30/06/2011
İstanbul'dan ekolojik bir yaşam için geldiğimiz, yeni yaşam alanımız Gerze'den Samsun'a yola çıktık. Gerze'den çıkınca yol inşaatı içine düştük. Cayva'da iş makineleri çalışıyor, güzelim Cayva, Gerze'nin tarihi fotoğraflarının çekildiği, insanların Gerze manzarasıyla denize girdiği, güzelim koy, katlediliyor. İnsanlar araçlarıyla 120 kilometre hızla gitsinler diye. Karadeniz sahil yolu çalışmalarının Gerze'ye dokunduğu ve doğayı katledip devasal betonlardan viyadüğe dönüştürdüğü koy.
Dağlara tırmanıp da arkada bıraktıklarımıza bakınca, Sinop denize uzandıkça uzanmış, önünde de küçüklüğü, sevimliliği ile Gerze... Uzunlu kısalı iki burun, Gerze gerçekten çok güzel bir yer. Kanlıçay'a geldiğimizde başka bir öfke daha yaşıyoruz. Dağın doruğundan Kanlıçay'a inerken iki yanı çamlarla kaplı yol ağaçların kesilmesiyle birlikte çırılçıplak kalmış. Oysa çamların arasından kıvrıla kıvrıla, yerleşimin adını aldığı Kanlıçay'ın kenarına kadar iniyorduk, çok üzüldüm. Kanlıçay'a inince HES şantiyesi karşılıyor bizi. Kanlıçay'da kesilen ağaçlara mı üzülmeli yoksa HES'e mi? Doğayı, kârı için kullanan zihniyete lanet olsun.
Bugün Artvin'de Michael Vadisi'ndeki iki HES projes iptal edilmiş, birkaç gün önce Hopa'daki HES projesi de iptal edilmişti. Muğla Yuvarlakçay'daki HES projesinden sonra üçüncü iptal edilen HES projesi. Yani buralarda HES'lere karşı toplumsal muhalefet kazandı. Hopa'daki zafer, Metin Lokumcu'ya ithaf edilmiş. Su hakkı mücadelesinde ölen Metin Lokumcu'ya.
Yakakent'e geldiğimizde Karadeniz sahil yolundan devam ediyoruz, tüm Karadeniz sahilini mahveden bir proje. Tüm yerleşim yerlerinin, köylülerin, balıkçıların deniz ile bağlantısı kesilmiş, denize inmek için çift şeritli otobanı geçmek zorundasın. Araba sesi, araba hızı korkunç bir kirlilik, katledilen doğanın ise geri dönüşü yok, deniz doldurularak öldürülen balık yuvaları, koylarda kesilen ağaçlar, denize atılan hafriyat pislikleri. Yakakent sonrası Sarp Sınır kapısına kadar Karadeniz Sahil Yolu devam ediyor.
Yakakent civarında pirinç tarlaları gözüme çarpıyor, pirinci tarlada görmemiştim hiç. Şu an suyun içinde, ekin tarlası gibi görünüyor. Bafra'da karanlık bastı, Kızılırmak'ı göremedim. Samsun'da gece bir öğrencim ile oturuyoruz, gece demiryolu misafirhanesinin misafiriyiz.
Sabah, saati gelince tren sessiz sedasız Samsun'dan kalkıyor, fazla yolcusu yok. Dağların arasındaki dar koridorların serinliğinde ilerlemek tam bir terapi, demiryolu, zikzaklar çizen derenin kenarına yapılmış, onlarca demiryolu köprüsü, derenin üzerinde onlarca da tünel. Her tünel çıkışında dere karşılıyor bizi, derenin sesi, dağların serinliği trenin penceresini açıp da dışarı sarkınca, kendimi nasıl da güzel hissettiriyor, ruhum yıkanıyor sanki derenin suyunda.
Şeftali bahçeleri... Demiryolu kenarlarındaki böğürtlenler hep çiçekte... Geçtiğimiz dağ ne dağı, yanımızdan akan dere ne deresi hiç bilmiyorum. Kavak istasyonuna kadar dağ ve dere ile gidiyoruz. Sonrası düzlük ve tepelik. Soğan tarlalarını görüyorum, dönümlerce yeşil soğan. Bazı tarlaların soğanları ise beyaz çiçekte. Sonbaharda, soğanı toplama, kırmızı filelere doldurma ve kamyona yükleme işçiliğine yine tren yolculuklarında denk gelmiştim. Mısır tarlaları, şeftali bahçeleri... Buğdaylar biçilmeye başlanmış, anızların içinde bir leylek dolanıyor.
Amasya üç dağın arasına kurulmuş bir kent. Tren yolunun sağ tarafında dağlarda Kral Kayalar, dağlara oyulmuş evler, tren yolunun sol tarafında Yeşilırmak, Yeşilırmak kenarında eski ahşap Amasya evleri, evlerin restorasyonları tarihi dokuya uygun yapılmış, evler çok hoş görünüyor. Kerem ile Aslı hikayesi için önemli olan, mezarlarının bulunduğuna inanılan dağ, taş ocağı olmuş. Sözlü kültürümüzün ürünü bu güzelim aşk hikayesinin mekanı kâra açılmış. Birilerinin cebi dolsun yeter ki!
Şeker pancarı tarlaları.... Turhal'da olmalıyız, evet, Turhal Şeker Fabrikası, belki en az 70 yıllık, Cumhuriyet tarihinin endüstriyel mirasından. Trende, yalnız olduğumuz kompartımanda, şarabımızı, sigaramızı içtik. Yalçın'la kafalarımız hoş oldu, etraftaki tarlalara dair üretimden yola çıkarak sosyalizm üzerine bir muhabbet tutturduk. Amasya'nın çıkışında çok fazla sera vardı, sebzenin naylona hapsi, canımı sıktı. Yeşilırmak kuzeye, biz güneye akıyoruz. O Karadeniz'e ulaşacak, biz Orta Anadolu'nun bozkırına... Keyifli bir tren yolculuğu oldu, Orta Anadolu'nun kırmızı toprağı doğaya farklı bir ruh katmış.
Sivas'ta bir gece, gecenin bir vakti gezilen medreseler, camiler... Selçuklu Dönemi'nden kalma muhteşem eserler... Çifte Minare, Gök Medrese, Ulu Cami.
Sivas, Gök Medrese |
Sabah, Madımak Oteli'nde yakılarak öldürülenler için anma yapılıyor, benim yine panik atak nöbetlerim tutuyor. Anmaya fazla dahil olamıyorum.
Yalçın'ın babası da Sivas'a, anmaya katılmaya gelmiş, babasının aracıyla Salıcık köyüne dönüyoruz. Bu yıl kayısı yok, kayısı çiçekteyken üzerine kar yağmış. Bahar çiçeklerinin üzerine kar... İki beyazın birbirine yok eden zıtlığı... Köyde iş daha önceki yıllara göre daha hafif, dut silkip pekmez yapıyoruz, silkelenen dutların içinde kıskaçlar, arılar, uğur böcekleri... Hepsi birlikte ezilip suyu çıkarılıyor, tam panteizm felsefesi...
Pekmez Yapımı |
Pekmezden pestil yapıyoruz, bir gün de vişne toplayıp reçel yapıyoruz. Köyde kayısıların kükürtle pişirildiği islimlerin yüzüne bakan yok.
Susamlı Pestil |
Telde Pestiller |
Salıcık köyündeki doğal havuzumuz |
Meksika şapkaları ile kayısı işçileri |
Salıcık köyünün zorlu coğrafyası |
Kayalara tutunmuş kayısı ağaçları |
Köydeki halim |
Divriği'ye kadar sağ taraftan akan küçük bir dere bize eşlik ediyor, ruhu okşayan bir akışı, bir manzarası var. Divriği'den sonra sol tarafta Fırat'ın açtığı derin vadiler, tek kelimeyle büyüleyici.
Fırat Nehri ile yolculuğumuz |
Vadinin içinde Fırat'ın kıvrılışı |
Fırat'ın kenarındaki köyler |
Köylerin bağlantısını sağlayan asma köprü |
Nehirleri katlediciler buraya da girmiş |
Keskin kayaçaların arasından akan Fırat |
Yanımızda getirdiğimiz şarabı trenin restoranında içiyoruz saatlerce. Erzincan'dan sonra Karasu Çayı başlıyor, daha önce Karasu'ya bayılırdım coğrafya içindeki kıvrılışına ama Fırat'ı görünce Karasu biraz sönük kaldı.
Trende şarap, kitap, muhabbet ve manzara keyfimiz |
Ruslardan kalma evler |
Bir sonraki gün sabah Rize'ye yola çıkıyoruz erkenden. Kars çıkışındaki köylerde kışlık tezekler hazırlanmaya başlamış.Hayvan gübreleri belli bir alanı dökülmüş, kuruyan ve tabaka olan gübreler, bel küreği ile kesiliyor tabakalar halinde alınıp üst üste yığılıyor. Göle'ye gidiyoruz, her yan yayla, hayvan otlatanlar, ot biçenler...
Göle Yaylaları |
Penek Çayı ile Oltu Çayı yolumuzun üzerinde birleşiyor, cılız akan Penek Çayı biraz daha güçlenip Oltu Çayı'na dönüşüyor, biraz daha gittikten sonra Tortum'dan gelen Tortum Çayı da Oltu Çayı'na ekleniyor. Penek, Oltu ve Tortum Çayı bir süre birlikte akıyorlar. Sonra hepsi Yusufeli yol ayrımında Yusufeli'nden gelen Çoruh Nehri'ne katılıyor ve bir masal dünyasında giriyoruz. Bayburt'tan Yusufeli'ne kadar gelen Çoruh Nehri'ne ve vadisine tanıklık etmiyoruz, Yusufeli'nden Borçka'ya kadar olan yaklaşık 100 kilometrelik bir vadiye tanıklık ediyoruz. Yusufeli yol ayrımından sonra dağların derinlik algısını kaybettirdiği bir köşede yemek molası veriyoruz, cağ kebabı yiyoruz.Moladan sonra belki de milyonlarca yıldır Çoruh Nehri'nin aşındırdığı vadiye yapılmış kara yolundan enfes manzara eşliğinde büyülenerek ilerliyoruz.
Çoruh Nehri, vadi boyunca yol kenarından ilerliyor |
Vadinin keskin dorukları |
Coşkun ve bulanık Çoruh |
Kısa bir süre sonra büyülenmiş halimiz şoka dönüştü, kilometrelerce bir şantiye alanının içine düştük. Vadinin içinde su tutucaklarmış ve vadinin içinden geçen kara yolu dağların doruklarından gidecekmiş. Çoruh boğulacak yani. Burası doğal SİT alanı iken nasıl Çoruh Nehri üzerinde bu kadar baraj projelendirilmiş anlayamadım. O güzelim vadinin yüreğinde onlarca iş makinesi, şantiye, kahrolduk. Bu milyonlarca yıllık emeği nasıl yok ederler? Bu nasıl bir vicdandır? Bu nefes kesen yol artık olmayacak, Çoruh Nehri özgürce derin vadinin içinden çağıl çağıl akmayacak. Yukarıda dağdan yol yapıyorlar ki su tutulmaya başlandığında kara yolu ordan işlesin.
Baraj çalışmaları |
Kilometrelerce süren şantiye alanı |
Yeni kara yolu için yapılan köprü |
Yeni kara yolu için yapılan köprü |
10 kilometre boyunca inşaat çalışmalarına tanıklık ediyoruz. Devasal baraj kapakları, Artvin ile Borçka arası Çoruh Vadisi ve Çoruh Nehri tamamen bitmiş. 30 kilometre boyunca durgun bir su. Dağdan yol alıyoruz ama vadinin derinliğini algılayamıyoruz. Çünkü su birikmiş, biz de tünellerden ve devasal köprülerden geçerek ilerliyoruz. Tamamen bitmiş projelerinden birine tanık oluyoruz.
Borçka'dan sonra çay tarlaları başlıyor, yağmur çiseliyor, yeşil tona yağmur ne güzel yakışıyor, dağdan inişte deniz görünüyor. Hopa'dayız. Karadeniz sahil yolundan Rize'ye yol dümdüz, çift şerit. Karadeniz'i ilçe ilçe ilerliyoruz, her ilçede bir çay fabrikası. Kimisi çalışıyor, kimsin de ise hareketlilik yok. Yerleşim yerlerindeki insanların denizle bağlantısı kesilmiş. Rize'de karanlıkta iniyoruz.
Borçka çay bahçeleri |
Öğleden sonra Ayder Yaylası için dolmuşa biniyoruz. Fırtına Vadisi'ne girip Fırtına Deresi'nin yanından ilerliyoruz. Her yer yemyeşil, bayılıyorum. Bu coğrafyaya kıymadan bir de bu dereye HES yapacaklardı. Derinin akış hızı yüksek, rafting yapanlar derinin akışında. Vadinin ortasında Çamlıhemşin, hep farklı hayal etmiştim. Çamlıhemşin'i yaylada çamlıklar içinde. Çamlıhemşin den sonra ilerliyoruz, Ayder Yaylası, 1200m yüksek değil, sis etraftaki çamlı dağlarda, tulumla halay çekenler, ahşap evler, ahşap pansiyonlar. Yağmur çiseliyor, Kaçkar Dağı gözükmüyor sisten. Ayder'e bayılıyorum.
Ayder Yaylası |
Horonlarla |
Çamlı dağlara |
Sisli dağlara |
Dereli ve şelali dağlara |
Ayder |
Yayla çocuğu |
Gece, Gerze yolcusuyuz, Gerze'yi özlüyorum.
Mor, trenle; sarı, otobüsle gittiğimizdir |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder