28 Ağustos 2014
Paris
Belçika'dan Paris'e üç tren değiştirerek ulaşıyoruz, tren istasyonunda 24 saatlik metro biniş kartı almak için bize yardımcı olan adamın bize tek binişlik kart alarak bizi dolandırdığını fark ediyoruz. Bir buçuk aydır yollardayız ilk defa böyle bir şey başımıza geliyor. İki katlı metro ile Eyfel Kulesi'nin yanına gece varıyoruz. Kırmızı ışıklı bir kule, Eyfel Kulesi'nin altı hep ötekileştirilmiş tipler... Couchsurfing'ten bir host bulamadık yine, geç saatte bir otel buluyoruz.
Sabah Yalçın ile ikimizde bir PARİS SIKINTISI, bir bıkkınlık bir isteksizlik... Hiçbir yeri görme isteği yok içimizde, kahvaltımızı Eyfel Kulesi'nin altında amele tadında yapıyoruz. Notre Dame Katedrali'ni geziyoruz, Sen Nehri kıyısında dolaşıyoruz, birçok edebiyatçımızın takıldığı Paris'in edebiyat kokan cafelerini arıyoruz ama hiçbir sanatsal mekan bulamıyoruz, anlamsız anlamsız zaman doldurmaya çalışıyoruz. Her şey gözümüze çok sönük gözüküyor.
Louvre Müzesi'ne gidip zamanımız olmadığı için içine de giremiyoruz ve müzenin bahçesinde Yalçın ile geyik muhabbetine sarıyoruz. İnsanlar parklarda güneşleniyor.
Paris tam bir hayal kırıklığı oldu bizim için ve bahsedilen Paris Sendromu nedir, onu hissettik.
Havaalanına gidip geceyi bir köşede uyku tulumlarında uyuyarak geçiriyoruz ve sabah erkenden uçağımız var İstanbul'a, çantamızdaki likörü uçağa alamayınca Paris havaalanında bir şişe likörü iki kişi sabahın köründe kafaya dikip bitiriyoruz, sonrası havada uçan bir boşluk...
Paris
Belçika'dan Paris'e üç tren değiştirerek ulaşıyoruz, tren istasyonunda 24 saatlik metro biniş kartı almak için bize yardımcı olan adamın bize tek binişlik kart alarak bizi dolandırdığını fark ediyoruz. Bir buçuk aydır yollardayız ilk defa böyle bir şey başımıza geliyor. İki katlı metro ile Eyfel Kulesi'nin yanına gece varıyoruz. Kırmızı ışıklı bir kule, Eyfel Kulesi'nin altı hep ötekileştirilmiş tipler... Couchsurfing'ten bir host bulamadık yine, geç saatte bir otel buluyoruz.
Hiçbir anlamı olmayan saçma sapan bir kule |
Sabah Yalçın ile ikimizde bir PARİS SIKINTISI, bir bıkkınlık bir isteksizlik... Hiçbir yeri görme isteği yok içimizde, kahvaltımızı Eyfel Kulesi'nin altında amele tadında yapıyoruz. Notre Dame Katedrali'ni geziyoruz, Sen Nehri kıyısında dolaşıyoruz, birçok edebiyatçımızın takıldığı Paris'in edebiyat kokan cafelerini arıyoruz ama hiçbir sanatsal mekan bulamıyoruz, anlamsız anlamsız zaman doldurmaya çalışıyoruz. Her şey gözümüze çok sönük gözüküyor.
Eyfel Kulesi'nde amele tadında bir kahvaltı |
Notre Dame Katedrali |
Notre Dame Katedrali |
Sen Nehri |
Gezemediğimiz Louvre Müzesi |
Bir müzenin dışını anlamsız anlamsız böylesine saatlerce izlediğimi hiç hatırlamıyorum |
Paris tam bir hayal kırıklığı oldu bizim için ve bahsedilen Paris Sendromu nedir, onu hissettik.
Paris Sendromu'nun fotoğrafı |
Havaalanına gidip geceyi bir köşede uyku tulumlarında uyuyarak geçiriyoruz ve sabah erkenden uçağımız var İstanbul'a, çantamızdaki likörü uçağa alamayınca Paris havaalanında bir şişe likörü iki kişi sabahın köründe kafaya dikip bitiriyoruz, sonrası havada uçan bir boşluk...
Mor trenle gittiğimiz, yeşil gezip sıkıldığımızdır |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder