19 Ocak 2020 Pazar

doğanın, yüzlerce yıllık tapınaklar ile dansı; Kamboçya

24 Ağustos 2018

Vietnam'dan Kamboçya'ya geçerken sınır bölgesi sanki deniz, haritada herhangi bir göl veya nehir de göstermiyor üstelik. Muson yağmurlarından mı buralar su altında kalmış, anlayamadım. Suyla dolu tarlaların içinde ördekler tarladan yiyecek topluyor, ara sıra da kanatlarını çırparak banyo yapıyorlar. Kaz ve ördek tarlası sanki. Bir de tarlaların yüzeyindeki suya düşen kaz ve ördek yansımaları... Vietnam'dan çıkınca artık konik hasır şapkalar bitiyor.
Vietnam- Kamboçya sınır bölgesi sular altında
Sınırda satıcı kadınlar o kadar güler yüzlü ki... Köylerden geçiyoruz, büyük toprak çömleklerde su biriktirmişler, muhtemelen yağmur suyu, çömleklerin üstünde bir tahta, tahtanın üstünde tas ve sabun... Sanırım yıkanmak, el ve yüz yıkamak için bunlar. Tahtanın üstünde bir horoz, o da aynı toprak çömlekten su içiyor. Asya'da her şey iç içe... Sanırım "birlik anlayışı"nın bir yansıması ya da yoksulluk, yoksunluk ve pisliğin... 

Sabahın köründe otobüse binerken tanıştığımız ama sadece sevgi dili anlaştığımız ailenin Kamboçyalı olduğunu, Kamboçya'da biraz yol aldıktan sonra anlıyorum; esmer renklerinden ve saf karakterlerinin güzelliğinden. Bu aile ile yol boyu bir şeyler paylaşıyoruz, sınır kapısındaki satıcı kadınlardan benim tatmam için lotus meyvesi alıyor Dat. Sonra ben onlara Hindistan cevizli bisküvi veriyorum, onlar bana ekmek veriyor, derken karanfil elden ele...
Tek kelime İngilizce konuşamayıp bir çok şey paylaştığımız Kamboçyalı aile
Phnom Penh
Kamboçya'nın başkenti Phnom Penh'de bir pazarın kargaşasının içine düşünce otobüs milim milim ilerleyebiliyor. Pazar oldukça kalabalık, bu kalabalık tüm etraftaki caddelere de taşmış, neyse ki otobüs, şirketin ofisine geliyor. Gitmek istediğim hostele mesafe uzak, motosiklet-taksi şoförü 5 dolar istiyor. Kamboçya'da dolar ve rial birlikte kullanılıyor, inanılır gibi değil. Sınırdan geçerken son Vietnam paramı, Kamboçya riyaline çevirmiştim, o da bir buçuk dolar ediyor. Neyse ki bu paraya bir motosiklet-taksi bulup yola koyuluyoruz, taş gibi ağır çantamla motosikletin arkasında dengemi kurmakta zorluk çekiyorum. Motosiklet durup kalktıkça trafikte, çanta beni arkaya çekiyor, ürküyorum.

Hostele varıyoruz, hostel barlar sokağında, odaya çıkıyorum. On kişilik oda, karışık ve etraf pis, biraz dinlenip Mekong Nehri kıyısında yürüyüşe çıkıyorum. Kamboçya'ya dair hırsızların yaygın olduğu bilgisi, beni hareketsiz bırakıyor, dar bir alanda hareket ederken bile tedirginim. İnsanlar cıvıl cıvıl, satıcılar, çocuklar, ağaçlar, geniş bir yatakta akan Mekong.... Nehrin karşısında kapitalizmin simgesi yüksek binalar. Nehirde tekneler... Korku ile geziyorum etrafı, hırsızlara kurban olacağım düşüncesiyle.
Hostelin penceresinden Kamboçya'nın başkenti Phnom Penh
Mekong Nehri'nin karşı kıyısı
Bir Hint restoranında oturup Hint baharatlarıyla yapılmış patatesli börek yiyorum. Hava kararır kararmaz kalkıyorum, bu şekilde tedirgin hareket etmek beni oldukça yoruyor. Kentleri yürüyerek keşfetmeye o kadar alışmışım ki dolayısıyla elim kolum bağlı hissediyorum.

Hostelde, yarın S21 hapishanesine ve ölüm tarlalarına gitmek için  İtalyan bir kadın arkadaş buluyorum, birlikte tuk tuk ücretini paylaşacağımız. Gece dışarıda vakit geçirmekten tedirgin olduğum için odaya çıkınca odada dokuz erkeğin içinde tek kadının  ben olduğunu fark ediyorum. Çoğu da Hintli sanırım, bana bir rahatsızlıkları yok ama bu kadar maskülen bir ortamda kalmak beni rahatsız ediyor.

Sabah tuk tuk ile S21 hapishanesine yola çıkıyoruz, olaylar 1975-1979 arasında geçiyor. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Fransa'nın sömürgeci, Amerika'nın saldırgan tavırlarına karşı Çinhindi'nde (Tayland, Laos, Vietnam, Kamboçya) komünizm yükselmeye başlıyor. Pol Pot rejimi de Kamboçya'da komünizmi iktidar yapıyor. 1975'de komünist rejimin içinde faşizm başlıyor. Pol Pot'un ideolojisine göre, ülkede sadece köylü sınıfı olmalı. Bu amaçla ülkenin tüm aydınlarını, bilim insanlarını, sanatkarlarını, kısacası köylü sınıfını oluşturmayan tüm Kamboçyalıları ağır koşullar altında pirinç tarlalarında çalışmaya zorluyor. Çalışmayanlar ya da muhalefet edenler, S21 hapishanesinde Ortaçağ işkence yöntemleriyle öldürülüyor. 
S21 hapishanesinde odalar
Tarlalarda zorla çalıştırılanların fotoğrafları
Hapishanede işkence ile öldürülenler
Off ya...
Öldürülen genç erkekler... Auschwitz'teki kataloglar gibi
Öldürülen genç kadınlar... Auschwitz'teki kataloglar gibi
S21 hapishanesinde açlıkla, işkenceyle ölmeyenler, ölüm tarlalarına kamyonla getirilip ilkel araç gereçlerle öldürülüyorlar. Kurşun pahalı olduğu için kurşun kullanılmıyor, çocuklar ağaçlara vurularak öldürülüyor. Ölüm tarlaları kocaman bir arazi, toplu mezar yerleri, üst üste kafatasları, kemikler ve dişler var. Ölüm tarlalarının Auschwitz'ten tek farkı, bunu yapanın komünist bir lider olması. Dört yılda üç milyon insanın ölümüne sebep oluyor Pot Pol rejimi.
Öldürülenlerden geriye kalanlar
Raflar dolusu kafatası
Toplu mezar alanı
Ölenlerin anısına saygı için bırakılanlar
Bebeklerin vurularak öldürüldüğü ağaçlar
Ölüm ağacı
Komünizmi anlamaya ve daha eşit daha adil bir dünya için kendi çapında mücadele vermeye çalışan biri olarak bu durum beni oldukça üzüyor. Şu anki toplumda tüm ailelerin ölüm tarlalarında bir kaybı olduğu söyleniyor. 
S21 hapisahnesindeki deftere böyle bir not düşmüşüm
Bırakılan notlar
Eğitimli insanlar öldürüldükten sonra, toplumsal yapıyı oluşturan bireyler oldukça saf, problem çözme yeteneği zayıf, algısı düşük ama her şeye rağmen güler yüzlü, sıcak, sevecen özellikler taşıyorlar. Pol Pot rejiminin eğitim karşıtı sloganlarında "sizin kaleminiz kürek, kağıdınız pirinç tarlasıdır." "Herhangi bir fakülteden mezun olmak istiyorsanız, baraj ve kanal inşa etmelisiniz." gibi eğitim, düşünce ve sorgulama karşıtı sloganlar var. Oysa Pol Pot'un kendisi, Fransa'da eğitim almış, gerilla hareketine liderlik yapmış birisi.

Öğlende tuk tuk ile ölüm tarlalarından dönüyoruz. Hava çok sıcak, psikolojim alt üst. Hostelin lobisinde dinleniyorum, odada nefes almak pek mümkün görünmüyor. 
Hostelimin de olduğu mahalleden
Akşam üstü korku sınırlarımı aşarak Wat Phnom tapınağına gidiyorum. Etraf tütsü ve sunaklar ile dolu, muazzam bir hareketlilik... Etraftaki tütsü kokusunu ve bu hareketliliğin oluşturduğu tapınak atmosferini çok seviyorum. Kamboçya'daki tapınak atmosferleri daha mistik geliyor bana, diğer ülkelerin tapınaklarından. Tapınaktaki ayı heykellerinin ağzına bir parça et veriyorlar, sunak veya adak olarak sanırım.
Tapınak bölgesinde karşıma çıkan güzeller güzeli bir kız çocuğu
Wat Phnom
Sunaklar
 
