12 Kasım 2019
Bir yıllığına Amerika’ya geldikten üç ay sonra sırt çantamı alıp tekrar yollara çıkmanın heyecanı içindeyim. Kanada'da yaşayan Türkiyeli bir arkadaşımla Manchester'da yaşayan
Türkiyeli bir arkadaşımızı ziyarete gidip sonrasında ben New York'a
geçeceğim.
|
Sırt çantam hazır, arkadaşımın beni almasını bekliyorum |
Amerika kıtasında sırt çantalı bir
gezgin olarak yola çıkacağım günün sabahında hava oldukça soğuk, kar soğuğu var
etrafta. Yol arkadaşımla Maryland'tan yola çıkıyoruz, şiirler ve şarkılar eşliğinde. Soner,
zamanında tiyatroyla ilgilendiği için şiir repertuvarı oldukça geniş. Edip Cansever'den "Çağrılmayan
Yakup" şiirini okuyor.
Edip Cansever’i ve çağrılmayan Yakup’u, bu yolculukla Amerika kıtasında yeniden çağırıyoruz. Soğuk, kar ve kış her yere bir sefalet görüntüsü veriyor. Toplu yerleşim şeklinde kurulmuş kasabaların
kıyısından geçiyoruz, sanırsın ki Doğu Anadolu'da yoksul kasabalar... Kasabalar, karın ve soğuğun altında, terk edilmiş, yaşam belirtisi göstermeyen ve hareketin
olmadığı yerleşim yerleri gibi görünüyor.
Yol kenarları karla kaplı, gün batımı ışıklarının renkliliğinde yol alıyoruz. Molalarda
soğuk havanın içinde titreye titreye temiz hava almaya çalışıyoruz. Ancak hava karardıktan
sonra Manchester’a varabiliyoruz.
Manchester
Evine misafirliğe gittiğimiz arkadaşımız Sezer, Türkiyeli ve Latin Amerikalı bir kadınla evli. Eşi, Adile Naşit sıcaklığında ve anaçlığında bir kadın. Anadolu coğrafyasındaki insan ilişkilerinin sıcaklığı ile Latin Amerikalıların sıcaklığı, kültürel olarak birbirine ne kadar çok benziyor, bir kez daha fark ediyorum. Manchester - 5 dereceydi, etrafı
ormanlar ve göllerle çevrili. Maryland'ta da daha önce gördüğüm ormanlar gibi ağaçlar oldukça
uzun, gün ışıkları ağaç dalları arasından hüzmeler şeklinde süzülüyor ve
toprağa düşen uzunca ağaç gölgeleri üstünde yürüyorsun. Bizim coğrafyamızda pek görülmeyen oldukça sıra dışı orman içi görüntüler var. Ördekler, havanın soğukluğunu önemsemeden gölde
huşu içinde yüzüyor. Ormanın içinde kısa bir yürüyüş yapıyoruz üç arkadaş. Ormanın içindeki su birikintileri buz tutmuş.
|
Orman yürüyüşü |
|
Kıyısında yürüdüğümüz göl |
|
Koyu muhabbetimizin koyu gölgesi |
|
-5 derecede huşu içinde yüzüyorlar |
Tanışmak için Türkiyeli bir pizzacıya gidiyoruz. Mutfak pis ve karmakarışık. Yemek yenilen salon, kesif bir fastfood kokusu altında. Ülkede fastfood kültürünün olduğu tüm mekanlar, maalesef böylesine yoğun bir yağ kokusunun içinde.
