23 Haziran 2018 Cumartesi

Ararat bizim için yükseklik değil, derinlik meselesidir; Ermenistan

9 Ağustos 2017


Tiflis Ortaçağlı terminalinden Erivan için marshutka(dolmuş) yok, mecburen taksi ile gideceğiz, Polonyalı bir çift  geliyor benden sonra. Taksi şoförü güler yüzlü, utangaç ve samimi bir insan, şoförün yanında oturuyorum.  Yola çıkıyoruz, acayip heyecanlıyım. Djivan Gasparyan dinliyorum, hem dinliyor hem ağlıyorum. Sarı bir bozkırın ortasında kıvrılan yollarda ilerlerken şuan çok kırılganım. Ararat'ı düşünüyorum, aklımda Silva Gabudikyan'ın "Ararat sizin için bir yükseklik meselesidir, bizim içinse derinlik..." cümlesi... Bu ifadedeki hüzün gelip sarmalıyor beni...


Şoförümüz Levan nereli olduğumu sorunca bir an tereddüt ediyorum, Türk olduğumu söylemek onda nasıl bir duygusal durum yaratacak kestiremiyorum. Ama yüzleşmeliyim diye düşünüp Türkiye'den geldiğimi, Türk olduğumu söylüyorum. Yüzünden geçen duyguyu yakalamaya çalışıyorum, gülümsemesinden bir şey kaybetmiyor, seviniyorum. Sınırdan geçmeden Levan, bir markette duruyor ve Canbebe bez alıyor torunu için. Levan Türkiye'den gelen ürünleri gösterip gülümsüyor, gözlerinin içi gülen, yanaklarında bir çukurluk oluşan utangaç bir adam. Ben de bira alıyorum. 



Ermenistan'a giriyoruz, geçerken "yine ya geçemezsem" diye stresteyim ama kolayca geçiyorum. Memleketine geçince Levan da kendi memleketinde olmanın rahatlığını yaşıyor. Yol kenarında bir şeftali tezgahında durup bizi şeftali yemeye davet ediyor. Ben elimdeki elmanın yarısını kesiyorum Levan'a, Levan elindeki elmanın yarısını kesip bana veriyor. Karanfil elden ele...
Erivan ekibimiz, elma paylaşırken

Yol kenarında, odun sobasında, kazan içinde mısır kaynatıp satıyorlar, yolcular için. Arabanın camı açık aracın içine yanmış odun kokusu doluyor, dağları tırmanırken karanlığın çökmek üzere olduğu bir serinlikte. Camlar açık, içerisi püfür  püfür, dağ yolları yeşillik, karanlık çökmek üzere...
Doğu Anadolu coğrafyasına ne kadar benziyor


Erivan
Geçtiğimiz köylerde sokak isimleri Gorki, Puşkin... Erivan'a girerken şok olmaya başlıyorum, billboardlarda gazino reklamları, yol kenarında gazinolar... Nasıl yani, Batum'dan sonra başka bir gazino kentine mi geldim? diye düşünüyorum, moralim bozuluyor. Şehrin içine giriyoruz, Polonyalı çifti hostele bırakmak için şehrin merkezindeyiz. Her sokak devasa çınar ağaçları ile kaplı olmasına rağmen güzelim çınar ağaçlarının altı hep markalar,  gece kulüpleri, barlar, neon ışıkları ile kaplı, insanlar mağazaların önünde inanılmaz bir tüketim hareketliliği içinde

Erivan'ın bu hali moralimi bozuluyor. Tiflis, Erivan'ın yanında köy gibi kalır. Oysa ben Erivan'ı, Ararat'ı izleyen, Anadolu'yu özleyen, duduk dinleyen, karanlık ve acılı bir kent olarak, bir Yaşar Kemal sahnesi gibi hayal etmiştim. Bu da benim saflığım... Neon ışıklı caddeden tam bir hayal kırıklığı ile geçip İran yolculuğumda tanıştığım Ghazallar'ın Erivan'daki evine geliyorum. Ghazal, Faraz, Faraz'ın annesi Feride ile tekrar buluştuğuma inanamıyorum. İran'dan sonra Ermenistan'da da buluşmuş olmak, sanki rüya gibi...  Bir hafta Ermenistan'ı birlikte deneyimleyeceğiz.


Sabah, bir Pagan tapınağı olan Garni Tapınağı'na gidiyoruz. Tapınağın sütunlar üzerine yükselmesi, Antik Yunan mimarisini andırıyor. İçine girince içi bir kilise ve duduk çalan bir usta. Duvara sırtımızı yaslayıp dinliyoruz. Sonrasında tanışıyoruz da, teşekkür etmek için. Türk olduğumu öğrenince Sarı Gelin'i çalmaya başlıyor. Taş kilisenin içinde duduğun ve acıların burukluğu. Pagan inancında vücut bulan Ermenilerin acıları...
Bir Pagan tapınağı; Garni


Antik Yunan mimarisi gibi tapınak, sütunların üstünde yükseliyor



Tapınağın tavanlarındaki süslemeler

Pagan tapınağında Ermeni bir duduk ustası

Geghard Manastırı'na gidiyoruz, kesme taşlardan yapılmış, kesme taşlar da Ani ve  Akdamar'da kullanılan taşlar gibi. Muhtemelen Ağrı/Ararat Dağı'nın püsküren volkanik taşları... Manastır etkileyici, içi küçük küçük odalardan oluşuyor ve tüm duvarlar taş oyma ile süslenmiş. Bu manastır gerçekten tarihin, dinin ve taş işçiliğinin vücut bulmuş hali...  Her yerde olduğu gibi bu mekanda da Faraz türkü söylemeye başlıyor, Ağrı/Ararat Dağı'nın taşlarının içinde inanılmaz bir yankılanmayla Faraz'ın sesinin etkisi artıyor. Bizi içine çeken bu etki fazla uzun sürmüyor, görevli gelip bizi uyarıyor.
Gerhard Manastırı

Ararat'ın volkanik taşlarıyla örülmüş

Gerhard Manastırı'nın içi taş oyma süslemeleriyle büyülüyor


Manastırın kayaya oyulmuş yapıları

Giriş kapısındaki süslemeler

Hava sıcak, eve gelip dinleniyoruz, akşam neon ışıklı kalabalık caddelerdeyiz. Ama her adımda bunalıyorum. O güzelim çınar ağaçlarının altı, opera, tiyatro, sinema salonlarını hak ediyor. O mağazalar, o insanların çılgınca alışverişi, neon ışıklı caddelerde turlayan insanlar, sanki beni boğuyor, eve gelip ağlıyorum sinirimden. Gece evde gözyaşları içinde geçiyor. Sabah moral bozukluğuyla kalkıyorum, bir şekilde başlamam gerekecek yeni bir güne.
Dün gece çok ağlayınca Faraz gidip bana dört paket mendil almış

Sevan Gölü'ne gitmek istiyoruz, Tiflis'ten birlikte geldiğiniz şoför Levan'ı arıyorum, birlikte gideceğiz, Levan'ı göreceğim diye mutluyum, Levan da beni gördüğüne mutlu. Birlikte yola çıkıyoruz. Sevan Gölü için Van Gölü'nün kardeşi diyorlar. Gerçekten de çok benziyor, Sevan Gölü kıyısındaki Sevanavank Manastırı  ile de Akdamar Kilisesi kardeş sanki.
Sevan Gölü kıyısında Sevanavank Manastırı

Yine volkanik kesme taşlar ve yine Ararat'ın inanca dönmüş hali

Sevanavank Manastırı'nın  ahşap oyma kapısı

...ve yine Ararat'ın volkanik taşlarında haçlar

Levan da eşlik ediyor bize, Hristiyanlık anlatılarından bahsediyor bana. İki tane mum alıp birini bana verince Ermeni  ve Türkler arasındaki barış, dostluk için dilek diliyoruz. Kilisenin büyük ahşap oyma kapısındaki figürlerin ustalığını inceliyoruz. Gölü arkamıza alarak barış temalı bir fotoğraf da çektiriyoruz. Biz Türkler ve Ermeniler arasındaki barış antlaşmasını bugün Sevan Gölü'nde yaptık. Gölün, kilisenin etrafında dolaşıp limana inince yüzenleri görüyoruz.

Levan'ın aldığı iki mumu Türk ve Ermeni dostluğu için yakıyoruz


BARIŞ

İranlı güzeller güzeli arkadaşım Ghazal

Hep birlikte göl kıyısında yemekteyiz, mutluyum; konuşamasak da Ermenilere dokunmaktan, aynı eylemin içinde bulunmaktan, bir şeyler paylaşmaktan, birbirimize gülmekten... Yemek yerken flüt çalan bir amcayı duyuyoruz. Oturduğumuz yerden kalkıp onu dinlemeye yanına gidiyoruz, yaşlıca... Faraz, Sarı Gelin'i istiyor, sonra da Faraz, Küçelere Su Serpmişem'i söylerken amca flüt ile Faraz'a eşlik ediyor. Amcamız Azeri Türkçesi biliyor ve bize "Ermeni'si, Türk'ü hemisi birdir" diyor ayrılırken... Ermeni amcanın ellerinden öpüyorum.
Ürünlerin markaları hep Ararat

Ermeni Amca'mı dinlerken

Tsakhadzor kentinde kayak merkezinde teleferikle dağlara çıkıyoruz, benim gibi yükseklik korkusu olan birisi için kabus... O gerginliğimi aşağıya inince kayak malzemelerinin sergilendiği bir alanda komiklik yaparak atıyorum. Levan tüm zamanlarda yanımızda, bizi yalnız bırakmıyor, bir dost gibi.
Yükseklik korkusu olan benim gibi biri için bu çok zor

Kurumuş çimde kayak

Erivan'a dönme zamanı... Yolda Djivan  Gasparyan'dan bahsederken Levan, Gasparyan'ın, babasının sınıf arkadaşı olduğunu söylüyor, inanılmaz heyecanlanıyoruz, bizim ısrarımız üzerine Gasparyan'ın evine gidiyoruz. Kapıyı çaldığımızda içeriden gelen kadın sesi, kendisinin Tunus'ta konserde olduğunu söylüyor. Gasparyan elini öpememenin üzüntüsü ile  dönüyoruz.
Djivan Gasparyan'ın Erivan'daki evi

Gece, Cascade Anıt Parkı'nde zaman geçiriyoruz. Meydana, merdivenlere, her kattaki havuz etrafına serpilmiş heykelleri anlamlandırmaya çalışıyoruz, bir açık hava müzesi gibi... Biz de bu mekanı kullanarak küçük bir aşk filmi çekiyoruz. Mekan, mekanın ışıklandırması, etraftaki heykeller yeterince güzelken Faraz'ın Farsça şarkıları da ortamın büyüsüne büyü, anlarımıza çok fazla zenginlik katıyor, güzel bir ortam daha da güzelleşiyor. İran coğrafyasında tabii ki daha anlamlıydı. Bugün, gündüz Levan gece Faraz alıp götürüyor beni. Birlikte ürettiklerimiz, Erivan'ın popülist gece yaşantısına alternatif bir karşı çıkış anlamı taşıyor. Buranın  gece yaşamına dahil olamıyoruz, çok boş çok anlamsız geliyor.
Cascade Anıt Parkı'nda Tavuskuşu'na  selam



Bir sonraki günümüz el işi ve antika pazarında geçiyor. Sabahtan çıktık, farklı el işleri sergisi... En güzeli Ermenistan dağlarındaki çiçeklerden yapılan takılardı benim için. El yapımı duduklar, üzeri çiçek desenli boyamalı... duduk tezgahlarında duduk deneyenlerin notaları yükseliyor. Ahşap boyama, örgü, işleme işleri... CD  satan tezgahta çalan müziğe yaklaşıyorum, Kürtçe'sinde eylemlerde halay çektiğimiz müzik, oysa şimdi Ermenice söyleniyor. Ermeni, Türk, Kürt kültürünü ayırt et edebiliyorsan, öylesine kaynaşmış ki...
Ermenistan'ın dağlarından toplanmış çiçeklerden yapılma takılar

Üzeri ahşap boyamalı duduklar

                                    

Antika pazarında Ermenice bir kitap

Gerze'den arkadaşım Deniz Abla, Ece Temelkuran'ın Ağrı'nın Derinliği kitabını yolculuk öncesi sırt çantama koyarken tembihlemişti "kitabın sayfalarına, tanıştığın insanlara Ermenice not yazdırmayı unutma" diye. Pazarda muhabbet ettiğim kadınlara Ermenice not yazdırıyorum, kadınların hoşuna gidiyor. Bana küçük küçük hediyeler veriyorlar, seviniyorum. Bazı tezgahlar bana, SSCB dağıldıktan sonra Bulgaristan ve Romanya'dan Trakya'ya; Gürcistan'dan Karadeniz'e gelen kadınların tezgahı gibi...
Ağrı Dağı'nın Derinliği  kitabına  Ermenice not yazan kadınlar

Pazardan portreler, emaye kaplar, çocukluğumuzun

Yorgun kadın profilleri

Yılların yorgunluğuna rağmen hala umut

SSCB dönemine ait porselenler şahşahalı, onun yanında fotoğraf makineleri, dürbünler, madalyalar, tabakalar, plaklar... böyle tezgahlarda eşelenmekten keyif alıyorum. 

Öğleden sonra İranlı arkadaşların öğle uykusu alışkanlığı olduğu için onlar uyurken ben, Tumanyan adlı bir yazarın müze evini geziyorum. Öyküsü Yaşar Kemal'e benziyor, yaşadığı coğrafyanın belleği olmaya çalışmış, müzede bilet kesen kadın, Türkçe biliyor. Büyük dedesi Antep ve Maraşlı'ymış, 1915'te Suriye'ye göç etmişler, Suriye'de savaş çıkınca da iki yıl önce Ermenistan'a gelmişler. Güler yüzlü bir kadın, anlamaya çalıştı Ermenistan'da nasıl bir duygusal arayış içinde olduğumu. İlginç bir müze konsepti vardı, çalışma odasında. Tumanyan'ı otururken, gazete okurken, selamlarken canlandırmışlar, dekor kendi odası ama kendisi video çekimlerinden canlandırılmış... ilk defa böyle bir sunum görüyorum. Mektupları, çok fazla kitabı, çeviri kitapları, eşyaları... hepsi oldukça anlamlı...
Hovannes Tumanyan

Tumanyan'ın çalışma odası

Ünlü yaratıcı Ermenilerin fotoğrafları, biyografileriyle birlikte reklam panolarında, reklam panolorındaki biyografik sunumları okuyorum, okuya okuya çınarların altında ilerliyorum. Ermeni müzisyenleri, edebiyatçıları, sinemacıları tanıma fırsatı buluyorum.
Reklam panosunda William Saroyan

Akşam üstü Cafesjian Sanat Merkezi'nde sergi gezmeye gidiyoruz ama çok anlam yüklediğimizi söyleyemeyeceğim, üç kişi ortak duygu ile anlamlandırmaya çalıştık ama olmadı.

Bir sonraki gün Khor Virap Kilisesi'ne gidiyoruz, Ararat'ın kıyısında. Ermenistan'da Ararat'a ilk defa bu kadar yakınım.  Kilise ve Ararat'ın görüntüsü birbirini tamamlıyor. Taksi şoförümüz Araik da bize eşlik ediyor. Türklere karşı mesafeli, kiliseyi gezerken çok konuşmak istemedi ama gezerken de bizi yalnız bırakmadı. Kilisede Meryem Ana'nın Göğe Yükselişi Yortusu'na denk geliyoruz. Herkes elinde üzüm sepetleri ile kiliseye geliyor, sepetini sahneye  bırakıyor ve papaz, sıraya geçmiş kişilere, Hz. İsa'nın bedenini temsilen ağızlarına ekmek koyuyor.
 Ararat'ın kıyısında  Khor Virap Kilisesi

Volkanik taştan, Arart'ın gölgesinde Khor Virap

Türkiye'de de bu bayram için Hristiyanlara çağrı yapılmış


Khor Virap'ta yortu telaşı

Khor Virap'ın haçından Büyük ve Küçük Ağrı'yı sunarken

Ararat'ı izlerken şoförümüz Araik kendi öfkesini anlattı, dedesinin babası Adanalı'ymış, 1915'te öldürülmüş, babası çocukken Tiflis'e oradan Ermenistan'a gelmişler. Talat ve Enver Paşa'ya inanılmaz öfkeliydi, Bunu az İngilizcesi, daha çok öfkesi ile anlatıyordu. Ararat'ın derin gölgesinde böyle acı, öfke dolu bir öyküyü dinliyorum. Erivan'da, Araik bizi evimize bıraktığında vedalaşırken çok üzgün olduğumu söyleyince boynuma sarılıyor, ben de sarılıyorum, o an acısını ve öfkesini yüreğimde hissediyorum.
Ararat 

Karlı zirvesiyle heybetli Ararat

Ağrı'nın Derinliği kitabında Ermenilerin Ararat'a dair hisleri

Ah Ararat, Ah!


Arkaik ile birlikte

Akşamüstü, Ghazal'ın babasının skype aracılığıyla Ermenice çalıştığı öğretmenini ziyarete gidiyoruz. Bağlara,  bahçelere bakan  bir terasta, birlikte kahve içiyoruz. İranlı, Ermeni ve Türk kadınlar bir arada. Ghazal'ın Bahai cemiyetinden bildiği bir çifte gidiyoruz sonrası, ikisi de  konservatuvar mezunu, erkek İranlı, kadın Özbek. Sazlı sözlü bir gece oluyor.
Ghazal'ın babasının Ermenice öğretmeni, İranlı, Türk, Ermeni kadınlar

Eve dönünce şampanya içiyoruz, o kesmiyor sonra çıkıp Cumhuriyet Meydanı'nda şampanya içmeye devam ediyoruz, ayaklarımız meydanın havuzunda şıpır şıpır, Faraz şarkı söylüyor, İranlı'lar etrafta, İran'da olmayan özgürlüğün keyfini çıkarıyorlar, hatta gece gece biri havuzda yüzüyor. Biz de kendi kendimize eğleniyoruz, Ghazal ve Faraz kendi ülkelerinde bir çok şey yasak olduğu için bir çok konuda özgür davranmak istiyor. Üç ülkeyi karıştırma fırsatı buluyoruz. Ben kapitalist  ülkelerdekinin de özgürlük olmadığını, manipülasyonla onun da rıza üreterek bir tür baskı biçimi olduğunu, sistemin bize sunduğu şeyleri seçmek zorunda olduğumuzu anlatıyorum.  Onlar da İran'da kendi olamadıklarını, iki yüzlü davrandıklarını, seçme şanslarının hiç olmadığını anlatıyorlar. Cumhuriyet meydanında taşa  uzanarak muhabbet ediyoruz. Etraf pırıl pırıl ışık.

Sabah toparlandığımızda Ermeni Tarih Müzesi'ne gidiyoruz, pazartesi olduğu için kapalı. Cumhuriyet meydanındaki tüm binalar, pembe, turuncu, sarı... Erivan pembe şehir olarak geçiyor. Mimaride, safran çiçeği de yumurta akı ile karıştırılıp taşa pembe, sarı renk vermesi sağlanıyormuş.  Eve dönüyoruz, öğle uykusu için. İranlı arkadaşlar uyuyor, ben yazı çizi işleriyle uğraşıyorum. 
Cumhuriyet Meydanı

Cumhuriyet Meydanı'nın pembe taşlı yapıları

Erivan postahanesi

Akşam üstü yürüyerek opera salonuna geliyoruz. Belli ki mimari SSCB dönemine ait, müthiş büyük. SSCB döneminin sanatsal ve kültürel aktivitelere verdiği öneme Gürcistan Borjomi'deki Kate de değinmişti. Sahnede, zurna, kanun, duduk, davuldan oluşan bir orkestrayla müzik başlıyor, daha çok Ermenilerin kültür, destan ve tarihlerine yönelik geleneksel dansları, modern dansla harmanlanarak kareografiler oluşturulmuş. Müzik, dans, kostüm, ışık hepsi çok profesyonel. 

Ararat ile ilgili bir şiir okundu ve kadın sanatçıların Ararat gösterisi sunuldu. Gece sokaklarda aheste aheste yürüyerek eve döndük. Erivan da Bulgaristan, Romanya, Gürcistan gibi -ki bu ülkelerin hepsi SSCB ülkelerindendi- çınar ağaçları ile dolu, acaba bu bir SSCB politikası mıydı? Evet, çınar ağacı dikmek bir devlet politikası olabilir mi? Burada akşamları rüzgar çıkıyor ve çınar yapraklarının düşüşü, sokaklarda uçuşu, bazı köşelerde toplanışı inanılmaz güzel. Bu yolculukta çınar ağaçlarının altında neon ışıklı dükkanları görmek beni çok üzdü.
Heyecanla gösteriyi bekliyoruz

Erivan Operası'ndaki bir gösteri

Müzik, dans, kostüm, ışık hepsi muhteşemdi


                                        


Puşkin Caddesi'nin bitimindeki merdivenlerde oturuyoruz, burası bu şehirde bizim köşemiz oldu, hem Ghazallar'ın mahallede hem de merdiven muhabbeti keyifli oluyor. Ucuz diye şampanya içiyoruz sürekli, hayatımda ilk defa bu kadar şişe şişe şampanya içiyorum. Üçümüzün keyifli muhabbetleri oluyor.

Son günüme tüm müze  gezmelerini sıkıştırıyorum. Faraz ile birlikte bu gün müzeleri gezeceğiz. İlk olarak Charles Aznavour Müzesi'ne gidiyoruz ama nedendir anlayamadık, kapalıydı. Charles Aznavour'un Ermeni olduğunu yeni öğreniyorum. Ermeni Tarih Müzesi'ne gidiyoruz. Üç kattan oluşuyor, bir salon diğerine, diğeri bir ötekine açılarak ilerliyorsun. İnanılmaz eserlerle dolu, Anadolu coğrafyasında yaşamış Ermeni'lerin günlük yaşantılarına dair.  Konya, Bursa, Kütahya, Uşak'a kadar uzanan Ermenilerin yaşadığı bir coğrafi harita sergilemişler. Bizde hiçbir kaynakta göremezsin böyle bir harita.  Bizde hiç değenilmeyen bilgiler, bu müzede var.

Ermenilerin Anadolu'daki varlıkları, milattan önceye dayandırılmış. Hatta Urartular, Ermenilerin tarih çizgisinde yer alan ilk Ermeni uygarlık olarak gösterilmiş. Van ve Ani'ye dair çok fazla fotoğraf, günlük yaşamda kullanılan eşya var, bu müzede  küçük bir bölüm soykırıma değinmiş. İnanılmaz güzel, yoğun bir müzeymiş, öyle aceleye getirilecek gibi değilmiş. Keşke son güne sıkıştırmasaydım, bizimki aceleye geliyor.

İranlı arakadaşlar alış veriş yapmaya gidiyor, ben de William Sorayan'ın mezarına gidiyorum. Küçük ve yeni bir mezarlık. Sanırım hep üreten insanların yattığı bir yer, çünkü mezar başlarındaki heykelleri ya enstrüman çalarken ya kitap okurken...
Sorayan'ın kentteki heykeli


Sorayan'ın mezarı

Mezarlıktan taksiye atlayıp 1915 Soykırım Anıtı ve Soykırım Müzesi'ne geliyorum. Soykırımı temsil etmek için sürekli yanan
ateşin kıyısına ben de üzülerek çiçek bırakıyorum. Bir köşeye oturup, yanan ateş ve hüzünlü çalan müzikle yaşanan o acıyı hissetmeye çalışıyorum. Sonra kalkıp müzeyi geziyorum. Adana, Maraş, Antep, Urfa, Adıyaman, Erzincan, Van, Bitlis, Muş Ermenilerin yaşadığı ve inanılmaz acılara sahne olmuş kentler olarak sergilenmiş. Yetim kalan çocuklar, işkenceler, yakılan mahalleler, öldürülenler hep belgelenmiş. Müzede inanılmaz belgeler var.
Soykırım Anıtı


Yanan ateş, soykırımı temsilen sürekli yanıyor, ben de ateşin kıyısına çiçek koyuyorum

Bizim için Atatürk'ün zaferi olan Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu, Ermeniler için yıkım olmuş. Bizim için Cumhuriyet, ışık iken onlara karanlık olmuş. 1789 Fransız İhtilali'yle yayılan milliyetçilik düşüncesinin sonucu, parçalanan imparatorluklardan doğmaya çalışan, doğan uluslar, önceden kardeş kardeşe yaşarken birbirini katletmeye başlamış. Ermeniler veya  Kürtler, bir ulus devlet kursaydı, muhtemelen dengeler bambaşka olacaktı ve bu defa katledilen diğer bir halk olacaktı. Milliyetçilik, ulus devletin doğası gereği, bunu yaşatmış tarihin bu sürecinde.
Soykırım fotoğrafları

Soykırımda  ölen çocuklar

Müze defterine çok üzgün olduğumu belirtiyorum. Türklerin Orta Asya'dan gelip Anadolu'da egemen olması, Anadolu'da binlerce yaşayan Ermeni ve Kürtleri yok sayması içimi acıtıyor. Müzeden çıktıktan sonra zihnim ve duygularım karmakarışık. 

Eve gelip çantamı topluyorum, yarın sabah hepimiz yolcuyuz. Hava karardıktan sonra dere kenarında, çınarların altında, şarap içmeye gidiyoruz.

Sabah kahvaltı ile veda ediyoruz birbirimize. Ghazal, Feride, Faraz  İran'a uçakla gidecek, ben de kara yolu ile. Erivan'dan Tebriz'e on dört saat yolculuk yapacağım. Doğu Anadolu'ya, Karadeniz'e benzeyen coğrafyalardan geçiyoruz. Sabah yağmurlu uyanmıştık, yağmur gün boyu da devam ediyor.

Geçtiğimiz köylerde, şehirlerde SSCB döneminin mimarisi hakim, bu bölge Doğu Ermenistan, SSCB içinde yaşamış dolayısıyla blok halinde yapılar var etrafta, Batı Ermenistan Osmanlı içinde yaşamış. Ermeniler, Mimar Sinan başta olmak üzere, Osmanlı klasik mimarisini  beslemiş. Ermenistan'da Rus mimarisi hakim olmuş, Yol boyunca inanılmaz dağlık bölgelerden geçiyoruz, yağmur bulutları manzarayı daha renkli kılıyor. Yol boyu uyku ile boğuşuyorum. Ermenistan sınırına geliyoruz, beni ayırıp bir kenara bir hayli uğraştırıyorlar.

Geçtiğimiz enfes  manzaralar


Turuncu otobüsle yolculuk ettiğim; yeşil gezdiğim yerler










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Zephry Ekspresi ile Kuzey Amerika'yı Keşif 3: San Francisco

25 Ocak 2020 San Francisco  Üç günün sonunda Emrywill tren istasyonunda iniyorum ve otobüs aktarması ile San Francisco'ya geçiyoruz.  Sa...