2 Temmuz 2017 Pazar

trenle Karadeniz'den Doğu'ya yolculuk; Samsun-Sivas- Malatya -Kars -Rize


30/06/2011

İstanbul'dan ekolojik bir yaşam için geldiğimiz, yeni yaşam alanımız Gerze'den Samsun'a yola çıktık. Gerze'den çıkınca yol inşaatı içine düştük. Cayva'da iş makineleri çalışıyor, güzelim Cayva, Gerze'nin tarihi fotoğraflarının çekildiği, insanların Gerze manzarasıyla denize girdiği, güzelim koy, katlediliyor. İnsanlar araçlarıyla 120 kilometre hızla gitsinler diye. Karadeniz sahil yolu çalışmalarının Gerze'ye dokunduğu ve doğayı katledip devasal betonlardan viyadüğe dönüştürdüğü koy.

Dağlara tırmanıp da arkada bıraktıklarımıza bakınca, Sinop denize uzandıkça uzanmış, önünde de küçüklüğü, sevimliliği ile Gerze... Uzunlu kısalı iki burun, Gerze gerçekten çok güzel bir yer. Kanlıçay'a geldiğimizde başka bir öfke daha yaşıyoruz. Dağın doruğundan Kanlıçay'a inerken  iki yanı çamlarla kaplı yol ağaçların kesilmesiyle birlikte çırılçıplak kalmış. Oysa çamların arasından kıvrıla kıvrıla, yerleşimin adını aldığı Kanlıçay'ın kenarına kadar iniyorduk, çok üzüldüm. Kanlıçay'a inince HES şantiyesi karşılıyor bizi. Kanlıçay'da kesilen ağaçlara mı üzülmeli yoksa HES'e mi? Doğayı, kârı için kullanan zihniyete lanet olsun.

Bugün Artvin'de Michael Vadisi'ndeki iki HES projes iptal edilmiş, birkaç gün önce Hopa'daki HES projesi de iptal edilmişti. Muğla Yuvarlakçay'daki HES projesinden sonra  üçüncü iptal edilen HES projesi. Yani buralarda HES'lere karşı toplumsal muhalefet kazandı. Hopa'daki zafer, Metin Lokumcu'ya ithaf edilmiş. Su hakkı mücadelesinde ölen Metin Lokumcu'ya. 

Yakakent'e geldiğimizde Karadeniz sahil yolundan devam ediyoruz, tüm Karadeniz sahilini mahveden bir proje. Tüm yerleşim yerlerinin, köylülerin, balıkçıların deniz ile bağlantısı kesilmiş, denize inmek için çift şeritli otobanı geçmek zorundasın. Araba sesi, araba hızı korkunç bir kirlilik, katledilen doğanın ise geri dönüşü yok, deniz doldurularak öldürülen balık yuvaları, koylarda kesilen ağaçlar, denize atılan hafriyat pislikleri. Yakakent sonrası Sarp Sınır kapısına kadar Karadeniz Sahil Yolu devam ediyor.

Yakakent civarında pirinç tarlaları gözüme çarpıyor, pirinci tarlada görmemiştim hiç. Şu an suyun içinde, ekin tarlası gibi görünüyor. Bafra'da karanlık bastı, Kızılırmak'ı göremedim. Samsun'da gece bir öğrencim ile oturuyoruz, gece demiryolu misafirhanesinin misafiriyiz.

Sabah, saati gelince tren sessiz sedasız Samsun'dan kalkıyor, fazla yolcusu yok. Dağların arasındaki dar koridorların serinliğinde ilerlemek tam bir terapi, demiryolu, zikzaklar çizen derenin kenarına yapılmış, onlarca demiryolu köprüsü, derenin üzerinde onlarca da tünel. Her tünel çıkışında dere karşılıyor bizi, derenin sesi, dağların serinliği trenin penceresini açıp da dışarı  sarkınca, kendimi nasıl da güzel hissettiriyor, ruhum yıkanıyor sanki derenin suyunda.

Şeftali bahçeleri... Demiryolu kenarlarındaki böğürtlenler hep çiçekte... Geçtiğimiz dağ ne dağı, yanımızdan akan dere ne deresi hiç bilmiyorum. Kavak istasyonuna kadar dağ ve dere ile gidiyoruz. Sonrası düzlük ve tepelik.  Soğan tarlalarını görüyorum, dönümlerce yeşil soğan. Bazı tarlaların soğanları ise beyaz çiçekte. Sonbaharda, soğanı toplama, kırmızı filelere doldurma ve kamyona yükleme işçiliğine yine tren yolculuklarında denk gelmiştim.  Mısır tarlaları, şeftali bahçeleri... Buğdaylar biçilmeye başlanmış, anızların içinde bir leylek dolanıyor. 

Amasya üç dağın arasına kurulmuş bir kent. Tren yolunun sağ tarafında dağlarda Kral Kayalar, dağlara oyulmuş evler, tren yolunun sol tarafında Yeşilırmak, Yeşilırmak kenarında eski ahşap Amasya evleri, evlerin restorasyonları tarihi dokuya uygun yapılmış, evler çok hoş görünüyor. Kerem ile Aslı hikayesi için önemli olan, mezarlarının bulunduğuna inanılan dağ, taş ocağı olmuş. Sözlü kültürümüzün ürünü bu güzelim aşk hikayesinin mekanı kâra açılmış. Birilerinin cebi dolsun yeter ki!

Şeker pancarı tarlaları.... Turhal'da olmalıyız, evet, Turhal Şeker Fabrikası, belki en az 70 yıllık, Cumhuriyet tarihinin endüstriyel mirasından. Trende, yalnız olduğumuz kompartımanda, şarabımızı, sigaramızı içtik. Yalçın'la kafalarımız hoş oldu, etraftaki tarlalara dair üretimden yola çıkarak sosyalizm üzerine bir muhabbet tutturduk. Amasya'nın çıkışında çok fazla sera vardı, sebzenin naylona hapsi, canımı sıktı. Yeşilırmak kuzeye, biz güneye akıyoruz. O Karadeniz'e ulaşacak, biz Orta Anadolu'nun bozkırına... Keyifli bir tren yolculuğu oldu, Orta Anadolu'nun kırmızı toprağı doğaya farklı bir ruh katmış. 

Sivas'ta bir gece, gecenin bir vakti gezilen medreseler, camiler... Selçuklu Dönemi'nden kalma muhteşem eserler... Çifte Minare, Gök Medrese, Ulu Cami.  


Sivas, Gök Medrese

Sabah, Madımak Oteli'nde yakılarak öldürülenler için anma yapılıyor, benim yine panik atak nöbetlerim tutuyor. Anmaya fazla dahil olamıyorum.


Yalçın'ın babası da Sivas'a, anmaya katılmaya gelmiş, babasının aracıyla Salıcık köyüne dönüyoruz. Bu yıl kayısı yok, kayısı çiçekteyken üzerine kar yağmış. Bahar çiçeklerinin üzerine kar... İki beyazın birbirine yok eden zıtlığı... Köyde iş daha önceki yıllara göre daha hafif, dut silkip pekmez yapıyoruz, silkelenen dutların içinde kıskaçlar, arılar, uğur böcekleri... Hepsi birlikte ezilip suyu çıkarılıyor, tam panteizm felsefesi... 


Pekmez Yapımı

Pekmezden pestil yapıyoruz, bir gün de vişne toplayıp reçel yapıyoruz. Köyde kayısıların kükürtle pişirildiği islimlerin yüzüne bakan yok. 


Susamlı Pestil

Telde Pestiller
Bir gün de iki taşın arası dedikleri yere yüzmeye gidiyoruz, vadilerde dolaşıyoruz. Açık alan korkumdan dolayı bir hayli kaygılanıyorum ilk başta ama sonra  toparlayıp keyfini çıkarıyorum. 


Salıcık köyündeki doğal havuzumuz

Meksika şapkaları ile kayısı işçileri


Salıcık köyünün zorlu coğrafyası


Kayalara tutunmuş kayısı ağaçları
Köydeki halim
Hekimhan'da treni bekliyoruz, karşımızda Hekimhan'ın Bakır Madenleri İşletmesi. Rayların kenarında küçük kayısı fidanları çıkmış, yer gök kayısı. İstasyonda bir bekleyiş, trene binip Gemerek'e yakın bir istasyonda iniyoruz.  Gecenin 1.00'i, güzel küçük bir istasyon. İstasyonda görevli Mehmet Abi trenleri karşılıyor ve uğurluyor. Gece 4.30'a  kadar muhabbet ediyoruz. Alevi bir abimiz, Alevilerin hoşgörüsünü taşıyan, insan sevgisi ile dolu. Deniz Gezmiş'in Gemerek'e geldiği zaman tanışmayı çok istediğini söylüyor. Gecenin 3.00'ünde Anadolu'nun küçücük bir istasyonunda Deniz Gezmiş'i anıyoruz. Terörü varlığına inanmadığını söylüyor. "Terör yok, aç insan var." diyor. Tokat'ta yaptığı görevden bahsediyor, ayılara olan sevgisi, onları anlatışı, çok hoş bir insandı Mehmet Abi. Gecenin vakti yaşamımıza girdi ve hoş bir anı olarak kaldı.  İki saat istasyonunun bekleme salonunda uyumuşuz. Tren gelir gelmez, trene atlayıp uykuya kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Divriği'ye kadar sağ taraftan akan küçük bir dere bize eşlik ediyor, ruhu okşayan bir akışı, bir manzarası var. Divriği'den sonra sol tarafta Fırat'ın açtığı derin vadiler, tek kelimeyle büyüleyici. 

Fırat Nehri ile yolculuğumuz


Vadinin içinde Fırat'ın kıvrılışı
Derin kaya uçurumlarının dibinde kıvrıla kıvrıla, güzel güzel akan Fırat, enfes. Daha önce burayı uyuyarak geçmiş olmalıyım ki hiç dikkat etmemişim. Murat Nehri'nin Bingöl'de Muş'taki manzaralarına çok benziyor. 


Fırat'ın kenarındaki köyler


Köylerin bağlantısını sağlayan asma köprü
Nehirleri katlediciler buraya da girmiş


Keskin kayaçaların arasından akan Fırat
Fırat'ın keyfine doyum olmazken, sağ tarafta Munzur Dağları başlıyor, dorukları karlı. Erzincan'a yaklaştıkça Keşiş Dağı görünüyor, solda kuzeyde Keşiş Dağı ile Munzur Dağları arasında geniş bir ova, ovanın ortasında Fırat... Belli ki ova daha öncesinde Fırat Nehri'ydi. Şimdi Fırat daralmış, çayır çimen olmuş, çayır çimen üzerinde de büyükbaş hayvanlar sürüler halinde, güzel bir coğrafya burası.Tren içinde geçen konuşmalarda Erzincan depreminin yaraları hala taze. 

Yanımızda getirdiğimiz şarabı trenin restoranında içiyoruz saatlerce. Erzincan'dan sonra Karasu Çayı başlıyor, daha önce Karasu'ya bayılırdım coğrafya içindeki kıvrılışına ama Fırat'ı görünce Karasu biraz sönük kaldı. 


Trende şarap, kitap, muhabbet ve manzara keyfimiz
Akşam çökmek üzere biz de Erzurum'a girmek üzereyiz. Kars'a kadar yarı uyur yarı uyanık yolu bitiriyoruz. Kars garına 02.30 da girmişiz, dışarıdan cama vurmasalar belki de trenin içinde sabaha kadar uyuyacağız. Demiryolu misafirhanesinde kalıyoruz, bir gün Kars'ta kalıp Kars'ın gezeceğiz. Gecekondu mahallesinde dolaşıyoruz, Kars Çayı'na kanalizasyon verilmiş iğrenç kokuyor, bir de sıcakta çok çok daha kötü... Gecekondu mahallesi perişan, şehir merkezine gelince Rus evleri görkemiyle dikkat çekiyor ama arka sokaklar sefil. Kars'ı Kars yapan  Arnavut kaldırımları sökülmüş yerine asfalt dökülmüş, çok kötü olmuş. Taş binaları tamamlıyordu, Arnavut taşları. Şimdi zift kokuyor Kars.


Ruslardan kalma evler
İnsanlık Anıtı, Tayyip Erdoğan'ın ucube nitelendirmesinden sonra kaldırılmış, ilk önce kafası kesilmiş sonra vinç ile indirilmiş. Bir kahvede oturup kahve sahibi ile uzun süre sohbet ediyoruz. Şehir merkezinde uzun bir süre dolaşıyoruz.

Bir sonraki gün sabah Rize'ye yola çıkıyoruz erkenden. Kars çıkışındaki köylerde kışlık tezekler hazırlanmaya başlamış​.Hayvan gübreleri belli bir alanı dökülmüş, kuruyan ve tabaka olan gübreler, bel küreği ile kesiliyor tabakalar halinde alınıp üst üste yığılıyor. Göle'ye gidiyoruz, her yan yayla, hayvan otlatanlar, ot biçenler... 


Göle Yaylaları
Tüm tarım politikalarını rağmen insanın toprakla ilişkisine tanık olmak çok güzel. Göle'de hep yayla şenlikleri afişlerini görüyoruz, daha sonra bölge bölge çam ormanları, yolun yanında akan sevimli bir dere... Kars coğrafi yapısından tamamen farklı, çam ağaçları ve dere ne güzel de yakışıyor birbirine.

Penek Çayı ile Oltu Çayı yolumuzun üzerinde birleşiyor, cılız akan Penek Çayı biraz daha güçlenip Oltu Çayı'na dönüşüyor, biraz daha gittikten sonra Tortum'dan gelen Tortum Çayı da  Oltu Çayı'na ekleniyor. Penek, Oltu ve Tortum Çayı bir süre birlikte akıyorlar. Sonra hepsi Yusufeli yol ayrımında Yusufeli'nden gelen Çoruh Nehri'ne katılıyor ve bir masal dünyasında giriyoruz. Bayburt'tan Yusufeli'ne kadar gelen Çoruh Nehri'ne ve vadisine  tanıklık etmiyoruz, Yusufeli'nden Borçka'ya kadar olan yaklaşık 100 kilometrelik bir vadiye tanıklık ediyoruz. Yusufeli yol ayrımından sonra dağların derinlik algısını kaybettirdiği bir köşede yemek molası veriyoruz, cağ kebabı yiyoruz.Moladan sonra belki de milyonlarca yıldır Çoruh Nehri'nin aşındırdığı vadiye yapılmış kara yolundan enfes manzara eşliğinde büyülenerek ilerliyoruz. 


Çoruh Nehri, vadi boyunca yol kenarından ilerliyor

Vadinin keskin dorukları

Coşkun ve bulanık Çoruh

Kısa bir süre sonra büyülenmiş halimiz şoka dönüştü, kilometrelerce bir şantiye alanının içine düştük. Vadinin içinde su tutucaklarmış ve vadinin içinden geçen kara yolu dağların doruklarından gidecekmiş. Çoruh boğulacak yani. Burası doğal SİT alanı iken nasıl Çoruh Nehri üzerinde bu kadar baraj projelendirilmiş  anlayamadım. O güzelim vadinin yüreğinde onlarca iş makinesi, şantiye, kahrolduk. Bu milyonlarca yıllık emeği nasıl yok ederler? Bu nasıl bir vicdandır? Bu nefes kesen yol artık olmayacak, Çoruh Nehri özgürce derin vadinin içinden çağıl çağıl akmayacak. Yukarıda dağdan yol yapıyorlar ki su tutulmaya başlandığında kara yolu ordan işlesin. 


Baraj çalışmaları



Kilometrelerce süren şantiye alanı

Yeni kara yolu için yapılan köprü

Yeni kara yolu için yapılan köprü
Ardanuç yol ayrımından sonra 10 kilometrelik yol dağa verilmiş. Belki 1000 metre tırmanıyorsun sonra Artvin için iniyorsun.

10 kilometre boyunca inşaat çalışmalarına tanıklık ediyoruz. Devasal baraj kapakları, Artvin ile Borçka arası Çoruh Vadisi ve Çoruh Nehri tamamen bitmiş. 30 kilometre boyunca durgun bir su. Dağdan yol alıyoruz ama vadinin derinliğini algılayamıyoruz. Çünkü su birikmiş, biz de tünellerden ve devasal köprülerden geçerek ilerliyoruz. Tamamen bitmiş projelerinden birine tanık oluyoruz.

Borçka'dan sonra çay tarlaları başlıyor, yağmur çiseliyor, yeşil tona yağmur ne güzel yakışıyor, dağdan inişte deniz görünüyor. Hopa'dayız.  Karadeniz sahil yolundan Rize'ye yol dümdüz, çift şerit. Karadeniz'i ilçe ilçe ilerliyoruz, her ilçede bir çay fabrikası. Kimisi çalışıyor, kimsin de ise hareketlilik yok. Yerleşim yerlerindeki insanların denizle bağlantısı kesilmiş. Rize'de karanlıkta iniyoruz. 


Borçka çay bahçeleri
Sabah  Güneysu maceramız başlıyor, Güneysu Vadisi'nden Güneysu Deresi'nin yanından ilerliyoruz.Güneysu, çay bahçeleri ile dolu tepelerden oluşuyor, nemli bir hava, dağınık bir yerleşim. Dağınık bir yerleşim olduğu için yabancılığımız çok dikkat çekmiyor, fotoğraf çekiyoruz. Çaykur'a gidiyoruz ama sürgün dönemi olmadığı için ve fabrikada çalışmadığı için gezilecek bir şey de olmuyor. Rize'ye giderken Güneysu Deresi'nde çocuklar iç lastikle rafting yapıyorlardı. Dolmuşta cennet muhabbeti yapılıyor, konuşmalar ruhani.

Öğleden sonra Ayder Yaylası için dolmuşa biniyoruz. Fırtına Vadisi'ne girip Fırtına Deresi'nin yanından ilerliyoruz. Her yer yemyeşil, bayılıyorum. Bu coğrafyaya kıymadan bir de bu dereye HES yapacaklardı. Derinin akış hızı yüksek, rafting yapanlar derinin akışında. Vadinin ortasında Çamlıhemşin, hep farklı hayal etmiştim. Çamlıhemşin'i yaylada çamlıklar içinde. Çamlıhemşin den sonra ilerliyoruz, Ayder Yaylası, 1200m yüksek değil, sis etraftaki çamlı dağlarda, tulumla halay çekenler, ahşap evler, ahşap pansiyonlar. Yağmur çiseliyor, Kaçkar Dağı gözükmüyor sisten. Ayder'e bayılıyorum. 


Ayder Yaylası

Horonlarla

Çamlı dağlara

Sisli dağlara

Dereli ve şelali dağlara

Ayder

Yayla çocuğu

Gece, Gerze yolcusuyuz, Gerze'yi özlüyorum.


Mor, trenle; sarı, otobüsle gittiğimizdir




12 Haziran 2017 Pazartesi

Anadolu coğrafyasında ilk Hristiyan mekânları; Kapodakya- Tarsus...



20 Ocak 2011

Rampada randıman almayan bir araçla yola çıkmışız meğer, yol boyu uyuyamıyoruz. Araç hem çok yavaş gidiyor hem de çok sallıyor. Sabahın 04.00'ünde Ilgaz Dağı'nı yavaş yavaş tırmanıyoruz. Ilgaz'ı ilk görüşüm, yarı aydınlık yarı karanlık dolanan haline bayılıyorum ve birden bunca uykusuzluğumun, gerginliğimin arasından aklıma nasıl düştüyse ilkokulda öğrendiğim ve yıllarca hiç aklıma gelmeyen bir çocukluk şarkısı geliyor.

Ilgaz, Anadolu'nun 
Sen, yüce bir dağısın.
Baharda yeryüzünde
O cennetin bağısın.

Yalçın kayalıklar
Göklere yükseliyor
Senin dumanlı başın
Bulutları deliyor.

Yükseklerden akıyor
Ne güzel berrak sular
Eteklerinde otlar
Sürülerle kuzular

Yavaş yavaş, dolana dolana çıkıyoruz Ilgaz'ı, yavaş yavaş da iniyoruz. Ilgaz'ı bir kez daha, bir kez daha görmek isterim. Büyüsü hayal meyal aklımda kalıyor.

İki günü Ankara'nın soğuğunda, Halkevleri'nin Halkın Hakları Forumu'na katılarak geçiriyoruz. Bir gece Batıkent'te, Karaman'ın Ermenek ilçesinden bir ailenin yanında misafir oluyoruz. Ermenek'i ilk duyuşum. Köyleri Toros Dağları'ndaymış. Göksu  Nehri'nin bir kolu olan Ermenek Çayı da HES'e kurban gitmiş. Evinde kaldığımız aile ile muhabbet ediyoruz bir hayli, oysa çok da yorgunuz.

Bir sonraki gece Kayseri'ye yola çıkıyoruz, tren daha yeni Ankara'dan çıkmıştı ki ani bir şekilde durdu. Meğerse biri, intihar etmek için trenin önüne atlamış, bu, trenle yolculuk yaparken ikinci intihar olayına denk gelişim. Daha önce de İzmit'in sanayi bölgesinde, bir işçi, trenin önüne yatmıştı. İlkinde şok olmuştum, şimdi etkisi daha kısa sürdü. Tren gecikmeli kalktı, iki saat de gecikmeli ulaştı Kayseri'ye. Kayseri otogarında da bir saat bekleyip Batman'dan gelen otobüsle Nevşehir'e geldik. Arabanın içi nasıl sıcak, koltuk nasıl rahat, biner binmez uyumuşuz. Nevşehir'de açtık gözümüzü, Göreme'ye geçip peri bacası bir pansiyon bulduk. 


Peri Bacası Pansiyonumuz, Taştan Doğal Bir Mimari

Peri bacasının sadece şapkası yok, oyulmuş bir kaya, kışın sıcacık yazın ise serin olanından, eşyalarımızı bıraktık taş odaya, pansiyonda Japonlarla kahvaltı yaptık. Göreme sokaklarında dolaşıyoruz.

Göreme'nin Mardin ve Midyat Gibi Taştan Yerleşimi

Göreme'den Kilise Mimarisinde Bir Cami

Göreme'deki Peri Bacaları

Göreme'den Uçhisar'a gitmek için vadiden hiking rotasını tercih ettik. Peri bacalarının, kayaların arasından, doğal tünellerin içinden, akan suyun kıyısından ilerleyip tüm coğrafi şekillere dokunabiliyorduk. Uzundere Vadisi'ydi yürüdüğümüz, Uçhisar'a çıkıp çıkmayacağını bilmeden gidiyorduk. 


Mor ile gösterilen Uzundere Vadisi, Göreme'den Uçhisar'a

Bu ıssız coğrafyada karşımıza bir turist çıkıyor. Tek başına ıssız vadiden Uçhisar'dan Göreme'ye dönüyordu, tam tersi istikametlere gidiyorduk yani. Onunda karşılaşmamız benim için cesaret oldu, Yalçın'ın peşinden bu ıssız coğrafyaya açık alan korkusu olan biri olarak sürüklenmiştim. 


Uzundere Vadisi, Mağara Evler

Uzundere Vadisi,  Rüzgarın İzleri

Uzundere Vadisi,  Farklı Şekillenmeler

Uzundere Vadisi,  Mağara Evler

Uzundere Vadisi,  Rüzgarın Hareketi Ve Açtığı Oyuk

Uzundere Vadisi, Bir Ev

Uzundere Vadisi,  Şekillenmeler

Uzundere Vadisi'nden Uçhisar'a Doğru Şekiller Pembeye Dönüyor

Uzundere Vadisi'nden Çıkış

Ben, açık alan korkumun etkisiyle vadinin girinti ve çıkıntılarında kaybolduğumuzu düşündüğüm bir anda Uçhisar'ı tırmanışlı bir tepenin ardından görünce çok sevindim. 


Uzundere Vadisi'nden Uçhisar

Uçhisar, Midyat'a çok benziyordu, evleri sarı taştan yapılmış hep. Uçhisar Kalesi, bölgenin en yüksek yeri, merdivenleri bir süre içten, sonra da dıştan tırmanıyor. Bu eşsiz coğrafya, güzelliğini, Erciyes ve Hasan Dağı'nın volkanik patlamalarından almış. Etrafa savrulan tüfler, yağmur ve rüzgarın aşındırmasıyla ortaya çıkan öyküler... Uçhisar Kalesi'nden etraf şahane gözüküyor. Yol üstünde şarap fabrikalarına uğruyoruz. Nevşehir'in tüflü toprağındaki üzümün şarabı...


Uçhisar

Uçhisar Kalesi'nden

Göreme Açık Hava Müzesi'ne gidiyoruz, onlarca mağara kilisesi, kiminin freskleri hala güzelliğini koruyor. Fresklerdeki insan gözleri hep kazınarak yok edilmiş, sonra öğreniyoruz ki Osmanlı döneminde buraları güvercin barınağı olarak kullanılmış, güvercinler insan gözlerinden ürkmesin diye gözler kazınmış. 


Açık Hava Müzesinin Etrafı

Hristiyanlığın yaşandığı ilk mağara kiliseler olarak insanlık tarihine geçmiş bir coğrafya, Kapodokya...


Mağara Kilisler, Göreme Açık Hava Müzesi
Kiliseleri gezerken kış güneşi kendini gösteriyor ve batmak üzere... Ben heyecanlı bir halde, Güllüdere Vadisi'nde  gün batımını izlemek istiyorum, otostop çekiyoruz, belli bir yola kadar gidiyoruz ama daha içeri vadinin başına gitmek için araç bulamıyoruz. Yürüyoruz vadiye doğru, ama kış güneşi kayalardaki kızıl tonlarıyla çekip gitmek üzere. 


Kış Güneşinin Işıklarında Kızılçukur

Sabah, Kızıl Çukur ve Güllüdere Vadilerini gezmek istiyoruz. 


Göreme'den Çavuşin'e Uzanan Vadiler

Kızıl Çukur ve Güllüdere Vadileri, birbirine paralel ve Meskendir Vadisi ile kesişen vadiler. Yürürken yanımızda yükselen bin bir şekilde dev kayalar, kurt olduğunu düşündüğümüz bir hayvan, tırsıyorum, arkamızdan da bir Japon turist geliyordu, yapayalnız vadede dolaşıyor, kurt konusunda uyarınca çok da umursamıyor. Vadiden vadiye geçiyoruz, en güzeli Kızıl Çukur Vadisi, kıpkırmızı kayalar... Kayaların en üstüne çıktık, oradan tekrar indik. 

Meskendir Vadisi'nden


Meskendir Vadisi'nden, Sarı ve Pembe Kayalar

Meskendir Vadisi'nde Çıktığımız Kayaların Üzerinden

Meskendir Vadisi'ndeki Kiliseler
Meskendir Vadisi'nin içinde bir amca ile tanıştık. Eyüp Amca bağına gelmiş, vadi kırmızı topraklı ve bodur asmalardan oluşan bir bağ. Amca bağındaki çeşmeden bir sürü bidona su doldurmuş, bidonları da el arabasına koymuş, bir de bıçağıyla yabani marul söküp, poşetine topluyordu. Hem salata yapıp yiyecekmiş hem de kekliği varmış ona götürüyormuş. Meskendir Vadisi'ndeki dar geçitlerden el arabasıyla suları götürüyoruz, kimi yerde duruyoruz yabani marul toplamak için. Eyüp Amca üzümlerini Doluca şarap fabrikasına satıyormuş, muhabbet ede ede Meskendir Vadisi'nden Çavuşini'ne gidiyoruz. Belli bir yerden sonra Eyüp Amca'nın arabasıyla ilerliyoruz, el arabasından suları otomobiline aktarıyoruz. 

Eyüp Amca Yabani Marul Toplarken

Çavuşini Kalesi'ne de çıkıyoruz, kalede  kilise var ve çok yüksek bir yer burası. Hasankeyf'i andırıyor, yerleşim yeri de Midyat'ı... 

Çavuşini

Otostop ile Avanos'a geçiyoruz, Kızılırmak geçiyor şehrin ortasından geniş bir alana yayıla yayıla, üzerindeki asma köprüden sallana sallana bir o yana bir bu yana geçiyoruz. Çömlek yapan atölyeleri geziyoruz, her yan çömlekçi dükkanı...

Karanlık basınca Göreme'deyiz, şapkasız peri bacası pansiyonuna geri dönüyoruz, gece ahşap kapımıza yağmur vuruyor ve biz taşın içinde, loş bir odada kitap okuyarak bu dokunun keyfini çıkarıyoruz. Sabah kalktığımızda Kapadokya'nın peri bacaları bembeyazdı, pansiyondan ayrılıyoruz. Nevşehir'e, Nevşehir'den Kaymaklı'ya geçiyoruz. 4 katlı bir yeraltı şehrini gezmek istiyoruz. Ben birinci kattan sonra devam edemiyorum, vadideki açık alan korkumdan sonra da burada kapalı alan korkum depreşiyor. Kendimi dışarı zor atıyorum, ama gördüğüm kadarıyla gerçekten büyüleyiciydi. Mutfağı, erzak depoları.... 
Kaymaklı Yeraltı Şehri Evleri

Bu yeraltı şehri yumuşak tüfün oyulması ile oluşmuş, şehir, geçici tehlike anında halkın sığınması için yapılmış. Ağır, erzak depoları, kiliseler, şırahaneler, öğütme taşları bulunmaktaymış.(1)


Kaymaklı Yeraltı Şehri Evleri
Yalçın tüm katları dolaşıyor. Ben girişteki rehber kulübesinde takılıyorum, rehber yaşlı amcalarla sohbet ediyorum. Yeraltı kentinin yirmi mahallesinden sadece bir mahallesi şu an açıkmış. Amcalar kuzinede patates yapmış, sıcak sıcak yiyoruz. Niğde ve Nevşehir'in patatesi meşhurmuş, yeni öğreniyorum.

Yalçın yeraltı şehrinden çıkınca yola koyuluyoruz. Otostopta bir amca alıyor bizi,  Derinkuyu'da kocaman bir kilise görüyoruz dışarıdan ve yine bir yeraltı şehri. Girme girişimim yine birinci katta son buluyor, dönüyorum. 


Derinkuyu Yeraltı Şehri Sokakları


Derinkuyu Yeraltı Şehri Evlerinin Taştan Yuvarlak Kapıları

Yalçın'ın anlattığına göre şehrin geniş sokakları varmış, evlerin yuvarlak taştan kapıları. Derinkuyu'dan Ihlara'ya 50 kilometre var, köyden köye otostopla ilerliyoruz. Gün batmak üzere, bir patates kamyonuna biniyoruz, İstanbul'daki hale patates götürüyorlarmış, tam bir kavşakta kalıyoruz; Aksaray'a, Güzelyurt'a ve Ihlara'ya giden. Kavşakta meczup bir abi ile karşılaşıyoruz, abi de Ihlara'ya yakın bir kasabaya gidecekmiş, donmuş. Güzelyurt tarafına giden bir araca el kaldırıyoruz, belki Güzelyurt'tan Ihlara'ya giden bir dolmuş buluruz diye. Meğerse orada da dolmuş yok, tekrar bir patates kamyonu ile geriye kavşağa dönüyoruz. Meczup abi orada koca bir top otu toplamış, yakmaya çalışıyor, beceremiyor da. Ateşi biz tutuşturuyoruz, koca bir top ot, koca bir top ateşe dönüşüyor, ısınıyoruz. Karanlık iyice basıyor. Neyse ki bir araç alıyor bizi, Ihlara'ya bırakıyor.


Melendiz Dağı

Ihlara'da gece, zor bir zor pansiyon buluyoruz, sobalı köhne bir yer. Yiyecek bir şey yok, biz de sucuk alıyoruz bakkaldan. Sobanın üstünde ızgara yapıyoruz, odayı sucuğun yağının duman kaplıyor. Göz gözü görmüyor, macera duygumuz hat safhada, yediğimiz sucuk ekmeğin tadı, harika. Odayı iğrenç bir yağ kokusu sarıyor, pencereyi Hasan Dağı'na karşı açıp havalandırıyoruz. Ayaz, ama biz odada sucuk ekmeğimizi yiyoruz. Cam kırık, orayı naylonla kapatıyoruz, kapı alttan püfür püfür esiyor, oraya da halıları koyuyoruz.

Yeni bir güne perdeyi açtığımda, bir tarafta Melendiz Dağı'nı bir taraf da Hasan Dağı'nı görüyorum, yan yana ve karlı iki zirve... 


Ihlara Vadisi Haritası

Melendiz Dağı'ndan doğan Melendiz Çayı da Ihlara Vadisi'nin içinden geçiyor. Ihlara köyünün içindeki girişten Ihlara Vadisi'ne giriyoruz. 


Ihlara Vadisi'nin Girişten Görünümü

 Belisırma köyüne kadar 4 kilometre yürüyeceğiz, Melendiz Çayı'na paralel patika yollar var, patikanın bazı yerlerini yukarılardan kopan koca kayalar kapatmış, onların üzerinden geçiyoruz. Vadinin sağlı sollu kayalarına kiliseler oyulmuş, vadide bizden başka kimse yok. Yeraltı şehrinde ortaya çıkan kapalı alan korkum, yerini açık alan korkuma bırakıyor. Ara ara panik atak nöbetleri geçiyorum vadi içinde. Ya üzerimize taş düşerse, ya yabani hayvan çıkarsa, ya ya ya ile başlayan bir çok kaygı verici düşünceyi aklımdan uzaklaştıramıyorum. Uzaklaştıramadıkça da ne baktığımı görüyorum ne de keyif alıyorum ortamdan. Kiliselere girip çıkıyoruz, kimilerinde hala freskler çok canlı. Kayalara oyulmuş ve fresklerle süslenmiş kiliseleriyle, mağara evleriyle koskocaman bir yaşam alanı.


Tüfleri Oyan Melendiz Çayı

Melendiz Çayı'na Paralel Patikalar

Vadi'nin Kayalarındaki Barınaklar

Ihlara Vadisi, volkanik Hasan Dağı'ndan püsküren bazalt yoğunluklu lavların soğumasıyla ortaya çıkan çatlaklar ve çökmeler ile oluşmuş. Vadinin ortasından geçen Melendiz Çayı, vadinin bu günkü şeklini almasında önemli. Vadinin yan taraflarındaki aşınmış kayalarda sayısız barınak, kilise, mezar bulunmakta. 14 km uzunluğunda doğal bir kanyon, dünyada ikinci büyük ama içinde yaşamın olduğu en büyük kanyonmuş.(2)


Vadideki Kiliselerin Freskleri

Vadideki Kiliseler

Vadideki Eski Barınaklar ve Günümüz  Barınakları, Belisırma Köyü 

Gezdiğimiz bir kiliseden çıktığımızda, Belisırma köyünü görüyorum, evet bir yerleşim, insanlar ve yaşam... Vadinin çıkışında yapılmış evleri görünce içimi huzur kaplıyor, açık alan korkum dağılıyor. Melendiz Çayı'nın etrafı ağaçlık, baharda muhtemelen çok daha güzel oluyordur. Kayalar çok riskli, hep yukarılardan kopmuş ve vadinin içine yığılmış. Ben de pıtrak gibi türeyen bu korku türleri, ama korkularıma inat seyahate devam. Belisırma köyüne gelince rahat bir nefes aldım, Belisırma'dan Selime'ye de  7 kilometre devam ediyor patika. Vadinin toplam uzunluğu 14 kilometre.

Biz Belisırma'dan otostop ile Ihlara Köyü'e gidiyoruz, pansiyondan çantalarımızı alıp, Selime köyüne belediye otobüsü ile devam ediyoruz, Selime'de vadinin bittiği yerde, Kale Manastırı Kilisesi var. Dev peri bacalarına oyulmuş bir din merkezi. Kilise 9. veya 10.yy. tarihlendirilmekte, freskler de 10. veya 11. yy'a...


Kale Manastırı Kilisesi

Kale Manastırı Kilisesi İçinden Bölümler



Kale Manastırı Kilisesi'ndeki Renkleri Yok Olmuş Freskler

Kilise çıkışı saatlerce araç bekliyoruz.  Otel sahibi bir dayı alıyor bizi, kısa bir yolu alacağız ama dayı otelinin adı gibi çatlak. Yol kenarındaki çamurlu sulara girip, çamurlu suları arabanın camına sıçratmayı başarabilen, sıçrattığı suları silecekler ile silerek arabanın camını çamurla kapatan ve yolu görmeden karambole giden bir tip. Neyse sağ salim ulaşıyoruz varacağımız noktaya, başka bir araçla Aksaray'a gidiyoruz. Aksaray merkezde Eğri Minare ve Ulu Cami'yi geziyoruz.

Aksaray'dan otobüse binip sabah Tarsus'da oluyoruz. Anadolu coğrafyasındaki başka bir eski yerleşim. Sokaklar turunç ve limon ağaçları ile dolu. Turuncu ve sarı renkler sokaklarda, güzel bir görsellik oluşturuyor. Turunç ve limon ağaçlarının bolluğunu bilmeme rağmen hala yüzlerce sarı ve turuncu ağacı, bu meyvelere ulaşmadaki kolaylığı görünce şaşırıyorum. 


Tarsus'un Turuncu Fonu

Tarsus'un Sarı Fonu

Tarsus Çayı geniş bir alandan dökülerek Tarsus Şelalesi'ni oluşturuyor. Tarsus Çayı'nın suyu çok güzel görünüyor. Tarsus barajına gidiyoruz, okaliptüs ağaçları ile dolu. Barajın etrafına park yapmışlar, baraj gölüne çıkıyoruz. Karşımızda karlı tepeleri ile Toroslar...Gölün kıyısı bağlarla dolu, Tarsus'ta üzümün bol olduğunu bilmiyordum. 


Asma Bahçeleri, Tarsus Barajı, Toroslar

Toroslar
Tarsus'un tarihi evlerinden oluşan eski yerleşimi var. Tarsus tren istasyonu belki de önünde palmiyelerin olduğu nadir tren istasyonlarından...


Güney'in Palmiyeli Tren İstasyonları

Tarsus'tan on dakikalık bir mesafeyle Yenice'ye geliyoruz. Yenice istasyonundan İç Anadolu mavi trenine biniyorum, Yalçın beni uğurluyor. Toroslar karlarla kaplı, uzun bir süre torosları geçeceğiz, tünellerle birbirine paralel sıradağları aşıyoruz. Hacıkırı Belemedik arası bir çok tünel var, tünellerden geçerken kapalı alan korkum tutuyor. Bu yolculukta açık alan korkum ve kapalı alan korkum ruhumda köşe kapmaca oynadı.

Tünellerden geçerken bir hayli daralıyorum, trenlere bir daha binemeyeceğim diye ödüm patlıyor. Devasal Toroslar'ın en altından ve içinden geçiyoruz, Belemedik trenden, yine çok güzel görünüyor. Tünellerle Toroslar'ı aşıyoruz. Niğde'de kar var, her yer bembeyaz. Hava da kararmak üzere, iki tavşan ovada koşuyor, trende 1 TL'ye bir poşet mandalina satıyor, bir amca. Ben de alıyorum, böyle bir tat daha önce hiç görmemiştim. Toroslar'ın arası zakkum çiçeği ile dolu, dağ taş zakkum...

Tünellerin beni daraltığı, psikolojik savaşın içinde geçen bir yolculuk. Gece boyu kitap okumaya çalışıyorum, sonra İstanbul'a kadar uyumuşum. Üniversiteden arkadaşım Seçkin karşılıyor beni, Haydarpaşa'nın denize bakan yüzünde oturuyoruz. Haydarpaşa'nın yanan çatısı yeniden yapılmaya çalışılıyor. Trakya'ya geçiyorum. Trakya güneşli ve ayaz, tek göz odadan dışarı adım atamıyoruz. Dört kişilik aile bireyleri, farklı meşguliyetler ile aynı odada zaman geçirmeye çalışıyor. Kardeşim flüt çalıyor, ben kitap okuyorum, babam televizyon izliyor, annem ahşap boyuyor. İnsanların daracık bir mekanda bir arada  yaşaması ne kadar zor. Önceden böyle miydi? Çocukken ailenin yine aynı bireyleri, muhabbet içinde daha keyifli vakit geçiyorduk. Ayaz hasta ediyor beni, günlerce yatıyorum. Bir kardelenleri görüyorum, bir de 87 yaşındaki anneannemi... 


Türkiye'nin Kuzeyinden Güneyine

--------------------------------------------------------------------------------
(1) Kaymaklı Yeraltı Şehri girişindeki tanıtım tabelasından.
(2)Ihlara Vadisi çıkışındaki tanıtım tabelasından

Annapolis / Maryland / USA

9 Ağustos 2020 Türkiye’ye dönmeden önce, Amerika’daki bir yıllık yaşamımın son günlerinde ve Covid-19 pandemisinin ortasında toplumsal hayat...