“gitmek fiilinin
altını çift çizgiyle en güzel trenler çizer.”
Hasan Ali
TOPTAŞ
16/ 12/ 2007
Toros Ekspresi
Toros Ekspresi
Sabah, Haydarpaşa
Yağmurlu bir sabah, insanlar yolculuk telaşında; yolcular, yolculayanlar… Düdük sesiyle hareket başlıyor, hayır hayır bu düdük sesi değil; bu ses, 1950’li yıllarda buharlı trenleri harekete geçiren bir geyiğin boynuz sesi…
Yer Haydarpaşa,
Anadolulu köylüm benim, göç başlamış köylüler umutları yüreklerinde taşı toprağı altın Şehir-i İstanbul’a gelmişler. Kadınlar,
üstlerinde basma fistanları, ellerinde tahta bavulları, yanlarında eşleri,
eşlerinin başında kasketleri ve etraflarında renk renk naylon çizmeleriyle
çocukları… Şimdi o naylon çizmeli çocuklar, taşı toprağı altın Şehr-i İstanbul’un
tüm yükünü Tarlabaşı’nda sırtlamaktalar, hala sokak aralarında çekçekleri ile
meyve sebze satarak… Bir düdük sesi beni hiç bilmediğim zamanlara götürdü; köyden
kente göçün yeni yeni başladığı yıllara…
Tek tek geride kalıyor istasyonlar. 30 saatlik bir yol
uzanıyor önümde. Haydarpaşa’dan Gaziantep’e.
Küçücük tren kocaman ray,
vay anam vay!(1)
Son durağım Gaziantep, 30 saat sonra ineceğim durak… Peki, bir gün, bir gece, bir de sabah, bu trende neler
yaşanacak, kimlerle tanışılacak, hangi sohbetleri trenin tıngırtısında
birbirimize duyurmaya çalışacağız, kimbilir.
Ekrem Abi; emekli bir işçi, Adanalı, Çorlu’da birkaç
aydır tekstil işçisi olarak çalışıyormuş. Bayramda ailesini görmek için
Adana’ya gidiyor.Yanında iş arkadaşı, Orhan Abi; sessiz, beş vakit namazında, Adanalı o da.Yolculuk boyunca onların gözünden çocuklarını dinleyecektim. Çocukları…
Üçümüz yolculuk yapıyoruz aynı kompartımanda. Anlatıyor
Ekrem Abi durmadan. Anlattıkları, kullandığı sözcükler okumuşluğunu,
yaşanmışlığını gösteriyor. Soruyorum: “Ekrem Abi kitap okumuşluğun var mı?” Adana’da, Motor Sanat
Enstitüsü’nde okumuş, öğrenciyken tek gözlü bir evde kalmış. “Kardeş!” diyor, “lise okuduğum yıllarda tek gözlü evimin
bir kapısı vardı, ben kitap okur,
bilmediğim sözcükleri kapının arkasına yazardım, kapımın arkası sözlük gibi
olmuştu.Yıllar sonra evlendim aklıma o ev düştü gittim evi buldum, hala kapı
arkası sözlüğüm duruyordu.”
Sözlüğündeki kavramları anlattı, o kavramların çağrıştırdığı
olayları, aşklarını, kavgalarını, öğrenciliğini...
Ekrem Abi’yi dinliyorum, bir yandan da; tarlalarda ıspanak toplayan kadınların, pastel renge bürünmüş doğanın, puslu dağların, küçük
kasabaların, sıcacık istasyonların, tellerde rengârenk çamaşırların, nehirler
üzerinden geçtiğimiz köprülerin, tünel içlerinin, duvarda uyuyan miskin
kedilerin görüntüleri akıyor pencere arkasından.
Ta ki Afyonlu Celal Abi ve iki oğlu kompartımanımıza
gelene kadar üç kişilik muhabbetimiz devam ediyor. Celal Abi ve oğullarından
çekiniyoruz ilk başta, güzelim sohbetimiz kesildi diye üzülüyoruz. Celal Abi tedirginliğimizi fark etmiş olacak ki kendini anlatmaya başlıyor. Bir mermer
ustasıymış Afyon’da, mezar taşları yapıyormuş çoğunlukla, iş için gelmiş
İstanbul’a. “Celal Abi neden tren?” diyorum. Diyor ki; “insanlarla tanışmak için, doğaya yakın olmak
için” Bu cevap Celal Abi ve oğullarına karşı tüm ön yargımı
kırıyor. Evet, trenler insanı tanımak için en güzel yerdir. Trenlerde kurduğu
dostlukları anlatıyor. Muhabbetimiz, memleketin birçok yerine akıyor.
