18 Şubat 2017 Cumartesi

tren ve tren istasyonlarını gezmek; Ankara, Zonguldak, Sivas, Samsun




Otobüsten
                               

Trene

05/08/2008

Bu defa yolculuğun tekerleğinin döndüğü yer Haydarpaşa değil. Otobüsle İstanbul’dan çıkıyorum, Ankara Gar’dan 23.00’te kalkacak olan Karaelmas Ekspresi’ne yetişmem gerekiyor. Sabah, güne erken başladığım için otobüse biner binmez uyumuşum. Gözümü açtığımda İzmit’in Dilovası İlçesinden geçiyorduk. Dilovası, sanayi bölgesinde yer alıyor. Üretim yapan fabrikalarda arıtma tesislerinin yeterli bir şekilde kullanılmamasından dolayı zehrin bulut olarak havada uçuşup ciğerleri doldurduğu ve son dönemde kanser vakalarının en fazla arttığı yerlerden biri. Dilovası; denizinden toprağına, karıncasından insanına kadar sanayileşmenin kangrenleşmiş bir sorunu olarak karşımızda duruyor. Hereke’den geçiyoruz, Hereke’yi neden bu kadar seviyorum diye düşündüğümde sanırım el emeği halılarıyla bilinen, tanınan bir yerleşim yeri olması beni etkiliyor.

Akşamüstünün ışığı tüm doğaya hâkim olmuş durumda. Denizin rengi bir başka güzel, kentlerin rengi bir başka hoşlukta. Otobüsün penceresinden görünen doğa tamamen pastel renklere bürünmüş. Işık, ışığın yaratmış olduğu renkler, deniz beni sarhoş ediyor ve bu sarhoşlukla bedenimi otobüs koltuğunda bırakıp da ruhumla görünen coğrafya üzerinde bir gezintiye çıkıyorum sanki. Uçma hissi rüyalarımdan bildiğim, bana fazlası ile aşina ve fazlasıyla sevdiğim bir his. Evet, bir kelebeğim sanki, parıltılı denizin, dalgaların, balıkçı teknelerinin, koca koca gemilerin üzerinden karşıya geçmeye çalışıyorum, denizin üstünde hafif bir esinti ile uçuyorum. İzmit Körfezinden karşıya geçip uzun süre sonbaharın kendini hissettirmeye başladığı ormanda uçuyorum, uçuyorum, uçuyorum… bir kelebek olarak…

Bedenim ise otobüs ile tünellerden geçiyor. Birinden bir diğerine, İzmit’e kadar. İzmit- Adapazarı arasındaki sonbahar beni büyülüyor. Toprağın üstü rengârenk yaprak örtüsü ile kaplı. Doğaya birbirinden güzel renkler hâkim. Özellikle kavak ağaçları; alt kısımları yeşil, üstleri ise sarı. Doğa bir renk cümbüşünde. Sanki bir ressamın fırçasından tuvale dökülmüş gibi. Büyüleniyorum.

Sonbahar ve ilkbahar; doğanın ölüm ve dirilişi üzerine düşünürken edebiyat öğretmeni olmaya karar verdiğim anı hatırlıyorum. Lise sıralarında bir öğrenciyim, başımı sıraya yaslamış uyumak üzere iken, edebiyat öğretmenimin Hasan Ali Yücel’in şiirinden okuduğu iki satırlık alıntı ile irkiliyorum;
  “Öldükten sonra yakın beni savurun dağlara küllerimi
    Her ilkbaharda döneceğim size…”

Yaşamdaki döngü büyüleyici. Evren öylesine güzel bir ahenk içinde ki. Ve Nazım Hikmet’in Afrikalı bir kadına seslenerek anlattığı bu ahenk;

Ve dünya öyle büyük,
öyle güzel
        öyle sonsuz ki deniz kıyıları
her gece hepimiz
        yan yana uzanıp yaldızlı kumlara
yıldızlı suların
        türküsünü dinleyebiliriz...
Yaşamak ne güzel şey
                        TARANTA - BABU
                                        yaşamak ne güzel şey...
Anlıyarak bir usta kitap gibi
bir sevda şarkısı gibi duyup
bir çocuk gibi şaşarak
                           YAŞAMAK...
Yaşamak:
birer birer
            ve hep beraber
                          ipekli bir kumaş dokur gibi...
Hep bir ağızdan
                sevinçli bir destan
                                        okur gibi
                                                YAŞAMAK…

Doğa, yaşamak öylesine güzel ki ama maalesef biz insanlık tarihi boyunca bu yaşamı adil bir şekilde paylaşamadık, paylaştıramadık.

Hava kararıyor, sonbaharın renkleri kayboluyor, biz Bolu Dağını tırmanmaya başlıyoruz. Trenin kalkışına yetişemeyeceğim düşüncesinin gerilimiyle uyuyamıyorum da. Yetişemeyeceğim anlaşılınca başka planlar çizmeye başlıyorum. Ankara’ya girer girmez iniyorum, trenin kalkmasına 20 dakika var, gara da 20 km var. Taksi şoförüne rica üstüne rica ediyorum ve 150 km hızla beni yetiştirmeye çalışıyor. 

Sabah, kardeşime, ölünce kalbimi üç parçaya ayırmalarını; bir parçasını doğduğum ve tarihte birçok acının yaşanmış olduğu kasabamız Kaynarca’ya, diğer bir parçasını yakın tarihte birçok acının yaşanmış olduğu Diyarbakır'ın Kulp İlçesi’ne, diğer bir parçasını da Hicaz Demiryolu’nun Toros Dağlarında uzandığı 100 metre yüksekliğindeki Varda Köprüsü’nün üzerindeki rayların arasına gömmelerini söylediğimi hatırlıyorum. 150 km hızın içinde kardeşime söylediğim bu cümleler aklıma gelince “vasiyetimi de söyledim, herhalde bu hızla bir kazaya kurban giderim” diye düşünüyorum.

Sağ salim gara geliyoruz. Aklımda kardeşimin verdiği cevap "Abla bizi dirinle bir hayli uğraştırdın, bir de ne olur ölünle uğraştırma!" Hatırlayınca yine gülüyorum. Neyse şimdilik dirimle uğraşmaya devam etsinler. 

Tren sevdalısı arkadaşlar beni bekliyor, trenin kalkmasına az bir süre kalmış, biz de yerimizi alıyoruz. Bir yandan muhabbet ediyoruz, bir yandan da kafalarımızı camdan çıkarmışız gökyüzünü seyrediyoruz. Her yer pırıl pırıl yıldız. Hayyam’ın dizeleri düşüyor aklıma;
      Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye?
      Ne zaman yıkılıp gidecek bu güzelim kubbe?

Ülker Takım Yıldızı gökte yüzyıllardan beri asılı. Denizcilere şans getiren bu yıldız, tren sevdalılarına şans getirecek mi acaba? Gece yataklarımızda muhabbet ederken daha Kırıkkale İstasyonu’na varmadan uyumuşum. Sabah 06.00’ydı uyandığımda. Karabük Demir Çelik Fabrikası’nın içindeki Ülkü İstasyonu’ndaydık. Fabrikanın içinde, işçilerin inip bindiği bir istasyon. Raylar, yük taşıma amaçlı fabrikanın içinden geçiyor. 

Karabük İstasyonundan sonra en sevdiğim tren istasyonları yeşilliğin içinde sıra sıra dizilecek. Ben de en arka vagona gidiyorum. En arka vagonda, sağımda ve solumda rahatlıkla açacağım kapılardan sabahın seherinde doğayı ve küçük yerleşim yerlerini seyredip fotoğraflayacağım.  Gavlan (çınar) ağaçları arasındaki Kayadibi İstasyonunu görmeyi, fotoğraflamayı beklerken bu istasyonu kaçırmış olmama çok üzüldüm. Filyos Çayı yol boyu bizi yalnız bırakmadı, sabahın serinliğine daha bir serinlik kattı. Daha önce birlikte yolculuk yaptığımız Celal Abi karşıladı bizi. Zonguldak’ın içinde kömürün temizlendiği yapıları, buharlı trenleri gezdirdi.

Filyos Çayı Üzerindeki Küçük Köprüler 



 En Son Vagondan Doğaya Açılan Pencere 



Yeşillikleri Dolanan Raylar

Zonguldak limanında oturuyoruz kahvaltı için, karşımızda “Erdeniz” adlı tren feribotu var, kocaman. Yüklü tren vagonları bu feribota bindiriliyor ve Ereğli’ye deniz yoluyla taşınıyor. Yolculuğumuzun birinci bölümü olan Ankara- Zonguldak arası tren yolculuğu ve Zonguldak şehir turu bitmiş durumda. Otobüse binip Ankara’ya geliyoruz. Yolculuğumuzun ikinci bölümü olan Ankara- Sivas arası gece tren yolculuğu için zamanımız var. Biz de Ankara Gar’ındaki Buharlı Lokomotif Müzesi’ni geziyoruz. Lokomotif Müzesi’nden birkaç kare;


Kömür Kazanına Kömür Dolduran Aracıyla, Buharlı Lokomotif.  


Kim Bilir Anadolu’nun Hangi Dağlarını Aştı Da Geldi?  


  Kim Bilir Kaç Ateşçi, Kaç Makinist Bu Lokomotifte Çalıştı?

Ve Ankara Garından ray görüntüleri, envai çeşit geometrik şekille...
            

Rayların Oluşturduğu Şekillerle Kelebek Figürü 



Birleşen Raylar…



İç İçe Geçmiş Raylar…

Hava karardıktan sonra 4 Eylül Mavi treni hareket ediyor, üç arkadaş kaldık. Bir mühendis arkadaşımız da İstanbul’dan Kayseri’ye uçakla gelecek ve bizim trene Kayseri’de binecek. Bu tren yolculuklarını yapabilmek için otobüsleri, uçakları trenin hizmetine koştuk. Kırıkkale’de yine uyuyakalmışım. Sabah uyanmak için 06.00’ya kurmuştum saati. Erkenden de kalkıyorum. 

Gün doğarken Sivas’ı görmek istedim, en arka vagonda kapılardan birini açtım ve uyuyan Sivas’ı seyre koyuldum, henüz bozkır ortasındaki küçük kasabalardan geçiyorduk. Bir kolumu, düşmemek için, yolcuların trene binerken kullandığı demire geçirdim, bir elimle de  doğan günün trenin pencerelerindeki, kasabalardaki renklerinin fotoğraf çekiyorum. 


Doğan Günün Işığında Yol Alan Trenimiz…

Trenden sarkan bir halim var. Jack London’ın “Demiryolu Serserileri” adlı kitabından çıkmış bir karakter gibi hissediyorum kendimi. Biraz sonra yaşanacak olan olay, beni başkalarının da böyle algıladığını gösterir nitelikte. Bir süre sonra bozkırın ıssızlığında tren durdu ve lokomotiften inen biri arka vagona doğru koşmaya başladı, ben üstüme alınmadan fotoğraf çekmeye devam ediyorum. Kondüktör dikiz aynasından en arka vagonda sarkan birini görmüş ve trenden sarkan bana, fırça atmak için treni durdurup gelmiş. İlk önce kulağımı aradı, saçlarımın altında kalmış kulağımı bulamayınca burnumu tuttu ve bana bir güzel fırça attı. Öğretmeninden azar işiten bir çocuk gibiydim. Trenleri çok sevdiğimi, amacımın doğanın, köylerin fotoğrafını çekmek olduğunu söyleyince biraz yumuşadı ve beni alıp makinist kabinine götürdü. 


Ceza Olarak Getirildiğim Lokomotifin Penceresinden

Bu ne güzel bir ceza idi, Kızılırmak'ı, bozkırı, Sivas'ın kavaklarını doyasıya seyrediyordum. Sivas'a
 makinist kabininde çayımı yudumlayarak giriyordum. Bir yandan da dikiz aynasına bakarak en arka vagondan sarkan beni hayal etmeye çalışıyordum.

          

Ah! Kızılırmak, Ah!


 Sivas'ın Bozkırı

Düşündüğümde ruhumun Jack London’ın ruhuna  ne kadar yakın olduğunu anlıyorum. “Demiryolu Serserileri” Jack London’un otobiyografik bir romanı olarak geçer ve bu romanında Jack London’ın bir yere bağlı kalamamak, yeni yerler görmek, yeni insanlar tanımak, tren memurları, köylülerle kurulan iletişimler,, onların anlattığı hikayeler, macera arayışı, toplumu anlamaya çalışarak sosyolojiyi özümsemek gibi düşüncelerini ileri sürerek böyle bir tarzda yaşadığından bahseder. Baktığımda yolculuk yapma nedenlerimiz ne kadar da birbirine benziyor.

Sivas Garı’na girerken ben çayımı yudumluyordum. Garda arkadaşlarla buluştuk. Sivas çarşısında gezerken yol bizi Sivas Kongresinin yapıldığı binaya çıkardı, çok büyük, çok güzel taş bir bina. Cumhuriyet’in kararlarının alındığı bu yerin önemini hissetmeye çalıştık, hafızalarımızda kalan bilgilerle. Cumhuriyet de Anadolu’ya buharlı trenlerle yayıldı. Atatürk’ün, buharlı bir lokomotifin çektiği, pencereleri yarıya kadar inen bir vagonun camından Cumhuriyet’e bakan fotoğrafını hepimiz hatırlarız herhalde.


Sivas Kongresinin Yapıldığı Bina


Atatürk'ün Cumhuriyet'i Anadolu'ya Trenle Götürdüğü Anlardan Biri (1)

Yolculuğumuzun üçüncü bölümü için tren kalkmak üzere. Sivas- Samsun treninin en arka pulman vagonundayız. Bu güzergâhta ilk defa yolculuk yapacağım. Vagonda bizden başka hiç kimse yok, biz de istediğimiz gibi hareket ediyoruz. 22 binlik makine rampa çıkarken çıkardığı sesle tüm ovayı dolduruyor. Tren çok uzun bir süre S çizerek ilerliyor ovada. S çizerken de birçok kar tünelinden geçiyor. Bu bölgede çok fazla kar tüneli var, kuytu yerlerde kar demiryolunu kapamasın diye yapılmış. İstasyonlar, bekleyen yolcu kalabalıkları ile bir bir fotoğraf makinemin hafızasında dondurulmuş birer kare olarak kalıyor. Yolculuğu sanki trenin dışında yapıyoruz. Vagonun yarıya kadar indirilmiş penceresinden sarkmışız, ağaçların dalları yüzümüzden geçiyor. Hızın yarattığı rüzgârın bir gün yüzümü felç edeceğinden korkmama rağmen yıllardan beri açık tren camından başımı çıkarıp doğayı seyretmeyi çok seviyorum. 

Karadeniz’e yaklaştıkça demiryolunun iki yanı yeşilleniyor. Kurplar (viraj) daha bir güzellik katıyor yolculuğumuza. Amasya’dan geçiyoruz. Türkiye’de yolumun ilk defa düştüğü bir kent.  Amasya İstasyonunda gözüme bir ray otobüsü çarpıyor. Amasya ile Havza arasında çalışan bir otobüs. Otobüs ama karayolu için değil demiryolu için. Bana şaşırtıcı geldi, ilk defa görüyorum.

      
  Köy Sapağında Trenden İnen Yolcular  



 Turhal’da Vagonlarda Yaşayan Demiryolu İşçilerinin Kış Hazırlıkları 


Turhal’da Treni Bekleyenler
               

Yolculuk bitmek üzere ve ben her tren yolculuğu bitişinde hüzünlenir, içime dönerim. Yansımalara, çağrışımlara, yankılara... Yine oldu.                                                                           

        

Tren Hangi Yola Sapacak?    


Trenin Aynasında Saçlarını Düzelten Ağaç


Kayadan Yüzler Trenin Aynasında İzliyor Kendini

İftar vakti Samsun’a geliyoruz, hava kararmış, şehrin meydanındaki iftar çadırında yemek kalmamış. Biraz sonra Rize’den gelecek olan otobüs bizi alacak İstanbul’a yola çıkacağız. Yemek yemek için zamanımız yok. Otobüse bindiğimizde muavine yiyecek bir şeyler sorduğumuzda bize iftar pidesi uzatıyor.

Turuncu; Otobüsle, Mor; Trenle Gittiğim, Yeşil; Gezdiğimdir



 -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1) Atatürk'ün Anıları, http://dauadk.blogspot.com.tr/p/ataturkten-anlar.html, Erişim Tarihi: Şubat 2017


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Zephry Ekspresi ile Kuzey Amerika'yı Keşif 3: San Francisco

25 Ocak 2020 San Francisco  Üç günün sonunda Emrywill tren istasyonunda iniyorum ve otobüs aktarması ile San Francisco'ya geçiyoruz.  Sa...