3 Nisan 2020 Cuma

Politikanın Soğuk Yüzü: Washington DC

18 Ocak 2019

Türk Hava Yolları ile on bir saatlik bir yolculuk... biraz kaygılıyım, ilk defa mola vermeden bu kadar uzun süre uçacağım. Yanımda İranlı bir kadın arkadaş var. Farsça, Türkçe, İngilizce'yi harmanlayarak bir iletişim dili çıkarıyoruz ortaya.  Yolculuk hiç alışık olmadığım kadar rahat geçiyor, bir yandan ekrandan takip ediyorum gittiğimiz güzergahı. Daha önce karadan gezdiğim Balkan, Avrupa ve İskandinav ülkelerinin üzerinden uçuyoruz. 

Stravengen'in güneyinden Grönland'a yöneliyoruz, Stravengen'i de daha önce gezmiş ve çok da sevmiştim. İlk defa uçakta meditasyon yapıyorum, dünyanın bir noktasında, okyanusun üstünde, meditasyon yapmak, evrenin akışına bu noktadan dahil olmak, varlığımı bu akışın içinde hissetmek. Türk Hava Yolları çok rahatmış, insan kendini evinde hissediyor, ara sıra kalkıp dolaşıyoruz. Son saatlere girdiğimizde artık uyumuşum, yolculuğun nasıl geçtiğini hiç anlamadım. İlk defa bir uçak yolculuğunda stres yapmadan tamamlıyorum.

Hava alanı işlemlerindeki sıra, saatler alıyor, sadece iki-üç banko açık. Sonra öğreniyorum ki Amerikan parlamentosu, Meksika sınırına duvarı örme konusunda anlaşmazlık yaşadığı için parlamento işlemez hale gelmiş ve  birçok kişi maaş alamıyormuş, o yüzden de hava alanında çalışan kişiler azalmış.

Bu yolculuk sırt çantamı alıp hostel hostel gezdiğim bir yolculuk olmaktan ziyade konformist koşullarda bir aile ziyareti.  Kaldığım ev, Washington DC'nin dışında, beyin göçüyle gelen Asya ve İranlıların yaşadığı bir sitede. Ülke oldukça büyük ve yerleşim doğal yaşamın içine serpiştirilmiş müstakil evlerden oluşuyor, evlerin önündeki posta kutuları benim gibi hala mektuplaşma alışkanlığını ısrarla sürdürmek isteyen biri için büyüleyici...
Mahalleden evler
Posta kutularının güzelliğine
Orman içlerinde müstakil evler
Misafiri olduğum site
Avrupa'daki yerleşimlerin yapay peyzajlı yapısından sonra, bu coğrafyayı oldukça vahşi buluyorum. Sokaklarda yürüyen birilerini görmek oldukça zor, sokaklarda sosyal yaşam, sadece köpek gezdirmek üzerine kurulu ve bunun dışında herkes arabasının içinde. Eğer burada araban yoksa bir hiçsin veya arabası olan aile bireylerinden birine bağımlısın. Toplu taşıma aracı da çok yaygın değil.
Ormanın içinde köpek gezdiren birileri...
Hava tahmin etmediğim kadar soğuk, ben ki hayatının büyük bölümünü Trakya ve Ankara'da geçirmiş biri olarak böylesine soğuk bir hava hatırlamıyorum. Dereceler -10 gösterirken hissedilen soğuk -20 olabiliyor. 

Çatılardan sarkan buzlar
Amerika'da bir ailemin olmasından cesaret alarak bir kaç aydır Washington DC'deki üniversitelere CV gönderiyor ve dört aydır da TOEFL sınavına hazırlanıyordum. Amerika'ya yola çıkmadan bir gece önce, Amerikan Üniversitesi İletişim Fakültesinden doktora tezimi yazmak üzere misafir araştırmacı olarak kabul edildiğim maili ulaştı bana.

Amerikan Üniversitesi'nin kampüsüne gidip eylül ayında başlamak üzere üniversitedeki resmi işlemleri başlattım. Kampüste dolaşıyorum biraz, iletişim fakültesine içim ısınıyor, kütüphane de iletişim fakültesinin hemen yan tarafında... Kütüphaneler bağımlılık yaptı artık. 
Bir yıllığına misafir araştırmacı olarak kabul edildiğim üniversite
İletişim fakültesi
İletişim Fakültesi
Amerikan Üniversitesi kampüsü
Kütüphane
Üniversite kampüsünden abimin iş yerine beş kilometre boyunca yürüyorum. Karşıma National Katedral çıkıyor, içine girmek pahalı geliyor bana o yüzden etrafını tavaf ediyorum. Etrafta sincaplar, insanlara da alışmış olmalılar ki hiç kaçmıyorlar. 
Ulusal Katedral
Devletin dini resmi törenleri burada yapılıyormuş
Ormanların kıyılarından yürüyorum. Güzeller güzeli karacalar çıkıyor yoluma,  onları tanıma çabasıyla yanlarına gitmem rahatsızlık veriyor onlara, üzülüyorum. Karacaları gördüğüm yer Washington DC'nin merkezine sadece birkaç kilometrelik mesafe. Beni bu vahşi doğa şaşırtmaya devam ediyor.
Yol kenarında, orman kıyısında öylece yatıyorlar
Rahatsızlık verdim onlara, çok üzgünüm...
İnsanlar genelde şehir merkezi dışında şirin mi şirin evlerde, ormanın içinde yaşıyor. Evinden çıkan insan görmek neredeyse imkansız, çıkarsa da direkt arabasına binip gidiyor. Köpek gezdirmek, koşu ve bisiklet insanların dışarıda göründüğü birkaç  eylem biçimi. Yoksa araba ve insan birbiri ile bütünleşmiş. Ben, toplu taşıma araçlarını seven, atlayıp istediği yere giden, şehirleri altına üstüne getiren biri olarak çok zorlanıyorum bu şehirde.
Mahallede bir akşamüstü gezintisinden
Yağmur sonrası gökyüzü
İnsan ilişkileri bizdeki gibi samimi değil ve karşı tarafın alanına saygı duyuluyor. Herkesin fiziksel ve duygusal olarak görünmeyen ama hissedilen sınırları var ve bu sınırların ihlal edilmemesi çok önemli. Mesela ben evlerin fotoğrafını izinsiz çektiğim için kendimi insanların özelini ihlal ediyormuşum gibi bir hisse kapıldım. Sokakta biriyle karşılaştığında muhakkak selam verilip hal hatır soruluyor. Envai çeşit milletten insan görmek mümkün. Bu evlere, bu yerleşimlere bakınca içinde sanki huzurlu yaşamlar varmış gibi hissediyorum. Etraf peyzaj yapılmamış, doğal orman. Bu da çok güzel bir his uyandırıyor. Ama Amerika'nın dış politikalarıyla bizim gibi üçüncü dünya ülkelerine tüm üretim, betonlaşma ve savaş pisliğini yıkıp kendi halkının böylesine ferah, doğal yerleşim yerlerinde yaşaması beni incitmiyor değil.
Mahalledeki orman
Orman içinde kaybolmuş evler
Orman içinde bazı düzenlenmiş yollar
Washington DC'deki ilk hafta sonumu -tesadüf o ki geçen yıl tam da bu gün Fas yolculuğumun sıra dışı anılarından birini oluşturan Sahara Çölü maceramı birlikte paylaştığım -Amerikalı arkadaşım Rebecca'yı, milli parktaki evinde ziyaret ederek dağlarda ve çiftlikte dolaşarak geçirdim. George Washington ve Jefferson Milli Parkı'na gece ulaştık. Nereye geldiğimin çok da farkında değildim. Rebecca'yı milli parktaki evinde ziyaretim, bir anılar geçidine döndü bizim için. Bir yıl önce Fas'ta yaşadığımız maceraları hatırladık. Geçen yıl sömestr tatilinde Afrika'ya gidiyorum nasıl olsa diye yanıma Atlas Okyanusu'nda yüzmek için bikini, baharlık bir ceket ve ayakkabı ile gitmiştim. Rebecca ile Sahara Çölü'ne yaptığımız yolculuk doğal afetler arasında hayatta kalma mücadelesine döndü bizim için. Bir zamanlar Sahara Okyanusu olan Sahara Çölü, neredeyse tekrar okyanusa dönecekti şiddetli yağmurdan. Yıldız izlemek için gittiğimiz çöl, hayatta kaldığımıza şaşırdığımız korku dolu anlara dönüşmüştü. Bölgeden çıkmak için selden ve kardan kapanmış yolların açılmasını beklemekle geçti yolculuğumuz. Faslı gençler hayatlarında ilk kez kar görmenin heyecanını yaşarken biz iki gün için çıktığımız yolu beş günde tamamladık. Ama bu sürecin zorluğu Rebecca ile aramızdaki kız kardeşlik bağını güçlendirip kendimize dair daha fazla paylaşımın, geleceğe dair daha fazla hayalin kapısını açtı. 