Gece, ilerliyor;
Biz de karanlığın içinde ilerliyoruz. Karanlık çökene kadar
bizim de bu küçücük kompartımanda konuşmadığımız konu kalmadı. Kasabaların
içinden geçiyoruz, evlerin ışıkları bir bir yanmış. Kim bilir bu küçücük, bu
sıcacık evler hangi yaşam öykülerine sahne oluyor? Bu geçtiğimiz kim bilir
kaçıncı kasaba? Tren belli bir süreden sonra evin gibi oluyor; mektuplar
yazıyorsun, kitap okuyorsun, yemek yiyorsun…Sanki raylar üzerinde giden bir ev, pencereleri hep yaşama açık, bin bir insana,
sokağa, ağaca, nehire…
Afyon’da Celal Abi ve iki oğlu iniyor, onların yerine iki
kız öğrenci geliyor; soğuk, “insan”a güvenmeyen tipler. Haydarpaşa’dan Afyon’a tutturduğumuz
muhabbet bıçakla kesiliyor sanki. Herkes kendi kabuğuna çekiliyor.
Yatağım orta katta, pencere hizasında. Yataktan dışarıyı
seyretmek ne güzel. YILDIZLAR… Biz o Şehr-i İstanbul’un keşmekeşinde fark etmesek de uçsuz
bucaksız ovalarda ağaçlar yalnız, bir tilki karlar içinde koşuyor, bir çocuk
camdan dışarı sarkmış, bir karınca yuvasına bin bir güçlükle bir tane sadece
bir tane buğday tanesi taşıyor…Yaşam biz farkında olsak da olmasak da sürekli akıyor ve
biz de onun içinde sadece bir hareketiz.
Sabah doğuyor;
Toroslar’ın ardından doğan güneş tüm doğada bir hareket
başlatıyor. Topraktan çıkan nem tüm doğayı sarmış, tren bir sis bulutunun
içinde gidiyor. İşte Yaşar Kemal’in bereketli toprakları; Çukurova…
Ve işte;
Güzelim İnce Memed…
Burada yaşandı bütün onlar ve burada yaşadı; İnce Memed’ler…,
Sabahın 06.00’sında Ekrem Abi’in camdan bakarak Nazım’dan
söylediği;
“ Tanya;
senin memleketini sevdiğin kadar ben de seviyorum memleketimi” şiiriyle uyanıyorum. Evet, sevdiği memleket onun için Çukurova’ydı.
senin memleketini sevdiğin kadar ben de seviyorum memleketimi” şiiriyle uyanıyorum. Evet, sevdiği memleket onun için Çukurova’ydı.
Adana’da, Ekrem Abi ve Orhan Abi indikten sonra
yol bir türlü bitmedi, artık Gaziantep’ten ümidimi kesiyorum, sonsuzluğa
gidiyormuşuz hissi var içimde. Tren bir türlü ilerlemiyor, hararet yapıyor
Toroslar’ı tırmanırken, yoruluyor tren, rampalarda, tünellerde dinleniyor.
Ve Antep İstasyonu.
Yine ve yine Antep tepelerine
kurulmuş gri gecekondular karşılıyor beni. İlçeler garajındayım, Nizip’e
giden dolmuşun hareketini bekliyorum. İstanbul’u düşünüyorum. İstanbul nire, Antep nire…
Aylar önce seyrettiğim ‘Ve İnsan’
adlı programda tanıdığım radyo koleksiyoncusu iki abi ile tanışmak için
Nizip’e bu yolculuğum.
Nizip,
Gece, soğuk.
Anadolu’nun bir köşesindeki bir öğretmen
evi, Diyarbakır’daki öğrencilerime
mektuplar yazıyorum, bu coğrafya beni onlara götürüyor. Onlarla, tütmüş
sobaların göz gözü görmeyen sınıflarında işlediğimiz dersler… Bir duman bulutuna ders
anlattığınızı düşünün… Ve değil mi ki, eğitimde göz göze
iletişim şart!
Ve sonra kardeşler geliyor sınıfa kapıyı tıklatmadan, arkalarında da bir keçi, “Ali Abi’mi annem istiy” diye. Hangisi Ali, dumanın içinde bul bulabilirsen Ali’yi… Ali’lerimizi, okuma yazmayı söktüğümüz Cin Ali kitaplarında kaybettik. Ali’lerimiz yok artık. Artık Cankutlar, Berkeler, Gökberkler, Enesler var. Bizler, öğretmenler, Ali’leri çok özleyeceğiz…
18/ 12/ 2007
Sabah uyanır uyanmaz radyo tutkunu iki abi ile buluşmak için çıkıyorum öğretmen evinden, bir pasajın içinde dükkânları
var. İçinde, üst üste, yan yana, çeşit
çeşit eski radyo, kamerayı açıp radyoların öykülerini anlatmalarını istiyorum.
Her radyonun farklı bir öyküsü var, kimisi Fransa’dan, kimisi Suriye’den,
kimisi Cambridge Üniversite’sinden gelmiş. Ama diyor: “bu radyoların hepsinin
tek bir ortak özelliği var; hepsi 2. Dünya Savaşı’nın haberlerini sundu!”
O kadar ölüm, o kadar katliam, gaz
odaları, Hitler, Hiroşima, Nagazaki… Evet, insanlığın en kara yılları
bu radyolardan Fransızca, Arapça, İngilizce, Rusça olarak sunulmuş. Bir an
bambaşka dillerden savaş haberlerini dinler gibi oluyorum, ürperiyorum…
Oysa radyolar ne güzel tıpkı dünya
haritaları gibi; Roma, Graz, Budapeşte, Vatikan, Selanik, Sofya, Şam, Tel-Aviv,
Bratislava, Bükreş, Kahire, İstanbul, Rodos diye uzayıp giden istasyonlar…
Eski güzelim radyolar,
çocukluğumuzda başına toplanıp radyo tiyatrolarını dinlediğimiz ve bir sonraki
perdeler için hep yarınları umutla beklediğimiz radyolar…
Öğleden sonra Birecik’e gittim, Fırat Nehri’nin
coşkun suları çekilmiş, daha sessiz, daha keyifsiz gibi geldi bana. Barajda
suları biriktirdikleri için Fırat coşkusunu yitiriyor. Mezopotamya’ya can veren
nehir, binlece yıldan beri durmadan akıyor…Birecik’ten Halfeti’ye kadar Fırat
Nehri’nin kıyısından ilerliyoruz; sol tarafımız nehir, sağımız kayalar ve nehrin
aşındırarak oluşturduğu kayalardaki çizgilerden Fırat Nehri’nin yüzyıllardır
süren coşkunluğundan, şimdiki sessiz haline gelene kadarki sürecini takip
edebiliyoruz. Bir zamanlar nehir yatağı olduğunu anladığımız yerler şimdi yol
olmuş, biz de o yoldan ilerliyoruz.
Nehirde gün batımı, kayalar,
fıstık tarlaları ve nihayet Halfeti…
Halfeti’nin büyük bir kısmı on yıl önce baraj sularının altında kaldı ve insanlar böyle bir yeri bırakıp devletin ödediği para ile büyük şehirlere göçtü. Köklerinden kopmalarıyla birlikte bu insanlarımızın yaşamları büyük şehirlerde paramparça oldu, Halfeti’deki sosyolojik doku yıllarca belgesellerin konusuydu. Şuan Halfeti’yi terk etmeyen ve bu yüzyıllık tarihte yalnızlıkları ile baş başa beş veya on aile kalmış. Halfeti’nin başına gelen şuan Hasankeyf’i de tehdit ediyor. Oysa bu kentlerin tarihleri MÖ’ye uzanıyor ve Hasankeyf'te daha hiç ulaşılmamış, açılmamış onlarca höyük var.
Halfeti 3000 yıllık tarihi geçmişi olan ve bu süre içinde Huriler, Medler, Asurlular, Persler, Roma, Sasani, Emevi, Abbasi, Memluk ve Osmanlılar gibi birçok yönetimin egemenliğine girmiş bir yerleşim yeri.(2)Kente girer girmez bu atmosferi hemen hissediyorsunuz, tekne ile dağların arasında ilerlediğimizde ise karşımıza Rumkale çıkıyor, hala o günün izlerini sürmek mümkün Halfeti’de.
Halfeti’nin büyük bir kısmı on yıl önce baraj sularının altında kaldı ve insanlar böyle bir yeri bırakıp devletin ödediği para ile büyük şehirlere göçtü. Köklerinden kopmalarıyla birlikte bu insanlarımızın yaşamları büyük şehirlerde paramparça oldu, Halfeti’deki sosyolojik doku yıllarca belgesellerin konusuydu. Şuan Halfeti’yi terk etmeyen ve bu yüzyıllık tarihte yalnızlıkları ile baş başa beş veya on aile kalmış. Halfeti’nin başına gelen şuan Hasankeyf’i de tehdit ediyor. Oysa bu kentlerin tarihleri MÖ’ye uzanıyor ve Hasankeyf'te daha hiç ulaşılmamış, açılmamış onlarca höyük var.
Bu talan Mezopotamya coğrafyasının
yazgısı olmuş, binlerce yıldan beri sürüyor; İskenderiye Kütüphanesi ile başlayan
talan şuan Irak’ta savaşın yıkımı olarak devam ediyor, bizler de ülkemizin içinde kalan
Mezopotamya’nın bin yıllık kültürünü, kendi ellerimizle talan ediyoruz;
Halfeti, Hasankeyf, Zeugma ve daha niceleri…
Halfeti Sokakları |
Barajın Suları Altında Kalmış Cami |
Bir Sonbahar Işığı ve Eski Kapıların Hastası Ben |
22/ 12/ 2007
Birkaç gün önce İskenderun’a geldim yollardaki portakal ağaçları…Bayramın 1. günün akşamı Şam için yola çıkacaktık, her şeyimiz hazırdı, bir başka Mezopotamya kentine gitmenin heyecanı içindeydik ki gelen haber heyecanımızı kursağımızda bıraktı.
Mezopotamya’nın makûs talihi,
bizim Anadolu topraklarının da içinde bulunduğu bu kan, bu savaş, katliamlar…
Biz de Hatay’daki tarihsel, kültürel,
sosyolojik değeri olan yerleri gezelim istedik. Hatay’daki ilk durağımız
Vakıflı Köyü, burası bir Ermeni köyü. Anadolu’nun köy dokusundan farklı, sanki
Avrupa’da bir köyde dolaşıyoruz. Kilisede kadınlarla konuşuyoruz,
bu köy organik tarımıyla biliniyormuş.
Dolmuş geldi ve Hıdırbey Köyü’ne yol çıktık, içimde ukde kalan; köy kahvesinde gidip de Ermeni amcalarla sohbet etme fırsatını kaçırmış olmam. Hıdırbey Köyü de eski bir Ermeni köyü. 2000 yıllık bir çınar ağacı var, çınar ağacının kökü oyulmuş ve mağara gibi olmuş, içine girebiliyorsun, kim bilir hangi uygarlık tarafından dikildi bu çınar ağacı ve şimdi kimler gelip içine giriyor bu ağacın? İnsanlar içini bez parçalarıyla doldurmuş, binlerce yıldır, binlerce dilek. Kim bilir kaçı gerçek oldu?
Vakıflı Köyü’ndeki Ermeni Kilisesi |
Vakıflı Köyü Mezarlığı |
Dolmuş geldi ve Hıdırbey Köyü’ne yol çıktık, içimde ukde kalan; köy kahvesinde gidip de Ermeni amcalarla sohbet etme fırsatını kaçırmış olmam. Hıdırbey Köyü de eski bir Ermeni köyü. 2000 yıllık bir çınar ağacı var, çınar ağacının kökü oyulmuş ve mağara gibi olmuş, içine girebiliyorsun, kim bilir hangi uygarlık tarafından dikildi bu çınar ağacı ve şimdi kimler gelip içine giriyor bu ağacın? İnsanlar içini bez parçalarıyla doldurmuş, binlerce yıldır, binlerce dilek. Kim bilir kaçı gerçek oldu?