Keşke etraftaki kokuları da kaydeden bir makine olsaydı
Sunak olarak hazırlanan çiçekler
Akşam üstü yürüyüşü için nehir kıyısına gidiyorum.  Nehir kıyısına yakın Hindistan restoranında oturup sarımsaklı ekmek ve bira ile  akşam öğünümü geçiştiriyorum. Bir restorana oturup yemek yemem çok mümkün değil, fiyatlar dolar üzerinden ve bir dolar, yedi Türk lirası ediyor, bu günün kurunda. Ekmeğin fiyatı bile bir dolar. Nehir kıyısında gezen yaşlı Avrupalı erkekler ile Kamboçyalı genç kadın çiftleri gözlemlemekten ve bu sosyal olgu üzerine kafa yormaktan kendimi alamıyorum. Bir değil iki değil, onlarca böyle çift  var etrafta. Nehir kıyısında gezen, barlarda oturan...
Nehrin kıyısında bankta uyuyan bir çocuk
Yolumun üzerindeki Wat Ounalum tapınağını geziyorum, tapınakta kimseler yok. Bir keşiş, ben ve Buda baş başayız. Kamboçya'ya dair korkularımdan dolayı karanlık çökmeden hostele gelmeye çalışıyorum. Barların önünde kadınlar, mini etekleriyle Avrupalı erkek müşterilerini bekliyor.  Barlarda müşteri olarak  yaşlı Avrupalı erkekler ve genç Asyalı kadınlar var.  Kadınlar, bu ticari anlaşmada ya çok somurtuk ya da çok sırnaşık bir davranış sergiliyor. Hostel odamda, tamamen erkek ortamında, erkenden uyuyorum. 

Kamboçya'nın başkentinin yeni bir gününde, yürüyerek Fransız karşıtlığını sembolize eden bağımsızlık heykeline gidiyorum.  Bağımsızlık heykelinin etrafı inanılmaz lüks, devasa gökdelenler kuşatıyor meydanı, kapitalist  bir merkez gibi. Avrupa standartlarında, muhtemelen resmi kurumların olduğu bir merkez. Korku sınırlarımı aşarak yürüyerek şehri keşfetmeye çalışıyorum ve sokaklarda hiçbir tehlikeye tanıklık etmiyorum. Geçtiğim mahallelerin birinde, adamın biri,  el baltasıyla Hindistan cevizlerinin kabuklarını soyuyordu.
Nehrin kıyısında yürüyorum uzun bir süre, nehir kıyısında  tesadüfen çok hareketli bir tapınağa denk geliyorum. Tapınak yakınında Kamboçyalı teyzeler, küçük bir pazar kurmuş ve lotus satıyorlar. Tapınak girişinde bir grup erkek yere oturmuş, daha önce hiç görmediğim enstrümanlarla müzik yapıyor. İnsanlar tütsüler yakıp lotus çiçekleri sunarak Buda ile baş başa... Tapınaktaki hareketin büyüsüne kapılıp hayranlıkla bu ruhani raksı seyrediyorum. Nehre yönelen yoğun tütsü kokuları...
Tapınağı ziyarete gidenlere lotus çiçeği satan bir teyze
Kraliyet sarayını gezmeye gidiyorum. Silver Pagoda kompleksi... Bir tapınakta Buda'nın devasa ayak izi...  Küçüklü büyüklü farklı duruşlarda Buda heykelleri... Kamboçya'da tapınaklarda para bağışı çok yaygın. Buda heykellerinin sağına soluna dolar, riyal sıkıştırıyorlar. Yoksulluğun, sefaletin bu kadar derin olduğu toplumlarda, tapınaklarda böyle paraların dönmesi garip geliyor bana. Sarayın olduğu bölge çok hareketli, etraf parklarla çevrili, insanlar parklarda oturmuş, çocuklar da etrafta oynuyor...
Silver Pagoda kompleksinden
Farklı pozisyonlarda, farklı büyüklüklerde Buda heykelleri
Oldukça süslü tapınaklar
Ziyarete gelenleri "Namaste" diyerek karşılayan bir heykel
Silver Pagoda
Merdiven başlarını süsleyen farklı mitolojik yaratıklar
Tapınaklar
Merdiven başı süslemesi
Kraliyet Sarayı'nı ziyarete gelenler
Demir işlemede bile "Namaste" diyen bir Buda oyması var
Nehir kenarında yürüyorum, serpme olta ile balık tutan birinin attığı serpme oltanın havada açılma halini fotoğraflıyorum. Fotoğrafını çekmeyi istediğim anlardan biriydi hep benim için. 
Mekong Nehri kıyısında öğle gezintisi
Böyle bir fotoğraf çekmek, hep hayalimdi
Kırmızı akan Mekong Nehri'nde balık yakalama çabası
Nehir kıyısına oturmuş da kanaviçe işleyen bir kadın
Bunlar da Kamboçya'nın tekne biçimleri
Hint restoranına geliyorum yine, burası uğrak yerlerimden oldu. Bugün çok yürüdüğüm için oldukça yorgunum. Restoranda yanıma yaşlı Avrupalı bir erkek ile Asyalı genç bir kadın oturuyor. Uzun uzun gözlemliyorum, kız doğru dürüst İngilizce bilmiyor, doğal olarak anlaşamıyorlar da... Kadın oldukça sırnaşık davranıyor erkeğe, erkek de oldukça kaba. Genç kadınla göz göze geldikçe birbirimize gülümsüyoruz. Onlar masadan kalkıp gidince üç gündür uğrak yerlerimden biri olduğu için restoran sahibine soruyorum bu durumu. 

Evet, genç kadınlar ailelerine bakmak için zengin Avrupalı erkeklerle birlikte oluyorlarmış, kimi zaman kısa süreli birliktelikler şeklinde kimi zaman ise evlilik biçiminde oluyormuş bu ilişki. Arada hiçbir iletişim yok ama nasıl olsa "aşk" var. Tam bir sömürü, yoksul kadınların mecbur bırakıldığı köle ilişkiler. Yan masama oturan adamın altmış beş, kadının yirmi beş  yaşında olduğunu öğreniyorum. Para karşılığı bu gencecik kadınların bedenleri ve duyguları sömürüyor. Sokaklarda, barlarda, her yerde bu ilişki biçimi... Avrupalı erkeklerin ömrü boyunca oluşturamadığı sevgiyi, para karşılığında aldıklarını zannetmeleri... Gün boyu sokakta gördüğüm kız çocuklarının da ergenliğe girince böyle bir ilişkiye mecbur kalacaklarını düşünmek üzüyor beni.
Yüzündeki masumiyetin bir gün solacak olması düşüncesi
Bir gün bu gülüşün Avrupalı yaşlı bir erkeğe yapmacık bir ruhla yöneleceği düşüncesi
Sokakta oyun oynayan kız çocukları
Gece, hotel-otobüs denilen otobüsle Siem Reap'a yola çıkıyorum, hotel-otobüs dedikleri, Laos'ta bindiğim otobüsün daha döküntü hali. Çinli bir kadınla aynı yatakta yolculuk yapıyoruz, Siem Reap yolcusu onlar da erkek kardeşiyle. Koyun koyuna Çinli kadın arkadaş ile uyumuşuz.

Siem Reap
Gecenin bir vakti otobüs boşalmış, bir biz kalmışız, Çinli kadın arkadaş beni uyandırıyor. Şehrin dışında, birkaç yolcu ve tuk tuk ile baş başayız. Bir grup öğrenci ile tuk tuk ücretini paylaşıp hostelin yolunu tutuyorum. Saat sabahın dördü olmasına rağmen sokaklarda bir hareketlilik var. 

Gecenin bu vakti hostelde yatağıma geçebiliyorum, nasıl bir odaya geldiğimi bilmeden yatağımda olmanın keyfi ve karşımda ranza olmaması,  duvarla baş başa olmam sevindiriyor beni. Birileri ile karşı karşıya olmayacağım yani. Öğlene doğru kalktığımda,  duvarda gördüğüm Charlie Chaplin resimleri ile güne başlamanın gülümsemesi içindeyim.
Günaydın sana da Charlie Chaplin
Öğlende şehri tanımak için çıkıyorum, ilk önce kahvaltı niyetine Pat Thai yiyorum. Bir ara, yoğun bir Muson sağanağı geçiyor. Bir ara sokakta, bu sağanak yağmurun altında oyun oynayan çocuklar görüyorum. Nasıl da mutlular... Muson mevsiminde çocuk olmak böyle bir şey diye düşünüyorum.
 
