28 Ocak 2020
San Francisco'dan Los Angeles'a gitmek için trene biniyorum. Pasifik Okyanusu'nu izleyebilmek için koltukların, doğaya dönük olduğu oturma salonuna geçiyorum direkt. Trenin ilk durağı, Jack London durağı. Jack Londan'a yönelik bir meydan ve bir tren istasyonunun olması çok hoşuma gidiyor. Amerika'yı tanıdıkça Jack London ve John Steinbeck'in anlattıklarının ne kadar gerçek olduğunu daha iyi anlıyorum. Amerikan toplumunun yapısını ve sistemi gerçekten çok güzel anlatmış. Ama bu meydanın ve istasyonunun anlamını duyumsayamıyorum.
|
Trenin içinde durakları gösteren dijital ekran |
Köyler ve kasabalardan geçiyoruz. Otobanların altları ve tren yolu kenarları, evsizlerin çadırları ve etrafa yayılmış eşyalarıyla dolu. Üç dört kişi tüpü yakmış, kahvaltı hazırlıyor. Çadırların etrafı bisiklet tekerlekleriyle dolu, sanırım park halindeki bisikletlerin tekerlerini söküp çalıp bunlardan para kazanıyorlar.
Bizim coğrafyamızdaki çingene çadırları daha bir tertipli düzenli. Evsizlerin durumu uyuşturucu ile birlikte gerçekten çok içler acısı. Dışarıdan çok perişan bir halde görünüyorlar. Amerika'da insanların eşya biriktirme alışkanlığı var, ki çöp evler de Amerika'da çok meşhur. Bu durum evsizler için de geçerli sanırım. Bu tabloyu gördükten sonra yerleşik düzene döndüğümde ilk işim eşyalarımı azaltmak olacak sanırım. Amerikalıların çöp bahçelerini gördükten sonra.
Kapkara topraklarıyla San Francisco ovaları başlıyor. Göz alabildiğine asma bahçeleri ve seralar. Şarapçılık San Francisco'da çok meşhurmuş. Portakal, mandalina, limon, karabiber ve okaliptüs ağaçları nasıl da bizim coğrafyamızı çağrıştırıyor. Körfezin suyu içerilere kadar gelmiş ve bir kara parçasını bataklığa dönüştürmüş içinde çeşit çeşit kuşlar görünüyor. Yemyeşil tepelerde inekler otluyor, kapkara topraklı ovalar traktörlerle sürülüyor.
|
San Francisco Körfezi'nde deniz ve karanın iç içeliği |
|
Karaya giren suda yansımaların güzelliği |
|
Bazı yerlerde nehir kolu gibi duruyor sular |
|
Bazı yerlerde de taraçalar oluşmuş |
|
Ocak ayında yeşillenmiş tepeler |
Makinist yine anons sistemiyle bölgeyi anlatıyor, tarım ve hayvancılık endüstrisi diye bahsediyor etrafı tanıtırken. Tarım ve hayvancılık şirketlerin tekelinde. Yani dönüm dönüm tarlaların, yüzlerce, binlerce ineğin sahibi şirketler. Çiftçilik yok yani patron var. Etrafta o kadar çok Ege ve Çukurova havası var ki kendine sürekli Türkiye'de olmadığını hatırlatmak zorunda kalıyorum.
|
San Francisco Ovası'nın bereketli toprakları |
|
Şirket tarımının yapıldığı ovalar |
Okyanus kıyısına çıkıyor tren, uzun bir süre kıyıdan ilerleyeceğiz. Okyanus kıyısında, kumullar, çalılar ve rüzgarın yan yatırdığı ağaçlar. Deniz ve çöl ruhu, aynı ortamda bulunuyor. Yolculuğun yarısından sonrası Pasifik Okyanusu kıyısında devam edecek. Güneş bir iki saate okyanus üstünden batıyor, sahiller, palmiyeler, küçük sahil kasabaları. Gün batımında makinist treni durduruyor ve anonsla yolculara sesleniyor: "Manzaranın keyfini çıkarmamızı öneriyorum!" Tren, resmen yolcuların gün batımını izlemesi için duruyor, demiryolu şirketinin bu jesti bana inanılmaz hoş geliyor. Tabii demiryolları, bizdeki gibi devlete ait değil, şirketler işletiyor.
|
Pasifik Okyanusu'da gün batımında kızarmış sular |
|
Adacıklar |
|
Palmiyeli sahil kasabaları |
|
Uçurumlar |
|
Çorak topraklarla okyanus dalgalarının ahengi |
Gün batımını okyanusun üzerinden izliyorum. Yeni ay çıkmış, kızıllık fonunda palmiyeler, kıyıya vuran dalgalar ve Pasifik Okyanusu'nun uçsuz bucaksız görüntüsü. Bu tren yolculuğunda, ruhum, dalgalarla, ıslak kumların bulutlara ayna tutmasıyla, martıların kanat çırpınışıyla yıkanıyor ve arınıyor.
|
Okyanus dalgalarıyla oyun oynayan martılar |
|
Pasifik Okyanusu üzerinde gün batımı güzelliğine hele |
|
Trenin böylesine okyanusun dibinden geçmesi |
|
Gün batımında palmiyelerin güzelliği |
|
Terapi gibi bir tren yolculuğuydu |
Los Angeles tren garına geliyorum. Hostele gitmek için metro ile yolumu bulmak kolay oluyor. Metrodan indikten sonra hostel yürüme mesafesinde. Yolda yine birçok evsiz insan görüyorum. Hostelde kaldığım oda küçük ve kalabalık, oldukça da yorgunum. Uyuyorum.
Sabah güzel bir duş ve kahvaltı, sonrasında Hollywood neymiş onu görmeye gitmek istiyorum. Bir metro hattı direkt Hollywood Bulvarı'na gidiyor. Hollywood yazısının olduğu dağı gören bir alışveriş merkezinin üst katına çıkıyorum, hiçbir anlamı yok. Sonra bulvarda yürümeye başlıyorum, birkaç kostüm, dekor, hediyelik eşya dükkanı... Palmiyeler ve alçak beyaz yapılardan oluşan bir kilometrelik bir cadde.
|
Hollywood Bulvarı |
|
Böylece sıradan bir cadde |
|
Dağa yazılmış Hollywood yazısı, hiçbir anlamı olmayan |
|
İki genç evsiz, öylece takılıyorlar |
Dükkanların önü evsiz insanlarla dolu, sokaktan çöp toplayanlar, kendi kendine konuşanlar, birkaç farklı köşede küçük gruplar halinde film çekimi yapan ekipler, üç-dört oyuncu ve kameraman ile amatör işler.
|
Üstü başı dağılmış başka bir evsiz |
|
Başka bir evsiz |
|
Gençlerin böylesine umudunu kaybetmiş olması çok acı |
Bu bulvarda, benim anlam dünyama hitap eden sadece bir duvarda gördüğüm Charlie Chaplin muralı ve bir sokakta gördüğüm Mark Twain Hotel'i. Sanat tarihinde bu iki önemli isim de Amerika'da ve dünyada ezilenleri, yoksulları temsil etmiş. Amerika'nın evsizlerle dolu bu halini görselerdi, anlatacakları çok şey olurdu. Bulvarın diğer tarafından yürüyorum, yine evsizler her yanda. Bir yere oturup pizza ve bira ile öğle yemeğini geçiştiriyorum.
|
Bir duvarda Charlie Chaplin'i görmek çok iyi geliyor |
|
...ve yine bir hotel adı olarak Mark Twain'in adını da |
Oturduğum barda, öfkeden içim içime sığmıyor. Hollywood dedikleri, ucuz dekorasyon, maske ve hediyelik eşya dükkanından, etrafta Örümcek Adam gibi ucuz kostümlerle gezenlerden, bir köşede film çektiğini iddia eden üç beş öğrenci ve çokça evsizden oluşuyormuş. Çıldırıyorum. Evet kendimi kapitalist bir eğlence merkezine hazırlamıştım, ama bu kadar ucuzluğu hiç tahmin etmemiştim. Evsizler işgal etmiş Hollywood Bulvarı'nı, bir de ucuz kostümleriyle turistleri avlayıp onlarla fotoğraf çektirmeye çalışarak para kazananlar... Bulvar üzerinde Çin Tiyatrosu denilen ama hiçbir mimari özelliği olmayan bir bina.
|
Etrafta Hollywood'u çağrıştıran semboller |
|
Sinema konseptli vitrinler |
|
Hediyelik eşya dükkanları |
|
Turist avlayan Hollywood kahramanları |
Ortadan demirlerle ikiye bölünmüş bulvardan doğru bir mahalleye çıkan merdivenler, Hollywood'un gerçek yüzünü veriyor bana. Merdivenlerin bir tarafında iki evsiz oturmuş, biri kendi kendine konuşuyor. Merdivenin diğer bir yarısında ucuz kostümleriyle iki genç bulvarda bir film çekimini bekliyor.
|
Hollywood'un gerçek resmi: Hollywood yıldızı olmak isteyenler ve evsizler |
Türkiye'den iki aileyle karşılaşıyorum, onlar da Hollywood diye şişirilen balonun bomboş olmasından dolayı şoktaydı ve burası Aksaray'dan beter şeklinde bir benzetmeleri vardı ki kesinlikle İstanbul Aksaray'da atmosfer daha nitelikli. Türkiyeli ailenin San Francisco'da eşyaları çalınmış, bir de onun şoku içindeydiler.
Sözde stüdyolar, başka bir bölgeye taşınmış ve geriye Hollywood'un çöpleri kalmış. Hollywood hayalinin peşine düşen birçok oyuncu olma heveslisi de bu bulvarda yaşadığı hayal kırıklığı ile umutlarını kaybederek bir evsize dönüşmüş. Yani hayaller Hollywood, gerçekler Bollywood. Dehşet içinde ayrılıyorum bu bulvardan, Amerika'da bu kaçıncı böyle kötü oluşum.
Kendimi, Amerika'ya gelmeden önce gökdelenlerin sevimsizliğine, açlığa, yalnızlığa alıştırmıştım ama kapitalist sistemin vahşi çarklarına alıp çevirdiği, öğüttüğü ve posasını çıkarıp attığı insan manzaraları üzerine hiç düşünmemiş ve buna kendimi hiç hazırlamamışım. Charlie Chaplin, Jack London ve John Steinbeck, bu toplumu ve vahşi kapitalist sistemi ne kadar iyi analiz edip iyi bir şekilde anlatmış meğerse. Kapitalist sistem, insanları çarkına alır, tutunanlarla devam eder, düşen düşer ve her şekilde kendisine temas edeni öğütür. Kapitalist sistemin posasına hiç hazırlamamışım kendimi meğerse.
Metroya binip Santa Monico'ya gidiyorum, gün batımını izlemek için. Pasifik Okyanusu'nun sakin kızı olarak geçiyor burası. Uzun bir iskele, üzerinde kafeler, tur atan insanlar, okyanus kıyısında yürüyenler, dalgalara doğru gidenler.
|
Gün batımında insan manzaraları |
|
Nasıl iyi geliyor bu siluet halindeki hareketler |
|
Gün batımı renklerine hareket katan martılar |
|
Kamerama poz veren bir martı |
|
İskele üstünde küçük dükkanlar |
İskelenin ucuna kadar yürüyorum, dönüşte Billie Eilish'i görüyorum, birkaç bodyguard ile fotoğraf çekimi yapıyorlardı, etrafını insanlar sarmış, olanları izliyorlardı. |
Santa Monica iskelesinde Billie Eilish |
|
Bodyguard'ın avuçlarında böylece durdu |
|
Oldukça sportif bir kadınmış |
|
Havada takla da atıyor |
İskeleden sahile iniyorum, ufuktaki renkler kumsalın ıslaklığında ayna gibi parlıyor ve çok sıra dışı bir renk cümbüşü çıkıyor ortaya. Bir martı, gün batımı kızıllığının ortasında duruyor, bir kadın dalgaların içinde ayakta dikilmiş gün batımını seyrediyor, çocuklar iki ayrı yöne aynı anda koşuyorlar, bir adam bisikletini eline almış kumların ve suların içinden gidiyor... Pasifik kıyısında, gün batımında farklı insan öyküleri.
|
Gökyüzünün aynasına dönmüş kumsalda yürüyorum |
|
Bir martının uzun kanatları karışıyor, dalgalara ve kızıllığa |
|
Iki çocuk oynuyor bu fantastik atmosferin içinde |
Hollywood travmasından sonra biraz olsun kendime geliyorum, doğa ve doğanın içindeki insan manzaraları, renkler, temiz hava ve gökyüzüyle. Bana kendimi iyi hissettiriyor.
|
Öyküler birbirine karışıyor |
|
Martılar da günbatımı öykülerine dahil |
|
Kızıllığın keyfini çıkaran bir martı |
|
...ve kızıllığın keyfini çıkaran bir kadın |
|
Kızıldan maviye dönen bir günbatımı |
|
Senin o ayaklarının güzelliğine |
|
Mavinin keyfini çıkaran bir kadın |
|
Yalnız bir dönme dolabın da günbatımına katılan hikayesi |
|
Kumsal nasıl güzel bir ayna |
|
Sahilde uyuyan evsizlerden biri |
Hostele gitmek için metro istasyonuna giriyorum, bekleme peronunda bir sütunun dibine işeyen bir kişi, görenler de bir şey demiyor. Hostele atıyorum kendimi, sabah da oyalanıyorum bir hayli.
Los Angeles'ta yapacak bir şey planlamak için hiç motivasyonum yok. Hostelden çıktığımda yine evsizler her yerde.
|
Mahallede etek giymiş evsiz bir adam, yanında tüm döküntü eşyaları |
Öğleden sonra Türkiye'den San Marino'da yaşayan arkadaşıma geçmek için yola çıkıyorum. Metro istasyonunda, kendi kendine konuşan biri, metronun gelmesine üç dakika var diye metroya küsüp metroyu tehdit eden biri ve metro geldiğinde de metroya binmiyor. Metrodan iniyorum, kaldırım boyunca gökdelenlerin altına çadır kentler kurmuş evsizler. O çadırlar ve çadırların etrafı o kadar dağınık ve perişan ki... Orda keskin bir şekilde depresif bir ruh halinin içine düşüyorum, bu evsizler benim için dipsiz bir kuyu.
|
Gökdelenlerin dibinde bir çadır mahalle |
|
Tentelerin altı evsizlerin eşyalarıyla dolu |
|
Çöplük görünümlü çadır kentler |
|
Los Angeles'ın işte bu yüzü bu |
Otobüse biniyorum yanımdaki kız bacağını titretiyor sürekli ve beni de çok fazla huzursuz ediyor. Los Angeles, sistemin, çok fazla insan öğüttüğü bir yer olmuş ki Hollywood'un da bunda katkısı büyük sanırım. Amerika açık bir tımarhane gibi... İnsanların ruh sağlığı çok bozuk.
Sabah hostelde kahvaltı yaparken hayallere ve hayal kırıklıklarına dair birçok öykü dinledim. Örneğin, Ukrayna'dan gelen ve Hollywood'da görüştüğü film şirketlerinden ağız yapısı ve gülüşü kötü şeklinde yorum alınca estetik yaptıracakmış, yine Londra'dan başka bir kadın kitabını filme çektirmek için Hollywood'da görüşmeye gelmiş. Mahalle aralarında sinema ve makyaj okulları var. Bu okullar, Hollywood'a kapağı atma konusunda çok fazla umut dağıtırken bir o kadar da hayal kırıklığı. Bu kent beni oldukça bunaltıyor.
San Mario'da arkadaşımın bana verdiği odada birkaç günü dinlenerek geçiriyorum, Los Angeles'ın resmen insan çöplüğüne dönmüş şehir yapısından kaçmak, yaşadıklarımın travmasını atlatmak için, ağır bir depresyon duygusu ile cebelleşiyorum. Bahçeden kuş sesleri dolduruyor odamı, onlarla sakinleşmeye çalışıyorum.
Arkadaşımla sabah, parkta yürüyüşe çıkıyoruz. Mahalle şehrin pisliğinden uzak, bahçeli evlerden oluşuyor. Palmiyeler sokaklarda sıra sıra, hava da oldukça sıcak. Günü dinlenerek geçiriyorum.
|
San Mario evleri |
|
San Mario Sokakları |
Akşamüstü de civardaki Hurlington Botanik Parkı'na gezmeye çıkıyorum, çöl bitkilerini merak ediyorum. Çöl bitkilerinin hepsi ayrı ayrı çok hoş gerçekten. Parktaki Çin mimarisi ve Japon bahçeleri de. Mimari ve botanik sunumunu birlikte yapmaya çalışmışlar.
|
Hurlington Botanik Parkı |
|
Kaktüsler en sevdiğim |
|
İnsanın öpesi geliyor tam o göbişlerinden |
|
Farklı şekillerde, çeşit çeşit kaktüs |
|
Parmak gibi bunlar da... |
|
Botanik Parkın içinde Uzak Asya mimarili mini yapılar |
|
Uzak Asya mimarili başka bir yapı
|
|
Gün batımı kızıllığına uzanan palmiyeler |
|
Fondaki ışıkla etrafımdaki tüm nesneler silüete dönüyor |
Eve yürüyerek dönerken gün batımının harika ışıklarına doğru yürüyorum. Gökyüzünün kızıllığına uzanan palmiyeler. Renkleri ve palmiyeleri içime çeke çeke yürüyorum.
Aklıma birden eczaneden maske bulmam gerektiği geliyor. Çin'den dünyaya yayılan Corana virüs pandemisinin Amerika'da da yaygınlaşmaya başladığı, önlemlerin yavaş yavaş günlük yaşamaya girdiği bilgisi yayılıyor ki Hollywood Bulvarı'ndaki eczanelerde maske aradım ve hiçbirinde kalmamıştı. Şehir merkezinden uzak San Mario'da bulabileceğim düşüncesiyle burdaki eczanelere bakıyorum. Buluyorum da...
Sabah, San Mario'dan hostele geçiyorum. Çantamı orada bırakıp ilk önce Uzak Asya takviminde Sıçan Yılı kutlamaları için yapılan geçit törenine katılmak istiyorum sonra da gün batımını Long Beach'te karşılamak istiyorum.
|
Hostele giderken denk geldiğim sokak insaları |
|
Öylece sokakta bir duvar kenarında uyuyan evsiz |
Bir meydanda müzikler, kostümler ve kortejler halinde yapılan Uzak Asya yeni yıl kutlamalarını izliyorum. Dragon kostümlü kortejler oldukça renkli. Kalabalık bir ortama gireceğim için dün aldığım maskemi takıyorum. Amerika'da da Corona virüsün yayılmaya başladığı haberleri yaygınlaşıyor, hatta eczanelerde maske bulmak bile çok zor. Kutlamala anısı olarak fotoğraf çekilme çerçevesi hazırlamışlar, ben de pandemi maskem ile poz veriyorum.
|
2020, Corona pandemisinin başlangıcı, ilk maskem ile Çin Yeni Yıl kutlamaları |
|
Kortejler halinde yapılan geçiş töreni |
|
Çin mitolojisine ait çeşitli temsiller |
|
Oldukça renkli kostümler |
|
Benden başka maske takan yok nerdeyse |
Long Beach'te kalabalık bir yat limanını geziyorum ilk önce. Yatların direkleriyle palmiyeler birbirine karışmış, liman içindeki ışık ve yansımalar bir harika. Liman boyunca yürüyorum. Gün batımı kızıllığında liman içinde hareket eden küçük tekneler. Limanda gün batıyor ve geriye kızıllığı kalıyor. Şehrin karmaşasına girmeden bir barda oturup bira içiyorum, liman içi manzaralı.
|
Yatların direklerinin yansımasına bayılıyorum |
|
Uzun palmiyeler ve yat direklerinin iç içe girmiş görüntüsü |
|
Gün batımı ışıkları, limanı renk cümbüşüne çevirmiş |
|
Bir köşede ağaçlar bir köşede yatlar |
|
Işıkla birlikte değişen yansımalar |
|
Işığın softluğu... |
Uzun bir metro hattıyla hostele dönüyorum. Hostelde keyfim yerinde. Los Angeles'ta son günümü Pasifik Okyanusu kıyısında küçük bir kasabada geçirmek, okyanusa veda etmek istiyorum Küçük bir yerleşim yeri Venice Beach (Venedik Sahili). Sahil kıyısında duvarları murallı evler, hippi tipler el işi yapıp satıyor, çöpleriyle gezen evsizler, çöplerden yiyecek toplayanlar...
|
Venedik Sahili olarak geçen yerleşim yerinin rengarenk tarzı |
|
Her şey çok renkli ve çok el işi |
|
Aynı zamanda hediyelik eşyalar |
|
Kumların üzerinde el işi yapanlar |
|
Gün batımını seyreden hippi bir çift |
Bu sahil hippi sahili olarak geçiyor, yalnız sahilde kimin hippi kimin evsiz olduğunu anlamak pek mümkün değil. O kadar ilginç tip, farklı etnik yapılardan insanlar, ruh sağlığı yerinde olmayanlar, uyuşturucu kullananlar, rastalı saçlı hippiler ve evsizler birbirine karışmış ki... İkisi de kapitalist sistem kökenli yaşam formları. Biri bilinçli olarak sistemi reddediyor ve bohemliği tercih ediyor, biri de sistem tarafından reddediliyor ve sistemin atıklarıyla yaşamaya çalışıyor.
|
Evsiz birisi ve bebek arabasında taşıdığı eşyaları |
|
Yaşlı bir palyaço |
|
Çöpten yiyecek arayan başka bir evsiz |
|
Uzaktan duyup dahil olmak istediğim müzik grubu |
Sahilden müzik sesi geliyor ve bir grup insanın kumda müzik yaptığını görüyorum, meğerse pazarları toplanıp dağaçlama müzik yapıyorlarmış. Bu etkinliğe katılanlar, ortak bir ritmi yakalamaya çalışıyor, ortamda birçok enstrüman var ve aynı zamanda yoğun bir esrar kokusu. Enstrüman çalanlar da dans edenler de trans halinde. Yapılan daha çok etnik kabile müziği ve şifalanmaya yönelik sanki.
Kapitalist sistem ve toplumsal analiz yapmaktan yorulmuş zihnim, burda da bir mantık silsilesi arayışı içinde, o kadar yorgun ki zihnim belki de ortamdaki esrar dumanı etkisiyle ben de müziğin ahengine bırakıyorum kendimi. Zihnim biraz olsun rahatlıyor. Güneşi Pasifik Okyanus'u üzerinden uğurlayıp arkadan gelen doğaçlama müziğin sesiyle Amerika'nın batı kıyılarına vedamı ediyorum.
|
Gün batımı fonunda insan hikayeleri |
|
Gün batımında anı yaşayanlar |
Gece, trenim var. Los Angeles Garı'nın harika ortamında treni bekliyorum. Yolculukta bir şey görmem mümkün olmayacağı için uyumayı tercih ediyorum.
|
Trenle Pasifik Okyanusu kıyısı yolculuğum |