30 Aralık 2019
|
2020 yeni yılı için New York'a |
Washington DC'de, Union Station otobüs terminalinde, New York'a ucuza gideceğim bir Çinli firmanın otobüsünü bekliyorum. Otobüs terminali hareketli, herkes yeni yıl tatilinde bir yere ulaşma telaşında. Otobüs dolu, yolcular genelde Siyahi ve yoksul yani toplumun alt tabakasını oluşturanlar otobüsle seyahat ediyor bu ülkede.
Hava yağmurlu, yağmur damlacıklarıyla kaplanmış bir camın arkasından dışarıyı izlemeye çalışıyorum. Otobanda yol almak, her zamanki gibi oldukça keyifsiz, otoban yolculuklarında geçtiğim yerleri tanıyamıyor ve gözlemleyemiyorum. Sadece Baltimore yakınından geçerken koca bir liman kenti olmasından dolayı devasa yük gemilerinden tanıyorum.
|
Baltimore'da bir dinlenme tesisi |
New York
New York'a, ince ama yoğun bir yağmur altında giriyoruz. Yine bir sokak kenarında indiriyor otobüs. Yolcu almak ve yolcu indirmek için terminaller kullanılmıyor çok fazla. Otobüsler, sokaktaki bir duraktan alıp gidilen şehirde yine bir sokakta bırakıyor.
New York'ta işlek bir caddede iniyoruz. Yağmur çok yoğun bir şekilde yağmaya başlıyor, yönümü Times Square (Zaman Meydanı) çeviriyorum. İnsanlar akşamüstü telaşında... devasa gökdelenlerin ve şemsiyelerinin altında, kitleler halinde trafikte karşıdan karşıya geçiyor. Ben de o telaşa katılıyorum. Times Square'e vardığımda, yeni yıl kutlaması için hazırlıkların tamamlanmak üzere olduğunu görüyorum. Saat kulesinin keşfini yapıyorum, yeni bir yıla girerken kristal top, saat kulesinin üstünden düşecek. Benim gibi bir gün öncesinden meydanı keşfetmeye gelenler var. Meydan küçük, platformlar da meydanı oldukça kapatmış.
|
Kristal topun konumlandırıldığı saat kulesi |
|
Kristal topun düşmesi için son 24 saat |
Rockfeller Centre'a gidip neon ışık şovunu görmek istiyorum. Yol boyunca yürürken Christmas ve yeni yıl dekorasyonlarını izliyorum. Bir havuzun ortasına kırmızı toplar koyulmuş, topların kırmızı ışıkları havuza yansıyor ve arkada gökdelenler... |
Yol boyunca denk geldiğim bazı yeni yıl dekorasyonları |
|
Bir eğlence merkezi |
Rockfeller Center'a geliyorum, geniş bir pistte buz pateni yapanlar, süslenmiş Christmas ağacı, İsa'nın doğuşunu müjdeleyen ışıklı melek heykelleri... |
Yeni bir yıl heyecanı ile buz pateni yapmanın heyecanını birbirine eklemiş insanlar |
|
İsa'nın doğuşunu müjdeleyen melekler |
Devasa tarihi bir binaya, klasik müzik eşliğinde ışıklandırma yapılmış. Işıkların renkleri birbirine geçerken izleyicileri etkiliyor gerçekten. Binanın önünden, ışık gösterisinin kıyısından New York trafiği tüm yoğunluğu ile akıyor.
|
Tarihi bir bina üzerinde yapılan ışık şov |
|
Mordan maviye geçen ışıklar |
|
Maviden beyaza... |
Hava çok soğuk, ellerim donuyor, biraz ısınmak ve internet kullanmak için bir pastane veya fırın benzeri bir yere oturuyorum. Bir dilim pastayı $6 yiyorum, incecik kağıt gibi bir pasta geliyor, dalga geçer gibi... üç çatalda bitiyor. İnterneti doğru düzgün kullanamıyorum, yoğunluk o kadar fazla ki şehirde, internet kilitleniyor nerdeyse. Couchsurfing'ten evine gideceğim arkadaşın adresine ulaşamıyorum. Bu yoğunluk ve kalabalıkta kalacak yer bulamamanın kaygısına düşüyorum. Uzun bir süre, Couchsurfing'ten Rena'nın adres bilgilerinin gelmesini bekliyorum.
Yağmur diniyor ama ayaz fena, ayazda etrafta dolaşıyorum. Nihayet, Rena'nın adresi geliyor ve Staten Adası'na gitmek için yola çıkıyorum. Times Square yakın bir duraktan, Staten Adası'na gidecek otobüsü buluyorum. Otobandan yarım saatte adaya varıyoruz.
Rena'nın evi, tipik üç katlı Amerikan evlerinden. Rena, evin bodrum katında kiracı olarak yaşıyor. Bodrum katın sadece bir odası var, salon, mutfak, yatak odası, TV, mutfak masası hepsi aynı yerde. Rena, sağ olsun yemek hazırlamış, taburelerden oluşan küçük masada yemek yiyoruz, öyküsünü dinlemeye başlıyorum.
Mısır'da, TV'lerde vadedilen Amerikan rüyasına kapılıp bir yıl önce mülteci olarak Amerika'ya başvurmuş. Staten Adası'nda bir arkadaşı olduğu için buraya gelmiş, farklı işlerde çalışmış kısa süreli, şu an Amazon deposunda, günde 12 saat, ayakta, telefon kullanmanın yasak, tuvalete gitmenin sınırlı sayıda olduğu kötü koşullarda çalışıyormuş. Tuvalete gitmek sınırlı olunca bazı çalışanlar, altına bez bağlayıp öyle çalışıyormuş. Maaşı $1000, bodrum katında bir odaya verdiği kira $500. Geldiğinde, ilk ayları, eşyası olmayan boş bir evde yerde yatarak ve ağlayarak geçmiş. Şimdi daha güçlü görünüyordu.
Amerika'daki mültecilere dair birçok bilgisi var, mültecilerle ilgilenen avukatla görüşüyormuş düzenli olarak. Avukat, ilk geldiğinde ona, hiçbir ortamda kimsenin diline, dinine, ırkına ve cinsel tercihine karışmayacaksın diye uyarıda bulunmuş. Aslında Amerika'nın derdi insan hakları falan değil, tamamen çatışma ortamından kaçınıp herkesin işine bakmasını, üretimin aksamadan hızlıca sürmesini istiyor. Kendisi dünyayı karıştırıp birçok ülkede kaos yaratıp sözde özgürlükler ülkesinin değerlerini empoze ederek çatışmadan ve huzursuzluktan kaçanlara kucak açarak bu insanları, üretim ilişkilerinde sömürüyor.
Gece aynı yatakta yatıyoruz Rena'yla. Tek odası ve tek yatağı olduğu için başka seçeneğimiz de yok açıkçası. Orta Doğu kültüründen gelince bu durumu çok da yadırgamıyorsun.
Sabah kahvaltı yapıyoruz. Ben, yeni yıl kutlamalarının yapılacağı Times Meydanı'na gitmek için evden ayrılıyorum. Dün gece geldiğim otobüs durağını bulamayınca otobüs sorduğum Siyahi bir arkadaş, feribot ve metro ile meydana gitmemi öneriyor. Feribota gitmek için otobüse biniyorum, Staten Adası'nın içinde, mahalle aralarında uzun bir yol gidiyoruz. Ada tek veya iki katlı alçak evlerden oluşuyor. Adaya bir ıssızlık, bir garibanlık hakim. Bizim adalardaki gibi bir canlılık söz konusu değil.
Feribotlar turuncu renkte, Staten Adası'ndan Manhattan'a giden 15-20 dakikalık bir deniz yolculuğu. New York'u farklı bir açıdan görmemi sağladığı için keyifli bir yolculuk oluyor. Özgürlük Heykeli, feribot yolculuğunun soluna düşüyor, çok yakınından geçiyoruz. Karşımızda Manhattan'ın devasa gökdelenleri ve bir köprü. New York, adalar ve okyanustan içeri giren kanallardan oluştuğu için çok fazla köprü bağlantısı var. Köprülerin hangi karaları birbirine bağladığını coğrafi olarak algılayamıyorum, coğrafi yapısı karışık geliyor bana. Feribot iskelesi bu köprülerden birinin ayağının altında. Feribottan inince hemen metroya binme şansım oluyor.
|
Staten Adası feribotları |
|
Özgürlük Heykeli önünde, Staten Adası'nın feribot trafiği |
|
Dünya'nın en vaadkâr ve en yalancı heykeli |
|
Manhattan'ın karşıdan görünüşü |
|
Manhattan köprülerinden biri |
Metro ile yeni yıl kutlamasının yapılacağı Times Square'e yakın bir yere geliyorum. Alana giriş için güvenlik kapılarını bulmaya çalışıyorum. Bulduğum güvenlik kapısındaki güvenlik görevlisi, sırt çantamın boyutu büyük olduğu için beni içeri almıyor, çantamdakileri plastik bir poşete koyuyorum. Birçok güvenlik aramasından geçip alana giden sokağa giriyorum ama giriş yaptığım yer meydanı ve kristal topu görmekten çok uzak. Bulunduğum yer hoşuma gitmiyor, başka bir güvenlik kapısı soruyorum. Kuzeye doğru birkaç bloğu yürüyerek geçerken uzun bir sıraya denk geliyorum, ilerleyince bu sıranın bloklarca devam ettiğini fark ediyorum. Meydanı ve kristal topu gördüğü için en tercih edilen noktalardan biriymiş meğerse, o yüzden de bu güvenlik noktasında bekleyenler çokmuş. Güvenlik noktasında bir karışıklık oluyor, ben kendimi güvenlik noktasından geçmiş buluyorum ve bir ara sokakta, güvenlik noktasından geçmişler olarak ana cadde üzerinde oluşturulmuş odalara yerleştirilmek için yönlendirilmeyi bekliyoruz.
Etrafta çantalar, şemsiyeler, güvenlik aramasını takılan eşyalar... Siyahi bir adam bunları topluyor, muhtemelen bunları satacak daha sonra. Sıkış tıkış üst üste bekliyoruz. Ana caddelerde bloklar boyunca bariyerlerden odalar yapılmış, biz de meydana ve kristal topa bakan üçüncü odadayız sanırım, yani meydanda bile değiliz.
|
Alana girebilmiş olmanın coşkusu... |
|
Geri sayım eşliğinde düşmesi beklenen kristal top |
|
Herkesin gözünü diktiği saat kulesi |
Alana girdiğimde saat 17.00'ydi. Kristal topun düşmesine ve 2020'ye girmeye yedi saat var. Bu yedi saat nasıl geçecek? Bulunduğum oda kalabalık, volta atma veya yerde oturma gibi şansım olmuyor. Her saat başı geriye sayım için prova ve bir etkinlik yapılıyor, bir şarkı veya bir dans şovu... Bu etkinlik de sadece on dakika sürüyor. Yani ortamda o kalabalığı canlı tutacak bir hareketlilik yok.
|
Zaman meydanında, zamanın geçmesini bekleyen binlerce insan |
Zaman meydanında zaman bir türlü geçmiyor, üzerimizden yağmur geçiyor bir ara. Tuvalete gidemiyorsun, gidersen içeri bir daha giremiyorsun. İnsanlar bu kadar saat tuvalete gidemediği için altına bez bağlıyormuş. Öğrendiğim bu bilgiyi düşününce bu meydanda altı bezli insanları hayal etmek komik geliyor.
Saat yaklaştıkça odalara paralel kaldırımlar dolmaya başladı. Meğerse barlarda, restoranlarda rezervasyon yaptıranlar kaldırımları kullanabiliyormuş, yani restoranların içine girebiliyor, bir şeyler yiyip içebiliyor, tuvalete gidebiliyor, ısınabiliyor ve kaldırımlar boyunca volta atabiliyor.
Son saatte kaldırımlar ile bizim içinde bulunduğumuz odaların arasında oluşturulmuş güvenli koridordan polisler eşliğinde zenginler geçiyor, elini kolunu sallaya sallaya ve saatlerdir soğukta bekleyen biz fakirleri aşağılayan bir gülümsemeyle. Onlar elini kolunu sallayarak alana girerken ayaktakımı ise altı bezli belki de çişli bir şekilde son dakikaları bekliyor.
Zaman geliyor, kristal top nasıl düşüyor hiç anlamıyorum. Havai fişekler, konfetiler atılıyor, havada uçuşan rengarenk kağıtlar. Hiçbir şey ama hiçbir şey anlamıyorum. Her şey saniyeler içinde olup bitiyor ve insanlar dağılmaya başlıyor.
|
Zamanın geldiği ilk önce değişen reklamlar ile anlaşılıyor |
|
Havai fişekler ve konfetiler atılıyor |
Dağılan kalabalığın içinde onlarla birlikte ben de bir ara sokağa sürükleniyorum. 2020'ye girmenin sözde coşkusunu yaşayan kalabalığın akan gürültüsünün kenarında, çöpten eşyalarının arasında yatmaya hazırlanan evsizler çarpıyor gözüme. Dağılan kalabalık ile akıyorum ben de... İçimde kocaman bir boşluk duygusu... Dokuz saatimi bu saçma kutlama için harcamanın pişmanlığı. Bir Jazz bara gitseydim daha keyifli vakit geçirirdim. İçimde kocaman bir boşluk ve öfke ile kalabalıkla metroya doğru gidiyorum.
Metroda bindiğim vagonda bir evsiz oturuyor ve üzerinden yayılan ağır koku, tüm vagonu kaplıyordu. Burnumu tıkayıp mide bulantıları içinde yolculuk yapıyorum. Mide bulantım, evsiz adamın üzerinden yayılan kokudan değil de kapitalizmin çürümüşlüğünün kokusundan geliyordu. 2020 yılının Times Meydanı'nda parıltılı bir şovun arka yüzünde yer alan toplumsal çürümenin kokusuydu.
Sabahın 3'ünde eve varıyorum. On beş saatimi bu saçma etkinlik için harcamış olmanın kızgınlığı ve yorgunluğu içindeyim. Mısırlı arkadaşım erken gitmemem konusunda uyarmıştı oysa beni.
Mısırlı arkadaşımla aynı yatakta uyuyoruz yine, bir sonraki gün öğlende kalkıyorum. Canım kendi başıma bir şey yapmak istemiyor, dünkü anlamsız kutlama tüm enerjimi emiyor çünkü. Rena ile alışveriş merkezine gitmeye karar veriyorum, alışveriş merkezlerinden nefret etmeme rağmen. Bugün öylece sürüklenesim var. Alışveriş merkezlerinden bir kez daha nefret ediyorum. Rena Mısır'da ailesi ve arkadaşlarına bir şeyler göndermek için alışveriş yapıyor.
Alışveriş merkezlerine giderken Staten Adası'nı görme fırsatım oluyor. Köyü çağrıştıran bir bozkırla çevrili etraf. Araplar, Siyahiler ve Türkler yaşıyormuş adada. Günümü alışveriş merkezinde öldürüyorum resmen, gece de Rena ile yatakta uzanıp TV izliyoruz. Mısır dizilerini izliyor Rena, ben de anlamamama rağmen olayları takip ediyorum. Türk dizileri kadar saçma ve vasat. Maço karakterlerin şiddete dayanan davranışları odağında dönüyor karakterler. TV sesinde uyuyakalmışım. New York'a gelip de gündüz alışveriş merkezinde gece de dizi izleyerek günümü resmen öldürüyorum. Yeni yıl kutlamalarının beni soktuğu depresyonla ancak çivi çiviyi söker misali baş edebiliyorum.
