12 Temmuz 2017 Çarşamba

Doğu Karadeniz sahili boyunca: Rize-Artvin-Batum


07/06/2012

Gecenin karanlığının denizin karanlığına karıştığı bir yol içinde ilerliyorum. Yolların yorgunluğunda sızıyorum, sabah yağmurun hızla yağışına, derelerin çamurlu hızlı hızlı akışına, dere ile denizin kavuştuğu bir noktada uyanıyorum. Yeşil; yağmurun, sisin arkasına sinmiş. 

Çingene olmalıyım. Romanya göçmeni 87 yaşındaki anneanneme, çingene olduğumuzu itiraf etmesini istiyorum, ama Tatar olduğumuzu söylüyor. Peki bendeki bu göçebe ruhun kökleri nereye uzanıyor?  

Sabah,  Rize'de pastahanede oturuyorum, dışarıda yağmur deli gibi yağıyor, karnesini alıp gelen gençlerin mekanı haline geliyor pastahane öğlene doğru.  Yalçın ve annesi Hatice Anne ile buluşuyoruz. Öğleden sonra da Maçahel Vadisi'ne yola çıkıyoruz. Rize'den Borçka arabasına biniyoruz, Karadeniz sahili deli gibi yağışlı, yağmurlu ve puslu havada uykum geliyor, yol yorgunluğu da olunca araçta sızıp kalıyorum. Borçka'da Maçahel aracını bekliyoruz. Borçka dağların içinde, yeşile alışık olmayınca, yeşil içinde boğuluyormuşum gibi geliyor. Borçka'dan Çoruh Nehri geçiyor, coşkun akıyor,  üstüne devasa bir asma köprü yapmışlar, tırsa tırsa köprüde yürüyüp karşıya geçiyorum, tırsa tırsa da geri dönüyorum. Köprü yürürken bir o yana bir bu yana sallanıyor. 


Borçka'da coşkun Çoruh üzerinde asma köprü
Maçahel Vadisi'ne yola çıktığımız köy dolmuşu bir hayli ilginç, bidonlar, çuvallar, arabanın üstüne bağlanmış, aracın içi de tıklım tıklım yolcu dolu, üst üste yola çıkıyoruz. Maçahel için çok heyecanlıyım. Sis, çok kısa bir süre zamanda yolu kaplıyor, ilerlediğimiz yolu görmenin imkanı yok, her tarafı kaplayan beyazlığın içinde gidiyoruz. 1860 metreye çıkıyoruz, yol kenarlarında hala karlar duruyor, beyazlık başka bir boyut, başka bir dünya gibi. Rüya ülkesi gibi nereye gittiğimizi görmeden gidiyoruz, bir masala açılma, varma umuduyla.  Doruktan aşağıya inişe geçiyoruz, vadiye iniyoruz ama hiç bir yeri görmeden.

Kışın altı ay kar varmış, yol çığ tehlikesinden dolayı kapalıymış, yazın da sis varmış.  Vadinin içinden Camili köyünü karşıdan görüyoruz. Geceyi geçireceğimiz pansiyon Kayalar köyündeymiş. Camili köyünden Efeler köyüne kadar dere kenarından gidiyoruz. Yanımızda akan su  güldür güldür... 


Vadi içinden akan köpüklü dereler
Efeler'den Kayalar köyüne dağ yamacından tırmanıyoruz. Fehmi Abi'nin pansiyonuna gelince, çok sıcak karşılanıyoruz.  Ahşap, oymalı, yukarı doğru açılan pencereli bir köy evinin sundurmasında sobanın yanında oturup, çay içiyoruz. Evin ve mahallenin kadınları orada, çok hoşlar, sobanın dibinde ısınıyoruz. İçerde bizim için hazırlanmış yemeğe geçiyoruz, ahşap ev insanın içini ısıtıyor.  Aile Gürcü, daha doğrusu Maçahel Vadisi'ndeki köylülerin hepsi Gürcü. Yemekten sonra pansiyonun restoranının şöminenin başına geçiyoruz. Biralarımızı açıp şöminenin başında içiyoruz, Fehmi Abi ve mahalleden arkadaşı da geliyor, sosyal demokrat insanlar her konuda konuşuyoruz, bu vadide koca bir kış atlattıkları ve iki insanın muhabbetine aç oldukları belli, geç saate kadar bizimle muhabbet etmek istiyorlar. En genci 50 yaşında olan, Maçahel çok sesli korosundan bahsediyorlar. Gürcüce söylüyorlarmış, kendi aralarında Gürcüce konuşuyorlar ama Gürcüce eğitime hayır diyorlar ortak bir paydada buluşmak adına. Gece geç saate kadar şömine etrafında içip konuşuyoruz ahşap pansiyonda.

Gün doğumu ile uyandığımda pencereden bakmaya ürküyorum, pansiyona siste geldiğimiz için, içinde bulunduğumuz ortamı bütünlüklü göremediğim için, nasıl bir manzara ile karşılaşacağımı bilemiyorum. Pencereden karaçam ormanlarını açılıyor gün, yüksek dağlar art arda ve çamla kaplı ve biz de o orman içindeyiz. 


Karaçam ormanlarına doğru
Korkuyorum bu kadar güzellikten, harika bir vadinin içindeyiz. Kahvaltımızı yapıyoruz yine ahşap evde, gün pırıl pırıl, dünkü yoğun sisten eser yok. 