Bu zorlu Fas yolculuğumuzda ve Rebecca'yı bu ziyaretimde fotoğraf albümlerine bakarak Rebecca'nın Papua Yeni Gine'de yerli halkın sağlığı için on iki yıl boyunca gönüllü çalışmasına dair anılarını dinledim. Milli Parkın içinde dışarıda dondurucu bir hava ve biz sıcacık evde fotoğraf albümlerindeki dayanışma, sevgi ve özlem dolu anıların arasında yolculuğa çıktık.
Rebecca'nın albümünden Papua Yeni Gine
Halkın yaşam tarzı oldukça kabilesel
Çocukların şiş karınları
Arkadaşım Rebecca, insanların arasında
Oldukça farklı bir yaşam biçimi
Yoksulluğun içinde hayatta kalma mücadelesi


Erkeklerin kullandığı penis kılıfıymış
Sabah dağların arasında bir çiftlik evinde uyandım, güneşin dağların arasında yükselmeye başladığı bir anda. Sabahın erken saatleri... en sevdiklerimden... Taptaze bir an... Her yanın kırağı kapladığı bir patikadan soluğu Cowpasture (inek merası) Nehri'nin kıyısında aldım. Arkamdan Rebecca da yetişti sabah gezintime. Nehirde geçen çocukluğunu anlattı, balık yakalamalarını, yüzmelerini... Dağlarda yürüyüş yaptık, ormanın derinliklerinde geyikler, sincaplar çıktı yolumuza... Geyik gözetleme kulelerinden geyikleri ve ıpıssız doğayı izledik, doğanın koynunda olmanın dinginliği içinde...
Güneş, nehrin üzerinden doğuyor
Geceden buza kesmiş her şey
Milli parkın içinde sabah yürüyüşümüz
Fas'tan Amerika'ya uzanan arkadaşlık öykümüz
Hollywood'un bize gösterdiklerinin bir Amerikan Rüyası olduğunu bilmeme rağmen ulusal parkta yol boyunca geçtiğimiz yerleşimlerdeki yoksulluk, sanki Asya'ya ait gibiydi. Yoksulluğun yüzü her kıtada aynı demek ki...

İkinci haftamda, Washington DC'yi tanımak istiyorum, her başkent gibi politikanın soğukluğu hemen sarıyor. Başkentin merkezi, ABD'nin "şanlı tarihinin" bir gösteri alanı gibi. Abraham Lincoln anıtı ile başlayan tarihi alan, Vietnam Şehitleri Anıtı, II. Dünya Savaşı Anıtı, George Washington Anıtı ve Beyaz Saray'ın sıralandığı upuzun bir yürüyüş yolu şeklinde sergileniyor. Bu büyük anıtların arasında da onlarca müze. Her anıtta da Amerika'nın özgürlük mücadelesine, ödenen bedellere, bu "şanlı tarihe" dair övgüler, yüceltmeler... 

Lincoln  Anıtı
Abraham Lincoln 
II. Dünya Savaşı Anıtı
Bu zalım tarihin sembollerini gezerken bu sembolleri, güzeller güzeli ağaçlar, ördekler, yansımalar ile fotoğraflamam asla ve asla Amerika'nın tarihini güzelleme çabası değil, olsa olsa bu zalım tarihe inat yaşamın, canlılığın, umudun filizlendiğine, var olduğuna dair bir zıtlık oluşturma çabası...
Amerika'nın tüm o ucube sembollerine rağmen doğanın güzelliği
Sanki bir başkent değil de köydeki pastoral yaşam
Yansımalar...
Tellerin ardındaki dünyayı yıkan gücün karar mercii
Bizim gibi Amerika'nın dış politikalarının bedellerine tanıklık eden, bu bedelleri ağır bir şekilde ödeyen toplumlar için bu "yazılan, sergilenen şanlı tarih" ancak ve ancak Amerika'nın politikalarına duyduğumuz nefretin, bu politikalara karşı verdiğimiz mücadelenin kaynağı olabilir. Bu tarih beni hiç mi hiç etkilemedi hatta öfkem daha da kabardı.

Başkentteki gündeme dair; gezmek için belirlediğim Kızılderili Müzesi, Siyahilerin Tarihi Müzesi, Uzay Müzesi kapalıydı. Daha doğrusu tüm müzeler "shot down" sebebi ile kapalı. ABD parlamentosu, Trump'ın Meksika sınırına mültecileri önlemek için duvar örme ısrarı yüzünden işlemez hale gelmiş ve bu da çalışanların maaşlarını ödeyememeye giden bir krizi yaratmış.
Afrikan Amerikan Müzesi ama kapalı
Washington DC'deki Vietnam Şehitleri Anıtını geziyorum. Yine  resmi tarihin uydurduğu bir kahramanlık hikayesi... Mermer bir duvarın üzerine ölenlerin isimleri satırlarca yazılmış. Bu mağduriyeti (!) anlatan heykeller. Tabi sormak lazım, "Ey Amerika! Senin Vietnam'da ne işin vardı?" 
Vietnam Savaşı Anıtı
Savaşta ölen binlerce insan... Amerika'nın emperyalist politikaları için
Vietnam Savaşı'nda görev alan kadınların temsili heykeli
Washington DC'de, bu anıtı gezerken aklıma sürekli Vietnam'ın Ho Chi Minh şehrinde, bu yaz gezdiğim Savaş Kalıntıları Müzesi geldi. Bu tek gerçekliğin, iki farklı anlatımını  karşılaştırma fırsatım oluyor ve  bazı sorular düşüyor bilincime: "Tarih, peki ama kimin tarihi? Tarih yazıcılığı nedir? Bu tarih yazıcılığını kimler yapar? Kim, kimin için, ne amaçla bu tarihi yazar? Tarih yazıcılığında tek bir gerçeklikten bahsedebilir miyiz? Yoksa ezenlerin yani güçlülerin tarihi ile ezilenlerin yani güçsüzlerin (güçsüzleştirilenlerin) tarihi mi vardır? 

Bu iki taraf arasındaki ekonomik, kültürel ve eğitim gibi uçurumlar kapanmadığı sürece adil bir dünyadan bahsedebilir miyiz? Bu dünyada barış, adalet, dayanışma, sevgi ve huzur içinde yaşayabilmek için tüm insanların kendi coğrafyasında belli bir yaşam standardı içinde yaşaması gerekmiyor mu?" Bu sorularla Amerika'ya olan öfkem tekrar tekrar depreşiyor.
Vietnam'da halkın yaşadığı korkuların fotoğrafı
Vietnam Savaşı karşıtlığının simgesi olmuş fotoğraflardan biri
Amerikan askerlerinin Vietnam halkına zulmü
Amerika'nın attığı Napalm bombasından kaçan kız
Vietnam Savaşı'nda atılan bombalarla yanıp yok olan doğa
Ölü bir çocuğun bir Amerikan askeri tarafından paçavra gibi taşınması
Öldürülen kadın ve çocuklar
Washington DC'de en çok gezmek istediğim müzelerden biri Kızılderililerin tarihine ait müzeydi. Tabi bu tarih nasıl anlatılmıştı? Yaşananlar Amerika tarafından kabul ediliyor muydu? Özür dileniyor muydu mesela? Bunu bilemiyorum, ama tahminimce "hayır." Kızılderililerin tarihini anlatan müzeye geldim, kapalı olunca müzenin bahçesinde dolaştım. Bu Kızılderili kulübesinin mimarisini incelerken bu Kızılderili kulübesi ve arka fonda Beyaz Saray'ın aynı anda zihnime düşmesiyle 500 yıllık Amerikan tarihini bildiğim kadarıyla bir flashback yaşadım. Kristof Kolomb'un Amerika kıtasını keşfiyle başlayan Kızılderili katliamı, sonra kölelik tarihi, Siyahilerin yaşadıkları, Vietnam, Afganistan, Irak ve şimdi Suriye... Kızılderililer ne kadar öngörülü ve bilgeymişler meğer: 

"Amerika yerlilerinin dünyasına getirilen şeyler arasında en çok neden nefret ediyorum, biliyor musunuz? Onlar bize sadece yolları, ışığı ve bütün öteki icatlarını değil, politikayı getirdiler. Şimdi çocuklarımıza zarar veren hep politika... Herkesi birbirine düşman eden politika... Her yerde o... Balık için politika, geyik için politika, yediğimiz her şeyde, yaptığımız her işte politika..." (Adı bilinmeyen yaşlı bir kadın- Hoh Kabilesi) 

"Kızılderili inancı, etrafını çeviren her şeyle insanın ahengini gözetir; beyazlar ise çevreye tahakkümü esas almışlardır. Kızılderililer aradıkları her şeyi, paylaşma ve sevgide bulur; ama beyazlar aradıklarını savaşarak elde etmede bulurlar." (Ayakta Duran Ayı, Siyu Kabilesi) 

...ve işte Amerikan tarihine dair en çıplak kare
American Üniversitesi'nde bir kaç resmi işimi tamamlamak için tekrar kampüse gidiyorum. Kütüphanede zaman geçirme fırsatım oluyor, sosyalist ve feminist literatüre dair rafları keşfediyorum.
Kütüphanedeki Tolstoy büstü
Yorulmuş bir zihni dinlendirme
Marxist literatüre dair raflardan biri
Feminist literatüre dair raflardan biri
Kütüphane penceresinden Amerikan Üniversitesi kampüsü
Amerikan Üniversitesi'nin kampüsünden yürüyerek Georgetown Üniveristesi kampüsüne gidiyorum aslında tarihi bir bina olduğu için bu üniversiteye başvurmayı çok istemişim ama kampüste şöyle kısa bir tur attıktan sonra bana bu tarihi bina inanılmaz kasvetli geliyor, ki normalde tarihi binaları çok sevmeme rağmen beni bu kampüste rahatsız eden bir şeyler oluyor.
Georgetown Üniversitesi
Bina çok estetik olmasına rağmen bana çok kasvetli geliyor
Kampüste rahatsız olduğum kasvet duygusundan kaçmak için  Georgetown'u gezmeye gidiyorum. Potomac Nehri kıyısına kurulmuş, üç yüz yıllık bir yerleşim. Nehre yansıması, ortasından geçen kanalı, evlerinin şirinliği, ağaçlarının yaşlılığı, sokaklarında insanların yürümesi ile en sevdiğim yerlerden biri oluyor. Sokaklarında insanlar yürüyor... Amerika'da yürüyen insan görmek, sokakta bir yaşam, bir canlılık görmek çok zor. Kış olduğu için sanılmasın, yazın da böyleymiş. 
Potomac Nehri kıyısına kurulmuş Georgetown 
Şehrin nehre vuran yansıması
Köprünün üstünden bir de kıyıya bakış
Şehrin ortasından geçen bir kanal
Kanalın üstünde uzanan devasal ağaçlar
  
Ev yapıları oldukça eski ve hoş
Tarihi evler ile tarihi ağaçların kompozisyonu
Amerika'yı genellikle gökdelenler yığını olarak hayal ettiğim için  bu tarihi yapılar oldukça hoş geliyor bana. Hollywood filmleri genelde New York'ta çekildiği için olsa gerek Amerika deyince aklımıza ilk gökdelenler geliyor. Gökdelen bir yana apartman kültürü bile yaygın değil. Amerikan halkının çoğu el değmemiş doğanın içinde, şirin mi şirin müstakil evlerde, bireysel yaşamlarını sürüyor. Ormanlar ve içindeki vahşi yaşam korunmaya çalışılıyor. Şehir merkezinde bile el değmeyen, kesmek bir yana kendiliğinden yıkılan ve olduğu yerde toprağa karışması için bırakılan ağaçlar ve bu doğallığın içinde vahşi bir yaşam var. Trafik kurallarındaki uyarılar vahşi yaşamı korumaya yönelik. Her yerde geyik çıkabilir tabelası görmek mümkün. Bu uyarılara rağmen yol kenarlarında arabaların, kamyonların çarptığı geyik, baykuş, tilki, şahin, doğan ve adını bilmediğim hayvanların ezilmiş bedenleri var. Benim için bu güzeller güzeli yabani hayvanların ölü bedenlerini görmek çok üzücü oldu.
Şehrin içinde bir parkta öylece otluyorlar
Ya çok tatlısınız...
Kara kışın ortasında çok bir hareket alanı olmuyor açıkçası... Akşam üstleri mahallede karda yürüyüşe çıkıyorum. Kar çocukluğumdan beri hep çok sevdiğim.
Mahalle ince bir beyazlığın altında
Kimseler yok sokaklarda...
Bu posta kutusu dizaynlarını çok seviyorum
Kartpostallardaki gibi...
Ağaçların ululuğu...
Kara kışın ortasında güneşli bir günümü Chinatown'da geçirme ve şehrin farklı bir yüzünü görme fırsatım oluyor. Çin kültürü esintili bölgede Çin ve Siyahi kültürü hakim. Çinliler, etraftaki mekanları işletiyor. Siyahilerin bazılarının da sokakta dilencilik yaptığı, evsiz yaşadığı, esrar içtiği, ısınmak için havalandırmaların üstünde yattığı, sokakta çöplerden kendine derme çatma kulübe yaptığı bazılarının da müzik yapıp para kazandığı, dans edip eğlendiği ve izleyenlere de yaptığı müziklerle hoş bir ruh kazandırdığı çelişkilerle dolu ilginç bir yerleşim, Chinatown.
Chinatown'un giriş kapısı
Çin motifleriyle işlemeli
Çin mimarili restoranlar




Çin mahallesindeki sosyal yaşamın sıradışılığından sonra Washington Anıtı'ndan Lincoln Anıtı'na kadar buz tutmuş uzun havuz kenarında yürüyorum. Arkamda havuza vuran Washington Anıtı'nın yansıması ve önümde Lincoln Anıtı'nın arkasında batmakta olan güneş...
Washington Anıtı
Lincoln Anıtı
Bir yolculuk daha bitiyor, uçak kalkarken Washington DC'nin şehir ışıklarını, inerken de Karadeniz'in maviliğini izlediğim bir yolculuk oluyor.














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Digital Photo Exhibition

Join Our Donation Campaign! Dear colleagues and students, We're excited to announce our latest initiative to support the Defne Women...