3 Şubat 2020
Sabah, Arizona'nın çölleri üzerinden doğan güneşi karşılıyorum. Dün, Pasifik Okyanusu üzerinden uğurladığım güneş, bu sabah bana başka bir coğrafyadan "günaydın" diyor. Gün doğumundan kısa bir süre sonra Tucson istasyonundayım. Hava çöl ayazı. İstasyonda biraz oturup yolumu bulmaya çalışıyorum. Sabahın ve bir tren istasyonunun güzelliği bir arada, bana da bu güzelliğin keyfini çıkarmak düşüyor.
Tuscon
|
Çöl tepelerinin ardından doğmaya çalışan güneş |
|
Çölün ortasında Tuscon tren istasyonu |
İstasyondan, ilk Airbnb deneyimim için Arizona yerlisi ev sahibimin adresini bulmaya çalışıyorum. Bir otobüsle Pamela'nın evinedeyim. Pamela beni kapıda karşılıyor, oldukça güler yüzlü bir kadın, odamı gösteriyor ve oda oldukça sevimli. İkimizin de Airbnb'de ilk deneyimi. O da dolayısıyla benim gibi oldukça acemi.
|
Airbnb'de kaldığım tipik bir çöl mimarisiyle yapılmış şirin bir ev |
|
Evin önünde çeşit çeşit kaktüsler |
Evdeki aksesuarlar kovboy botu, at koşumlarıyken kapı kolları da at nallarından yapılmış. Demirciliğin farklı işlemleriyle süslenmiş aksesuarlar... Ev sahibim Pamela resimle uğraşıyormuş, salonuna da kendi çizdiği at resimlerini asmış. Keyifli bir ev, Pamela da oldukça sıcakkanlı. Kovboy kültürü dekoreli banyoda, duş alıp odamın keyfini çıkarıyorum.
|
Pamela'nın kovboy kültürüne dair hikayeler |
|
Red Kit'in Düldül adlı atı sanki |
Öğleden sonra, civardaki bir botanik bahçesini gezmeye gidiyorum. Yollarda, tek katlı çöl mimarisi evler ve evlerin önünde kocaman kaktüsler, o kadar şaşırtıcı ki... Kaktüslerin güzelliği karşısında şaşkınım ve onları her gördüğümde, onlara da sokak hayvanlarına yaptığım gibi laf atmadan geçemiyorum. Kaktüslerle konuşa konuşa ilerliyorum, bazılarının başına gidip onları yakından inceliyorum ve tüm kaktüsleri, sıkıca kucaklamak ve öpmek geliyor içimden.
|
Evlerden daha yüksek kaktüsler |
|
Çöl mimarisinde yapılmış şirin mi şirin evler |
|
Araba modelleri de ev ve kaktüslerin yarattığı atmosferi tamamlıyor |
|
Kaktüsler nasıl da devasa |
Botanik bahçesine gidiyorum, bahçe bir harika. Şehir içinde tüm sokaklar, refüjler, bahçeler kaktüslerle doluyken kaktüslerden oluşan bir botanik bahçesine gelmek biraz saçma bir fikir olsa da tüm kaktüs türlerini bir arada görmek mümkün. Botanik bahçesinde kaktüslerin güzelliği yanında, rengarenk seramiklerle süslenmiş banklar da çok hoşuma gidiyor. Çöl kumu bol olunca çöl mimarisine renklilik katan seramik işçiliği de fazla oluyor. Seramik işlerinin üstünde umut dolu yazılar, sanırım ölen kişiler anısına yazdırılmış.
|
Çöl toprağından ev, pencere renkleri ve kaktüs, nasıl yakışmış birbirine |
|
Iki yanında kaktüslerden oluşan toprak bir yol |
|
Botanik Bahçesinde seramik süslemeler |
Tucson'da çöl mimarisi, kaktüs, seramik işçiliği ve kovboy kültürü çağrışımlı demir işçiliği, kente kimliğini veriyor. Birbiriyle iç içe geçmiş harika bir uyumları var.
|
Seramik işlerinin üzerine yazılmış bazı özlü sözler |
|
Botanik Bahçesindeki Seramik İşleri |
|
Çöl mimarisi üzerinde capcanlı renklerle flora ve faunaya dair seramik hikayeler |
|
Birlik olma mesajlı başka bir özlü söz |
Tucson'u çeviren dağların güzelliği bana Munzur Dağları'nı çağrıştırıyor. Çıplak kayalık dağları arkama alıp kendimi yine kaktüslerle konuşurken yakalayarak evin yolunu tutuyorum. Tucson, oldukça alçak bir şehir, evler tek katlı ve bahçeler renkli.
|
Tuscon'un Munzur Dağları'na benzeyen dağları |
|
Kaktüsler, evlerin boylarından kat kat uzun |
|
Çölün ortasında kerpiç evlere vuran ışığın güzelliği |
Akşama, bu şehirde yaşayan Amerikalı bir arkadaşım geliyor beni ziyarete. Ev sahibim Pamela, bahçede bizim için ateş yakıyor. Kendini cowgirl (kovgirl- kovboy) olarak tanımlıyor, ateş yakmayı ve kamp yapmayı çok sevdiğinden bahsediyor. Hava rüzgarlı ve etraf çöl ayazı, ateş başı ise sıcak. Ateşin etrafa yaydığı sıcaklığa, sıcacık bir muhabbet de ekleniyor. Güzel bir duygu ile giriyorum uykunun koynuna.
Sabah da odamda oyalanıyorum, evde olmak keyifli. Öğlende eski şehre yürüyerek çıkıyorum. Şehirde mücevher gösterisi (gem show) varmış, ne olduğunu anlamadan o gösteriyi görmeye gidiyorum, dünyanın her yerinden mücevher ile uğraşanlar gelmiş, mücevher koleksiyonlarını tanıtıyor. Ne ortam bana hitap ediyor ne de katılımcılar, taşlar çoktan doğallığını kaybetmiş, paranın çemberinden geçerek zengin müşterilerini bekliyor.
Eski şehirde her şey birkaç sokakta bir araya toplanmış, cafeler, dükkanlar, restoranlar... Sokakların sıcak bir atmosferi var. Biraz etrafta dolaşıp otobüs ile eve dönüyorum. Odamın keyfini çıkıyorum gece boyu, Airbnb'den ev sahibim Pamela'nın da sesi çıkmıyor.
|
Kerpiç evin renklerinin ve top top lavanta çiçeklerinin güzelliği |
|
Kaktüsler dallarında tam da salıncak kurmalık |
|
Kerpiç mimarinin güzelliğine... |
Sabah Çinli arkadaşım Jun geliyor. Asya'ya 2018'de yaptığım gezi esnasında, Laos'ta tanıştığımız üç kişilik ekibimiz yavaş yavaş toplanıp rotamızı Amerika'daki ulusal parklara doğru çevireceğiz.
Jun ile kahvaltı yapıp dışarı çıkmak için hazırlanıyoruz. Saguaro Ulusal Parkı'na gideceğiz, hiking yapmak için. Bindiğimiz otobüs belli bir yere kadar getiriyor, sonrası otostop çekiyoruz. Ama Amerika'da otostop çok yaygın değil, bizim yaşlarımızda bir kadın alıyor aracına bizi. Otostop çekmenin Amerika'da çok hoş karşılanmadığını anlatıyor, sağolsun bizi parka kadar bırakıyor.
|
Jun ile 2 yıl sonra yeniden buluşmanın şımarıklığı |
|
Jun ile Amerika'da otostop maceramız... |
|
Maceranın ortasında nasıl da keyifliyiz |
Etrafta Saguaro denilen devasa kaktüsler, ortam inanılmaz güzel ve hiking yapmak için heyecanlanıyoruz. Ama geldiğimiz kapı daha çok arabalı gelenlerin kullandığı bir giriş olduğu için parka girmek için uzun bir yol yürümemiz gerekiyormuş. Başka bir gün yeniden yayaların giriş yaptığı kapıdan gelmek üzere araç giriş kapısından ayrılıyoruz.
Munzur Dağı'na benzer dağı karşımıza alarak kimi kaktüs ormanlarının kıyısından kimi trafiğin içinden otobüs durağına geliyoruz. Kaktüs parkında yürüyüş yapamamanın hayal kırıklığı içinde.
|
Kaktüslerin kayaç dağa yaslandığı bir görüntü |
|
Palmiyelerin kayaç dağa yaslandığı bir görüntü |
Jun, gece güzel bir Çin yemeği yapıyor da keyfimiz yerine geliyor. Pamela, Pamela'nın oğlu, ben ve Jun bir masanın etrafında, Pamela'nın sevimli köpeği yanımızdaki kafeste sıcak bir aile atmosferinde yemeğimizi yiyoruz. Gece de Jun ile iki kız kardeş gibi aynı yatakta kıkırdayarak uyuyoruz.
|
İlk Airbnb deneyimimde yaşadığım aile sıcaklığı |
|
Uyumadan önce yaptığımız komiklikler ile nasıl da mutluyuz |
Sabah Pamela cowboy kültürü üzerine bilgi veriyor. Büyük çiftlik sahiplerinin çok sayıda ineğe (cow) sahip olan oğulları (boy) bu inekleri büyük arazilerde toplayabilmek için at kullanırlarmış. At ile inekleri çevirerek toplamaya çalışırken kaçan inek olursa onları da iple yakalamaya çalışıyormuş, bu süreçte kovboyun en büyük yardımcısı köpekleriymiş.
Pamela da kendini cowgirl olarak tanımlayan bir kadın, atı, köpeği ve çeşit çeşit kovboy şapkasıyla. Teksas'ta kovboy kültürünün olduğunu biliyordum ama Arizona'da olabileceğini hiç düşünmemiştim. Kovboy kültürünün böyle bir tarihi olduğunu ise hiç duymamıştım.
|
İlk Airbnb deneyemimdeki ilk ev sahibim bir cowgirl |
|
Cowgirl şapkalarıyla biz |
|
Eve giriş kapısı bile sanki Cowboyların takıldığı bar kapısı konseptinde |
Pamela'nın evindeki kovboy kültürü beni alıp çocukluğumdaki çizgi film karakteri Red Kit, Rin Tin Tin ve düldüle götürüyor ve bu çizgi film çağrışımlı sıcacık ev atmosferi bizi iyice sarıp sarmalıyor.
Kahvaltı sonrası San Xavier Amerikan yerlilerinin rezervasyonuna gitmek için otobüsteyiz. Otobüs bizi yerlilerin yaşadığı rezervasyona kadar götürüyor. Rezervasyonun adını veren San Xavier adlı Katolik bir kilise. Coğrafi keşifler sırasında İspanyolların keşfedip Hristiyanlık misyonları üzerine inşa ettikleri ve inşaatlarında Amerikan yerlilerini çalıştırdıkları, çölün ortasında belki de tek şahşahalı bina.
|
San Xaver rezervasyonuna gidecek otobüs, birkaç Amerikan yerlisi otobüsten iniyor |
|
Amerikan Yerlilerinin yaşadığı rezervasyonda devasa kilise |
|
Kilisenin süslemeleriyle giriş kapısı |
|
Kilisenin içi oldukça görkemli bir şekilde süslenmiş |
Kilisenin bahçe duvarında, mozaiklerle Amerikan yerlisi bir kadın elinde haç ile betimlenmiş. İspanyolların resmi tarihinde, Amerikan yerlilerini Hristiyanlaştırmalarından duydukları gururun sembolü olan bu Katolik kilise, Amerikan yerlilerin tarihinde nereye denk geliyor acaba? Kilisenin yanındaki okul yine Hristiyan öğretisine dayanıyor sanırım. Kilisenin yanı başında yükselen tepenin üstünde kocaman bir hac. Rezervasyonun atmosferi, buram buram Hristiyanlık baskısı kokuyor.
|
Hristiyanlığı sözde kabul etmiş Amerikan yerlisi bir kadın |
|
Dağı taşı haç ile süslemişler |
|
Amerikan yerlisi çocuk ve gençleri Hristiyanlaştırma okulu |
|
Hristiyanlaştırma okulunun oldukça masum gösterilen logosu |
Kilisenin önündeki bir meydanda yerliler stand kurmuş ve bir şeyler satıyor, buraya gelen turistlere. Stand başında yemek pişiren genç yerli bir erkekle konuşuyorum.
|
Yemek pişiren ve satan genç bir Amerikan yerlisi |
Hristiyanlıkla ilgili merak ettiğim konuları sormak istiyorum ama sorularımın, onu travmatize etmesinden korkuyorum:-Kilise mi? O bizim kara tarihimizin sembolü.
-Atalarım Hristiyandı, Ben de Hristiyandım ama inanmayı bıraktım. Çünkü ben güneşin ve toprağın çocuğuyum.
O anlattıkça içim yarılıyor, belli ki ataları da zorla inandırılmış. Kilisenin bahçe duvarında mozaik ile tasvir edilmiş yerli genç bir kızın elindeki hac ile Hristiyanlaştırmanın sempatik gösterilmesi gibi. Ortam çok iç açıcı değil rezervasyonda ve buram buram Hıristiyanlık kokuyor. Oysa girdiğim bir el zanaatları satışı yapan bir dükkanda karşılaştığım resimlerde Amerikan yerlilerinin kültürel zenginliği beni büyülüyor.
|
Arka fonda kilise resmedilse de Amerikan yerlilerin henüz mutlu olduğu zamanlar |
|
Kaktüslerin meyvelerini toplamaktan gelen Amerikan yerlileri |
|
Devasa kaktüslerin fonunda müzik yapan Amerikan yerlileri |
|
Kaktüs meyvelerinin hasat zamanı |
|
Amerikan yerlilerinin eğlencelerinden |
Dönüşte otobüs ile rezervasyonun içinden geçerken evlerin bahçelerindeki günlük yaşamı gözlemleme şansım oluyor. Bahçelere dikilmiş haçlar, obez gençler, park edilmiş jipler, kot pantolon giymiş erkekler... Sadece yüzlerinin genetik biçimi kalmış yerliliği anımsatan, geri kalan her şey Amerikanlılaşmış.
Kendimi hazırlamıştım yerlilerin hapsedildikleri rezervasyonlardaki en kötü tabloya. Çünkü Los Angeles'ta evsiz insanlardan doğru yaşadığım travmadan sonra, yolculuk psikolojim ikinci bir tramvayı kaldırabilecek güçte değildi.
Eve gidip evde Jun'un yaptığı enfes Çin yemeğini yiyoruz. O kadar çok yiyoruz ki sonrasında zumba yaparak yediklerimizi eritmek zorunda kalıyoruz. Pamela, Jun ve ben gece boyu dans ediyoruz, çok keyifli bir gece oluyor.
Bir sonraki gün rotamız, Saguara Ulusal Parkı'nda hiking yapmak. Bu defa parkın araç trafiğinin olmadığı sadece hiking için patikaların çatallandığı park girişine gidiyoruz. Otobüsün geldiği son noktadan sonra otostop çekiyoruz. Boş gününde olan bir arkadaş alıyor bizi ve hiking patikalarının başlangıcına kadar bırakıyor.
Haritadan birkaç rota seçiyoruz ve Saguara adı verilen devasa, çok kollu kaktüslerin arasından yürüyüşe başlıyoruz. Kaktüsler enfes, bayılıyorum hepsine ve koşup koşup hepsinin boynuna sarılmak istiyorum. Çöl coğrafyasında kaktüs ormanları... Arizona Rüyası filminin müziğini açıyorum. Kaktüsler arasındaki yürüyüşümüzü bir süre bu film müziği eşliğinde yapıyoruz, sanki filmin bir anında yürüyoruz.
|
Saguara Ulusal Parkında farklı biçimlerde kaktüsler |
|
Kaktüs tarlası gibi |
|
Arkadaşım Jun da kendi çapında kaktüs olmaya çalışıyor |
|
Kaktüsün şu tipine bak |
|
İnsanın her bir dalına salıncak kurası geliyor |
Her gördüğüm kaktüsü sanki ilk defa görüyormuşum gibi şaşırıyorum. Hepsi birbirinden farklıymış ve sanki farklı bir varoluşu, bir hikayeyi anlatıyormuş gibi. Üç saat boyunca farklı rotalarında dolaşıyoruz, Jun ile birlikte oldukça keyif alıyoruz.
|
Bazılarının üstünde çiçekleri de var |
|
Kaktüslerin gölgesinde oturmuş dinleniyoruz |
|
Bir kaktüsün yanında ne kadar da küçüğüz |
Bir kadın bizi otobüs durağına bırakıyor arabasıyla ve sonrasında evde yemek hazırlığına başlıyoruz. Arizona Üniverstesi'nde Türkçe öğreten Türkiyeli bir çift akşam yemeğine gelecek. Benim için oldukça keyifli oluyor onlarla konuşmak. Amerika'nın toplumsal yapısına dair içimi tamamen döküyorum onlara. Aynı coğrafyalardan beslendiğimiz birilerine sarılmak da ayrıca bana çok iyi geliyor. Türkiyeli bu çift, Jun ile ikimizi Flixbus otobüs durağından Las Vegas'a uğurluyor. El sallıyoruz uzun uzun birbirimize, sanki memlekette birini uğurlar gibi. Gece otobüs yolculuğu yarı uyur yarı uyanık geçiyor. Sabah Las Vegas'a varıyoruz.