Kaldığımız ahşap pansiyon
Kayalar köyünden aşağı ormanın içinde yürümeye başlıyoruz, keyifli bir yol, dereye kadar bayır aşağı indikten sonra, vadinin içinden dereyle birlikte yürüyoruz. Efeler köyü dere kenarında, küçük, doğanın dinginliğine uyum sağlamış, taştan köprülerle huzurun iki yakasını şırıl şırıl suyu aşarak birbirine bağlamış pastoral bir yaşam. Köprülerin üstü yosun bağlamış, dereler için süslenmiş kapılara benziyor, yol kıvrıla kıvrıla küçük şelalelere çıka çıka devam ediyor, köylülerle muhabbet ediyoruz, inek sürüleri karşımıza çıkıyor, inekler cılız, boyunları boncuklarla çok da güzel süslenmiş. Dere üstüne yapılmış köprülerin çatılarında kızaklar, kış için hazırlanmış kızaklar, ama hangi hayvan bu kızakları çekiyor bilmiyorum. 


Yürüyüş yolumuzdan manzaralar


Derin vadiler

Köpüklü dereler


Dere boyunca kilometrelerce yürüyoruz

Çatılı köprüler, kışın kullandıkları kızaklar da çatılara asılmış

Vadi içine dağılmış evler
Altı ay kar hiç kalkmıyormuş, kışın ulaşım sadece Gürcistan tarafından açıkmış, özellikle 1860 metre yükseklikten aşağı vadiye geçmek pek mümkün olmuyormuş. Camili köyüne geliyoruz, Gürcistan sınırındaki köy, vadinin içindeki köylerden biri. Hane sayısı diğer köylere göre daha fazla, TEMA Vakfı kocaman bir konak evi yapmış ve vakıf ana arı yetiştiriciliği yapıyor, sanki vadinin, köyün hakimi gibi bir kurumsal misyon da biçmişler kendilerine.  Bir gece Camili köyünde kalacakken vazgeçiyoruz, bir öğretmen ile uzun uzun muhabbet ediyoruz, Camili'de yaşamın zorluklarını anlatıyor, altı ay boyunca köyden hiç dışarı çıkmıyormuş. Kıvrıla kıvrıla vadeyi geride bırakıyoruz, Camili yukarılardan vadinin içinde kıştan yeni uyanan nazlı bir çiçeğin güzelliğinde görünüyor. Sis yine bir çöküyor, göz gözü görmüyor, şoför zor gidiyor. Borçka'dan Hopa'ya deniz seviyesine inen yol da insanı etkiliyor. Özellikle akşamüstü güneşinin ışıkları altında, dağların arkasından denizin üzerinde kocaman kızıl bir topu izlemek. 

Geceyi Hopa'da geçirip, sabah Gürcistan'a geçiyoruz. Batum'a gelmeden Çoruh Nehri geniş bir yataktan, devinimsiz Karadeniz'e dökülmekte. Batum geniş bir düzlük üzerinde, muhtemelen Çoruh Nehri'nin binlerce yıldır oluşturduğu deltası bu düzlük.  Batum'un evleri, Rus mimari estetiğinde, yüksek yapılar yok. Sokakları, evleri Kars'taymışım hissi veriyor. Arnavut kaldırımları, taş evler, insanlar şimdiden bir tatil ruhunda, Gürcistan'ın insanları rahat, deniz yazı getiren insanlarla dolu. 


Batum'da balkonlarda balıklar, kurutmak için
Gece bitmiş bir halde Ayder Yaylası'na kendimize atıyoruz, sabah pırıl pırıl bir hava Ayder'de. Sisin olmadığı nadir havalardan. Kahvaltıdan sonra Kavrun Yaylası'na doğru yola çıkıyoruz, çam ağaçlarının kıyısında yürüyüp, sulara giriyoruz. Bastıran sıcaktan korunmak için kocaman yapraklardan şapka yapıyoruz kendimize. Beş kilometrelik bir  yürüyüş yapıyoruz, bazı bölgelerde kar tabakaları duruyor hala, bir yanımızda gürül gürül akan dere, bir yanımızda sarı sarı çiçekler, bir yanımız kar tabakaları. Ağaçların bittiği, çayırların başladığı yerden geri dönüyoruz, aslında tam da yayla havası yeni başlamıştı. 


Yeşile oyulmuş, beyaz köpükler


Doğadan şapkalarımız



Farklı ağaçlardan ve çiçeklerden şapkalarımız

Fırtına Vadisi'nden devam edip Rize'de yollarımızı ayırıyoruz. Hatice Anne Malatya, ben Gerze, Yalçın da Güneysu yolcusu. Yollarımız ayrılıyor.


Sarı otobüsle gittiğimdir










9 Temmuz 2017 Pazar

başka bir Karadeniz kentini keşif; Giresun


26/05/2012


Karşıdan bakınca ne güzelsin Gerze'm. Anadolu coğrafyasında böyle güzel, böylesine yaşanılası bir yer var mı başka? Dağlara tırmandıkça dönüp arkama bakıyorum, Gerze'yi bir kez, bir kez daha karşıdan görebilmek için... Cayva'da yapılan viyadük, devasal, korkunç çirkin bir şey olmuş. Viyadüğün inşaat halinin altından geçiyoruz, nasıl korkutucu nasıl doğanın güzelliğine zıt. Karadeniz sahil yolunda ilk defa gündüz yolculuk yapacağım, hava dolu, kurşuni bulutlar öbek öbek...

Kanlıçay çamları kesileli çok oldu, ama ben hala alışamadım. Bu yolun inişinde ve çıkışında, yan taraftaki güzelim çamlar, hepsi gitmiş. Gördüğümde şok olmuştum, Sinop'tan Doğu Karadeniz'e giderken en sevdiğim yerdi, çamların arasından kıvrıla kıvrıla vadiye inen o yol. Şimdi çıplak bir yerden vadiye iniyoruz. Vadide küçücük bir dere, bu dere de HES kurbanı.  Yakakent'te pirinç tarlaları su içinde,  tarlaların kenarları toprakla kapatılmış ve tarlaların içi su havuzu, aynı gibi tarla yüzeyleri. Bu aynadan bulutlara seyret, uçan kuşları seyret. Bahçeler hazırlanmış, mısırlar, taze fasulyeler, domates, biber... İnsanlar bahçelerde, kadınlar bir aletin üstüne dört kişi yan yana oturmuş, traktörle tütün sıralarını sürüyorlar. Traktörün arkasında farklı bir pulluk, bu pulluğun üzerinde yan yana dörtlü sıra şeklinde herhalde ağırlık olsun diye oturmuş kadınlar... Tütün fideleri küçük daha tarlalarda. Ev önlerinden kız çocukları el sallıyor, ben de el sallıyorum. Karadeniz sahil yoluna bakıyor evleri, ama eminim şehirler arası bir yolculuk yapmamışlardır. Öyle hasretle özenerek el sallıyorlardı ki... Bir çocuk üç veya dört yaşında, yol kenarında çamurda oyun oynuyor. 

Bahçelerdeki bu ekim dikim işi bir raks, toprakla insanın raksı... Bu raks ise insanı, kurdu, kuşu, böceği besliyor. Bu raks doğayı güzelleştiriyor, bu raks insanı güzelleştiriyor... Bu raksın adı "EMEK." İçim çok güzel, Karadeniz'in mavisini, Karadeniz'in yeşilini seyrediyorum. Kızılırmak yıllanmış, akışında, sessizliğinde güzelliğinde. Sivas'tan buraya dolana dolana, can vere vere, insanla doğanın raksına eşlik ederek,  bu raksa bereket vererek akıyor. Bafra Ovası bereket taşıyor. Kızılırmak'ın yıllanmış, yüzyıllanmış, bin yıllanmış emeğinin ürünü, Bafra Ovası...

Gelincikler süslemiş her yanı, kırmızı,  yeşiller içinde, kurutulmuş mısır demetleri pencerelere asılmış, sarı, mısırın sarısı... Mısır, Karadeniz'in simgesi. Çarşamba Ovası'nda Tekkeköy Termik Santrali, ön koltukta oturan ortaokul öğrencisinin babası da orada çalışıyormuş "zararı çok" diyor.  "Dumanı hep bizim eve geliyor" diyor. Çarşamba Ovası'nda Yeşilırmak'ın bin yıllık çabası, bereketi termik santralin pisliği ile yok ediliyor. Çarşamba Ovası sonsuz yeşillikte, fındık tarlaları, pirinç tarlaları burada, pirinç tarlaları yemyeşil. Fındık işçileri ağustosta yolları dökülür, mevsimlik işçilerin trafik kazaları, gazetelerin 3. sayfasına düşmeye başlar. Ayrıca Kürtlere yönelik ırkçı söylemler çoğalır.

Küçük bir dere üzerinden geçtik, suları yeşil. Üstünde yuvarlak yuvarlak nilüfer yaprakları, çiçekleri patlamamış daha.Terme çıkışında devasal bir termik santral, bitme aşamasında, termik santral yapabilmek için fındıklıkları kesmişler, santral fındıklıklar arasında. "Büyük Türkiye Büyük Yatırım" yazıyor termik santralin reklam tabelasında, 20 yıl sonra Türkiye'nin girişinde, "Büyük Enerji Çöplüğü, Büyük Türkiye" yazacak. Çarşamba Ovası'nda iki tane termik santrali. Elektriğe ihtiyacımız varmış, tüketim çılgınlığını durdurmaya ihtiyacımız var aslında, bu tüketme hırsımız durmalı.

Karadeniz sahil yolu Ünye'yi çok etkilememiş. Tek yoldan devam ediyor karşılıklı ulaşım, parklar, bahçeler, ilçenin düzeni güzel. Yol üzerinde birçok bar var, 1980 yılların solcuları açmış bu barları. Karadeniz'de tüm yerleşimler birbirine benziyor ama Ünye farklı, doğuya gittikçe yeşillik artıyor. Mısır, tütün, pirinç, fındık, çay, Karadeniz'i güzelleştiriyor ve zenginleştiriyor bu coğrafyayı. Ordu'da sahilden küçük bir dağın tepesine teleferik çıkıyor, turistik bir amaçla şehir panoraması için kurulmuş.

Giresun'da iniyorum, Yalçın'la buluşuruz. Çarşıda eski evlerin olduğu dar sokaklarda, yokuş yukarı çıkıyoruz, rektörlük binası da eski bir bina. Daha dik bir yokuştan kaleye tırmanıyoruz, Giresun kalesinde deniz manzaralı bira içiyoruz, beton yığını bir kent. Betonların arasında direnen ahşap evler... 


Giresun'un eski evleri


Betona dönmüş bir Karadeniz sahil kenti

Kaleden inerken kafamızın da hoşluğu ile yokuş aşağı inerken balkonlardan rengarenk sardunya çalıyoruz. Sardunyanın yaprağının kokusuna da çiçeğine de bayılıyorum.

Tirebolu arabasının kalkmasına daha var, biz de Giresun'da kapitalizmin kendini yeniden ürettiği, insanların kendini yeniden yeniden tükettiği en işlek caddesinde  yürüyoruz. Gece Tirebolu ya geçiyoruz, sahil yolunun bozmadığı nadir yerleşimlerden. Bir de Perşembeyi merak ediyorum, gece Tirebolu'ya ulaşıyoruz, bir şey anlamıyorum. Öğretmen evine geçiyoruz, öğretmen evleri artık bitmiş, berbat bir  yer. 

Öğretmen evinin penceresinden

Sabah daracık yokuşlardan iniyoruz, sokakları Mardin sokaklarına benziyor, daracık inen, dönen, çıkan, bir evde biten merdivenler. Betonarme evlerin arasında, ahşap eski evler de var, burada da çiçeği seviyor insanlar, Gerze'deki gibi. Daracık merdivenler yosunlu, yosunlu merdivenlerden sahile iniyoruz. 


Eski evler
Gerze'nin iskelesi gibi güzel bir deniz kıyısı var; tekneler, deniz, çay bahçesi... Bir çay bahçesinde kahvaltımızı yapıyoruz. küçücük bir yerin sessizliği, sakinliği, hoşuma gidiyor. Küçük kalesi kapalı, iskelede istavrit avcıları var. İskelede teknelere, ağlara baka baka ilerliyoruz, kayalıklarda dolaşıyoruz. 

Balıkçı tekneleri

Tirebolu Kalesi

Rengarenk balıkçı ağları

Sahili güzel ama yerleşimi dik ve beton, Gerze çok çok daha güzel. Öğleden sonra 6 saatlik bir Karadeniz sahili yolculuğu ile güzel Gerze'ye varıyorum.


Otobüsle gittiğimdir






5 Temmuz 2017 Çarşamba

Kaçkar Dağları'nın yaylalarında; Rize ve Ayder


30/12/2011

Yeni bir yıl öncesi, yeni bir yol hikayesi. Gece yapılan yolculuktan tek hatırladığım Gerze'nin denizde yansıyan ışıkları, güzelim Gerze... Anadolu coğrafyasında o kadar çok gezmeme rağmen Gerze gibi sıra dışı bir yerleşimin varlığından çok geç haberim oldu. Işıklı küçük bir burun denizde, arkasında kocaman ışıklı bir burun daha. Sinop ve Gerze'nin denizdeki görüntüsü birbirini nasıl da tamamlıyor. Sonrası uyku, gün ağarmaya başlarken Trabzon'dayız. 

Rize'de yeni bir gün başlıyor gün pırıl pırıl, şehir merkezinde sokaklar tenha ve ben bir pastahanede Yalçın'ı bekliyorum. Yalçın'ın hem çalışma hem yaşama alanı Rize. Sabahın soğuğunda çay ocağında bir yandan çay içip bir yandan da tavla oynuyoruz. Ayder Yaylası'na  gitmek için Ardeşen'e dolmuşa biniyoruz. Ardeşen sokaklarında dolaşıyoruz. Artvin'e yakın yerleşimlerde toplumsal yaşam daha rahat, tekel bayileri bile göze çarpmaya başlıyor. Ayder Yaylası için nevalemizi alıyoruz. Tüm sahil Karadeniz kentleri ve ilçelerinde rahatsız edici bir şey var ki her yer aynı beton yığınına dönmüş, binalar üst üste, dağ ile deniz arasındaki mesafe az olduğu için betonlaşma üst üste binmiş.
Karadeniz sahil yolu, yerleşim yerleri ve deniz arasında yol vermez bir barikat gibi. İnsanların denizle tüm bağları kopmuş. Dolayısıyla denizden kopan halk daha da yozlaşmış, Ardeşeni boydan boya yürüdükten sonra Fırtına Deresi ile denizin buluştuğu kavşakta dolmuş bekliyoruz. Uzun süre beklediğimiz kavşakta, karla kaplı Kaçkar Dağları'nın zirvelerini izliyoruz.


Fırtına Deresi
Bir araç geliyor Çamlıhemşin'e kadar bizi bırakıyor, Fırtına Vadisi'nde, Fırtına Deresi'ne paralel ilerliyoruz, çok keyifli bir yol. Dağlar kat kat, bir dönemeci dönüyorsun, başka bir daha dönemeç başlıyor, bir dönemeci dönüyorsun başka bir başka bir dönemeç başlıyor. Matruşka gibi dağlar, ilerledikçe yenisini gördüğün. Çamlıhemşin'den Ayder'e kadar araç bulamıyoruz.

Biz de etrafta yürümek istiyoruz. Çamlıhemşin ortasındaki köprüyü geçtikten sonra dağın arkasına dolanan yola sapıyoruz. Benim normalde yerleşim yerindeki son evi geçtikten sonra, açık alan korkum başlar, panikler, kaygılanırdım. Oysa şimdi çok sakinim ve yürümekten çok keyif alıyorum. O an orada, agorafobimin, son aldığım hipnoz tedavisinden sonra  beni terk ettiğini anlıyorum, bu duruma bayılıyorum.Bu harika bir pantiest olarak doğadan korkan ben, şimdi Tanrımı tanımaya, anlamaya, onun bir parçası olduğumu keyif içinde yaşayarak hissetmeye başlıyorum. Evet, doğanın bir parçasıyım, tıpkı bir böcek, bir kurt, bir ağaç, bir ot, bir yosun gibi. Yaşasın, o an çok mutluyum. 

Çamlıhemşin'den araç yok, bizde küçücük ilçenin dışına çıkıyoruz, araç denk gelirse bineceğiz, jandarmanın aracı duruyor. Devriye atıyorlarmış, Ayder Yaylası'nda asayişin berkemal  olup olmadığına bakacaklarmış. Jandarma komutanı muhabbet sever, konuşma açıyor durmadan, bir hafta önce Fındıklı'daki vadideki HES mücadelesinden bahsediyor. Dere yatağı ıslağına köylülerin kanmayıp, bunun bir HES çalışması olduğunu ileri sürmeleri gerginliğe sebep olmuş, bu gürültü patırtı ya komutan da gitmiş. Köylülerin haklı olduğundan bahsediyor, komutan biraz da olsa vicdan sahibi birine benziyor. Muhabbet etmekten Fırtına Vadisi'ni izleyemiyorum.

Ayder'e giriyoruz, kar var, sol yanımızdan çığlıklar yükseliyor. İnsanlar dağların yamaçlarından kayıyor, pansiyona gitmeden bir naylon poşet bulup biz de kayıyoruz, çok keyifli. Üstümüz başımız sırılsıklam, mahvoluyoruz. 


Ayder Yaylası'nın donmuş soğuğu

Ayder'de kayma heyecanı
Pansiyonun yolunu tutuyoruz, biraz dinlendikten, kırmızı şarabımızdan birer kadeh alıp kendimizi tekrar dışarı atıyoruz. Ayder Yaylası'ndan Yukarı Kavrun Yaylası'na yürüyoruz. Karların içinde durup durup Kaçkarlar'ı izliyoruz, güzelim kızılçam ağaçları sağ yanımızda, sol yanımızda adının gürgen olduğunu öğrendiğimiz devasal ağaçlar.  


Yürürken izlediğimiz zirveler


Ahşap evler

Yürüyüşümüzden
Tepelerinde kara kovanlar, ayılar ulaşmasın diye oraya yerleştirilmiş, insanlar, çıkıp da o kara kovanları oraya nasıl yerleştirmiş hayret ediyorum. Gürgenlerin kökleri toprağın dışına taşmış, karda yürüyoruz, hava kararmaya başladı, ateş yakmış içen insanlar etrafta, gökyüzüne bakıyorum. Agorafobimi aşmış olmanın zaferi, mutluluğu. Dönüşe geçiyoruz. 


Ayder'e doğru dönüş yolu

Akşam yaklaşmasına rağmen hala kayma coşkusu
Akşam yemeğinde mıhlama yiyoruz, mısır unu, tereyağı ve peynirden yapılıyor. Tekrar tekrar, çığlık çığlığa kayıyoruz, ateşler yıkılmış bölge bölge. Ateş başlarında tulumlar çalıyor, gece içmeye devam ediyoruz. Erkenden sızmışım, yeni bir yıla girerken havai fişeklerin sesine uyanıyorum. Sabah pansiyonda kahvaltımızı yaptıktan sonra, yine Yukarı Kavrun Yaylası'na doğru yürüyüşe çıkıyoruz. Yürüyoruz, yürüdükçe kavşakları döndükçe bembeyaz karla dağ dorukları görüyoruz. Işıl ışıl karlar,  doğada yürüyüş harika ve ben bunun özgürlüğünü yaşıyorum.  Pansiyondan çantalarımızı alıp Ayder Yaylası'ndan aşağı yürüyüşe geçiyoruz, insanlar hala kayıyor. Vadiye giriyoruz Çamlıhemşin'de giden yol bu. Gürgen ağaçlarının devasallığı büyülüyor bizi, gürgenlerin yükseklerinde kara kovanlar. 


Gürgenlerdeki kara kovanlar

Dağlar art arda, bir dönemeç bitince, başka bir dağ, başka bir dağ... Dağ dorukları büyülüyor beni, kendimi doğanın bir parçası hissedip tam bir panteist ruhuyla huzur buluyorum. Sol yanımızdan Fırtına Deresi akıyor, şırıl şırıl... Bir saat vadinin içinde yürüyoruz, müthiş bir his özgürlük bu...

Yorgunluğu hissedince gelen dolmuşa biniyoruz, dolmuşta iyice bir bitkinlik çöküyor. Rize'de akşam yemeği ve çay evinde tavla oynadıktan sonra bana Gerze yolu görünüyor. Gerze'ye 04.0'te varıyorum ve sanki gündüzmüş gibi, elimi kolumu sallayarak geliyorum eve. Bu da Gerze'nin özgürlüğü...



Sarı, otobüsle yol aldığımdır

2 Temmuz 2017 Pazar

trenle Karadeniz'den Doğu'ya yolculuk; Samsun-Sivas- Malatya -Kars -Rize


30/06/2011

İstanbul'dan ekolojik bir yaşam için geldiğimiz, yeni yaşam alanımız Gerze'den Samsun'a yola çıktık. Gerze'den çıkınca yol inşaatı içine düştük. Cayva'da iş makineleri çalışıyor, güzelim Cayva, Gerze'nin tarihi fotoğraflarının çekildiği, insanların Gerze manzarasıyla denize girdiği, güzelim koy, katlediliyor. İnsanlar araçlarıyla 120 kilometre hızla gitsinler diye. Karadeniz sahil yolu çalışmalarının Gerze'ye dokunduğu ve doğayı katledip devasal betonlardan viyadüğe dönüştürdüğü koy.

Dağlara tırmanıp da arkada bıraktıklarımıza bakınca, Sinop denize uzandıkça uzanmış, önünde de küçüklüğü, sevimliliği ile Gerze... Uzunlu kısalı iki burun, Gerze gerçekten çok güzel bir yer. Kanlıçay'a geldiğimizde başka bir öfke daha yaşıyoruz. Dağın doruğundan Kanlıçay'a inerken  iki yanı çamlarla kaplı yol ağaçların kesilmesiyle birlikte çırılçıplak kalmış. Oysa çamların arasından kıvrıla kıvrıla, yerleşimin adını aldığı Kanlıçay'ın kenarına kadar iniyorduk, çok üzüldüm. Kanlıçay'a inince HES şantiyesi karşılıyor bizi. Kanlıçay'da kesilen ağaçlara mı üzülmeli yoksa HES'e mi? Doğayı, kârı için kullanan zihniyete lanet olsun.

Bugün Artvin'de Michael Vadisi'ndeki iki HES projes iptal edilmiş, birkaç gün önce Hopa'daki HES projesi de iptal edilmişti. Muğla Yuvarlakçay'daki HES projesinden sonra  üçüncü iptal edilen HES projesi. Yani buralarda HES'lere karşı toplumsal muhalefet kazandı. Hopa'daki zafer, Metin Lokumcu'ya ithaf edilmiş. Su hakkı mücadelesinde ölen Metin Lokumcu'ya. 

Yakakent'e geldiğimizde Karadeniz sahil yolundan devam ediyoruz, tüm Karadeniz sahilini mahveden bir proje. Tüm yerleşim yerlerinin, köylülerin, balıkçıların deniz ile bağlantısı kesilmiş, denize inmek için çift şeritli otobanı geçmek zorundasın. Araba sesi, araba hızı korkunç bir kirlilik, katledilen doğanın ise geri dönüşü yok, deniz doldurularak öldürülen balık yuvaları, koylarda kesilen ağaçlar, denize atılan hafriyat pislikleri. Yakakent sonrası Sarp Sınır kapısına kadar Karadeniz Sahil Yolu devam ediyor.

Yakakent civarında pirinç tarlaları gözüme çarpıyor, pirinci tarlada görmemiştim hiç. Şu an suyun içinde, ekin tarlası gibi görünüyor. Bafra'da karanlık bastı, Kızılırmak'ı göremedim. Samsun'da gece bir öğrencim ile oturuyoruz, gece demiryolu misafirhanesinin misafiriyiz.

Sabah, saati gelince tren sessiz sedasız Samsun'dan kalkıyor, fazla yolcusu yok. Dağların arasındaki dar koridorların serinliğinde ilerlemek tam bir terapi, demiryolu, zikzaklar çizen derenin kenarına yapılmış, onlarca demiryolu köprüsü, derenin üzerinde onlarca da tünel. Her tünel çıkışında dere karşılıyor bizi, derenin sesi, dağların serinliği trenin penceresini açıp da dışarı  sarkınca, kendimi nasıl da güzel hissettiriyor, ruhum yıkanıyor sanki derenin suyunda.

Şeftali bahçeleri... Demiryolu kenarlarındaki böğürtlenler hep çiçekte... Geçtiğimiz dağ ne dağı, yanımızdan akan dere ne deresi hiç bilmiyorum. Kavak istasyonuna kadar dağ ve dere ile gidiyoruz. Sonrası düzlük ve tepelik.  Soğan tarlalarını görüyorum, dönümlerce yeşil soğan. Bazı tarlaların soğanları ise beyaz çiçekte. Sonbaharda, soğanı toplama, kırmızı filelere doldurma ve kamyona yükleme işçiliğine yine tren yolculuklarında denk gelmiştim.  Mısır tarlaları, şeftali bahçeleri... Buğdaylar biçilmeye başlanmış, anızların içinde bir leylek dolanıyor. 

Amasya üç dağın arasına kurulmuş bir kent. Tren yolunun sağ tarafında dağlarda Kral Kayalar, dağlara oyulmuş evler, tren yolunun sol tarafında Yeşilırmak, Yeşilırmak kenarında eski ahşap Amasya evleri, evlerin restorasyonları tarihi dokuya uygun yapılmış, evler çok hoş görünüyor. Kerem ile Aslı hikayesi için önemli olan, mezarlarının bulunduğuna inanılan dağ, taş ocağı olmuş. Sözlü kültürümüzün ürünü bu güzelim aşk hikayesinin mekanı kâra açılmış. Birilerinin cebi dolsun yeter ki!

Şeker pancarı tarlaları.... Turhal'da olmalıyız, evet, Turhal Şeker Fabrikası, belki en az 70 yıllık, Cumhuriyet tarihinin endüstriyel mirasından. Trende, yalnız olduğumuz kompartımanda, şarabımızı, sigaramızı içtik. Yalçın'la kafalarımız hoş oldu, etraftaki tarlalara dair üretimden yola çıkarak sosyalizm üzerine bir muhabbet tutturduk. Amasya'nın çıkışında çok fazla sera vardı, sebzenin naylona hapsi, canımı sıktı. Yeşilırmak kuzeye, biz güneye akıyoruz. O Karadeniz'e ulaşacak, biz Orta Anadolu'nun bozkırına... Keyifli bir tren yolculuğu oldu, Orta Anadolu'nun kırmızı toprağı doğaya farklı bir ruh katmış. 

Sivas'ta bir gece, gecenin bir vakti gezilen medreseler, camiler... Selçuklu Dönemi'nden kalma muhteşem eserler... Çifte Minare, Gök Medrese, Ulu Cami.  


Sivas, Gök Medrese

Sabah, Madımak Oteli'nde yakılarak öldürülenler için anma yapılıyor, benim yine panik atak nöbetlerim tutuyor. Anmaya fazla dahil olamıyorum.


Yalçın'ın babası da Sivas'a, anmaya katılmaya gelmiş, babasının aracıyla Salıcık köyüne dönüyoruz. Bu yıl kayısı yok, kayısı çiçekteyken üzerine kar yağmış. Bahar çiçeklerinin üzerine kar... İki beyazın birbirine yok eden zıtlığı... Köyde iş daha önceki yıllara göre daha hafif, dut silkip pekmez yapıyoruz, silkelenen dutların içinde kıskaçlar, arılar, uğur böcekleri... Hepsi birlikte ezilip suyu çıkarılıyor, tam panteizm felsefesi... 


Pekmez Yapımı

Pekmezden pestil yapıyoruz, bir gün de vişne toplayıp reçel yapıyoruz. Köyde kayısıların kükürtle pişirildiği islimlerin yüzüne bakan yok. 


Susamlı Pestil

Telde Pestiller
Bir gün de iki taşın arası dedikleri yere yüzmeye gidiyoruz, vadilerde dolaşıyoruz. Açık alan korkumdan dolayı bir hayli kaygılanıyorum ilk başta ama sonra  toparlayıp keyfini çıkarıyorum. 


Salıcık köyündeki doğal havuzumuz

Meksika şapkaları ile kayısı işçileri


Salıcık köyünün zorlu coğrafyası


Kayalara tutunmuş kayısı ağaçları
Köydeki halim
Hekimhan'da treni bekliyoruz, karşımızda Hekimhan'ın Bakır Madenleri İşletmesi. Rayların kenarında küçük kayısı fidanları çıkmış, yer gök kayısı. İstasyonda bir bekleyiş, trene binip Gemerek'e yakın bir istasyonda iniyoruz.  Gecenin 1.00'i, güzel küçük bir istasyon. İstasyonda görevli Mehmet Abi trenleri karşılıyor ve uğurluyor. Gece 4.30'a  kadar muhabbet ediyoruz. Alevi bir abimiz, Alevilerin hoşgörüsünü taşıyan, insan sevgisi ile dolu. Deniz Gezmiş'in Gemerek'e geldiği zaman tanışmayı çok istediğini söylüyor. Gecenin 3.00'ünde Anadolu'nun küçücük bir istasyonunda Deniz Gezmiş'i anıyoruz. Terörü varlığına inanmadığını söylüyor. "Terör yok, aç insan var." diyor. Tokat'ta yaptığı görevden bahsediyor, ayılara olan sevgisi, onları anlatışı, çok hoş bir insandı Mehmet Abi. Gecenin vakti yaşamımıza girdi ve hoş bir anı olarak kaldı.  İki saat istasyonunun bekleme salonunda uyumuşuz. Tren gelir gelmez, trene atlayıp uykuya kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Divriği'ye kadar sağ taraftan akan küçük bir dere bize eşlik ediyor, ruhu okşayan bir akışı, bir manzarası var. Divriği'den sonra sol tarafta Fırat'ın açtığı derin vadiler, tek kelimeyle büyüleyici. 

Fırat Nehri ile yolculuğumuz


Vadinin içinde Fırat'ın kıvrılışı
Derin kaya uçurumlarının dibinde kıvrıla kıvrıla, güzel güzel akan Fırat, enfes. Daha önce burayı uyuyarak geçmiş olmalıyım ki hiç dikkat etmemişim. Murat Nehri'nin Bingöl'de Muş'taki manzaralarına çok benziyor. 


Fırat'ın kenarındaki köyler


Köylerin bağlantısını sağlayan asma köprü
Nehirleri katlediciler buraya da girmiş


Keskin kayaçaların arasından akan Fırat
Fırat'ın keyfine doyum olmazken, sağ tarafta Munzur Dağları başlıyor, dorukları karlı. Erzincan'a yaklaştıkça Keşiş Dağı görünüyor, solda kuzeyde Keşiş Dağı ile Munzur Dağları arasında geniş bir ova, ovanın ortasında Fırat... Belli ki ova daha öncesinde Fırat Nehri'ydi. Şimdi Fırat daralmış, çayır çimen olmuş, çayır çimen üzerinde de büyükbaş hayvanlar sürüler halinde, güzel bir coğrafya burası.Tren içinde geçen konuşmalarda Erzincan depreminin yaraları hala taze. 

Yanımızda getirdiğimiz şarabı trenin restoranında içiyoruz saatlerce. Erzincan'dan sonra Karasu Çayı başlıyor, daha önce Karasu'ya bayılırdım coğrafya içindeki kıvrılışına ama Fırat'ı görünce Karasu biraz sönük kaldı. 


Trende şarap, kitap, muhabbet ve manzara keyfimiz
Akşam çökmek üzere biz de Erzurum'a girmek üzereyiz. Kars'a kadar yarı uyur yarı uyanık yolu bitiriyoruz. Kars garına 02.30 da girmişiz, dışarıdan cama vurmasalar belki de trenin içinde sabaha kadar uyuyacağız. Demiryolu misafirhanesinde kalıyoruz, bir gün Kars'ta kalıp Kars'ın gezeceğiz. Gecekondu mahallesinde dolaşıyoruz, Kars Çayı'na kanalizasyon verilmiş iğrenç kokuyor, bir de sıcakta çok çok daha kötü... Gecekondu mahallesi perişan, şehir merkezine gelince Rus evleri görkemiyle dikkat çekiyor ama arka sokaklar sefil. Kars'ı Kars yapan  Arnavut kaldırımları sökülmüş yerine asfalt dökülmüş, çok kötü olmuş. Taş binaları tamamlıyordu, Arnavut taşları. Şimdi zift kokuyor Kars.


Ruslardan kalma evler
İnsanlık Anıtı, Tayyip Erdoğan'ın ucube nitelendirmesinden sonra kaldırılmış, ilk önce kafası kesilmiş sonra vinç ile indirilmiş. Bir kahvede oturup kahve sahibi ile uzun süre sohbet ediyoruz. Şehir merkezinde uzun bir süre dolaşıyoruz.

Bir sonraki gün sabah Rize'ye yola çıkıyoruz erkenden. Kars çıkışındaki köylerde kışlık tezekler hazırlanmaya başlamış​.Hayvan gübreleri belli bir alanı dökülmüş, kuruyan ve tabaka olan gübreler, bel küreği ile kesiliyor tabakalar halinde alınıp üst üste yığılıyor. Göle'ye gidiyoruz, her yan yayla, hayvan otlatanlar, ot biçenler... 


Göle Yaylaları
Tüm tarım politikalarını rağmen insanın toprakla ilişkisine tanık olmak çok güzel. Göle'de hep yayla şenlikleri afişlerini görüyoruz, daha sonra bölge bölge çam ormanları, yolun yanında akan sevimli bir dere... Kars coğrafi yapısından tamamen farklı, çam ağaçları ve dere ne güzel de yakışıyor birbirine.

Penek Çayı ile Oltu Çayı yolumuzun üzerinde birleşiyor, cılız akan Penek Çayı biraz daha güçlenip Oltu Çayı'na dönüşüyor, biraz daha gittikten sonra Tortum'dan gelen Tortum Çayı da  Oltu Çayı'na ekleniyor. Penek, Oltu ve Tortum Çayı bir süre birlikte akıyorlar. Sonra hepsi Yusufeli yol ayrımında Yusufeli'nden gelen Çoruh Nehri'ne katılıyor ve bir masal dünyasında giriyoruz. Bayburt'tan Yusufeli'ne kadar gelen Çoruh Nehri'ne ve vadisine  tanıklık etmiyoruz, Yusufeli'nden Borçka'ya kadar olan yaklaşık 100 kilometrelik bir vadiye tanıklık ediyoruz. Yusufeli yol ayrımından sonra dağların derinlik algısını kaybettirdiği bir köşede yemek molası veriyoruz, cağ kebabı yiyoruz.Moladan sonra belki de milyonlarca yıldır Çoruh Nehri'nin aşındırdığı vadiye yapılmış kara yolundan enfes manzara eşliğinde büyülenerek ilerliyoruz. 


Çoruh Nehri, vadi boyunca yol kenarından ilerliyor

Vadinin keskin dorukları

Coşkun ve bulanık Çoruh

Kısa bir süre sonra büyülenmiş halimiz şoka dönüştü, kilometrelerce bir şantiye alanının içine düştük. Vadinin içinde su tutucaklarmış ve vadinin içinden geçen kara yolu dağların doruklarından gidecekmiş. Çoruh boğulacak yani. Burası doğal SİT alanı iken nasıl Çoruh Nehri üzerinde bu kadar baraj projelendirilmiş  anlayamadım. O güzelim vadinin yüreğinde onlarca iş makinesi, şantiye, kahrolduk. Bu milyonlarca yıllık emeği nasıl yok ederler? Bu nasıl bir vicdandır? Bu nefes kesen yol artık olmayacak, Çoruh Nehri özgürce derin vadinin içinden çağıl çağıl akmayacak. Yukarıda dağdan yol yapıyorlar ki su tutulmaya başlandığında kara yolu ordan işlesin. 


Baraj çalışmaları



Kilometrelerce süren şantiye alanı

Yeni kara yolu için yapılan köprü

Yeni kara yolu için yapılan köprü
Ardanuç yol ayrımından sonra 10 kilometrelik yol dağa verilmiş. Belki 1000 metre tırmanıyorsun sonra Artvin için iniyorsun.

10 kilometre boyunca inşaat çalışmalarına tanıklık ediyoruz. Devasal baraj kapakları, Artvin ile Borçka arası Çoruh Vadisi ve Çoruh Nehri tamamen bitmiş. 30 kilometre boyunca durgun bir su. Dağdan yol alıyoruz ama vadinin derinliğini algılayamıyoruz. Çünkü su birikmiş, biz de tünellerden ve devasal köprülerden geçerek ilerliyoruz. Tamamen bitmiş projelerinden birine tanık oluyoruz.

Borçka'dan sonra çay tarlaları başlıyor, yağmur çiseliyor, yeşil tona yağmur ne güzel yakışıyor, dağdan inişte deniz görünüyor. Hopa'dayız.  Karadeniz sahil yolundan Rize'ye yol dümdüz, çift şerit. Karadeniz'i ilçe ilçe ilerliyoruz, her ilçede bir çay fabrikası. Kimisi çalışıyor, kimsin de ise hareketlilik yok. Yerleşim yerlerindeki insanların denizle bağlantısı kesilmiş. Rize'de karanlıkta iniyoruz. 


Borçka çay bahçeleri
Sabah  Güneysu maceramız başlıyor, Güneysu Vadisi'nden Güneysu Deresi'nin yanından ilerliyoruz.Güneysu, çay bahçeleri ile dolu tepelerden oluşuyor, nemli bir hava, dağınık bir yerleşim. Dağınık bir yerleşim olduğu için yabancılığımız çok dikkat çekmiyor, fotoğraf çekiyoruz. Çaykur'a gidiyoruz ama sürgün dönemi olmadığı için ve fabrikada çalışmadığı için gezilecek bir şey de olmuyor. Rize'ye giderken Güneysu Deresi'nde çocuklar iç lastikle rafting yapıyorlardı. Dolmuşta cennet muhabbeti yapılıyor, konuşmalar ruhani.

Öğleden sonra Ayder Yaylası için dolmuşa biniyoruz. Fırtına Vadisi'ne girip Fırtına Deresi'nin yanından ilerliyoruz. Her yer yemyeşil, bayılıyorum. Bu coğrafyaya kıymadan bir de bu dereye HES yapacaklardı. Derinin akış hızı yüksek, rafting yapanlar derinin akışında. Vadinin ortasında Çamlıhemşin, hep farklı hayal etmiştim. Çamlıhemşin'i yaylada çamlıklar içinde. Çamlıhemşin den sonra ilerliyoruz, Ayder Yaylası, 1200m yüksek değil, sis etraftaki çamlı dağlarda, tulumla halay çekenler, ahşap evler, ahşap pansiyonlar. Yağmur çiseliyor, Kaçkar Dağı gözükmüyor sisten. Ayder'e bayılıyorum. 


Ayder Yaylası

Horonlarla

Çamlı dağlara

Sisli dağlara

Dereli ve şelali dağlara

Ayder

Yayla çocuğu

Gece, Gerze yolcusuyuz, Gerze'yi özlüyorum.


Mor, trenle; sarı, otobüsle gittiğimizdir




Zephry Ekspresi ile Kuzey Amerika'yı Keşif 3: San Francisco

25 Ocak 2020 San Francisco  Üç günün sonunda Emrywill tren istasyonunda iniyorum ve otobüs aktarması ile San Francisco'ya geçiyoruz.  Sa...