Arkadaşlardan ayrılıp mahallede tur
atıyorum, ellerim donuyor, burnumu çeke
çeke soğukta etrafı keşfetmeye çalışıyorum. Etrafta bir Kars kokusu var,
sanırım soğuk, her coğrafyada aynı kokuyor.
|
Manchester'da misafir olduğum mahalleden gün batımı ışıkları |
|
Ağaç gölgelerine karışmış gölgem |
|
Hava güneşli ama bir o kadar da ayaz |
|
Mahalleye veda eden güneş |
Bir sonraki günün sabahı, kahvaltıda, altmış
yaşlarında, İranlı, Doktor Said'in misafiriyiz. Kendisi İranlı, Amerika'da yaşıyor ve komünist parti üyesi. Çok sık Küba ve Afrika’ya, oradaki halklarla dayanışmak için gidiyormuş, birkaç gün önce de Afrika
yolculuğundan dönmüş. Kana kana çay içiyorum Said’de. New York’a gitmek için arkadaşlarım
beni Hartford otobüs terminaline
bırakıyor.
New York
New York yolcusuyum, yollarda
yeniden tek başına olmak çok güzel. Birkaç saatte New
York'tayım. New York merkezde bir
otobüs terminalinde inip şehrin akışına karışıyorum aniden ve kendimi şehrin akışına uyum sağlamış hatta oldukça
keyif almış bir şekilde buluyorum. Akşamüstü ışığı gökdelenlerin arasında ve kentin caddelerinde... Caddelerin köşe
başlarında seyyar satıcılar… Tıpkı Asya ve Afrika kentlerinde olduğu gibi… Seyyar
satıcılar, kendi kültürlerine ait farklı yemekler satıyor. Caddelerdeki yaya akışında, farklı milletlerden insan portreleri… Gökdelenler merkezde yoğunlaşırken merkezden
biraz uzaklaşınca mimari yine tuğla binalara dönüyor.
|
Otobüs terminalden çıkınca içine düştüğüm sokaklar |
|
Şehir merkezinde bir akşamüstü telaşı |
|
Tuğladan yapılmış gökdelenler |
|
Çıplak sonbahar ağaçlarıyla gökdelenlerin görüntüsü |
Nehir kıyısına yöneliyorum, biraz
deniz havası almak için. Bulunduğum konumdan kısa bir yürüme mesafesinde kıyı. Nehirde
tur tekneleri, deniz taksileri var, sanki bir Eminönü havası etrafta... Eminönü
kadar hareketli olmasa da orayı hatırlatıyor bana. Hoşuma gidiyor nehrin kıyısından etrafı izlemek. New York olarak çizilen görüntünün dışına çıkıyorum bir süre. |
İskelede deniz trafiği |
|
Akşamüstü ışığının denize yansıması |
Couchsurfing’ten bulduğum hostumun adresini giriyorum Google
Map’ten. Bulunduğum yere yakın bir otobüs durağını kullanabilirim adrese gitmek için. Otobüste nakit kabul edilmediğini öğrenince tedirgin olsam da Siyahi şoför, ödeme yapmadan binebileceğimi
söylüyor, Siyahi şoförün bana gösterdiği kısa anlık dayanışma duygusu, New York'un göbeğinde sarıp sarmalıyor beni.
Metroya aktarma yapacağım noktada, şehir
bana ilginç geliyor ve biraz da buradaki caddelerde dolaşmak istiyorum. Broadway
Caddesi’nde olduğumu anlıyorum. Etrafta gökdelenler, gökdelenlerin üstüne asılmış dev ekranlar ve ekranlarda, insanı içine çeken ses, renk ve hareketler. Daha önce bu caddenin fotoğraflarını gördüğümde, gökdelenler ve ekranlarda dönen sesli reklamların, insanı ezen, aşağılayan bir
atmosfer yarattığını ve bu caddede yürüyenlerin kendini aşağılanmış
hissettiğini düşünmüştüm. Oysa ilginç bir şekilde büyülenmiş olarak etrafa
bakıyorum ve kapılıp gidiyorum atmosfere. Dev reklam panolarının altında, farklı
bir boyuttaymış gibi yürüyen insanların ve akan trafiğin içinde ben de akıyorum. Sanki bir film sahnesinde gibiyim ve bu film, hepimizin malumu bir Hollywood filmi. İnsana yürürken yapay bir özgüven ve özgürlük veren bu atmosferin, kapitalizmin tuzaklarından biri olduğunu fark ediyorum.
|
Broadway Caddesi |
|
Akış içinde olan reklam panoları, anlık atmosfer değişiyor |
Harlem
Metroya istasyonuna yönelince o
sanal gerçeklikten çıkıp New York’un günlük yaşamının telaşına düşüyorum. Metro ile kentin kuzeyine doğru gidiyoruz,
Couchsurfing’ten arkadaşımın evini bulmam zor olmuyor. Evinde kalacağım
arkadaşın Siyahi olduğunu biliyordum, Sovyet bloglarını andıran bir apartman bloğuna girdiğimde, birçok Siyahi'nin asansör beklediğini görüyorum, ben de onlara katılıp kata çıkıyorum. Hostumla tanıştıktan sonra, bulunduğumuz yerin Harlem olduğunu öğreniyorum.
|
Siyahilerin kaldığı büyük apartman blogların girişi, Harlem |
Evinde misafiri olduğum Amelia, hemşire
yardımcısı olarak çalışıyormuş, ancak şu an manik-depresif tedavisi gördüğü
için çalışamıyormuş, alkol ve uyuşturucu bağımlısı eşinden kısa bir süre
önce boşanmış ve yardım amaçlı verilen bu 1+1 apartman dairesine kısa bir
süre önce taşınmış. Meğerse bu Sovyet bloğu şeklindeki yapılar, yoksulların, ki genellikle Siyahiler oluyor bu yoksullar, yardım kapsamında yerleştirildiği apartmanlarmış. Amelia, bir köpek ve iki kedi ile yaşıyor, kedilerden biri yavru, hemen kucağıma alıyorum. Hoş bir ev ortamı var, bilgisayardan
çalan meditatif bir müzik, loş bir ışık
ve hayvanların etrafta koşuşturması... Ortam inanılmaz huzurlu geliyor.
Kediler ile uyuyorum gece.
|
Amelia ve evinde birlikte yaşadığı arkadaşları |
Tesadüfen de olsa Harlem’e gelmiş olmaktan
mutluyum o yüzden de günü Harlem’i tanıyarak geçirmek istiyorum. Ana cadde
üzerinde dolaşırken Siyahi bir erkek arkadaş, uyuşturucu karşıtı bir kampanyaya destek olmam için bir müzik grubunun CD’sini almamı istiyor, onunla muhabbet
ediyoruz ve ayrılırken kendimi onunla kucaklaşırken buluyorum. Bir pastanede
oturup kahvaltı niyetine simitimsi bir şeyler yiyorum. Harlem'de evler tuğladan, alçak, merdivenli,
rengarenk çınar ağaçlarının altında dizilmiş.
|
Işığın, renklerin, gölgelerin ve sonbaharın, Harlem sokaklarındaki güzelliği |
Harlem Rönesansı olarak bilinen ve birçok sanat dalının en üretken olduğu çağın, mekansal hafızalarının bir haritasına denk
geliyorum. Jazz kulüpleri, tiyatrolar, sinemalar gibi birçok sanatsal üretimin
performe edildiği mekanların bir haritası. Bu haritanın içinde yer alan Apollo Tiyatrosu'nu görüyorum, sonra Jazz Müzesi'ne yöneliyorum. Yol üzerinde çok sık karşılaştığım
çamaşırhaneler ve yoksulluk beni şaşırtıyor. |
Harlem Rönesansı'nı anlatan bir harita |
|
Harlem Rönesansı'nın gözde mekanlarından biri, Apollo Tiyatrosu |
Butik bir Jazz Müzesi, bazı jazz müzisyenlerinin
piyano, saksafon, nota kağıtları, fotoğraflar, Harlem Rönesansı'nı müjdeleyen
tarihi posterler, fonda çalan bir jazz müziği eşliğinde sergileniyor. Küçük bir
mekan ama oldukça keyifli. |
Harlem Jazz Müzesi |
|
Harlem'de Jazz müzik yapan gece kulüpleri haritası |
|
Jazz eserlerinin notaları |
|
Ünlü müzisyenlerin kullandığı enstrümanlar |
Sokaklarda dolaşıyorum, Siyahilerin öykülerini anlatan murallardan, Siyahilerin yaşamlarını tanımaya çalışıyorum. Neşeli, rengarenk öyküler kadar hüzünlü öykülere de denk geliyorum.