Sen nasıl güzelsin çocuk...
Öylece suyun içinde oturuyorlar, uzanıyorlar.
Zafer işareti de en sevdikleri
Sonrasında tapınak gezisi, sonrasında müzeye yürüyorum ama müze on iki dolar, çok pahalı geliyor, girmek istemiyorum.  Başka bir tapınağı gezmeye gittiğimde, bahçede bir domuz karşılıyor beni.
Yağmurdan sonranın sessizliğinde bir tapınak
Yeşilliğin içinde turuncu tapınak, nasıl da güzel yakışıyor.
Tapınağın girişinde uyuyan köpekler
Tapınağın içinde de Budist bir keşiş uyuyor mu yoksa meditasyon mu yapıyor anlamadım.
Akşamdan, tapınaklar kenti Angkor'a gitmek için iki dolara bisikletimi ayarlıyorum. Sabah dört buçukta kalkıp yollara düşüyorum, güneşin doğuşunu ana tapınak Angkor Wat'ın önündeki göl yansımalarında yakalamak için. Yollarda Angkor'a giden bir tuk tuk  hareketliliği... Bisikletime atlayıp karanlıkta yol alırken bir meydanda toplanmış insanların  bu erken saatin karanlığında, yüksek sesli bir müzik eşliğinde sabah sporu yaparkenki neşelerinin kıyısından geçiyorum. 
Dümdüz yolda, karanlıkta, ağaçların altında vitessiz bisikletimi sürüyorum. Bilet kontrol noktasına geldiğimde Angkor antik kentine giriş biletini buradan alamayacağımı, beş kilometrelik bir yolu gitmem gerektiğini söylüyorlar, söylenerek geri dönüyorum, bilet satış yerini bulmak da ayrı bir dert oluyor benim için. İnsanlara derdimi anlatamıyorum, bisikletimi sürüyorum ama nereye kadar, hiçbir tabela yok. Uzun süren bir sinir harbinden sonra neyse ki buluyorum bilet satış noktasını, ama oldukça öfkeliyim. Tek sevindiğim havanın bulutlu olması ve böyle bir havada güneşin doğuşunu kaçırmam gibi bir durum söz konusu olmayacak. Biletimi kontrol ettirdikten sonra beş kilometre daha orman içinde bisikletimi sürüyorum. Yol beni ana tapınak Angkor Wat'ın yansımasının olduğu göle çıkarıyor. 
Hava bulutlu olunca, ışıklar  tapınağı aydınlatmaya oldukça geç başlıyor
Angkor Wat'ın günün ilk ışıklarıyla göle yansımaları
Gölün içinde lotuslar ve water lily'ler...
Göl kıyısında, ışığı, yansımayı, ana tapınağı izlemek için bisikletimi bırakıp göl kıyısına geliyorum. Gölün içinde birileri var, lotus çiçeklerinin arasında bir şey arıyorlar. Meğerse dün akşam hotel-otobüste koyun koyuna geldiğimiz Çinli arkadaş, göle kamerasını düşürmüş ve birkaç adam girmiş, onun kamerasını arıyormuş. Kamera bulunup ortalık şenlenince göl içindeki arkadaşlardan, benim için lotus çiçeği koparmalarını istiyorum. Bana uzun saplı üç tane lotus çiçeği koparıyorlar. Arkadaşlarım ve kendim için bu çiçekleri bisikletimin ön sepetine koyuyorum. 
Benim için koparılmış üç lotus çiçeği
Bisikletimin sepetindeki lotuslar
Angkor antik kentinin ana tapınağı Angkor Wat muhteşem, yanında da başka bir su birikintisi var, bu su birikintisinde de tapınağın başka bir açısının yansıması... Tapınaklar, 12. yüzyılda, bir Khmer kralı tarafından Hindu Tanrısı Vishnu'ya sunak olarak yapılmaya başlanmış, 14. yüzyılda da Hindu tapınakları Budist tapınağa dönüştürülmüş. 
Angkor Wat'ın başka bir su birikintisine başka bir açısının yansıması.
İlk önce tapınaklar kentine adını veren Angkor Wat'ı gezmeye gidiyorum
Dört yüzyıl boyunca unutulmuş, 19. yüzyılda, bir kazı esnasında ortaya çıkınca mimari ve doğanın büyülü dansı ortaya çıkmış. Tapınağın içinden en üst katlara çıkıp oradan bakıyorum etrafa. Bir tapınağı dolaşmak bir saatimi alıyor.
Tamamen taştan ve zamanın kara örtüsü üstlerini kaplamış

En üst kattan tapınağın avlusu
Tapınak üzerindeki sıra dışı süslemeler
Taştan yapılan şaheserler
Lotuslarım da benim ile birlikte
Eliyle yaptığı işaret ne ola ki...
Olaylar, olaylar, olaylar... Anlayabilene...
Bölge insanı, bedeninin üst kısmını, kumaşlar ile çapraz sarmış ve ibadete gelmiş bu tapınaklara. Tapınaklarda Buda heykellerinin önünde ibadet aktif bir şekilde devam ediyor. Buda heykellerinin önü çiçeklerle, tütsülerle dolu. 
Küçük bir keşiş, seremoni için bekliyor
Tapınağı ziyarete gelen teyzelerimle
Her zaman güler yüz.
Tapınağın en üstüne çıkmak için sırada bekliyorlar
Bisikletime atlayıp Banteay Kdei tapınağına gidiyorum. Tapınağın giriş kapısının en üst bölümü dört farklı insan yüzü ile parça taşlarla süslenmiş. İçeride de köklerin tapınakları sardığı, mimari-doğa kompozisyonlu şaheserler var yine.
Bisikletime atladığımda yan patikadan giden yalın ayak bir keşiş
Banteay Kdei tapınağının giriş kapısı
Ağaçların köklerinin dışarıda olması gerçekten çok ilginç
Ağaçlar ile tapınakların dansı
Ağaçlar da tapınakların bir parçası olmuş artık
Banteay Kdei tapınağının karşısında göle bakan taştan bir platformun üstünde hayvan heykelleri... Burada uzun uzun etrafı izliyorum.
Bu taş platform neyin sahnesiydi bilmiyorum, ama göl kıyısında çok güzel görünüyor
Bisikletime tekrar atlıyorum, bu defa sırada Ta Prohm tapınağı var. En çok merak ettiğim tapınak, çünkü ağaçların köklerinin tapınakların taşlarıyla iç içe geçen ve insanın nefesini kesen bir ruhu olduğunu düşünüyorum. Tapınağın girişinde, zeminde köklerin yayıldığı inanılmaz güzel bir düzlem var. Uzun uzun ağaç köklerinin yatay ilerleyişinin perspektifini izliyorum. Sonrasında o... köklerin tapınaktan aşağı akışı... Nefesimin tutulduğu an... 

Ama bu akışın keyfini çıkaramıyorum, kadınların, özellikle Angkor antik kentini fon olarak kullanmak için güzel elbiselerini giymiş gelmiş kadınların, sosyal medyada paylaşılmak üzere çekildiği fotoğraflara verdiği pozlar, benim o an ile bütünleşmemi engelliyor. Oysa ben bu yüzlerce yıllık oluş öyküsünü derinlemesine hissetmek istiyorum. 

Etrafı gezmeye devam ediyorum, sonrasında da birbirinden farklı biçimlerde  kökler, birbirinden farklı biçimlerde tapınakları sarmış. Tapınak duvarlarından, kapılarından akan ağaç kökleri... Muhteşem... başım dönüyor... fantastik bir dünyanın içinde hissediyorum kendimi. Kalın gövdeli ağaç kökleri bir yanda, dökülen ince kökler başka bir yanda...
Zeminde ilerleyen metrelerce ağaç kökleri
Köklerin tapınaktan o muhteşem akışı
Devasa kökler sarmalamış tapınağı
Ağaç,  kökleriyle tapınağa kolunu atmış sanki
Tapınağın kapısında harika bir dekorasyon olmuş
Köklerde insan figürleri
Bu nasıl bir ağaç türü anlayamadım, muhteşem
Ağaçla taşın dansı
Örümcek ağı gibi incecik dökülen kökler
Yol üzerindeki diğer tapınaklara da giriyorum, irili ufaklı tapınaklar. Yorgunluk bastırıyor, bir yerde oturup bira içiyorum. Ormanda bisiklet sürmekten oldukça keyif alıyorum. İyi ki bisikletle gelmişim, Angkor antik kentinin ruhunu bisikletle daha çok hissetme fırsatım oldu. İstediğim tapınakta durma, tapınakların içinde bulunduğu ormana dokunma fırsatım oldu. 

Öğleden sonra yorgunluk iyice bastırıyor, bir yandan sıcak, bir yandan vitessiz bir bisikleti kilometrelerce sürmek enerjimi bir hayli tüketiyor. 

Sırada Bayon tapınağı var, bu antik kentte son olarak görmek istediğim tapınak. Zafer Kapısı'ndan geçip Bayon tapınağına geliyorum, ama bitmiş bir haldeyim. Filli terası gezip tapınağı keşfetmeye çalışıyorum. Elli dört sütun ve elli dört çehre varmış tapınak mimarisinde. Yine çok etkilendiğim bir tapınak oluyor, kesme taşlardan yapılan. 
Yol üzerinde uğradığım tapınaklardan
Bisikletle geçerken uğradığım tapınaklardan
Zafer Kapısı
Tapınakta heykellerin önü hala hareketli, tütsüler yanıyor
54 tane insan yüzü ile süslenmiş bu tapınak
Bayon Tapınağı
Angkor Wat'a sürüyorum bisikletimi, göle gelince gün batımını bekleyebilecek enerjim yok. Devasa antik kentin içinde tam bir çember çizmişim. Siem Reap'a yedi kilometre  yolum var, şehre vardığımda bu ilkel bisikletle elli kilometre yol yaptığımı fark ediyorum. Duş alıp kendimi yatağa atıyorum, akşam üstü yattığım uykudan bir sonraki gün öğlene doğru kalkıyorum. Resmen taş gibi bir selede, taş gibi bir vites sistemiyle elli kilometre yol yapmışım.  
Derdim gün içinde hostelin havuzunda zaman geçirmek. Tabii havuza gidince huzur bulmam çok mümkün olmuyor. Cıstak cıstak bir disko müziği, havuz etrafında seksist danslarıyla Avrupalılar...  İlerleyen saatlerde iş çığırından çıkıyor, kimin kiminle partner olduğunu anlayamıyorum, herkes birbiriyle flört halinde. Beden ve cinselliğin tüketim çemberinde bir takılma kültürü dönüyor. Kamboçyalılar da etrafı, havuzu temizlerken olanı biteni anlamaya çalışıyorlar. Yozluğun dibi... Yerli, fakir halk hizmet sektöründe, Avrupalılar keyfinde... Avrupalılar, havuz başı tatil yapmaya gelmişler sanırım. Bölge halkının arasına katılayım, kültürlerini öğreneyim diye bir kaygıları yok. 