Musa Dağı’ndan Samandağ’a iniyoruz ve işte Musa Dağı’ndan Samandağ; dünyanın Rio sahilinden sonra ikinci uzun sahili. Sahilden Titus Tüneli’ne gidiyoruz. Sel sularının akışına yön vermek için milattan önceki yıllarda binlerce kölenin elleriyle oyarak yaptığı müthiş bir zaman tüneli. Oraya girişiniz ve çıkışınız arasındaki zamansal farkın ölçümünü yapmak mümkün değil, zamandaki bir yolculuktur burası ve kaya mezarları…
Kaya mezarları ve oradaki ruh üzerine kelimelerim yetersiz kalıyor, yaşanmalı, hissedilmeli…
Kaya mezarları ve oradaki ruh üzerine kelimelerim yetersiz kalıyor, yaşanmalı, hissedilmeli…
Titus Tüneli’ndeki Kaya Mezarları |
Titus'ta Zamanı ve Mekanı Şaşıran ve Ağaç Köküne Tüneyen Ben |
Samandağ Sahilinde Titus Tüneli'nden Büyülenmiş Olarak Çıkan Biz |
25/ 12/ 2007
Enveriye, Bilecik
Sabah, pencereden fotoğraf çekiyorum. Dün akşam Adana’dan birlikte trene bindiğimiz Selçuk Üniversite’sinden bir öğrenciyle yol arkadaşıydık, Sibel ile bir hayli konuştuk, akşam yemeği için restorana gittiğimizde Sibel’in lise arkadaşı Tayyar ile karşılaştık, bir sohbettir başladı öğrencilik üzerine, derken yataklı vagon görevlisi Ahmet Abi geldi. Ahmet Abi tam bir tren sevdalısı, şiirler okundu, derken Ahmet Abi trenler üzerine aforizmalara başladı;
Sabah, pencereden fotoğraf çekiyorum. Dün akşam Adana’dan birlikte trene bindiğimiz Selçuk Üniversite’sinden bir öğrenciyle yol arkadaşıydık, Sibel ile bir hayli konuştuk, akşam yemeği için restorana gittiğimizde Sibel’in lise arkadaşı Tayyar ile karşılaştık, bir sohbettir başladı öğrencilik üzerine, derken yataklı vagon görevlisi Ahmet Abi geldi. Ahmet Abi tam bir tren sevdalısı, şiirler okundu, derken Ahmet Abi trenler üzerine aforizmalara başladı;
· Trenler kimsenin hatırını
kırmaz kimi görse durur.
· Bu memleketi geziyorum
ama bilet almıyorum.
· —Ahmet Abi ters yöne gidiyoruz galiba.
—İstikametimiz İstanbul olduktan sonra ters yüz gitmişiz ne fark eder.
—İstikametimiz İstanbul olduktan sonra ters yüz gitmişiz ne fark eder.
· Demiryolu ile hep
hüzünlü gidersin, hatıralarını depreştirir,
İnce sesi hep ruhunu okşar.
VE SANIRIM TRENLERDE BENİ ÇEKEN DE
HEP BU HÜZÜN…
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1) Murat Özyaşar, Çift Kağıt, http://www.cafrande.org/oyku-cift-kagit-murat-ozyasar-ne-olursan-ol-gel-ama-geldigin-gibi-gitme/ Erişim Tarihi: Kasım 2010
(2) Halfeti'nin Siyah Gülü: Karagül, http://www.sevgiforum.net/halfetinin-siyah-guelue-karaguel-t44253.html?t=44253, Erişim Tarihi: Şubat 2010
(1) Murat Özyaşar, Çift Kağıt, http://www.cafrande.org/oyku-cift-kagit-murat-ozyasar-ne-olursan-ol-gel-ama-geldigin-gibi-gitme/ Erişim Tarihi: Kasım 2010
(2) Halfeti'nin Siyah Gülü: Karagül, http://www.sevgiforum.net/halfetinin-siyah-guelue-karaguel-t44253.html?t=44253, Erişim Tarihi: Şubat 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder