19 Şubat 2017 Pazar

Doğu Ekspresiyle Anadolu'nun batısından en doğusuna; Kars ve Doğubeyazıt


                                                 
Öğrencim Adem’in Fırçasından; Trenlerdeki Ben…  




































             

8 /11/ 2008
Doğu Ekspresi      

Yeni bir gün başlarken Haydarpaşa’ya karşı, saat sabahın 08.00’i. Biz Haydarpaşa'nın denize bakan yerinde oturmuş çayımızı yudumluyoruz. Yanımda trenleri seven arkadaşım Yalçın, beni uğurlamaya geldi. Peronda, tren düdüğünün sesi içinden mendilimi beni uğurlayan arkadaşıma sallıyorum. 

Tren hızını almış İstanbul’un apartmanlarının arasından geçerken içimde bir sıkıntı. Bu sıkıntının ne gereği var şimdi. Ne güzel doğuya Türkiye'nin en doğusuna giderken bu iç sıkıntısı da nereden çıktı? 

Kompartımanımda Elif Ana; başörtülü, ayağında siyahlı beyazlı patikler, yüzünde yaşanmışlığın tüm derin çizgileriyle 73 yaşında. Yanında da kızı Ayten Abla, 40’ında. Sivaslılar. Trenin içi o kadar soğuk ki pardösümü üstüme atıp uyuyorum biraz ısınmak için, kalktığımda muhabbete başlıyoruz. Ayten Abla oğlu Erdoğan’dan bahsediyor. Erdoğan 2. sınıf öğrencisiymiş.
—Anne ben vapurları seviyorum ama trenleri daha çok seviyorum, diyormuş. 
Trenler geçerken durup bakan insanlardanmış. Ben de hayatım boyunca hep böyleydim; ne zaman bir tren geçse hep durup bakarım ve tren geçerken treni fark etmeyip de hareketliliğine devam eden insanlara hep şaşırırım.

Daha önce Sivas'a gittiklerinde Erdoğan da yanlarındaymış. Erdoğan köylerinden geçen Nazlıdere’yi çok sevmiş, bu yolculuğa çıkmadan önce de annesine tembih etmiş; “Anne bak bakalım Nazlıdere duruyor mu?  Bir dere nereye gidebilir ki… Ama Erdoğan bunu bir önsezi ile tembihliyor olmalı, çünkü çölleşen dünyamızda ne derelerimiz kalıyor ne göllerimiz ne de ormanlarımız. Erdoğan'ın ruhunu, Cengiz Aytmatov'un  “Beyaz Gemi” adlı eserindeki yaba kulaklı çocuğun ruhuna benzettim.

Yolluk olarak yanıma aldığım; badem, iğde, pestil, cevizli sucukları çıkarıyorum, birlikte yiyoruz. Ayten Abla ile yemek vagonuna geçiyoruz birer çay içmek için. Yemekli vagonun camından doğayı izliyoruz. Doğa pastel renkler içinde nasıl güzel. Kavakların yaprakları yukarıdan aşağıya doğru vişneçürüğü, sarı, yeşil renklerinde. Sakarya Nehri akıyor tren yolunun yanından. Ağaçlar yapraklarını nehrin üstüne dökmüş, rengârenk bir örtü nehirle birlikte Karadeniz'e akıyor.

Küçük, güzel insan Erdoğan'ın anılarından sonra Eskişehir'e yaklaşırken Elif Ana anlatıyor anılarını. Önceden Sivas’tan İstanbul'a buharlı trenle gelirlermiş. Buharlı trenden çıkan duman, yolcuları kapkara yaparmış. Kompartımanlarda tahtadan sedirler ve üzerlerinde ince minderler varmış. Çoluk çocuk o tahta sedirlerin üzerine sığışmaya çalışırlarmış. Buharlı trenlerden önce ise insanlar Sivas’tan İstanbul'a yürüyerek 30 günde geliyormuş.

Tarlalarda pancar çıkaran birçok işçi, soğanlar toplanmış güneşin son ışıklarında kurutulmaya çalışılıyor, traktör ile yeni bir ekim yılına sürülerek hazırlanan tarlalar…

Kısa bir sessizlikten sonra, Elif Ana sessizliği Nazlıdere’yi anlatmaya başlayarak bozuyor, Erdoğan'ın o çok sevdiği Nazlıdere’yi. Gençliğinde tüm köy halkı çamaşırlarını gülüş cümbüş o derede yıkarmış, yıkanan çamaşırlar taşlara serilip kurutulurmuş. Atların koşulduğu kızaklarla karda kışta taşınan hastaları hatırlıyor. 

—Elif Ana, 70 yılı geride bırakmak nasıl bir duygu? diye sorunca 
—Acılar içinde geçince bir şey anlaşılmıyor, cevabını veriyor.
Ayten Abla doğa sevgisiyle dolu. Nehirleri gösteriyoruz birbirimize, dağları seyrediyoruz birlikte. Erdoğan telefon ediyor, 
—Anne benim için de bak her yere, diye tembih ediyor.

Ayten Abla ile gece muhabbetimiz uzuyor, belli bir süreden sonra uyuya kalmışız. Sabah 04.00’te kalktığımda anne, kız uyuyordu. Ben müzik dinliyorum, kitap okuyorum biraz da. Doğan günü trende karşılamaya bayılırım, uyanan doğayı tren penceresinden gözlemlemek, yeni doğan bir bebeği gözlemlemek kadar heyecan verici. Gün ağarmaya başlıyor, Sivas'ın kavakları dikiliyor trenin penceresine ilk olarak. Güneş bir adam boyu yol alınca Kızılırmak'ın buğusu tütmeye ve etrafı kaplamaya başlıyor, sonra da toprak buğusunu salmaya başlıyor. Bir müddet bulutların içinde gittik sanki. Elif Ana uyanıp da kendi topraklarında olduğunu fark edince uyanan hafızasında beliren anıları anlatmaya başlıyor tekrar. 
—Hafik tarafında bir tuz gölü vardı, yazları oraya tuz toplamaya giderdik öküz arabaları ile. Kızılırmak üstünde taş bir köprüden geçiyorduk, deyip özlemle memleketinin topraklarının en uzağına dikiyor gözlerini.
Sivas Garda ana kız iniyor. Sıkı sıkı kucaklaşıyoruz. 

Kompartımanda yalnız kalınca sırt çantamı toplayıp ben de en arka vagona gidiyorum. En arka vagonun en arka kapısından saatlerce dışarıyı izliyorum, fotoğraf çekiyorum. Saatlerce ayakta manzarayı izleye izleye gidiyorum.

   
Ulaş’a Doğru 2 km Boyunca Uzanan Kavaklar  



Demiryolu Lojmanları 

Doğa Bir Yağlıboya Tablosuna Yansımış Gibi 


Yapayalnız Uzanan, Kıvrılan Demiryolları 
               
Yorulduğumu hissettiğimde tekrar kompartımanımın yolunu tutuyorum. Kompartımanda kimse yok Elif Ana ve Ayten Abla’nın yeri bomboş. Kulaklıklarımı taktım, Cevdet Bağca’nın “Dağlar” adlı şarkısını başa sarıp sarıp dinliyorum. Etrafımı kuşatan doğa; dağlar, ovalar, nehirler ve hepsinin içinden akan bu tren ve trenin içinde koridorda kafasını cama dayamış ağlayan ben. 

Haydarpaşa’dan ayrılırken içime çöreklenen sıkıntı tekrar geldi buldu beni, şimdi gözyaşı olarak nehirlere karışmak istercesine akıyor. Arkamdan birileri sesleniyor gibi, halimi fark etmiş olacak ki bir abi, beni kompartımanına çay içmeye davet ediyor. İçeride iki kişiler, ikisi de Ankara’dan demiryolları ile ilgili bir sınavdan dönüyor. Çay demliyorlar bana. Biraz açılıyorum. Demiryolcu olmanın bir dönem köklü bir kültür olduğu konusunda hemfikiriz. Ama o kültürden geriye hiçbir şey kalmadı şimdi. Mahmut Abi keyifli, hoş sohbet bir insan. Amerika'daki Büyük Kanyon’dan Nepal'e, Darvin’den Aristo’ya uzanan naçizane bir muhabbet. 

Mahmut Abi taklitler yapıyor, Azeri müzikleri açıyor, ara ara çaylar demleniyor. Yolculuk içinde yolculuğa çıkıyoruz. Erzincan’dan sonraki küçük istasyonlardan biri olan Tanyeri istasyonundan arkadaşım Şevin biniyor. Şevin, Diyarbakır’da Çınar Lisesinde birlikte çalıştığımız felsefe öğretmeni arkadaşım. 



Diyarbakır'da Öğretmenlik Hallerimizi Paylaştığım Şevin 

Şevin de kısa bir sürede Mahmut Abilerle kaynaşıyor. Uzun bir süre Karasu Çayı bize eşlik ediyor. Günü benimle birlikte karşılayan Kızılırmak'tı, şimdi ise günü benimle birlikte uğurlayan Karasu Çayı…

       
Sonbahar Renklerinin Arasından Akan Karasu Çayı


Çorak Arazilerin Arasından Akan Karasu Çayı 


Kars Çayı Üzerinde Uzanan Asma Köprü

Yemekler yeniyor, muhabbet artıyor, Azeri müzikleri çalıyor. Alim Kasımov dinliyoruz. Erzurum’dan Kars’a koca bir karanlıkta gidiyoruz. Mahmut Abi, demiryollarında memur, hayalleri, umutları, heyecanı bir derya. 


Kars’a girişimiz gece yarısını buluyor. Altın Kaz Film Festivali için Kars’tayız,  Kars’ın -10 derecesinde tir tir titrerken bir yandan da bağırıyoruz: “Kars’taaaaaaaaaaaayııııııııızzzzzzzzzzz.”  Bu benim için de Şevin için de büyük bir mutluluk. Kars’ın bambaşka bir havası, bambaşka bir kokusu var. Şehrin üstüne sinmiş olan kömür kokusunu uzun bir süre içime çekiyorum. Kömür kokusu ilk olarak insanlara hava kirliliğini çağrıştırırken bana çocukluğumu çağrıştırır. Heyecanla, gecenin bir vakti Kars sokaklarını dolaşıyoruz. 

Misafir olacağımız Arzu’nun evine gidiyoruz şehir turundan sonra. Bir bahçenin içinden geçtikten sonra, tek katlı, ahşap tavanlı bir eve giriyoruz. Salonun ortasında teneke bir tezek sobası, üzerinde bir güğüm. Tezekler hızla yanıp hızla ısıyı yaydıktan sonra soğukla baş başa kalıyoruz. Tek çaremiz yorganın içine girip soğuğu unutup uyumak. Öyle de oluyor, hayatımdaki en güzel uykulardan birini uyuyorum. 

Sabah, Arzu’nun çalıştığı geleneksel ev yemekleri yapan restorana gidiyoruz. Film festivali yemek için misafirlerini burada ağırlayacak. Geldiğimizde her yer dolu idi. Kahvaltı yapmaya fırsat bulamadan birikmiş bulaşıkları yıkamaya başlıyoruz. Kars’ta askerliğini yapan arkadaşım Özgür yetişiyor kahvaltıya. 

Diyarbakır’dayken sinema atölyesinde birlikte çalıştığımız arkadaşlarım da gelmiş, hep beraber Kars’ı geziyoruz, soğuktan donunca gidip köhne bir nargilecide saatlerce oturuyoruz. Ortada soba yanıyor, sobanın etrafında biz, muhabbet koyu. 



Köhne Bir Kahvede Hen Isınıp Hem Nargile İçiyoruz

Özgür askeri birliğine geri dönüyor. Biz de “Gitmek” adlı filme gidiyoruz festival kapsamında gösterilen. Bir Türk kızının Iraklı bir Kürt erkeğine duyduğu aşkı anlatan bir film. Gece seanslarında, yeni çekilmiş olan filmler gösteriliyor ve festival sonunda bu filmlerden bir tanesi Altın Kaz Ödülü’nü alacak.  Film sonrası eski Rus binalarından bir tanesinde yapılan canlı müzik dinletisine gidiyoruz. Eve geldiğimizde ev soğuk, sobayı yakmaya üşeniyoruz ve soğukta yorganların ağırlığı altında uykuya dalıyoruz.


Sabah kahvaltı sonrası Ani Harabeleri’ne gezi var. Ani kentinde ilk yerleşme M.Ö 5000–3000 yıllarında kalkolitik çağda başlamış. Sonra tunç devrini yaşayıp demir çağında Hurriler’e yerleşke olmuş. Ani Kenti, tarih sahnesindeki sırasına göre Urartu, Kimmeri, İskit, Sasani, Arap, Bizans, Selçuklu, Gürcü, Harzemşah, Moğollar, İlhanlılar, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Afşar Türkleri, Osmanlı İmparatorluğu, Ruslar ve en son Türkiye Cumhuriyeti topraklarında tarihine tarih katmıştır.(1) Tam 22 medeniyet, Ani yerleşiminde yaşamış ve bu medeniyetlerin kültürleri birbirine eklenerek, birbirini örmüş. 


Katedral  

Ebul Manucehr Cami 



Tigran Honents Kilisesi’nin Duvarından Dini Öykü Freskleri

Ani Harabeleri, hemen Ermenistan kıyısında, altındaki vadiden Aras Nehri'nin bir kolu olan Arpaçay'ın geçtiği ve bir zamanlar, İpek Yolu kervanlarının Arpaçay'ın üzerindeki köprüden geçtikten sonra Bakireler Manastırı’nda soluklandığı enfes bir antik kent. 

                     
İpek Yolu Kervanlarının Geçtiği Köprüden Kalan Ayaklar
                                                                                                           
Gece 12 Eylül döneminin anlatıldığı “Sonbahar” adlı filme gittik. Çıkışta film kahramanı Yusuf’un ölmüş olmasının verdiği hüzünle canım eve gitmek istedi, arkadaşlarım dışarıda biraz daha zaman geçirmek için kalırken ben Arzu'nun evinin yolunu tuttum. Ev soğuk. Sobanın içindeki tezekleri tutuşturuyorum ama borulardan duman evin içine yayılıyor. Bacaları iç içe geçirmeye çalışırken çok severek diktiğim ve çok severek giydiğim yeşil fistanım tezek sobasına yapıştı ve koca bir delik açıldı. Canım sıkılıyor bu duruma, tam bir beceriksizlik örneği söz konusu. Tesadüf o ki komşu geldi meğerse tezek sobası üstten değil alttan yakılırmış.

Sabah erken kalkıp Doğubayazıt'a gitmek için yola çıkıyoruz. Digor'u geçtikten sonra Halıkışla köyünden geçiyoruz. Halıkışla köyünün bir yarısı Bagaran adıyla Ermenistan tarafında. İki köyü birbirinden Aras Nehri’nin bir kolu olan Arpaçay ayırıyor. Önceden bir olan bu köy halkı şimdi askerlerin bakışları altında balık avlamak veya kaçan bir ineği geri döndürmek dışında asla bir araya gelmiyor. Halıkışla köyünde inip gezmeyi ne kadar da isterdim. Iğdır Ovası’nın enginliğinde yol alıyoruz. Hiç tahmin etmeyeceğim güzellikte bir yer. Kavak ağaçlarının altı sarı yaprak gölcükleriyle güzelleşmiş. Iğdır tenha bir Doğu Anadolu kenti. Iğdır’da okul yoluna düşmüş çocuklar, çok keyifli görünüyor. Iğdır Ovası’nda ilerlerken karşımıza tüm görkemiyle, karlı tepeleriyle Ağrı Dağı çıkıyor. Nasıl heyecanlanıyoruz. Otobüsü durdurup yollara düşüyoruz, efsanevi Ağrı Dağı’nı çıplak gözle görmek için. 



Karayolunda İlerlerken Karşımıza Çıkan Ağrı Dağı 


Uzaklarda Yükselen Ağrı Dağı  


Ağrı Dağı’nın Zirvesi
              
Doğubayazıt'a geliyoruz, kentten geçip İshakpaşa Sarayı’na çıkıyoruz. Farklı taşların kullanılmasıyla yapılmış enfes bir mimari. Sarayın yapımını 1685’te Doğubayazıt Sancak Beyi Çolak Abdi Paşa başlatmış, oğlu Çıldır Valisi İshak Paşa tarafından 1784’te bitirilmiş. Sarayın inşası 99 yıl sürmüş. Mimari olarak Türkistan, Selçuklu ve Osmanlı’dan izler taşıdığı belirtilmekte.(2) 


 İshakpaşa Sarayı’nın Oymalarla Bezeli Giriş Kapısı   


 İshakpaşa Sarayı


İçinde Kullanılan Farklı Özellikte Taşlar

Ahmedi Xane’nin mezarını ziyarete gittik. Kendisi sanatçı, bilim insanı ve İslam filozofu olarak biliniyor. Yazdığı şiirleriyle ve eserlerinin şaheseri olan Mem-u Zin ile Kürt Edebiyatı’na çok büyük katkı sağladığı söylenir. 

   
Ahmedi  Xane’nin Türbesi
                      

Doğubayazıt’tan çıkarken akşam çökmek üzereydi. Ağrı Dağı da sağımıza düşüyordu. Bir baktık Ağrı Dağı’nın arkasından kocaman bir dolunay, Ağrı Dağı’nın tepesindeki karları nasıl da güzel loş bir ışıkla aydınlatıyordu.  



 İshakpaşa Sarayı’nın Penceresinden Doğubayazıt


  Dolunayın Aydınlattığı Ağrı Dağı  


Su Birikintisine Vuran Yansımasıyla Ağrı Dağı 


Gece Kars’a döndüğümüzde Semih Kaplanoğlu’nun “Süt” adlı filmine gittik. Minimalist, ağır mı ağır ilerleyen bir film. Film boyunca uyumuşum. Baba Zula adlı grubun konseri vardı sonrasında. Diyojen ile Büyük İskender’in karşılaşmasını anlatan öykü tadındaki şarkılarını çok sevdim: 


İskender var ya / Hani şu büyük dedikleri / Günlerden bir gün / Dersler aldığı hocasına demiş ki / Hocam /  Var mı senin de bir hocan / Hocası da hocaymış hani / Koskoca Aristo / Aristo demiş ki / İskender, var benim de hoca olarak gördüğüm, / Sevip saydığım bir büyüğüm / Lakin, Anadolu’da yaşar / Gidelim demiş İskender / Yola koyulmuşlar / Sinop’a doğru / Benim hocam demiş Aristo /  Bir fıçının içinde yaşar / İsmi Diyojen’dir. / Bu dünyadan çekmiştir elini eteğini / Paçavralar içindedir / Bir su kabı vardı eskiden / Lakin / Bir gün çeşmeden su içen çocukları görünce / Elleri ile içtiklerini görünce / Bu kaba da ihtiyacım yok deyip onu da atmış / Deniz kıyısında hiç bir şeyi olmadan yaşar Diyojen / Derken, Sinop’a varmışlar / Kıyıya, kıyıya, kıyıya gitmişler / Kıyıya, kıyıya, kıyıya doğru / Atından inmiş İskender / Bakmış fıçıyı görünce / Parlayan zırhı / Kocaman kırmızı pelerini / Ardında Aristo / Ve yüzlerce atlı askeriyle beraber / Yanaşmış fıçıya / Bakmış içinde yaşlı, paçavralar içinde / Yaşlı paçavralar içinde Diyojen / Sen, demiş İskender / Sen, dile benden ne dilersen / Dile benden ne dilersen / Ben, Dünya’nın hakimi büyük İskender / Diyojen, şöyle bir bakmış / Kafasını, kaldırmış / İskender’i süzmüş / Süzmüş, süzmüş, süzmüş, süzmüş, süzmüş / Demiş ki / Gölge etme / Başka ihsan istemem. (3)

Konser sabaha doğru bitiyor. Gün doğarken biz uyuyoruz. Uyandığımızda günün geri kalan kısmını Kars’ı gezerek değerlendirmek istiyoruz. Kars, Ruslardan kalma binalarla kendini gösteren bir kent. Sokakları Arnavut kaldırımı ile döşenmiş, birbirine paralel ve düzenli. Avrupa kentleri tarzında yapılmış, süslemelerle dolu, estetik açıdan güzel binalarla kaplı bir kent. 



Ruslardan Kalma Binalar 


SİT Alanı Kabul Edilmiş Sokaktaki Rus Evleri


SİT Alanı Kabul Edilmiş Sokaktaki Kadın Heykelleri 

Gecekondu mahallesine doğru çıkarken sonbaharın tablolaştığı bir park çıkıyor karşımıza Kars Çayı'nın kıyısında, ağaçlar çırılçıplak ama toprağın üstü tabaka halinde kurumuş yaprak. Bu tarumar sonbahar bahçesinde kurumuş yaprakların üzerinde öylesine heyecanlanıyor, dans ediyor, koşuyor, şarkı söylüyoruz ki...


Diyarbakırlı Kürt Kadınlarından Esinlenerek Diktiğim Kadifeden Mor Fistanımla, Kars'ta



Kars'ta Tarumar Bir Sonbahar Bahçesindeki Mutluluğumun Resmi


Gecekondu mahallesinde geziyoruz; rengârenk çamaşırlar tellerde, kurutmak amaçlı asılmış kaz parçaları pencerelerin üstlerinde, akşamı pencerede karşılayan yaşlılar, buram buram kömür tüten bacalar. Gecekondu mahallelerinde yaşam daha bir farklı akar, daha renklidir insan görünüşleri, insan hikâyeleri. İnsanın bin bir haline tanık olabilirsin.

 
Sisin Altında Gecekondu Mahallesi   


                     Gecekondu Mahallesinde Serilen Çamaşırlar                                        


Pencerelere Kurutulmak İçin Asılmış Kaz Parçaları  
  
Akşam yemeği için Arzu’nun çalıştığı restorana gidiyoruz, festival tayfası olduğu gibi akşam yemeği için buraya gelmiş. "Yemek yiyemeyeceğiz şimdilik" deyip kolları sıvayıp mutfağa geçiyoruz. Yemekten sonra “Üç Maymun” filmini izlemeye gidiyoruz. Film çarpıcı; modern insanın görmezden, duymazdan, söylemezden gelerek nasıl bencil, kendine ve birbirine yabancı bir varlık haline geldiğinin eleştirisini taşıyor. Gece Kürtçe müzik söyleyen Aynur’un konserine gidiyoruz. Saatlerce halay çekiyoruz.
     
Kars’ta son günümüz. Tabi dün gece geç yatınca gün de bizim için öğlende başlıyor. Çıldır Gölü’ne gitmeye karar veriyoruz. Tam Kars’ın dışına çıkmıştık ki yaşlı bir amca bize otostop çekti onu da arabaya alıyoruz. Hasta olduğu için onu yarı yolda bırakmaya gönlümüz el vermiyor, köyüne kadar bırakıyoruz. Çıldır Gölü’ne geldiğimizde hava kararmıştı, bir şey görmek çok mümkün olmuyor. Nedense hep “İnat Hikâyeleri” adlı filmden aldığım esinle gölün üzerinde kızaklarla ulaşım sağlayan köylüleri hayal etmiştim, Çıldır Gölü deyince. Şimdi ise koca bir karanlık. Göl kenarında, Abuzer Abi’nin yeri adında bir balık lokantasına giriyoruz. Bildiğimiz kahve, ortada sobası var. Sobanın etrafına doluşuyoruz. Abuzer Abi mutfakta gölden yakaladığı sarıbalık ve ıstakozları pişiriyor, ara sıra da gelip sobaya odun atıyor.  


Karanlığa Bürünmek Üzere Çıldır Gölü 


Sabah 09.00’da Kars garındayız. Şevin ve Mahmut Abi beni uğurluyor. Kars’tan Erzurum'a kadar makinist kabininde gitmek için daha önceden makinistle konuşmuştum. 


Katarımız Yola Düzüldü, Makinistin Aynasında


Makinistin Penceresinden Kars Köylükleri

Selim istasyonu Ruslardan kalma çok hoş bir bina. Sarıkamış’ta çam ormanlarının arasındayız. Erzurum'a kadar kurak bir arazinin ortasında gidiyoruz.



 Ruslardan Kalma Selim İstasyonu  


Sarıkamış'ta Çam Ormanlarının Arasından Geçereken

Makinist Muharrem Abi bana Malakanlar’ın günlük yaşamını idame ettirmek için yaptıkları değirmenleri gösteriyor. Malakanlar 93 Harbi ile Rusya’dan gelip Kars’a yerleşmiş bir topluluk. Malakanlar, Kars`ta bölge halkına peynircilik, değirmencilik, bahçe ziraatı, arıcılık, hayvancılık ve tarımda büyük katkılar sağlamış.

     
Makinistlerin Penceresinden  Hikayeler


   Kışın Isınmak İçin Kullanılan Tezek Yığınları  
     
Erzurum’da makinistler değişince ben de kendi kompartımanıma geçiyorum. Benden başka yolcu yok, karanlık bastırınca uykum da geliyor, günlerdir festival kapsamında yapılan gezilere, film gösterimlerine, konserlere gitmekten doğru düzgün dinlenemedik. Öyle bir uyumuşum ki Erzurum’dan Yozgat Yerköy’e gelmiş trenimiz. Ankara’dan otobüsle devam edeceğim, İstanbul’a daha çabuk gidebilmek için.



Mor; Trenle Gittiğim, Yeşil Gezdiğimdir



  --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1) Ani Harebeleri'ne girişte tabelada yazan metinden.                                                                          
(2) İshak Paşa Sarayı'na girişte tabelada yazan metinden.
(3) Baba Zula'nın Şarkısı                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                              
                                                                                                                                                                                                                                                                         






             






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Zephry Ekspresi ile Kuzey Amerika'yı Keşif 3: San Francisco

25 Ocak 2020 San Francisco  Üç günün sonunda Emrywill tren istasyonunda iniyorum ve otobüs aktarması ile San Francisco'ya geçiyoruz.  Sa...