İçinde bulunduğum ortamdan tiksiniyorum, Kristof Kolomb'un Marco Polo'nun, Vasco Dö Gama'nın torunları bunlar. Aynı sömürü zihniyeti, aynı ezme-ezilme ilişkisi. Beş yüz yıllık sömürü düzenini alışkanlık haline getirmişler.  Yeme, içme, eğlence ve seks. Hedonizmin zirve noktasının içinde kalıyorum. Havuz başında bu gün dinleneyim derken etrafta olan bitene zorunlu olarak muhatap kalmam  beni oldukça yoruyor. 
Gece pazarına çıkıyorum, Siem Reap'ın pazarı, etnik kıyafetler konusunda çok zengin ama artık yolculuğumun son günleri ve  cebimde param kalmadı. Yarın için iki dolara bisiklet kiralayıp  yüzen köy Chong Kneas'a gitme planı yapıyorum. 
Angkor Wat tapınağının önündeki gölden kopardığımız lotuslar yatağımın başında kuruyor
Chong Kneas
Sabah yola düşüyorum, meğerse yol, akşamki gece marketinin içinden geçiyormuş.  Yol üzerinde hasır sepet satan dükkanda, etnik kumaştan uzun etekli ve Budist inanışın sanırım bir gereği olan kazınmış saçlı bir kadının, sabah güneşi ışığında fotoğrafını çekiyorum. 
Hasır sepetleri yapan kim bilmiyorum
Seramik atölyeleri görüyorum ama erken bir saat olduğu için kapalı. Lotus tarlaları ve bu tarlaların kıyısında lotus bitkisinden ip elde edip dokuma yapan atölyeleri geziyorum. 
Lotus tarlaları
Lotus bitkisinin liflerinden ip üreten bir kadın


İpler ve dokuma biçimleri
Muhtemelen baş ağrısını hafifletmek için anlına bardak kapattığı için alnının ortasında yuvarlak kırmızı lekeler ile gezen kadınlar görüyorum, bisikletine uzun etekle binmiş yaşlı kadınlar... 
Bardak çekme yöntemi ile şifa
Bisiklet kadınların günlük ulaşımında çok yaygın
Uzun etekleri ve elbiseleri ile binebiliyorlar
Tarlaları su basmış, tekne ile balık avlayanlar var bu suyla dolmuş tarlaların içinde. Bisikletle Tonle Sap gölüne doğru ilerledikçe yoksulluk derinleşiyor. Bir sürü hikayenin ortasından geçiyorum.
Eteğinin kumaşı ne kadar da güzel
Hindistan cevizi yaprağından örülmüş sepet gibi evler  

Evinin penceresinde bir çocuk
Bir restoran mutfağı
Yüzen köye girmeden önce yükselen dik merdivenlerle bir tapınağa tırmanıyorum, bu yükseklikten yüzen köy olduğu gibi görünüyor.
Tonle Sap gölünün içinde yüzen köy
Evler bildiğin suyun içinde.
Ya direklerin üzerine oturtulmuş ya da şişme lastiklerin üstüne
Bir mahalle karada bir mahalle suda
Suyun içinde yaşayıp sıkılan ve biraz da karada yaşayım diyen aileler var. Evleri çekçek misali bir arabayla getirilip karaya yerleştiriliyor.
Tapınaktan aşağı indiğimde insanların yaşlı-genç, çoluk-çocuk ikili bir şekilde çömelerek arka arkaya  sıraya girmiş olduğunu ve heyecanla bir şeyler  beklediğini görüyorum. Bu sıra yoksulluğun resmi gibi. Bu kargaşanın, insanların bu perişanlık içinde sabırsız bekleyişlerinin nedenini öğrenmeye çalışıyorum. Meğerse yüce gönüllü bir yardımsever, bu köye yardım yapmaya gelecekmiş, bu insanlar sıcağın altında bu yüce gönüllü insanı bekliyorlarmış. O yüce insan elinde bir tomar dolarla görünüyor, Güney Koreli olduğunu tahmin ettiğim, göbekli bir zengin... Sıraya geçmiş çocuklara, yaşlılara, engellilere birer dolar dağıtıyor. Tanık olduğum o yüce insanın tavrı ve bu yoksul insanların bir dolar alabilmek için çırpınışlarının tablosu içler acısı. 
İnsanların çoğunun gözlerinde beyaz perde var, sebebini bilemiyorum
Çoğu yalın ayak, çömelerek sıraya geçmiş, yardım bekliyor
Kız çocuğunun gözlerindeki güzellik
Çocukların gözleri yollarda
Tonle Sap gölü kıyısı boyunca bisiklet sürüyorum, bir baba Hindistan cevizi ağacının yapraklarından örme evinin sundurmasında, asma beşikte bebeğini sallıyor. 
Tekne ile kıyıya gelenler, evinin önünde oturan teyzeler... Evler perişan, bir yığıntı sanırsın. Bir sokak arasından gölün kıyısına iniyorum. Suyun içi otlarla ve bu otlara takılmış plastik çöpler ile dolu. Bu çöp yığıntısının biraz ilerisinde çocuklar yüzüyor hatta evin suyun üstünde kalmasını sağlayan direklerden atlayıp yüzen, tekrar bu direklere çıkan, tekrar atlayan çocuklar  coşku ve eğlence içinde.
Evleri, teneke dubaların üstünde, kapının eşiğine oturmuş insanlar
Yüzen evler de bir o kadar renkli boyanmış
Bir teyze teknesiyle komşuya geçiyor
Bir kız çocuğu evinin önünde oynuyor
Bir çocuk tekneye köpeğini koymuş, tekneyle dolaşıyor. Bu kıyı tam bir curcuna, bir teyzem renkli elbisesiyle teknesini süre süre geliyor, sonra parçalarını sıvıyor, tekneden atlayıp o çöpün içinden yürüyerek karaya çıkıyor, kafasında renkli renkli ipliklerle örülmüş yünden bir şapka. Kamboçyalıların, böylesine sıcak bir havada neden yün şapka, yün eldiven, yün hırka giydiklerini hiç anlayamıyorum.
Curcuna bir mahalle, ne ararsan iç içe
Bir çocuk köpeğini tekneye koymuş birlikte mahallede turluyorlar
Bir teyzem uzak mahalleden teknesiyle kıyıya geliyor
Başka bir ara sokakta balık tutanlar, yüzen evlerden birinin balkonundan gölün içinde bulaşık yıkayanlar... Yüzen evin balkonunda yatan kadınlar. Sefalet diz boyu, çocuklar perişan, o pis suyun içinde çocuklar coşku ile yüzüyorlar, köpekler etrafta... Bir kadın evinin ahşap sundurmasına oturmuş, vücuduna sardığı bezin  üzerinden vücudunu sabunluyor, yanında yıkadığı çocuğu da çıplak. Başka bir anne, gölden, yüzmekten gelen üç çocuğunu merdivenlerde önüne almış, üçünün üstünden bir kova suyu keyifle dökerek onları temiz bir şekilde içeri almaya çalışıyor.  Çocukların sokaklarda, ev önlerinde çıplak gezmesi kadar kadınların da açık alanda vücutlarına sardıkları bezle duş alması bir o kadar yaygın.
Evinin önünde banyo yapan bir kadın
Yüzmekten gelen çocuklarını evinin önünde yıkayan bir anne


Yolda bisikletimle ilerledikçe ağaç dallarını bıçakla yontarak balık oltası yapan bir amcanın güzeller güzeli gülümsemesine denk geliyorum. Köyün yüzen okulu karşıma çıkıyor. Yoksulluk derin ama çocuklar bir o kadar da mutlu. İnsanların çoğunun gözlerinde beyaz bir perde ve ciddi diş problemleri var, ağızlarında kırmızı bir şey mi çiğniyorlar anlayamadım, ağızlarını açtıklarında olmayan dişleri ile birlikte kırmızı bir boşluk çıkıyor ortaya
Bisikletle kıyısından geçtiğim öyküler
Yüzen okul
Yüzen köydeki bu yoksulluk turistik grupların gezileri ve bu gruplardaki insanların bir şeyler dağıtarak yardımseverlik egolarını tatmin ettikleri bir pazara dönmüş.  
Mahalle bakkalı
Hindistan cevizi yaprağından örülmüş evler

Göl kıyısında evinin önünde oturmuş Budist bir kadın
Bu yüzen köydeki yoksulluğun bendeki etkisi kolay kolay geçmeyecek. Dönüş yolunda timsah çiftlikleri ve timsah derisinden ürünlerin satıldığı dükkanlar var. Çiftliği gezmedim ama ürünlerin pazarlandığı dükkanına girdiğimde timsah derilerinin pahalı aksesuarlara dönüşmesi canımı yaktı. 

Sıcağı bisikletimle yararak şehre geliyorum, bisikleti verip güzel bir duş sonra havuz. Havuzda Avrupalı tipler yoktu şansıma.

Sabah, Kamboçya'ya veda zamanı, sonsuz pirinç tarlaların kıyısından geçiyoruz, insanlar o  yün örgülü renkli şapkalarıyla tarlalarda... sonra küçük gölcüklerde mor water lily çiçekleri... Çok güzel bir coğrafya... 
Turuncu, otobüsle gittiğim; yeşil, gezdiğim yerler




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Kuzey Amerika'yı Keşif 5: Arizona

3 Şubat 2020 Sabah, Arizona'nın çölleri üzerinden doğan güneşi karşılıyorum. Dün, Pasifik Okyanusu üzerinden uğurladığım güneş, bu sabah...