlük geleneği ile birlikte ele alınmış. Müzede fotoğraflarla Newroz görüntüleri. Margje ile eski sokaklarda yönümüzü şaşırıp kayboluyoruz. Kerpiç kubbeleri, badgarları inceliyoruz.
|
Kullanılan bir ateşgah |
|
Badgirlere bayıldım |
Akşama doğru sokaklar yine kalabalık... İnsanlar, dükkanlarda, pastanelerde, meyve suları satan yerlerde... Hareketli bir gece yaşantısı var, hostelin iç avlusunun balkonunda takılıyoruz, kağıt oynuyoruz çocuklarla. Evde gibiyiz, sıcak çaylarımız var, uzanıyoruz, yuvarlanıyoruz.
Margje ie sabah yine sokaklara vuruyoruz kendimizi, sabah kimseler yok, bir fırın önünde hareketlilik var. Kimi kerpiç evlerin köşelerine kilim desenli seramik süslemeler yapılmış ufak ufak. Kerpiç ve seramik sustuğum yer, güzellikten. Daglı çarşaflı bir kadınla sokakta kerpiç dokunun önünde fortoğraf çekiliyoruz. Camiden alıntaşı çalıyoruz, sonra camiden yaptığımız hırsızlığa gülüyoruz. Siestedan sonra Rasht yolcusuyum, sıcakta aşağılara devam edemeyeceğim, bir de klimadan rahatsızım, solunum yollarımda inanılmaz akıntı var.
|
Bir Frasız, Bir Acem, bir Türk |
|
Yazd'in yerli motiflerle süslü evleri |
|
Kerpiç ve resim |
|
Kerpiç ve seramik |
|
Kerpiç ve Farsça yazı |
|
Bir sanat galerisi |
Rasht
Artık dönüş yoluna geçiyorum. On sekiz saatlik yol, uyku, yorgunluk... Sabah erkenden Ghazal alıyor beni. Çöl coğrafyası, yerini Hazar'ın yeşil coğrafyasında bırakmış. Dağlar ve yeşil, garip geliyor. Evde biraz uyuduktan sonra, çarşı gezisine çıkıyoruz. Balık pazarı... balık... çöl... çölde balık... birbirini hiçleştiren iki olmayacak coğrafi birliktelik.
|
Balık Pazarı |
Balık tezgahlarını geziyoruz, kurutulmuş taze, baharatlı balıklar... sebzelere bakıyoruz, oldukça renkli bir pazar... antika pazarına gidiyoruz, eski eşyaların içinde dönüyoruz. Faraz, Ghazal, ben, Hazar Denizi'nin lotus tarlası gibi Anzeli lagününe pikniğe gidiyoruz, hem bir kuş gölü hem de lotus tarlası... Nilüferlerin bir de meyvesi oluyormuş, tekne ile nilüfer tarlasında gezerken meyvelerini topluyoruz. Nilüferin yaprakları tabak gibi gölün üstünde, çiçeğinden çok bu yapraklara bayılıyorum.
|
Anzeli Lagününde tekneler |
|
Lotus tarlası |
|
Anzeli Lagününde tekne turları |
|
Bu da bizim teknemiz, yolculuk başlasın! |
|
Canlar |
|
Lotus çiçeği |
|
Bu yapraklara bayılıyorum, tabak gibi gölün üzerinde |
|
Lotus meyvesi |
Müzik, edebiyat ile geçen iki gün; Mevlana, Mevlana'dan doğru, onun şiirlerini yorumlayan Shahram Nazari'yi tanıyorum bu gelişimde Rasht'a. Şeyda Şodem... bu ruhu derinleştirmek istiyoruz, bir gece yaşamın, insanın anlamını arayan 4 kişi... sonrası SUSKUNLUK... yolculuğumun sonunda yolculuğa dair bilinç altım dökülüyor. Hatırlamak istemeyeceğim bir gece. Son günümde Rasht'ın dışında bir kır gezisine giderken Şeyda Şodem'i son ses dinleyerek İran coğrafyasını içime çekiyorum. Rasht otagarında dostlara veda...
|
Kır gezisi |
|
Çantamdaki lotus çiçekleriyle Rasht'a, İran'a ve canlara veda |
Tebriz'e gece otobüs yolculuğu, Tebriz'de yolculuğuna yeni başlayan Erdebilli bir çift ile yollarımızın kesişmesi sınıra gitmek için ortak taksi arayışında oluyor. Bahi yetmişinde, Leyla otuzbeşinde on yıllık taze bir çift. Türkiye, Gürcistan, Ermenistan, İran rotasını kullanacaklarmış. Kendi rotamın çemberini onlara devredeceğim, Bahi, Türk Edebiyatıyla ile ilgili, Nazım Hikmet ve Aziz Nesin'den açıyor muhabbeti. Sonra Bouveour ve Sartre aşkına giriyoruz. Sınıra Şeyda Şodem ile gidiyoruz. Sınıra kadar onlar bana yardım ediyor, sınırdan sonra ben onlara. Doğubeyazıt'tan Ağrı'yı izliyorum, bir dağın 360 derece etrafını dolaşmış oluyorum. Doğubeyazıt, Erzurum, Trabzon-Samsun yorgunluk ve uykusuzlukla geçiyor.
|
Leila ile İran sınırını geçince baş örtüsünü çıkarma töreni |
|
Leila ile Bahi çifti |
|
Turuncu otobüs ile gittiğim, yeşil gezdiğim yerler |