10 Ekim 2021 Pazar

ABD'de farklı şehirleri keşif; Manchester ve New York

 12 Kasım 2019

Bir yıllığına Amerika’ya geldikten üç ay sonra sırt çantamı alıp tekrar yollara çıkmanın heyecanı içindeyim. Kanada'da yaşayan Türkiyeli bir arkadaşımla Manchester'da yaşayan Türkiyeli bir arkadaşımızı ziyarete gidip sonrasında ben New York'a geçeceğim.

Sırt çantam hazır, arkadaşımın beni almasını bekliyorum

Amerika kıtasında sırt çantalı bir gezgin olarak yola çıkacağım günün sabahında hava oldukça soğuk, kar soğuğu var etrafta. Yol arkadaşımla Maryland'tan yola çıkıyoruz, şiirler ve şarkılar eşliğinde. Soner, zamanında tiyatroyla ilgilendiği için şiir repertuvarı oldukça geniş. Edip Cansever'den "Çağrılmayan Yakup" şiirini okuyor. 

Edip Cansever’i ve çağrılmayan Yakup’u, bu yolculukla Amerika kıtasında yeniden çağırıyoruz. Soğuk, kar ve kış her yere bir sefalet görüntüsü veriyor. Toplu yerleşim şeklinde kurulmuş kasabaların kıyısından geçiyoruz, sanırsın ki Doğu Anadolu'da yoksul kasabalar... Kasabalar, karın ve soğuğun altında, terk edilmiş, yaşam belirtisi göstermeyen ve hareketin olmadığı yerleşim yerleri gibi görünüyor.

Yol kenarları karla kaplı, gün batımı ışıklarının renkliliğinde yol alıyoruz. Molalarda soğuk havanın içinde titreye titreye temiz hava almaya çalışıyoruz. Ancak hava karardıktan sonra Manchester’a varabiliyoruz.



Manchester

Evine misafirliğe gittiğimiz arkadaşımız Sezer, Türkiyeli ve Latin Amerikalı bir kadınla evli. Eşi, Adile Naşit sıcaklığında ve anaçlığında bir kadın. Anadolu coğrafyasındaki insan ilişkilerinin sıcaklığı ile Latin Amerikalıların sıcaklığı, kültürel olarak birbirine ne kadar çok benziyor, bir kez daha fark ediyorum. Manchester - 5 dereceydi, etrafı ormanlar ve göllerle çevrili. Maryland'ta da daha önce gördüğüm ormanlar gibi ağaçlar oldukça uzun, gün ışıkları ağaç dalları arasından hüzmeler şeklinde süzülüyor ve toprağa düşen uzunca ağaç gölgeleri üstünde yürüyorsun. B
izim coğrafyamızda pek görülmeyen oldukça sıra dışı orman içi görüntüler var. Ördekler, havanın soğukluğunu önemsemeden gölde huşu içinde yüzüyor. Ormanın içinde kısa bir yürüyüş yapıyoruz üç arkadaş. Ormanın içindeki su birikintileri buz tutmuş. 

Orman yürüyüşü


Kıyısında yürüdüğümüz göl


Koyu muhabbetimizin koyu gölgesi


-5 derecede huşu içinde yüzüyorlar

Tanışmak için Türkiyeli bir pizzacıya gidiyoruz. Mutfak pis ve karmakarışık. Yemek yenilen salon, kesif bir fastfood kokusu altında. Ülkede fastfood kültürünün olduğu tüm mekanlar, maalesef böylesine yoğun bir yağ kokusunun içinde.

Arkadaşlardan ayrılıp mahallede tur atıyorum, ellerim donuyor, burnumu çeke çeke soğukta etrafı keşfetmeye çalışıyorum. Etrafta bir Kars kokusu var, sanırım soğuk, her coğrafyada aynı kokuyor.
Manchester'da misafir olduğum mahalleden gün batımı ışıkları

Ağaç gölgelerine karışmış gölgem


Hava güneşli ama bir o kadar da ayaz

Mahalleye veda eden güneş

Bir sonraki günün sabahı, kahvaltıda, altmış yaşlarında, İranlı, Doktor Said'in misafiriyiz. Kendisi İranlı, Amerika'da yaşıyor ve komünist parti üyesi. Çok sık Küba ve Afrika’ya, oradaki halklarla dayanışmak için gidiyormuş, birkaç gün önce de Afrika yolculuğundan dönmüş. Kana kana çay içiyorum Said’de. New York’a gitmek için arkadaşlarım beni Hartford otobüs terminaline bırakıyor.  

New York

New York yolcusuyum, yollarda yeniden tek başına olmak çok güzel. Birkaç saatte New York'tayım. New York merkezde bir otobüs terminalinde inip şehrin akışına karışıyorum aniden ve kendimi şehrin akışına uyum sağlamış hatta oldukça keyif almış bir şekilde buluyorum. Akşamüstü ışığı gökdelenlerin arasında ve kentin caddelerinde... Caddelerin köşe başlarında seyyar satıcılar… Tıpkı Asya ve Afrika kentlerinde olduğu gibi… Seyyar satıcılar, kendi kültürlerine ait farklı yemekler satıyor. Caddelerdeki yaya akışında, farklı milletlerden insan portreleri… Gökdelenler merkezde yoğunlaşırken merkezden biraz uzaklaşınca mimari yine tuğla binalara dönüyor. 

Otobüs terminalden çıkınca içine düştüğüm sokaklar

Şehir merkezinde bir akşamüstü telaşı


Tuğladan yapılmış gökdelenler


Çıplak sonbahar ağaçlarıyla gökdelenlerin görüntüsü

Nehir kıyısına yöneliyorum, biraz deniz havası almak için. Bulunduğum konumdan kısa bir yürüme mesafesinde kıyı. Nehirde tur tekneleri, deniz taksileri var, sanki bir Eminönü havası etrafta... Eminönü kadar hareketli olmasa da orayı hatırlatıyor bana. Hoşuma gidiyor nehrin kıyısından etrafı izlemek. New York olarak çizilen görüntünün dışına çıkıyorum bir süre.

İskelede deniz trafiği


Akşamüstü ışığının denize yansıması



Couchsurfing’ten bulduğum hostumun adresini giriyorum Google Map’ten. Bulunduğum yere yakın bir otobüs durağını kullanabilirim adrese gitmek için. Otobüste nakit kabul edilmediğini öğrenince tedirgin olsam da Siyahi şoför, ödeme yapmadan binebileceğimi söylüyor, Siyahi şoförün bana gösterdiği kısa anlık dayanışma duygusu, New York'un göbeğinde sarıp sarmalıyor beni.

Metroya aktarma yapacağım noktada, şehir bana ilginç geliyor ve biraz da buradaki caddelerde dolaşmak istiyorum. Broadway Caddesi’nde olduğumu anlıyorum. Etrafta gökdelenler, gökdelenlerin üstüne asılmış dev ekranlar ve ekranlarda, insanı içine çeken ses, renk ve hareketler. Daha önce bu caddenin fotoğraflarını gördüğümde, gökdelenler ve ekranlarda dönen sesli reklamların, insanı ezen, aşağılayan bir atmosfer yarattığını ve bu caddede yürüyenlerin kendini aşağılanmış hissettiğini düşünmüştüm. Oysa ilginç bir şekilde büyülenmiş olarak etrafa bakıyorum ve kapılıp gidiyorum atmosfere. Dev reklam panolarının altında, farklı bir boyuttaymış gibi yürüyen insanların ve akan trafiğin içinde ben de akıyorum. Sanki bir film sahnesinde gibiyim ve bu film, hepimizin malumu bir Hollywood filmi. İnsana yürürken yapay bir özgüven ve özgürlük veren bu atmosferin, kapitalizmin tuzaklarından biri olduğunu fark ediyorum.

Broadway Caddesi


Akış içinde olan reklam panoları, anlık atmosfer değişiyor

Harlem

Metroya istasyonuna yönelince o sanal gerçeklikten çıkıp New York’un günlük yaşamının telaşına düşüyorum. Metro ile kentin kuzeyine doğru gidiyoruz, Couchsurfing’ten arkadaşımın evini bulmam zor olmuyor. Evinde kalacağım arkadaşın Siyahi olduğunu biliyordum, Sovyet bloglarını andıran bir apartman bloğuna girdiğimde, birçok Siyahi'nin asansör beklediğini görüyorum, ben de onlara katılıp kata çıkıyorum. Hostumla tanıştıktan sonra, bulunduğumuz yerin Harlem olduğunu öğreniyorum.

Siyahilerin kaldığı büyük apartman blogların girişi, Harlem

Evinde misafiri olduğum Amelia, hemşire yardımcısı olarak çalışıyormuş, ancak şu an manik-depresif tedavisi gördüğü için çalışamıyormuş, alkol ve uyuşturucu bağımlısı eşinden kısa bir süre önce boşanmış ve yardım amaçlı verilen bu 1+1 apartman dairesine kısa bir süre önce taşınmış. Meğerse bu Sovyet bloğu şeklindeki yapılar, yoksulların, ki genellikle Siyahiler oluyor bu yoksullar, yardım kapsamında yerleştirildiği apartmanlarmış. Amelia, bir köpek ve iki kedi ile yaşıyor,  kedilerden biri yavru, hemen kucağıma alıyorum. Hoş bir ev ortamı var, bilgisayardan çalan meditatif  bir müzik, loş bir ışık ve hayvanların etrafta koşuşturması... Ortam inanılmaz huzurlu geliyor. 

Kediler ile uyuyorum gece.  

Amelia ve evinde birlikte yaşadığı arkadaşları

Tesadüfen de olsa Harlem’e gelmiş olmaktan mutluyum o yüzden de günü Harlem’i tanıyarak geçirmek istiyorum. Ana cadde üzerinde dolaşırken Siyahi bir erkek arkadaş, uyuşturucu karşıtı bir kampanyaya destek olmam için bir müzik grubunun CD’sini almamı istiyor, onunla muhabbet ediyoruz ve ayrılırken kendimi onunla kucaklaşırken buluyorum. Bir pastanede oturup kahvaltı niyetine simitimsi bir şeyler yiyorum. Harlem'de evler tuğladan, alçak, merdivenli, rengarenk çınar ağaçlarının altında dizilmiş.

Sabahın erken saatlerinde dayanışma amaçlı CD satan bir arkadaş


Harlem'in sıra sıra renkli evleri


Benzer bir mimariyle yapılmış evler


Sonbaharın çıplak ağaçlarıyla evlerin yarattığı atmosfer


Evlerin yangın merdivenleri, ayrı bir estetik oluşturmuş


Oldukça şirin, küçük, renkli evler... Harlem'in çehresi


Işığın, renklerin, gölgelerin ve sonbaharın, Harlem sokaklarındaki güzelliği 

Harlem Rönesansı olarak bilinen ve birçok sanat dalının en üretken olduğu çağın, mekansal hafızalarının bir haritasına denk geliyorum. Jazz kulüpleri, tiyatrolar, sinemalar gibi birçok sanatsal üretimin performe edildiği mekanların bir haritası. Bu haritanın içinde yer alan Apollo Tiyatrosu'nu görüyorum, sonra Jazz Müzesi'ne yöneliyorum. Yol üzerinde çok sık karşılaştığım çamaşırhaneler  ve yoksulluk beni şaşırtıyor.

Harlem Rönesansı'nı anlatan bir harita

Harlem Rönesansı'nın gözde mekanlarından biri, Apollo Tiyatrosu

Butik bir Jazz Müzesi, bazı jazz müzisyenlerinin piyano, saksafon, nota kağıtları, fotoğraflar, Harlem Rönesansı'nı müjdeleyen tarihi posterler, fonda çalan bir jazz müziği eşliğinde sergileniyor. Küçük bir mekan ama oldukça keyifli. 

Harlem Jazz Müzesi


Harlem'de Jazz müzik yapan gece kulüpleri haritası


Jazz eserlerinin notaları


Ünlü müzisyenlerin kullandığı enstrümanlar

Sokaklarda dolaşıyorum, Siyahilerin öykülerini anlatan murallardan, Siyahilerin yaşamlarını tanımaya çalışıyorum. Neşeli, rengarenk öyküler kadar hüzünlü öykülere de denk geliyorum.

Jazz müziğinin hikayesi de murallara yansıyanlardan

Harlem sokaklarını süsleyen neşeli bir mural


Hüzünlü bir anlatıyı gösteren duvar resmi


Tuğla duvarların üzerinde çok güzel duruyor resimler


Party time

Harlem'in ana meydanına gidiyorum. Bu meydanda Afrika'nın farklı ülkelerden gelmiş, seyyar tezgah açmış, birçok erkek satıcı var. Tezgahlar, Afrika el işleri ile oldukça renkli. Bazılarıyla muhabbet ediyorum. Rasta saçlı, Bob Marley’e benzeyen ve yakasına Bob Marley rozeti takmış satıcının fotoğrafını çekmek için izin istiyorum ama adam bana “Siz Beyazlar, hep böyle yapıyorsunuz, bize yukardan bakıyorsunuz.” diye tüm dışlanmışlığına dair biriktirdiklerini bana kusuyor. Beni de suçlayan ve kapsayan böyle bir konuşmanın içinde bulunmaktan dolayı çok üzülüyorum. Böyle bir niyetimin olmadığını, böyle bir şeye sebep olduğum için çok üzgün olduğumu söylüyorum, biraz sakinleşiyor. 

Fotoğraf makinesinin, insanlar veya halklar üzerinde, böylesine bir hiyerarşiyi çağrıştıran tarihsel kökleri olduğunu biliyorum. Fotoğrafı çekilen kişi, kendini daha çok bir nesne gibi hissedebiliyor ki genelde fotoğraf çekerken özellikle insan portreleri çekerken izin almaya ve  diyalog kurmaya dikkat etmeme rağmen böyle bir deneyim yaşamak beni üzüyor. 

Harlem Meydanı


Seyyar tezgahların satıcıları


Afrika'nın ruhunu yaşatan seyyar satıcılar

Harlem'in büyük meydanındaki seyyar tezgahlar, Amerika kıtasının içinde küçük bir Afrika kıtası hissini uyandırıyor. Harlem'in  doğusundan geçen nehre doğru yürüyorum, nehrin kıyısındaki sosyal ve coğrafi yaşamı görmek istiyorum. Uzun bir süre de yürüyorum ama nehrin kıyısından geçen otobanı aşıp nehrin kıyısına bir türlü varamıyorum ve bir süre sonra da kendimi güvende hissetmeyip geri dönüyorum.

Harlem'in sokaklarında yürüyor olmayı hissediyorum. Siyahi Kültürünü Araştırma Merkezi'ne denk gelip bu merkez içindeki sergileri geziyorum. Yine Siyahi kültüre dair film festivalleri organize eden ve Harlem Rönesans'ı ile tarihlenen bir sinema salonu görüyorum. Günümün büyük bir kısmını, Harlem'de, Harlem Rönesansı'nı keşfetmekle geçiriyorum.

Harlem'in Tarihi Sineması


Bir kuaförün kapısındaki Siyahi çocukların saç modelleri

Metro ile Brooklyn Köprüsü'ne gidiyorum. Bir yürüme mesafesinde sonra köprüye ulaşıyorum, köprünün iki tarafında da devasa gökdelenler dizili. Yine ilginçtir ki gökdelenler, insanı ezmiyor, ilginç bir boyut veriyor mekan algısına. Gün batımından olsa gerek köprü çok kalabalık, nehrin ortasına gelince Özgürlük Heykeli'ni görüyorum. Keyifli bir yürüyüş oluyor benim için. 

Brooklyn Köprüsü'ne yürürken ağaçların ve estetik binaların kompozisyonu


Brooklyn Köprüsü

Köprüde bir akşamüstü yürüyüşü

Köprünün ağ benzeri halatları arasında


Manhattan'a Brooklyn Köprüsü'nden bakmak


Köprüden başka açılardan bakış


Köprüden Özgürlük Heykeli'ne bakış

Köprüden, Broadway'de Times Square'e gidiyorum. Burası tam bir çılgınlık abidesi. Meydan olduğu gibi plazma TV'lerle kaplı ve meydanın amfi tiyatro merdivenlerine oturup reklam şovları seyrediyor insanlar, o kadar dikkat çekici ki ekranlar, kendini bu akıştan alamıyorsun. Merdivenlerde oturanlar, cadde de dolaşanlar ve devasa reklamlar çok hareketli ve kalabalık. 

Altından yürüdüğüm gökdelenler


Gökdelen ve ağaçların gökyüzüne birlikte metrelerce  uzandığı sokaklar


Çılgın bir yaşamın içinde dilenen yüzlerce evsizden biri


Yürüyen bir Özgürlük Heykeli


Times Square'deki hareketlilik


Times Square'da an be an değişen reklamlar


Meydandaki atmosferi biraz kokladıktan sonra Broadway boyunca yürüyorum, oturacak bir yer arıyorum, bulduğum bir barda bira içip vakit geçiriyorum. Harlem'e gittiğimde, ev yine oldukça huzur verici, kedi ve köpeklerin hareketi içinde uyuya kalıyorum. Sabah, tüm ev ahali olarak güne enerjik bir şekilde başlıyoruz.

Sabah sabah, yüzümüzde ve yüreğimizdeki güzellik


Köpek ve kedilerin aynı kucaktaki ve evdeki dostluğu

İkinci gün Manhattan'a gidiyorum, Empire State binasına yakın bir durakta metrodan iniyorum. 102 katlı, dünyanın en yüksek binalarından olan Empire State'e çıkmak,  $40 olunca bana çok pahalı geliyor. Etrafta bir bit pazar görüp onu geziyorum. New York'un göbeğinde bit pazarı oldukça ilgimi çekiyor. Broadway gibi reklamlarla donatılmış bir semtte, eşyaları, meta ilişkisinden çok anlam ilişkisinde görmek çok hoşuma gidiyor. 

Empire State Binası

102 katlı, dünyadaki en yüksek binalardan biri

Manhattan'da bir bit pazarı


Bit pazarında Afrika kültüründen objeler


Oldukça süslü kıyafetler

Morgan Müze ve Kütüphanesi'ni gezmeye gidiyorum, portreler ve kolaj çalışmalarından oluşan sergiler var. Morgan Kütüphanesi, kırmızı fonda ahşaptan yapılma bir kütüphane, küçük, eski baskı kitaplar raflarda ve sadece araştırmacıları açık. Halk kütüphaneleri gibi herkesin yararlanabildiği bir kütüphaneden ziyade müze kütüphane olarak kullanılıyor. Atmosferinden çok etkileniyorum.

Kırmızı duvarlarıyla insanları içine çeken kütüphane odası


Öykülerle dolu, tavan süslemeleri


Kırmızı, turuncu ve kahverenginin tonlarında loş bir kütüphane atmosferi


Ahşap rafların içinde tarihi kitaplar, araştırmacıları bekliyor


Kütüphane ziyaretçileriyle


Kitaplar, loş ışıkların altında daha bir güzel gözüküyor

Sonrasında New York Halk Kütüphanesi'ne yürüyorum. Dış görünüşü Antik Yunan binalarını andırıyor, iki yanı sütunlu bir bina. Kütüphanenin girişinde Christmas hazırlıkları için devasa bir çam ağacını, yerleştirmeye ve süslemeye çalışıyorlar. Devasa okuma salonları, uzun ahşap masalar, masaların üstünde abajurlar ve ahşap raflar... Atmosfer oldukça sıcak ama bir masaya oturup da okuma yapamıyorum, maalesef zamanım yok. Sadece binanın güzelliğini ve atmosferindeki büyünün keyfini çıkarıyorum. 

New York Halk Kütüphanesi


Kütüphane girişinde Christmas hazırlıkları


Atmosferi enfes kütüphanelerden biri


Böyle bir atmosferde ders çalışmanın keyfi


Kütüphanenin tavan süslemeleri


New York Halk Kütüphanesi giriş kapıları

Amerikalı yazar J. D. Salinger'in halka ilk defa  açılan edebiyat sergisine denk geliyorum, kütüphanenin bir sergi salonunda. Sergiye girerken kayıt alınabilecek bir araç almadıkları gibi defter ve kalem de almıyorlar. Her edebiyat sergisi gibi bu sergi de çok güzeldi. Salinger'in daktilosu, gözlükleri, el yazılarıyla dolu defterleri ve basılı kitapları. Her edebiyat müzesi gibi gezmesi fazlasıyla zaman istiyor.

New York Halk Kütüphanesi'nde Salinger'e ait sergi duyurusu

New York Halk Kütüphanesi'nden çıkınca kütüphane bahçesinde, sonbahar ağaçlarının altında yemek yiyorum. Etrafta çıplak kalmış ağaçların büyüleyici gövdesini izliyorum. 

New York Halk Kütüphane'sinin bahçesinde yemek yerken etrafımı çevirenler

Ağaçlar, gökdelen fonunda bile çok güzel

Kütüphane, gökdelenlerin arasında sıkışıp kalmış

Sonbahar atmosferinde biraz dinlendikten sonra metro ile İkiz Kuleler'in olduğu bölgeye gidiyorum. Kısa bir yürüme mesafesinden sonra İkiz Kuleler'in çekik birer diş gibi duran çukurlarını buluyorum, her bir yandan bu çukurlara akan şelaleler şeklinde tasarlamışlar. Sanırım bu akış bir anlamda, İkiz Kuleler'in yıkılırkenki akışı. İkiz Kuleler'in arasında bir de müze yapmışlar, 11 Eylül'ün hikayesini anlatan. Süper bir kurgu gerçekten, olayı kurgula, oyna ve sonra anıtlar dikerek yaşat. Manipülasyonun simgesi, narsistik sistemin abidesi. 

İkiz kulelerin çukurları, birer şelaleye dönüştürülmüş


Derin, karanlık bir kuyuya akıyor gibi


İkiz kulelere yakın Hudson Nehri kıyısına gidiyorum, nehrin kıyısında uzun bir yürüyüş yolu. İzmir Kordon'u andırıyor burası. Bir süre yürüyorum. Güneşin son ışıkları, nehrin kıyısındaki bir küme gökdelene vuruyor. Nehrin karşı kıyısında, gün batımı kızıllığında Özgürlük Heykeli. Özgürlük Heykeli'nin sembolize ettiği özgürlük ne gerçekten anlayamıyorum. Bu ülkede insanlar, mutlu ve özgür değil. Tüm yaşantı, ev, araba, iş ve alışveriş merkezi arasına sıkışmış.

Hudson Nehri kıyısından Özgürlük Heykeli


Günbatımı renklerinde gökdelenlerin değişen rengi

Nehir kıyısında kısa bir yürüyüşten sonra yönümü Wall Street'e çeviriyorum. 2011'de ekonomik eşitlik için Zuccotti Park'ta, Türkiye'de 2013'te deneyimlediğimiz Gezi eylemleri gibi başlayan bir işgal hareketinin olduğu bölgeye gidiyorum. Wall Street, günlük  akışında, Zuccotti Park'a beton dökülmüş, ağaçlandırma çok yeni  ve ağaçlar, Christmas ışıklarıyla süslenmiş. Park alışveriş merkezlerinin arasına bambaşka bir çehreye bürünmüş. Gezi eylemleri sonrası Taksim'in başına gelen burada da yaşanmış. Betonlaştır, ruhsuzlaştır ve direnenlerin tarihini silmeye çalış.

Wall Street direnişinin olduğu Zuccotti Park'ın son hali

Metroya binip Harlem'e dönüyorum. Dışarısı çok soğuk ama bu soğuk hava New York'a gerçekten çok yakışıyor. Couchsurfing'ten hostum Amelia'nin önerdiği, yine Harlem Rönesansı miraslarından biri olarak anılan jazz kulübe gidiyorum. Ortamı oldukça keyifli, loş ışık,  uzun bar sandalyeleri ve jazz kültürüne dair görseller. Canlı müzik başlıyor, atmosfer harika... karşımda gözlerini kapamış jazz müziği tüm hücresinde hisseden Siyahi kadının varlığı çok hoşuma gidiyor.. Siyahi kadın solistin sesindeki perdeler muhteşem. 

Jazz kulübün şahsına münhasır müşterileri


Jazz kulübün dekorasyonu


Harlem'de bir jazz barda olmak, jazz müziği Siyahilerden dinlemek harika bir keyif. Jazz kulüpten çıkıp Harlem'de olmanın, soğukta sokakta olmanın keyfini yaşıyorum. Geceyi, Amelia'nın köpeği ile uyuyarak geçiriyorum. Yine oldukça huzurlu, New York'un gürül gürül akan gecelerinde sıcacık bir huzur. 

Bardan dönünce güzellikler karşılıyor beni


Kediler ayrı, köpek ayrı güzel


Amalie de ayrı bir güzellik


Evdeki huzurun tablosu


Amelie'nin saçlarının ve yüzünün güzelliği

Sabah yolcuyum. Köyler, kasabalar geçiyoruz otobanın kenarında. Washington'a gelince Washington köy gibi geliyor bana.

Harlem metro istasyonu, sabahın erken saatleri


İstasyon bomboş


Gitarıyla metro bekleyen bir genç





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Kuzey Amerika'yı Keşif 5: Arizona

3 Şubat 2020 Sabah, Arizona'nın çölleri üzerinden doğan güneşi karşılıyorum. Dün, Pasifik Okyanusu üzerinden uğurladığım güneş, bu sabah...