Sabahki planım erken kalkıp Metropolitan Müzesi'ne gitmek. Evden erken çıkıp uzun bir süre adada yürüyorum. Evlerin önü, kaldırımlar çöp dolu. Yeni bir yılın kutlamalarının çöpleri evlerden sokaklara taşmış. Çöplerin içi konserve kutuları ile dolu. Yeni yıl kutlamasının sarhoşluğu, eğlencesi, kahkahası ve iyi dileklerinin atıklarının içinden geçiyorum.
Karşı kaldırımda bir kadın çöplerin içinden teneke kutuları topluyor, arabasını ite ite diğer çöp yığınlarının başına gidiyor. Hava soğuk... Adada kediler çok fazla, sokaklarda kedileri görmeyi çok özlemişim, kedilerin peşine takılıyorum.
|
Adada, çöplerden teneke kutu toplayan bir kadın |
|
Adadaki sokak kedileri |
Christmas ve yeni yıl süslemelerinin dekorasyonları bahçelerde birbirine karışmış. Bahçeler bir hikaye anlatım sahnesine dönüşmüş, sadece oyuncuların sahneye gelmesini bekliyor sanki.
|
Bahçelerdeki yeni yıl kutlama dekorasyonları |
Yürüyerek adanın bir kıyısına çıkıyorum, kıyı bataklık sanki. Staten Adası'nı New Jersey'e bağlayan demir köprü gözüküyor. Köprü yayalara kapalıymış, sadece otoban olarak kullanılıyormuş.
Feribot, Özgürlük Heykelinin önünden geçiyor. Mısırlı ev sahibim Rena'nın Staten Adası'nın yoksulluğuna dair anlattığı öyküler, Özgürlük Heykeli'nin sembolize ettiği sözde değerler ve karşıda Manhattan... kapitalizmin en büyük dişlisi... Bu üçgen beni inanılmaz bir şekilde depresyona itiyor.
|
Kapitalizmin işleyişini anlatan triangle |
Özgürlük Heykeli'nin temsil ettiği sözde eşitlik, özgürlük, adalet gibi değerler... Bu değerlere kanıp dünyanın her yerinden gelen göçmenler... ve Staten Adası'nda perişan koşullarda yaşayıp her gün feribotlara dolarak Manhattan'a kapitalizmin çarkını döndürmeye gidenler... Amerikan rüyasının önemli bir sembolü olan Özgürlük Heykeli, buradaki adalardan birine, dünyanın gözünü boyayan bir mesaj vermek için konulmuş. Dünyanın farklı yerlerinden birçok farklı dine, dile, cinsel yönelime sahip insan, bu mesaja kanıp geliyor. Evinde kaldığım Mısırlı arkadaş Rena da bunlardan biri.
Nam-ı diğer "New York'un Çöplük"ü olan Staten Adası, kıyısından geçtiğim Özgürlük Heykeli ve varmaya çalıştığım kapitalizmin merkezi Manhattan. Bu üçgen bana, Amerika'daki kapitalizmin özetini gösteriyor, bir anda zihnim aydınlanıyor.
|
Amerikan kapitalizminin işleme mantığı |
Feribot iskeleye yanaşıyor, sağ tarafta başka bir köprü. New York coğrafi olarak karışık bir coğrafya. İki ada ve üç kara parçasından oluşuyor. Aradan geçen nehirler ve birçok köprü. Manhattan'dan metro ile Central Park'a yakın bir yere kadar gidiyorum. Sol tarafımda kalan nehrin kıyısında yürüyorum biraz, bir anıt çıkıyor karşıma ne olduğunu pek anlamıyorum. Oradan yolumu Central Park'a çeviriyorum. Kaldırımlarda, çöp kenarlarına canlı çam ağaçları atılmış. Onlarca çam ağacı... Noel'den sonra dekoratif olarak işlevleri bitince çöpe atılıyor demek ki... Belli ki Noel öncesi, çam ağacı yetiştiriliyor. Tıpkı bizde Kurban Bayramlarında olduğu gibi... Noel öncesi çam ağaçları da kurbanlık koyun gibi kesilerek yok ediliyor. Daha önce trafikte seyir halindeyken araba üstlerinde çam ağacı taşıdıklarını görmüş, anlam verememiştim.
|
Noel'deki işlevi bitince çöpe atılan canlı çam ağaçları |
|
Central Park'a doğru yürürken |
|
New York'un gökdelen mimarisi dışındaki tarihi mimarisi |
Central Park'ta gölün etrafında yürüyorum, etraftaki gökdelenlerin yansıması göle düşüyor. Ağaçlar, yaşlı, çıplak ve güzel. |
Central Park |
|
Central Parkı'n gölüne vuran eski tip mimarinin yansımaları |
|
Tuğla malzemesiyle yapılmış bir mimari, camlı gökdelenden daha estetik duruyor |
|
Göle başka bir noktadan yansıyan yapılar |
Metropolitan Sanat Müzesi'ni buluyorum. Müzenin önü ve içi kalabalık. İçeriye giriyorum ve müze oldukça büyük, her bölümünü gezmem mümkün değil. Mısır uygarlığına dair bölümü geziyorum. Mumya sandıkları, desenler ve renklerle süslü... harika... Bu bölüme bayılıyorum. |
Mısırlara ait anlatılar |
|
Devasa taş bloklara çizilmiş, oldukça etkileyici |
|
Ahşap mumya sandıkları |
|
Kadınlar için bir mumya sandığı |
|
Başka bir enfes oyma |
|
Bu defa ahşap bir zemine çizilmiş başka bir Mısır anlatısı |
Müzeye Mısır'dan bir piramit getirmişler. Mısır devlet başkanından Amerika başkanına hediyeymiş. İnsanlığın kültürel mirası, politik bir hediye olarak coğrafyasından sökülüp başka bir ülkeye getirilebiliyor. Bu nasıl saçma bir durum. |
Bu heykeldeki kadın ve kuğu arasındaki duyguya bayılıyorum |
|
"Ugolino ve Oğulları" adlı bu heykel de enfes. Adamın yüzündeki ifade... |
Kızılderililere dair bölümleri geziyorum, deri işleri, maskları, totemleri. Hayatımda ilk defa Aztek ve Mayalara ait bir müze geziyorum. İşte bunlar harika, genelde masklar sergileniyor ve ben de bayılıyorum. Daha çok seremonilerde kullanılan masklar... Farkı zamanlar, mekanlar ve öykülere girmeyi kolaylaştıran aksesuarlar... |
Deriden kukla yüzleri |
|
Ahşaptan ve bitkilerden masklar |
|
Ahşap ve deniz kabuklarından masklar |
|
Seramik ve ahşap mask |
|
El örgüsü mask ve kostüm bir arada |
Totemler çok hoş. Maya, İnka ve Kızılderili totemleri, ahşaptan oyma, gökyüzüne doğru uzanan ve içinde birçok öykü barındıran. Tüm coğrafyalardaki ilk uygarlıkların günlük yaşantılarını, insana, doğaya, ilahi güce bakışını çok seviyorum. Müzenin bu bölümü mest ediyor beni. |
Ahşap totem anlatılar |
|
Göz ve saç oymasının güzelliğine... |
Osmanlı İmparatorluğu'na ait bölümler çıkıyor karşıma, es geçiyorum. İmparatorlukların, şatafatlı mal mülk, statü anlayışlarını sevmiyorum, boğuyor beni. Müzede üç saat geçirdikten sonra, Central Park'a çıkıyorum. Siyahiler, müzik çalıp ve dans ediyor parkta. Hareketli bir park atmosferi var, yaşlı ağaçların gövdelerini izleyerek çıkıyorum parktan.
Bir yerlere oturup dinlenmeye ihtiyacım var, bir bara oturuyorum. Beyazların barı olduğunu fark ediyorum, devasa TV ekranları ve bu ekranlarda yine Amerikan futbolu dönüyor. Bara oldukça eril bir atmosfer, burada dinlenemeyeceğimi düşünüp çıkıyorum. Bu kaçıncı girdiğim Beyaz barı bilmiyorum. Kocaman ekranlardaki maçları izleyip kadın ve erkeklerin içerken bağıra bağıra konuştuğu ortamlar... tahammül sınırlarımın ötesinde...
Siyahilerin Jazz ve Blues barlarının ortamı daha eşitlikçi, kadın ve erkeğin de daha özgür olduğu, gürültüden uzak, daha yaratıcı ve üretken ortamlar. Bir daha Beyazların takıldığı bir bara girmek gibi bir hataya düşmemeliyim.
Tüm yorgunluğuma rağmen yürümeye devam ediyorum, Vessel denilen ilginç bir mimariyi ziyaret etmek için randevum var. Alışveriş merkezlerinin ortasında sadece merdivenlerden oluşan bir yapı. En üst merdivenlere çıkıp şehre oradan bakıyorum. Deniz ve gökdelenler gözüküyor. Tüm merdivenleri inip çıkmak güzel bir spor oluyor.
|
Vessel |
|
Açık havada 2500 merdivenden oluşan bir mimari |
|
Yükseldikçe manzara belirginleşiyor |
|
Lincon Limanı gözüküyor |
Metronun yolunu tutuyorum, sonra feribot, sonra otobüs... Otobüste Siyahilerin perişan öyküleri... otobüs oldukça pis. Eve yürürken bahçelerdeki ışıklandırılmış Christmas dekorasyonlarını fotoğraflıyorum. Mahalle Christmas öyküleri ile dolu. |
Işıklandırılmış Noel anlatıları |
|
Neon ışıklarıyla bir masal evine benzemiş |
|
Bir Hristiyanlık hikayesi |
Rena ile oturup tatlı bir ruh hali içinde lahana sarması yapıyoruz. Mısır'da da ünlü bir yemekmiş meğerse. Lahanayı sarabilmeyi pek beceremesek de ortak iş yapmak keyifli geliyor ikimize de.
Sabah erken yola çıkıyorum, Staten Ada'sında yürümek ve sonra otobüse binmek istiyorum. Yine deniz kenarına kadar sokak kedilerine laf ata ata iniyorum. Normalde Amerika'da sokak kedisi bulunmuyor ama bu adada sokak kedilerinin olması çok hoşuma gidiyor. Otobüse ve sonra da feribota biniyorum. Bu feribot yolculuğunu seviyorum. Bana New York'u başka bir açıdan tanıma fırsatı veriyor.
Feribottan inince metro ile Brooklyn'deki Çin mahallesine geçiyorum, aldığım ucuz otobüs biletinin şoförü yolcuları buradan toplayacak. Verilen adres bir Çin lokantasının önü, lokantada çalışan Çinlilerden hiçbiri İngilizce bilmiyor, çok şaşırıyorum. Kim bilir kaç yıldır New York'un göbeğinde bu mahallede yaşıyor ama İngilizce konuşmayı bilmiyorlar. Yazılar, günlük yaşam, her şey çok farklı. Metrodan inip yeryüzüne çıkınca sanki Çin'e gelmiş gibiyim. Amerika'daki bu İtalyan, Çin, Türk, Arap mahallelerinin kendi içine kapalı yapısı beni çok şaşırtıyor. Koca bir Amerika kıtasında küçük küçük ülkeler var sanki. Bir küçük minibüs gelip bizi alıyor ve New Jersey'e getiriyor. New Jersey'den büyük bir otobüse aktarma yapıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder