12 Haziran 2017 Pazartesi

Anadolu coğrafyasında ilk Hristiyan mekânları; Kapodakya- Tarsus...



20 Ocak 2011

Rampada randıman almayan bir araçla yola çıkmışız meğer, yol boyu uyuyamıyoruz. Araç hem çok yavaş gidiyor hem de çok sallıyor. Sabahın 04.00'ünde Ilgaz Dağı'nı yavaş yavaş tırmanıyoruz. Ilgaz'ı ilk görüşüm, yarı aydınlık yarı karanlık dolanan haline bayılıyorum ve birden bunca uykusuzluğumun, gerginliğimin arasından aklıma nasıl düştüyse ilkokulda öğrendiğim ve yıllarca hiç aklıma gelmeyen bir çocukluk şarkısı geliyor.

Ilgaz, Anadolu'nun 
Sen, yüce bir dağısın.
Baharda yeryüzünde
O cennetin bağısın.

Yalçın kayalıklar
Göklere yükseliyor
Senin dumanlı başın
Bulutları deliyor.

Yükseklerden akıyor
Ne güzel berrak sular
Eteklerinde otlar
Sürülerle kuzular

Yavaş yavaş, dolana dolana çıkıyoruz Ilgaz'ı, yavaş yavaş da iniyoruz. Ilgaz'ı bir kez daha, bir kez daha görmek isterim. Büyüsü hayal meyal aklımda kalıyor.

İki günü Ankara'nın soğuğunda, Halkevleri'nin Halkın Hakları Forumu'na katılarak geçiriyoruz. Bir gece Batıkent'te, Karaman'ın Ermenek ilçesinden bir ailenin yanında misafir oluyoruz. Ermenek'i ilk duyuşum. Köyleri Toros Dağları'ndaymış. Göksu  Nehri'nin bir kolu olan Ermenek Çayı da HES'e kurban gitmiş. Evinde kaldığımız aile ile muhabbet ediyoruz bir hayli, oysa çok da yorgunuz.

Bir sonraki gece Kayseri'ye yola çıkıyoruz, tren daha yeni Ankara'dan çıkmıştı ki ani bir şekilde durdu. Meğerse biri, intihar etmek için trenin önüne atlamış, bu, trenle yolculuk yaparken ikinci intihar olayına denk gelişim. Daha önce de İzmit'in sanayi bölgesinde, bir işçi, trenin önüne yatmıştı. İlkinde şok olmuştum, şimdi etkisi daha kısa sürdü. Tren gecikmeli kalktı, iki saat de gecikmeli ulaştı Kayseri'ye. Kayseri otogarında da bir saat bekleyip Batman'dan gelen otobüsle Nevşehir'e geldik. Arabanın içi nasıl sıcak, koltuk nasıl rahat, biner binmez uyumuşuz. Nevşehir'de açtık gözümüzü, Göreme'ye geçip peri bacası bir pansiyon bulduk. 


Peri Bacası Pansiyonumuz, Taştan Doğal Bir Mimari

Peri bacasının sadece şapkası yok, oyulmuş bir kaya, kışın sıcacık yazın ise serin olanından, eşyalarımızı bıraktık taş odaya, pansiyonda Japonlarla kahvaltı yaptık. Göreme sokaklarında dolaşıyoruz.

Göreme'nin Mardin ve Midyat Gibi Taştan Yerleşimi

Göreme'den Kilise Mimarisinde Bir Cami

Göreme'deki Peri Bacaları

Göreme'den Uçhisar'a gitmek için vadiden hiking rotasını tercih ettik. Peri bacalarının, kayaların arasından, doğal tünellerin içinden, akan suyun kıyısından ilerleyip tüm coğrafi şekillere dokunabiliyorduk. Uzundere Vadisi'ydi yürüdüğümüz, Uçhisar'a çıkıp çıkmayacağını bilmeden gidiyorduk. 


Mor ile gösterilen Uzundere Vadisi, Göreme'den Uçhisar'a

Bu ıssız coğrafyada karşımıza bir turist çıkıyor. Tek başına ıssız vadiden Uçhisar'dan Göreme'ye dönüyordu, tam tersi istikametlere gidiyorduk yani. Onunda karşılaşmamız benim için cesaret oldu, Yalçın'ın peşinden bu ıssız coğrafyaya açık alan korkusu olan biri olarak sürüklenmiştim. 


Uzundere Vadisi, Mağara Evler

Uzundere Vadisi,  Rüzgarın İzleri

Uzundere Vadisi,  Farklı Şekillenmeler

Uzundere Vadisi,  Mağara Evler

Uzundere Vadisi,  Rüzgarın Hareketi Ve Açtığı Oyuk

Uzundere Vadisi, Bir Ev

Uzundere Vadisi,  Şekillenmeler

Uzundere Vadisi'nden Uçhisar'a Doğru Şekiller Pembeye Dönüyor

Uzundere Vadisi'nden Çıkış

Ben, açık alan korkumun etkisiyle vadinin girinti ve çıkıntılarında kaybolduğumuzu düşündüğüm bir anda Uçhisar'ı tırmanışlı bir tepenin ardından görünce çok sevindim. 


Uzundere Vadisi'nden Uçhisar

Uçhisar, Midyat'a çok benziyordu, evleri sarı taştan yapılmış hep. Uçhisar Kalesi, bölgenin en yüksek yeri, merdivenleri bir süre içten, sonra da dıştan tırmanıyor. Bu eşsiz coğrafya, güzelliğini, Erciyes ve Hasan Dağı'nın volkanik patlamalarından almış. Etrafa savrulan tüfler, yağmur ve rüzgarın aşındırmasıyla ortaya çıkan öyküler... Uçhisar Kalesi'nden etraf şahane gözüküyor. Yol üstünde şarap fabrikalarına uğruyoruz. Nevşehir'in tüflü toprağındaki üzümün şarabı...


Uçhisar

Uçhisar Kalesi'nden

Göreme Açık Hava Müzesi'ne gidiyoruz, onlarca mağara kilisesi, kiminin freskleri hala güzelliğini koruyor. Fresklerdeki insan gözleri hep kazınarak yok edilmiş, sonra öğreniyoruz ki Osmanlı döneminde buraları güvercin barınağı olarak kullanılmış, güvercinler insan gözlerinden ürkmesin diye gözler kazınmış. 


Açık Hava Müzesinin Etrafı

Hristiyanlığın yaşandığı ilk mağara kiliseler olarak insanlık tarihine geçmiş bir coğrafya, Kapodokya...


Mağara Kilisler, Göreme Açık Hava Müzesi
Kiliseleri gezerken kış güneşi kendini gösteriyor ve batmak üzere... Ben heyecanlı bir halde, Güllüdere Vadisi'nde  gün batımını izlemek istiyorum, otostop çekiyoruz, belli bir yola kadar gidiyoruz ama daha içeri vadinin başına gitmek için araç bulamıyoruz. Yürüyoruz vadiye doğru, ama kış güneşi kayalardaki kızıl tonlarıyla çekip gitmek üzere. 


Kış Güneşinin Işıklarında Kızılçukur

Sabah, Kızıl Çukur ve Güllüdere Vadilerini gezmek istiyoruz. 


Göreme'den Çavuşin'e Uzanan Vadiler

Kızıl Çukur ve Güllüdere Vadileri, birbirine paralel ve Meskendir Vadisi ile kesişen vadiler. Yürürken yanımızda yükselen bin bir şekilde dev kayalar, kurt olduğunu düşündüğümüz bir hayvan, tırsıyorum, arkamızdan da bir Japon turist geliyordu, yapayalnız vadede dolaşıyor, kurt konusunda uyarınca çok da umursamıyor. Vadiden vadiye geçiyoruz, en güzeli Kızıl Çukur Vadisi, kıpkırmızı kayalar... Kayaların en üstüne çıktık, oradan tekrar indik. 

Meskendir Vadisi'nden


Meskendir Vadisi'nden, Sarı ve Pembe Kayalar

Meskendir Vadisi'nde Çıktığımız Kayaların Üzerinden

Meskendir Vadisi'ndeki Kiliseler
Meskendir Vadisi'nin içinde bir amca ile tanıştık. Eyüp Amca bağına gelmiş, vadi kırmızı topraklı ve bodur asmalardan oluşan bir bağ. Amca bağındaki çeşmeden bir sürü bidona su doldurmuş, bidonları da el arabasına koymuş, bir de bıçağıyla yabani marul söküp, poşetine topluyordu. Hem salata yapıp yiyecekmiş hem de kekliği varmış ona götürüyormuş. Meskendir Vadisi'ndeki dar geçitlerden el arabasıyla suları götürüyoruz, kimi yerde duruyoruz yabani marul toplamak için. Eyüp Amca üzümlerini Doluca şarap fabrikasına satıyormuş, muhabbet ede ede Meskendir Vadisi'nden Çavuşini'ne gidiyoruz. Belli bir yerden sonra Eyüp Amca'nın arabasıyla ilerliyoruz, el arabasından suları otomobiline aktarıyoruz. 

Eyüp Amca Yabani Marul Toplarken

Çavuşini Kalesi'ne de çıkıyoruz, kalede  kilise var ve çok yüksek bir yer burası. Hasankeyf'i andırıyor, yerleşim yeri de Midyat'ı... 

Çavuşini

Otostop ile Avanos'a geçiyoruz, Kızılırmak geçiyor şehrin ortasından geniş bir alana yayıla yayıla, üzerindeki asma köprüden sallana sallana bir o yana bir bu yana geçiyoruz. Çömlek yapan atölyeleri geziyoruz, her yan çömlekçi dükkanı...

Karanlık basınca Göreme'deyiz, şapkasız peri bacası pansiyonuna geri dönüyoruz, gece ahşap kapımıza yağmur vuruyor ve biz taşın içinde, loş bir odada kitap okuyarak bu dokunun keyfini çıkarıyoruz. Sabah kalktığımızda Kapadokya'nın peri bacaları bembeyazdı, pansiyondan ayrılıyoruz. Nevşehir'e, Nevşehir'den Kaymaklı'ya geçiyoruz. 4 katlı bir yeraltı şehrini gezmek istiyoruz. Ben birinci kattan sonra devam edemiyorum, vadideki açık alan korkumdan sonra da burada kapalı alan korkum depreşiyor. Kendimi dışarı zor atıyorum, ama gördüğüm kadarıyla gerçekten büyüleyiciydi. Mutfağı, erzak depoları.... 
Kaymaklı Yeraltı Şehri Evleri

Bu yeraltı şehri yumuşak tüfün oyulması ile oluşmuş, şehir, geçici tehlike anında halkın sığınması için yapılmış. Ağır, erzak depoları, kiliseler, şırahaneler, öğütme taşları bulunmaktaymış.(1)


Kaymaklı Yeraltı Şehri Evleri
Yalçın tüm katları dolaşıyor. Ben girişteki rehber kulübesinde takılıyorum, rehber yaşlı amcalarla sohbet ediyorum. Yeraltı kentinin yirmi mahallesinden sadece bir mahallesi şu an açıkmış. Amcalar kuzinede patates yapmış, sıcak sıcak yiyoruz. Niğde ve Nevşehir'in patatesi meşhurmuş, yeni öğreniyorum.

Yalçın yeraltı şehrinden çıkınca yola koyuluyoruz. Otostopta bir amca alıyor bizi,  Derinkuyu'da kocaman bir kilise görüyoruz dışarıdan ve yine bir yeraltı şehri. Girme girişimim yine birinci katta son buluyor, dönüyorum. 


Derinkuyu Yeraltı Şehri Sokakları


Derinkuyu Yeraltı Şehri Evlerinin Taştan Yuvarlak Kapıları

Yalçın'ın anlattığına göre şehrin geniş sokakları varmış, evlerin yuvarlak taştan kapıları. Derinkuyu'dan Ihlara'ya 50 kilometre var, köyden köye otostopla ilerliyoruz. Gün batmak üzere, bir patates kamyonuna biniyoruz, İstanbul'daki hale patates götürüyorlarmış, tam bir kavşakta kalıyoruz; Aksaray'a, Güzelyurt'a ve Ihlara'ya giden. Kavşakta meczup bir abi ile karşılaşıyoruz, abi de Ihlara'ya yakın bir kasabaya gidecekmiş, donmuş. Güzelyurt tarafına giden bir araca el kaldırıyoruz, belki Güzelyurt'tan Ihlara'ya giden bir dolmuş buluruz diye. Meğerse orada da dolmuş yok, tekrar bir patates kamyonu ile geriye kavşağa dönüyoruz. Meczup abi orada koca bir top otu toplamış, yakmaya çalışıyor, beceremiyor da. Ateşi biz tutuşturuyoruz, koca bir top ot, koca bir top ateşe dönüşüyor, ısınıyoruz. Karanlık iyice basıyor. Neyse ki bir araç alıyor bizi, Ihlara'ya bırakıyor.


Melendiz Dağı

Ihlara'da gece, zor bir zor pansiyon buluyoruz, sobalı köhne bir yer. Yiyecek bir şey yok, biz de sucuk alıyoruz bakkaldan. Sobanın üstünde ızgara yapıyoruz, odayı sucuğun yağının duman kaplıyor. Göz gözü görmüyor, macera duygumuz hat safhada, yediğimiz sucuk ekmeğin tadı, harika. Odayı iğrenç bir yağ kokusu sarıyor, pencereyi Hasan Dağı'na karşı açıp havalandırıyoruz. Ayaz, ama biz odada sucuk ekmeğimizi yiyoruz. Cam kırık, orayı naylonla kapatıyoruz, kapı alttan püfür püfür esiyor, oraya da halıları koyuyoruz.

Yeni bir güne perdeyi açtığımda, bir tarafta Melendiz Dağı'nı bir taraf da Hasan Dağı'nı görüyorum, yan yana ve karlı iki zirve... 


Ihlara Vadisi Haritası

Melendiz Dağı'ndan doğan Melendiz Çayı da Ihlara Vadisi'nin içinden geçiyor. Ihlara köyünün içindeki girişten Ihlara Vadisi'ne giriyoruz. 


Ihlara Vadisi'nin Girişten Görünümü

 Belisırma köyüne kadar 4 kilometre yürüyeceğiz, Melendiz Çayı'na paralel patika yollar var, patikanın bazı yerlerini yukarılardan kopan koca kayalar kapatmış, onların üzerinden geçiyoruz. Vadinin sağlı sollu kayalarına kiliseler oyulmuş, vadide bizden başka kimse yok. Yeraltı şehrinde ortaya çıkan kapalı alan korkum, yerini açık alan korkuma bırakıyor. Ara ara panik atak nöbetleri geçiyorum vadi içinde. Ya üzerimize taş düşerse, ya yabani hayvan çıkarsa, ya ya ya ile başlayan bir çok kaygı verici düşünceyi aklımdan uzaklaştıramıyorum. Uzaklaştıramadıkça da ne baktığımı görüyorum ne de keyif alıyorum ortamdan. Kiliselere girip çıkıyoruz, kimilerinde hala freskler çok canlı. Kayalara oyulmuş ve fresklerle süslenmiş kiliseleriyle, mağara evleriyle koskocaman bir yaşam alanı.


Tüfleri Oyan Melendiz Çayı

Melendiz Çayı'na Paralel Patikalar

Vadi'nin Kayalarındaki Barınaklar

Ihlara Vadisi, volkanik Hasan Dağı'ndan püsküren bazalt yoğunluklu lavların soğumasıyla ortaya çıkan çatlaklar ve çökmeler ile oluşmuş. Vadinin ortasından geçen Melendiz Çayı, vadinin bu günkü şeklini almasında önemli. Vadinin yan taraflarındaki aşınmış kayalarda sayısız barınak, kilise, mezar bulunmakta. 14 km uzunluğunda doğal bir kanyon, dünyada ikinci büyük ama içinde yaşamın olduğu en büyük kanyonmuş.(2)


Vadideki Kiliselerin Freskleri

Vadideki Kiliseler

Vadideki Eski Barınaklar ve Günümüz  Barınakları, Belisırma Köyü 

Gezdiğimiz bir kiliseden çıktığımızda, Belisırma köyünü görüyorum, evet bir yerleşim, insanlar ve yaşam... Vadinin çıkışında yapılmış evleri görünce içimi huzur kaplıyor, açık alan korkum dağılıyor. Melendiz Çayı'nın etrafı ağaçlık, baharda muhtemelen çok daha güzel oluyordur. Kayalar çok riskli, hep yukarılardan kopmuş ve vadinin içine yığılmış. Ben de pıtrak gibi türeyen bu korku türleri, ama korkularıma inat seyahate devam. Belisırma köyüne gelince rahat bir nefes aldım, Belisırma'dan Selime'ye de  7 kilometre devam ediyor patika. Vadinin toplam uzunluğu 14 kilometre.

Biz Belisırma'dan otostop ile Ihlara Köyü'e gidiyoruz, pansiyondan çantalarımızı alıp, Selime köyüne belediye otobüsü ile devam ediyoruz, Selime'de vadinin bittiği yerde, Kale Manastırı Kilisesi var. Dev peri bacalarına oyulmuş bir din merkezi. Kilise 9. veya 10.yy. tarihlendirilmekte, freskler de 10. veya 11. yy'a...


Kale Manastırı Kilisesi

Kale Manastırı Kilisesi İçinden Bölümler



Kale Manastırı Kilisesi'ndeki Renkleri Yok Olmuş Freskler

Kilise çıkışı saatlerce araç bekliyoruz.  Otel sahibi bir dayı alıyor bizi, kısa bir yolu alacağız ama dayı otelinin adı gibi çatlak. Yol kenarındaki çamurlu sulara girip, çamurlu suları arabanın camına sıçratmayı başarabilen, sıçrattığı suları silecekler ile silerek arabanın camını çamurla kapatan ve yolu görmeden karambole giden bir tip. Neyse sağ salim ulaşıyoruz varacağımız noktaya, başka bir araçla Aksaray'a gidiyoruz. Aksaray merkezde Eğri Minare ve Ulu Cami'yi geziyoruz.

Aksaray'dan otobüse binip sabah Tarsus'da oluyoruz. Anadolu coğrafyasındaki başka bir eski yerleşim. Sokaklar turunç ve limon ağaçları ile dolu. Turuncu ve sarı renkler sokaklarda, güzel bir görsellik oluşturuyor. Turunç ve limon ağaçlarının bolluğunu bilmeme rağmen hala yüzlerce sarı ve turuncu ağacı, bu meyvelere ulaşmadaki kolaylığı görünce şaşırıyorum. 


Tarsus'un Turuncu Fonu

Tarsus'un Sarı Fonu

Tarsus Çayı geniş bir alandan dökülerek Tarsus Şelalesi'ni oluşturuyor. Tarsus Çayı'nın suyu çok güzel görünüyor. Tarsus barajına gidiyoruz, okaliptüs ağaçları ile dolu. Barajın etrafına park yapmışlar, baraj gölüne çıkıyoruz. Karşımızda karlı tepeleri ile Toroslar...Gölün kıyısı bağlarla dolu, Tarsus'ta üzümün bol olduğunu bilmiyordum. 


Asma Bahçeleri, Tarsus Barajı, Toroslar

Toroslar
Tarsus'un tarihi evlerinden oluşan eski yerleşimi var. Tarsus tren istasyonu belki de önünde palmiyelerin olduğu nadir tren istasyonlarından...


Güney'in Palmiyeli Tren İstasyonları

Tarsus'tan on dakikalık bir mesafeyle Yenice'ye geliyoruz. Yenice istasyonundan İç Anadolu mavi trenine biniyorum, Yalçın beni uğurluyor. Toroslar karlarla kaplı, uzun bir süre torosları geçeceğiz, tünellerle birbirine paralel sıradağları aşıyoruz. Hacıkırı Belemedik arası bir çok tünel var, tünellerden geçerken kapalı alan korkum tutuyor. Bu yolculukta açık alan korkum ve kapalı alan korkum ruhumda köşe kapmaca oynadı.

Tünellerden geçerken bir hayli daralıyorum, trenlere bir daha binemeyeceğim diye ödüm patlıyor. Devasal Toroslar'ın en altından ve içinden geçiyoruz, Belemedik trenden, yine çok güzel görünüyor. Tünellerle Toroslar'ı aşıyoruz. Niğde'de kar var, her yer bembeyaz. Hava da kararmak üzere, iki tavşan ovada koşuyor, trende 1 TL'ye bir poşet mandalina satıyor, bir amca. Ben de alıyorum, böyle bir tat daha önce hiç görmemiştim. Toroslar'ın arası zakkum çiçeği ile dolu, dağ taş zakkum...

Tünellerin beni daraltığı, psikolojik savaşın içinde geçen bir yolculuk. Gece boyu kitap okumaya çalışıyorum, sonra İstanbul'a kadar uyumuşum. Üniversiteden arkadaşım Seçkin karşılıyor beni, Haydarpaşa'nın denize bakan yüzünde oturuyoruz. Haydarpaşa'nın yanan çatısı yeniden yapılmaya çalışılıyor. Trakya'ya geçiyorum. Trakya güneşli ve ayaz, tek göz odadan dışarı adım atamıyoruz. Dört kişilik aile bireyleri, farklı meşguliyetler ile aynı odada zaman geçirmeye çalışıyor. Kardeşim flüt çalıyor, ben kitap okuyorum, babam televizyon izliyor, annem ahşap boyuyor. İnsanların daracık bir mekanda bir arada  yaşaması ne kadar zor. Önceden böyle miydi? Çocukken ailenin yine aynı bireyleri, muhabbet içinde daha keyifli vakit geçiyorduk. Ayaz hasta ediyor beni, günlerce yatıyorum. Bir kardelenleri görüyorum, bir de 87 yaşındaki anneannemi... 


Türkiye'nin Kuzeyinden Güneyine

--------------------------------------------------------------------------------
(1) Kaymaklı Yeraltı Şehri girişindeki tanıtım tabelasından.
(2)Ihlara Vadisi çıkışındaki tanıtım tabelasından

21 Mayıs 2017 Pazar

yolculuklarım artık sınırları aşıyor; Batum-Kutaisi-Tiflis


10/08/2010

Kemalpaşa'da Sarp Sınır kapısına giden otobüs durağında, emekli bir öğretmen ile tanışıyoruz. O da Gürcistan'a gidiyor. Kemalpaşa ile sınır kapısı arası çok yakın, kapı çok kalabalık. Neyse ki işlemler uzun sürmüyor. Gürcistan kameralarına gülümsedikten sonra, halk otobüsüyle Batum'a yola çıkıyoruz. Karadeniz'in Türkiye sahilindeki duble sahil yolu Sarp sınır kapısında bitiyor, sınır kapısından sonra köy yolu. Çok keyifli bir yol, çay tarlaları yok ama bu tarafta. Hopa'da öğrenmiştik bunu, iklim aynı olmasına rağmen, çay yetiştirilmiyor. Çünkü devlet çayı teşvik etmiyor ve almıyormuş, önceden ekilmiş çayları da sökmüşler.

Çoruh Nehri, Batum'a gelmeden Karadeniz'e geniş bir yatakta, çok az su ile dökülüyor. Batum'da merkezi bir yer olduğunu düşündüğümüz bir yerde iniyoruz. Kiril alfabesi  kullanıyorlar, alfabe çok farklı. Türklerle karşılıyoruz, onlara nerelere gidebileceğinizi soruyoruz. Botanik Parkı'nı söylüyorlar, kapanmadan görmek istiyoruz. Botanik Parkı, Karadeniz'in kıyısında, bölüm bölüm ayrılmış; Himalaya bitkileri, Ortadoğu bitkileri, Akdeniz iklimi bitkileri, çok büyük. Her yanı görmemiz mümkün olmuyor. Park Karadeniz'in kıyısında ama birçok farklı iklimin bitkileri yetiştiriliyor. 


Batonik Parkı'ndan Karadeniz'e


Batonik Parkı'ndan Batum'a

Park, Sovyetler Birliği döneminden kalma. Ağaçların üstüne Latince isimleri yazılmış. Park içinde tanıştığımız bir amca ile Gürcüce konuşma denemeleri yapıyoruz. 

Gamarcoba: merhaba 
Gmodlob: teşekkürler 


Batonik Parkı'ndan Manolya


Batonik Parkı'ndan Lotus (Nilüfer)

Batonik Parkı'ndan Muz Ağacı

Botanik parktan yürüyerek tren istasyonuna gidiyoruz. Karadeniz'in kenarından tren yolu boyunca yürüyoruz, hava çok nemli, Hopa gibi. Burada herkesin elinde bir mendil, mendili ıslatıp ıslatıp terini siliyorlar. Tren istasyonundan yarın Kutaisi için bilet soruyoruz, ama kadın ile anlaşamıyoruz. Neyse ki imdadımıza Türkçe konuşan bir Azeri genç yetişiyor. Dolmuşla şehir merkezine dönüyoruz, dolmuşları çok eski, şehir merkezi çok kalabalık, kalacak yer arıyoruz.

Batum kumarhanelerin merkezi olduğu için otellerin güvenilirliği konusunda şüphe duyuyoruz. Etrafı kumarhaneler sarmış, kumarhane camekanları para, seksi kadın, gökdelen resimleri ile süslü. Batum, yozlaşmanın merkezi gibi. Bir pansiyon buluyoruz ücreti de uygun, her ne kadar ortamdan biraz rahatsız olsak da kalabileceğimiz uygun bir fiyat. Çatı katı sıcak, nem. Yemek yemek istiyoruz ama alfabeden bir şey anlamadığımız için nerede yiyeceğimize karar veremiyoruz. Sahile iniyoruz. Sahile yakın bir meydanda Medea Heykeli, Batum'un simgesi olmuş. Kafkaslara dair mitolojik bir söylenceyi ifade ediyor.


Medea Heykeli, Altın Post, Yunan Mitolojosinde Güç, İkidar, Zenginliği Simgeler

İnsanlar serinlemek için, Medea Heykeli'nin altındaki fıskiyelerin altına giriyor. Akşam karanlığı olmasına rağmen  sahil çok kalabalık, denize girenler bile var. Sovyetler Birliği döneminden kalma binalar ışıklandırılmış, sahilde uzanıp dalgaların sesini dinliyorum.  Sahilde uyuyacağım neredeyse, çok yorgun hissediyorum kendimi. İnsanlar geç saatlere kadar sokaklarda. Sabah erken kalkıp Kutaisi'ye gitmek istiyoruz. Erken kalkamazsak treni kaçıracağız, kalkamıyoruz ve yolculuğumuz bir sonraki güne kalıyor. Sabah bir Türk lokantasında kahvaltı yapıyoruz, ara sokaklarda dolaşıyoruz, binaları estetik, binalar Kars'taki yapılara çok benziyor. Evlerin yağmurluk kanalları, giriş kapısı gölgelikleri Kars'takiyle aynı. Erkekler sokakta ya üstleri çıplak ya da tişörtleri göğüslerinin altına kadar kıvırmışlar. 


Sanki Kars Sokaklarından

Dağın tepesinde bir kilise görüyoruz, orayı gezelim istiyoruz, dolmuş sorarken bir Türk ile tanışıyoruz, arkadaşlarını arayıp bizi götürebileceklerini söylüyor. Dağın tepesini dolana dolana, köylerden geçerek, Batum'u aşağıda bırakarak tırmanıyoruz. Mısır tarlaları, domates bahçeleri, fındık ağaçları köy evlerinin bahçelerinde. Kilise meğerse yeni restore ediliyormuş. Sovyetler Birliği döneminde burası cezaeviymiş. Taştan köy yolları da Nazi tutsaklara yaptırılmış. Kilise inşaat halinde, görebileceğimiz bir şey yok. 


Sovyetler Birliği'nde Cezaevi Olarak Kullanılmış, Şuan Kilise

Kilisenin Bulunduğu Tepeden Batum'a Bakış

Coğrafya Aynı, Hopa ve Batum Çok Benziyor

Batum'u, limanıyla; ovaya yayılmış haliyle Çoruh Nehri'ni cansız, geniş bir yatakta ölü gibi uzanan, can çekişen görüntüsüyle izliyoruz. Türkiye tarafındaki barajlarda biriken sulardan, hali kalmamış gibi. İnce ince kollar halinde akıyor, güneş altında gümüş gibi parıldıyor. 


Çoruh Nehri, Geniş Yatağında Karadeniz'e Kavuşmak Üzere

Kuş bakışı baktığımız şehre inip binaların arasına karışarak sahile iniyoruz, tüm binalar boşalmış da sahile gelmiş sanki. Herkes Karadeniz'in deli dalgaları ile boğuşuyor, yüzmeyi doğru düzgün beceremediğim için sıkılıyorum sahilde. Erkenden pansiyona çıkıyoruz, o sıcak ve nemin içinde sabaha kadar uyumuşuz. Sabah erkenden trene binmek için istasyonuna gidiyoruz, pulman vagonda yapıyoruz yolculuğu. Bir çok satıcı kadın var, hepsi de 60'ını geçkin. Yaşlarına rağmen çalışıyorlar.

Tren uzun bir süre Karadeniz'e paralel gidiyor. Tarlalarda çalışan kimseyi göremiyoruz yol boyunca, oysa Anadolu coğrafyasında tren yolculuğu esnasında insanların sürekli tarlalarda bir şeyler öğrettiğini görürsün. Burada sadece mısır tarlaları var. İnsanların bahçelerinde ekili bir şey yok, sadece mısır ve ev önlerinde asmalar göze çarpıyor. Dışarıda toprağa dayalı üretim, içeride de yaşlı satıcı kadınların durumu vahim. Trenler Türkiye'deki trenlere göre çok pis.


Batum'dan Kutaisi'ye  Gideceğimiz Trenimiz Geliyor

Öğleye doğru Kutaisi'de iniyoruz, bambaşka bir kent. İstasyondan şehir merkezine giden bir otobüse biniyoruz, şehir merkezi olduğunu düşündüğümüz bir yerde de iniyoruz. Çarşıları Diyarbakır'ın, İran'ın çarşılarına benziyor. Her şey dışarıya çıkarılmış, sokakta sergileniyor. Şehrin ortasından bir nehir geçiyor, pis bir nehir, nehrin yatağı oyulmuş kayalardan oluşuyor, kayaların güzel bir görüntüsü var. Nehre bakan ahşap iki katlı evler şehre güzel bir hava katıyor. 


Kutaisi'den Geçen Rioni Nehri

Nehre Bakan Evlerinin Güzelliğiyle

Nehrin İçinde Şekilleriyle Büyüleyen Kayalar

Lenin Heykeli'nin bulunduğu bir parkta oturuyoruz. Sokaklarda otel arıyoruz uygun fiyata, birisine sorduğumuzda Türk olduğumuzu anlayıp "kardeş" diye cümleye bağışlayıp Gürcüce oteli tarif ediyor, dolmuşa binip otele gidiyoruz, çantalarımızı bırakıp tekrar şehir merkezine dönüyoruz. Merkezde görkemli bir bina var, tiyatro binası olduğunu anlıyoruz, tiyatro kapalı olmasına rağmen bizi gezdiriyor görevli. Sovyetler Birliği'nden kalma bir tiyatro olsa gerek, bizim için ışıkları açıp sahneyi aydınlatıyor, mahcup oluyoruz. Oradan bir kiliseye giriyoruz. Şans o ki vaftiz töreni var, onu izliyoruz, vaftiz töreni bitiyor nikah başlıyor. 


Vaftiz Töreninden 

Nikah Töreninden

Kiliseden çıktıktan sonra, nehrin diğer tarafında dolaşıyoruz, ilçe garajına benzer bir yerde, otobüsler çok eski, bir otobüse atlayıp otobüsün gittiği yere gitmek istiyoruz ama otobüs içindekilerin Türk olduğumuzu öğrenince tutumları bizi rahatsız ediyor, otobüsten iniyoruz. 


Özlediğim Otobüs Tipleri

Hele Güzelliğine

Yürüyoruz, arka arkaya sıralanmış köprülerin, parkların, sokakların arasında...


Yalçın'ın Köprü Heykelleriyle  Ahbaplığı

Sokaklarda çınar ağacı ve okaliptüs ağaçları çok fazla, sokaklarda yazılar Kiril alfabesiyle, fazlasıyla yabancıyız. Rioni Nehri fazlası ile pis, şehrin tüm pisliği oradan akıyor sanki, geceyi otelde geçirip, öğlen de kalkacak Tiflis trenine yetişmeye çalışıyoruz. Bindiğimiz şehir içi otobüs, bizi bir hayli dolaştırıyor. Neyse ki yetişiyoruz...

Tren yolculuğuna başladığımızda tren istasyonlarının birinde kocaman bir domuz görüyoruz, yavruları da yanında. Tarla diye bir şey yok, yani ekilip biçilen arazi, sadece birkaç kişiyi, birkaç büyükbaş hayvan otlatırken görüyoruz. Tren yolunun yanından akan nehir Kura Nehri'ymiş. Kars'tan doğan Kura Nehri, Gürcistan ve Azerbaycan'ı geçip Hazar Denizi'ne dökülüyormuş.(1) Çok uzun bir süre bize eşlik ediyor, içinde yüzenler, balık tutanlar var. Tiflis'e girerken dağın tepesinde kurulmuş bir kilise görüyorum, dağın tepesinde çok etkileyici görünüyor. 


Gori'de Karşılaştığımız Kura Nehri

Dağın Tepesinden Trendeki Bizi Büyüleyen Kilise

Tiflis'te öğleden sonra iniyoruz. Tren İstasyonundan çıkıp sokaklara girdiğimizde her şeyin yerlerde, sokaklarda olduğu bir pazar ile karşılaşıyoruz, çok pis görünüyor. Birilerine otel sorup, anlaşmaya çalışırken, genç bir emekçi, elinde çekçek ile muhtemelen yük taşımak için iş bekliyordu, "siz Türk müsünüz?" deyince seviniyoruz, o anlaşmazlığın ve yalnızlık duygusunun içinde. Diyarbakırlıymış, Kürt bir Ezidi kadın ile evliymiş. Ezidiler, Sovyetler Birliği döneminde Gürcistan'a, Ermenistan'a yerleşmişler, inançlarını daha rahat yaşayabilsinler diye. Diyarbakırlı genç emekçi, bize kalacak yer bulmaya çalışıyor. Ermeni bir kadının evine gidiyoruz, evini pansiyon olarak açmış,  yer yok evinde. Sonra Kürt bir kadının odası varmış, kadın "kalabilirsiniz" diyor. ucuz bir fiyata. Odaya çıkıyoruz ki berbat, odayı görmeden kabul ettiğimiz için de geriye de dönemiyoruz,  çantalarımızı bırakıp kendimizi sokağa atıyoruz. Türk lokantasında yemek yeyip, işlek caddelerinde gezip, parklarında oturuyoruz. 


Parlak Caddeler

Kura Nehri

Kalacağımız odaya nasıl gideceğimizi kara kara düşünüyoruz. Yürüyerek eve gidiyoruz, Kürt kadın bizi merak etmiş, uyuyamamış. Garip kadın ve erkeklerle  karşılaşıyoruz, davranışları, konuşmaları, gülüşleri çok abartılı. Kadınların seks işçisi olduğunu düşünüyoruz, sabaha kadar eve giren çıkan bitmedi, sesler hiç kesilmedi, sabah erkenden kaçıyoruz odadan. Çantalarımızı Türk lokantasında bırakıyoruz, görkemli bir binaya gidiyoruz, kiliseyi geziyoruz, başka bir merkez keşfedip, o merkezde geziyoruz. 


Gezdiğimiz Kiliseden

Gezdiğimiz Pazardan

Özgürlük Meydanı, St. George Heykeli

Ne yapalım, ne yapalım derken otobüse atlayıp otobüsün gittiği güzergahları görmek istiyoruz, tekrar aynı yerde iniyoruz. Tekrar başka bir hatta biniyoruz. Ama  bu otobüs Tiflis'in dışına çıkıyor, otobüs son durağa geliyor. Biz ise bindiğimiz yere döner, diye düşünmüştük. Öyle olmadı, son durakta duruyor otobüs, şimdi anlat anlatabilirsen merkeze dönmek istediğini. Sadece gezme amaçlı otobüse bindiğimizi ve bindiğimiz yerde tekrar ineceğimizi düşündüğümüzü, biraz İngilizce bilen bilet kontrolörüne anlatıyoruz derdimizi. O bizi merkeze giden araca bindiriyor, etrafı izleye izleye geliyoruz. Çantalarımızı alıp parkta bir akşamüstü vaktinde, tren saatinin gelmesini bekliyoruz.

Gürcü halkını çok rahat buluyoruz, ne bir heyecan ne bir kızgınlık ne bir kavga ne bir sataşmaya rastlamıyoruz. Tepkileri kaybolmuş gibi, kadınların sokaklardaki hem kıyafet hem davranışsal özgürlükleri hoşuma gidiyor. Bizim kadınlar olarak, duvarlarımız daha göze çarpıyor Türkiye'de. Saat yaklaşırken biz de tren istasyonuna yolu düşüyoruz. Tiflis'ten Batum'a bir grup Fransızla yapıyoruz bu yolculuğumuzu, sabah Batum'a yaklaşırken şimşeker aydınlatıyor geceyi, gün şimşeklerle geliyor. Yağmur yağmış Batum istasyonunda iniyoruz, dolmuş şehir merkezine bizi götürürken kazıklıyor. Batum'da her yer kapalı, iki gündür şehirde sular akmıyormuş. Halk otobüsüne binip Sarp sınır kapısına geliyoruz, insanın memleketi gibisi yok, sınırdan geçince doya doya muhabbet edeceğim, diye seviniyorum.


Sarı, Otobüsle; Mor Trenle Yolculuk Ettiğimizdir.


----------------------------------------------------------------------------
(1) Kura Nehri Hakkında Bilgi, http://www.nkfu.com/kura-nehri-hakkinda-bilgi/, Erişim Tarihi: 19.05.2017

Annapolis / Maryland / USA

9 Ağustos 2020 Türkiye’ye dönmeden önce, Amerika’daki bir yıllık yaşamımın son günlerinde ve Covid-19 pandemisinin ortasında toplumsal hayat...