|
Jazz müziğinin hikayesi de murallara yansıyanlardan |
|
Harlem sokaklarını süsleyen neşeli bir mural |
|
Hüzünlü bir anlatıyı gösteren duvar resmi |
|
Tuğla duvarların üzerinde çok güzel duruyor resimler |
|
Party time |
Harlem'in ana meydanına gidiyorum. Bu
meydanda Afrika'nın farklı ülkelerden gelmiş, seyyar tezgah açmış, birçok erkek
satıcı var. Tezgahlar, Afrika el işleri ile oldukça renkli. Bazılarıyla
muhabbet ediyorum. Rasta saçlı, Bob Marley’e benzeyen ve yakasına Bob Marley
rozeti takmış satıcının fotoğrafını çekmek için izin istiyorum ama adam bana “Siz
Beyazlar, hep böyle yapıyorsunuz, bize yukardan bakıyorsunuz.” diye tüm
dışlanmışlığına dair biriktirdiklerini bana kusuyor. Beni de suçlayan ve kapsayan
böyle bir konuşmanın içinde bulunmaktan dolayı çok üzülüyorum. Böyle bir
niyetimin olmadığını, böyle bir şeye sebep olduğum için çok üzgün olduğumu
söylüyorum, biraz sakinleşiyor.
Fotoğraf makinesinin, insanlar veya halklar üzerinde, böylesine bir hiyerarşiyi çağrıştıran tarihsel kökleri olduğunu biliyorum. Fotoğrafı çekilen kişi, kendini daha çok bir nesne gibi hissedebiliyor ki genelde fotoğraf çekerken özellikle insan portreleri çekerken izin almaya ve diyalog kurmaya dikkat etmeme rağmen böyle bir deneyim yaşamak beni üzüyor.
|
Harlem Meydanı |
|
Seyyar tezgahların satıcıları |
|
Afrika'nın ruhunu yaşatan seyyar satıcılar |
Harlem'in büyük meydanındaki seyyar tezgahlar, Amerika kıtasının içinde küçük bir Afrika kıtası hissini uyandırıyor. Harlem'in doğusundan geçen nehre doğru yürüyorum, nehrin kıyısındaki
sosyal ve coğrafi yaşamı görmek istiyorum. Uzun bir süre de yürüyorum ama nehrin
kıyısından geçen otobanı aşıp nehrin kıyısına bir türlü varamıyorum ve bir süre sonra da kendimi güvende hissetmeyip geri dönüyorum.
Harlem'in
sokaklarında yürüyor olmayı hissediyorum. Siyahi Kültürünü Araştırma Merkezi'ne denk gelip bu merkez içindeki sergileri geziyorum. Yine Siyahi kültüre dair film festivalleri organize eden ve Harlem Rönesans'ı ile
tarihlenen bir sinema salonu görüyorum. Günümün büyük bir kısmını, Harlem'de, Harlem Rönesansı'nı keşfetmekle geçiriyorum.
|
Harlem'in Tarihi Sineması |
|
Bir kuaförün kapısındaki Siyahi çocukların saç modelleri |
Metro ile Brooklyn Köprüsü'ne gidiyorum. Bir yürüme mesafesinde sonra köprüye
ulaşıyorum, köprünün iki tarafında da devasa gökdelenler dizili. Yine ilginçtir ki gökdelenler, insanı ezmiyor, ilginç bir boyut veriyor mekan algısına. Gün batımından olsa gerek köprü
çok kalabalık, nehrin ortasına gelince Özgürlük Heykeli'ni
görüyorum. Keyifli bir yürüyüş oluyor benim için.
|
Brooklyn Köprüsü'ne yürürken ağaçların ve estetik binaların kompozisyonu
|
|
Brooklyn Köprüsü |
|
Köprüde bir akşamüstü yürüyüşü |
|
Köprünün ağ benzeri halatları arasında |
|
Manhattan'a Brooklyn Köprüsü'nden bakmak |
|
Köprüden başka açılardan bakış |
|
Köprüden Özgürlük Heykeli'ne bakış |
Köprüden, Broadway'de Times Square'e gidiyorum. Burası tam bir çılgınlık abidesi. Meydan olduğu gibi plazma TV'lerle kaplı ve meydanın amfi tiyatro merdivenlerine oturup reklam şovları seyrediyor insanlar, o kadar dikkat çekici ki ekranlar, kendini bu akıştan alamıyorsun. Merdivenlerde oturanlar, cadde de dolaşanlar ve devasa reklamlar çok hareketli ve kalabalık. |
Sabah sabah, yüzümüzde ve yüreğimizdeki güzellik |
|
Köpek ve kedilerin aynı kucaktaki ve evdeki dostluğu |
İkinci gün Manhattan'a gidiyorum, Empire State binasına yakın bir durakta metrodan iniyorum. 102 katlı, dünyanın en yüksek binalarından olan Empire State'e çıkmak, $40 olunca bana çok pahalı geliyor. Etrafta bir bit pazar görüp onu geziyorum. New York'un göbeğinde bit pazarı oldukça ilgimi çekiyor. Broadway gibi reklamlarla donatılmış bir semtte, eşyaları, meta ilişkisinden çok anlam ilişkisinde görmek çok hoşuma gidiyor.
|
Empire State Binası |
|
102 katlı, dünyadaki en yüksek binalardan biri |
|
Manhattan'da bir bit pazarı |
|
Bit pazarında Afrika kültüründen objeler |
|
Oldukça süslü kıyafetler |
Morgan Müze ve Kütüphanesi'ni gezmeye gidiyorum, portreler ve kolaj çalışmalarından oluşan sergiler var. Morgan Kütüphanesi, kırmızı fonda ahşaptan yapılma bir kütüphane, küçük, eski baskı kitaplar raflarda ve sadece araştırmacıları açık. Halk kütüphaneleri gibi herkesin yararlanabildiği bir kütüphaneden ziyade müze kütüphane olarak kullanılıyor. Atmosferinden çok etkileniyorum. |
Kırmızı duvarlarıyla insanları içine çeken kütüphane odası |
|
Öykülerle dolu, tavan süslemeleri |
|
Kırmızı, turuncu ve kahverenginin tonlarında loş bir kütüphane atmosferi |
|
Ahşap rafların içinde tarihi kitaplar, araştırmacıları bekliyor |
|
Kütüphane ziyaretçileriyle |
|
Kitaplar, loş ışıkların altında daha bir güzel gözüküyor |
Sonrasında New York Halk Kütüphanesi'ne yürüyorum. Dış görünüşü Antik Yunan binalarını andırıyor, iki yanı sütunlu bir bina. Kütüphanenin girişinde Christmas hazırlıkları için devasa bir çam ağacını, yerleştirmeye ve süslemeye çalışıyorlar. Devasa okuma salonları, uzun ahşap masalar, masaların üstünde abajurlar ve ahşap raflar... Atmosfer oldukça sıcak ama bir masaya oturup da okuma yapamıyorum, maalesef zamanım yok. Sadece binanın güzelliğini ve atmosferindeki büyünün keyfini çıkarıyorum.
|
New York Halk Kütüphanesi'nde Salinger'e ait sergi duyurusu |
New York Halk Kütüphanesi'nden çıkınca kütüphane bahçesinde, sonbahar ağaçlarının altında yemek yiyorum. Etrafta çıplak kalmış ağaçların büyüleyici gövdesini izliyorum.
|
New York Halk Kütüphane'sinin bahçesinde yemek yerken etrafımı çevirenler |
|
Ağaçlar, gökdelen fonunda bile çok güzel |
|
Kütüphane, gökdelenlerin arasında sıkışıp kalmış |
Sonbahar atmosferinde biraz dinlendikten sonra metro ile İkiz Kuleler'in olduğu bölgeye gidiyorum. Kısa bir yürüme mesafesinden sonra İkiz Kuleler'in çekik birer diş gibi duran çukurlarını buluyorum, her bir yandan bu çukurlara akan şelaleler şeklinde tasarlamışlar. Sanırım bu akış bir anlamda, İkiz Kuleler'in yıkılırkenki akışı. İkiz Kuleler'in arasında bir de müze yapmışlar, 11 Eylül'ün hikayesini anlatan. Süper bir kurgu gerçekten, olayı kurgula, oyna ve sonra anıtlar dikerek yaşat. Manipülasyonun simgesi, narsistik sistemin abidesi. |
İkiz kulelerin çukurları, birer şelaleye dönüştürülmüş |
|
Derin, karanlık bir kuyuya akıyor gibi |
İkiz kulelere yakın Hudson Nehri kıyısına gidiyorum, nehrin kıyısında uzun bir yürüyüş yolu. İzmir Kordon'u andırıyor burası. Bir süre yürüyorum. Güneşin son ışıkları, nehrin kıyısındaki bir küme gökdelene vuruyor. Nehrin karşı kıyısında, gün batımı kızıllığında Özgürlük Heykeli. Özgürlük Heykeli'nin sembolize ettiği özgürlük ne gerçekten anlayamıyorum. Bu ülkede insanlar, mutlu ve özgür değil. Tüm yaşantı, ev, araba, iş ve alışveriş merkezi arasına sıkışmış.
|
Hudson Nehri kıyısından Özgürlük Heykeli |
|
Günbatımı renklerinde gökdelenlerin değişen rengi |
Nehir kıyısında kısa bir yürüyüşten sonra yönümü Wall Street'e çeviriyorum. 2011'de ekonomik eşitlik için Zuccotti Park'ta, Türkiye'de 2013'te deneyimlediğimiz Gezi eylemleri gibi başlayan bir işgal hareketinin olduğu bölgeye gidiyorum. Wall Street, günlük akışında, Zuccotti Park'a beton dökülmüş, ağaçlandırma çok yeni ve ağaçlar, Christmas ışıklarıyla süslenmiş. Park alışveriş merkezlerinin arasına bambaşka bir çehreye bürünmüş. Gezi eylemleri sonrası Taksim'in başına gelen burada da yaşanmış. Betonlaştır, ruhsuzlaştır ve direnenlerin tarihini silmeye çalış. |
Wall Street direnişinin olduğu Zuccotti Park'ın son hali |
Metroya binip Harlem'e dönüyorum. Dışarısı çok soğuk ama bu soğuk hava New York'a gerçekten çok yakışıyor. Couchsurfing'ten hostum Amelia'nin önerdiği, yine Harlem Rönesansı miraslarından biri olarak anılan jazz kulübe gidiyorum. Ortamı oldukça keyifli, loş ışık, uzun bar sandalyeleri ve jazz kültürüne dair görseller. Canlı müzik başlıyor, atmosfer harika... karşımda gözlerini kapamış jazz müziği tüm hücresinde hisseden Siyahi kadının varlığı çok hoşuma gidiyor.. Siyahi kadın solistin sesindeki perdeler muhteşem. |
Jazz kulübün şahsına münhasır müşterileri |
|
Jazz kulübün dekorasyonu |
Harlem'de bir jazz barda olmak, jazz müziği Siyahilerden dinlemek harika bir keyif. Jazz kulüpten çıkıp Harlem'de olmanın, soğukta sokakta olmanın keyfini yaşıyorum. Geceyi, Amelia'nın köpeği ile uyuyarak geçiriyorum. Yine oldukça huzurlu, New York'un gürül gürül akan gecelerinde sıcacık bir huzur.
|
Harlem metro istasyonu, sabahın erken saatleri |
|
İstasyon bomboş |
|
Gitarıyla metro bekleyen bir genç |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder