16 Ocak 2015 Cuma

Adapazarı Ekspresi'yle tarihte trenlerin taşıdığı acılara yolculuk...


         

      





12/04/2008                                                                                                              
Haydarpaşa;                                   
Öğrencilerimle ne zaman Tanzimat Edebiyatı’nı işlesek II. Abdülhamit’in “Sanat toplum içindir.” anlayışına vurduğu fiske çoğumuzu üzer ama II. Abdülhamit’in 1908 yılında yaptırdığı Haydarpaşa Garı, sonrasında birçok toplumcu şaire, yazara, yönetmene esin kaynağı olacaktır. Nazım Hikmet “Memleketimden İnsan Manzaraları” adlı kitabına memleketinin ilk istasyonu olan Haydarpaşa’dan başlar;

     Haydarpaşa Garı’nda
     1941 baharında
     saat on beş.
     Merdivenlerin üstünde güneş
     Yorgunluk ve telaş
     Bir adam
     Merdivenlerde duruyor
     Bir şeyler düşünerek

Nazım Hikmet biliyordu Anadolu insanının binbir halinin burada yaşandığını ve o yüzden memleketinin insanının serüvenine buradan başladı. Ben Haydarpaşa Garı’nı  “tüm insanlık için yaptırılmış bir han” olarak görüyorum çünkü birçok farklı halktan insanın hüzünlerini, vedalarını, el sallamalarını, gözyaşlarını, kucaklaşmalarını konaklattığı bir yerdir burası.

Bu hanın inşasından tam 100 yıl sonra bir cumartesi sabahı... 
Haydarpaşa’da koşuşturan, bekleyen, inen, binen yüzlerce ayak… 12.37’de kalkacak Adapazarı Ekspresinin lokomotifine binmeye çalışan bu bir çift ayak da benim. Kimler nereden nereye gidiyor acaba? Haydarpaşa’da 100 yıldan beri koşuşturan ayakları düşünün, kim bilir kimlere ait? Buradan Anadolu’ya kaç bin tren kalktı 100 yıl içinde? Ve bu binlerce trenden inen kaç bin insan Anadolu'nun hangi kentine, köyüne dağıldı ve hangi evlere girip sevdiklerine İstanbul’un martı sesini, dalga sesini, vapurlarının düdük sesini anlattı?

Trenin bir vagonunda yolcu değilim bu sefer, makinist Halil Abi’in misafiri. Tren Haydarpaşa Garından yavaş yavaş ayrılıyor, bu bendeki nasıl bir heyecan… 
Raylar, istasyonlar, kasabalar, kentler, yolcular uzanacak önümüzde. İstasyonlardan insanları alıp başka başka istasyonlara taşıyacağız.

Tarih de trenlerle taşınmıştır oradan oraya. İnsanlık tarihinin en büyük utancı trenlerin boynuna kalmıştır. Hangi halkın kolektif bilincini deşsek muhakkak ki trenlerin o halkın yaşamındaki toplumsal travmatik dönemecine tanık oluruz. Tarih 1500’lü yıllar, “Beyaz Adam” Amerika kıtasını keşfetmiştir ve 300 yıl sonra Sanayi Devrimini de yapınca buhar, tren lokomotiflerini de harekete geçirmiştir. “Beyaz Adam” rayları Kızılderili topraklarına döşemekte gecikmeyip treni insanlık tarihinde ilk olarak Kızılderililerin üzerine sürmüştür, hayatlarında attan başka bir taşıt tanımayan Kızılderililer, treni görünce “demirden at” diye tanımlamışlardır. Bu demirden atla “Doğanın Çocukları”nın toprakları parsel parsel ele geçirilmiş ve katliam başlamıştır. En sevdiğim trenler, yeryüzündeki en sevdiğim halkı böylesine katletmiştir ya, bu sanki benim utancım.


Takvimler 1940’lı yılları gösterdiğinde, bu sefer Nazizmin kanlı elleri Doğu Avrupa'daki birçok Yahudi'yi, Çingene’yi, Uzak Doğuluyu toplayıp trenlere istifleyecek ve günlerce sürecek aç, susuz, havasız yolculuktan sonra Auschwitz’teki gaz odalarına, fırınlara götürecektir. Ve bu utanç şimdi Auschwitz’te camekânlar arkasında sergilenmekte. Ölümlerden geriye kalan tahta bavullar, kıyafetler, saç ve diş fırçaları, yazılmış ama adreslerine ulaşamamış kartpostallar, ayakkabılar… yığınlar halinde dağ şeklini almıştır. Ve bir dağ yığını var ki, yakılacak olan insanların üç numaraya vurulmuş saçlarından oluşan kocaman bir dağ; "saç yığını" ve bu dağ insanlığın karşısında aşılamayacak bir engel olarak duracaktır. Bu nedir, bu nasıl bir katliamdır? İnanamayacaksınız ama aradan 60 yıl geçmiş hala Auschwitz, yanık insan eti kokuyor ve insanlığın üzerine sinen bu koku hiç gitmeyecek, günümüz kapitalist kozmetik şirketlerinin daha çok çalışması gerekecek; hem üzerimize sinen insan eti kokusunu silmek hem de utançtan mosmor olmuş yüzlerimizi örtmek için.

ÖLÜMLERDEN GERİYE KALANLAR;


Bavullar 

                                                                                                                     

 Çocuk Giysileri  

                                                                                        
Gaz Odalarında Öldürülenlerin Fotoğrafları                        

Düşüncelerim, trenlerle birlikte tarihe giderken biz bir hayli yol almışız.

     
         Raylar    
                                                                                                          
                                                                                                           
   İstasyonlar     
                                                                                                            
                                                                                       
   Yolcular

Haşim Abi baş makinist. Kendini; istasyonlardan, trenlerden, raylardan, demir yolu yolcularından, farklı coğrafyalardan beslemiş ve insana sıcacık bir sevgi büyütmüş güzel bir insan. Yolculuğumuz boyunca bana; “ kızım bak burası şu kişinin mezarı, bak şurası eski bir köprü, bak, bak…” diye uzayıp giden önemli yerlerin tanıtım cümlelerini kuracaktır.


Yolcular için duruldu, yolcular alındı, yolcular taşındı, yolcular bırakıldı. Adapazarı’na yaklaşıyoruz ama ben hala lokomotiften baktığıma inanamıyorum Dünya’ya. Keşke eğitim trenlerde olsa ve her kasabadan, kentten geçip talebeleri (sadece bilgi talep edenleri) alsak ve coğrafyayı, felsefeyi, edebiyatı, tarihi, fiziği trenlerden anlatsak. Medyadan bildiğimiz Evin Ana çok anlamlı cümleler kurmuştur eğitim üzerine;

“kültür, sokakta dolanır sen almasını bilirsen
  bilim, tabiatın her köşesinde var sen görmesini bilirsen.”

Ben, trendeki öğretmenliğimi ve öğrencilerimi düşünürken Adapazarı Garı’na girmişiz bile. Fotoğraf makinemi kapıp lokomotiften atlıyorum. Kapalı bir çarşıda yemek yiyoruz, sadece 45 dakikamız var. Döndüğümüzde lokomotif başa çekilmiş bile, yolcularımız hazır ve biz güneşe doğru gidiyoruz. Makinist arkadaştan izin aldıktan sonra Adapazarı g
arından ayrılırken trenin düdüğünü ben çalıyorum. Doğada yankılanan bu ses, tarihte trenlerle öldürülen, ölüme götürülen insanlara selam olsun.

Güneş tam lokomotife vuruyor, çok sıcak, makinistlerin işlerinin ne kadar zor olduğunu bir kez daha anlıyorum ama işlerinin esas zorluğu raylarda dolaşan insanların dikkatsizliği ki bugün bir bahar günü olduğu için birçok insan raylarda dolaşmaya çıkmış. Kahretsin ki; raylar da dolaşmak için, oturmak için nasıl da hüzünlü yerler. Ama bu yolculukla anlıyorum ki makinist arkadaşları strese sokmaya hakkımız yok, ben bu konuda çok tedirgin oldum bugün. Yollar uzuyor, sağımızda kalan Sapanca Gölü’nü, solumuzda kalan Marmara Denizini geçtikten sonra ben Gebze’de iniyorum. Birleşik Taşmacılık Sendikası (BTS) Kadıköy Şubesi Başkanı Hasan Abi beni bekleyecek, tanışıyoruz ve istasyonda bir banka oturup Haydarpaşa'nın bir yıl içinde, trenlerle ilişkisinin kesilecek olmasına karşı neler yapılabiliri tartışıyoruz. Trenlerin Haydarpaşa’ya girmediği gün herhalde benim içimden kocaman bir parça kopacak.

Çünkü daha önce de tanımlamıştım; orası benim Dünya'daki tek evim. Haydarpaşayı trensiz düşünemiyorum. Alışveriş merkezi, otel yapılacakmış. Ülkede hiç başka bir yer kalmadı, Haydarpaşa’ya göz diktiler. Haydarpaşa’yı Anadolu insanından koparmaya kimsenin hakkı yok. Çünkü Anadolu’dan gelenler İstanbul'u, ilk Haydarpaşa'nın penceresinden tanıyor.

Banliyö treni geliyor ve banliyö yolcularını Hasan Abi ile Haydarpaşa’ya götüreceğiz. Banliyönün lokomotifindeyim, kapıları açma kapama gibi işlerde Hasan Abi’ye yardım ediyorum. Hasan Abi ile sanki yıllardır tanışıyormuşuz da uzun zamandır görüşmemişiz gibi özlemle anılardan, yollardan, öykülerimizden bahsediyoruz.  Ben, sanırım, insanların öykü koleksiyoncusuyum, insanlarla tanışma, onların öykülerini, hayallerini dinleme en hoşuma gidenlerden. Hasan Abi de anlatıyor; bir öyküsü var ki trajedilerdeki kadar acı, bir öyküsü var ki masallardaki kadar güzel. İlk önce acı olanı anlatayım ki yazımı güzel olanla bitireyim, aklımızda güzellikler kalsın.

Bir gün, küçük bir çocuk, dikkatsizce annesinin arkasından bakkala koşuyor raylardan, Hasan Abi de treni durduramayıp çocuğu eziyor ve o acı ile tüm duvarları, camları yumrukluyor. Çocuk, hala Hasan Abi’nin vicdanında,  raylardan annesinin arkasından bakkala koşarken ki haliyle bir azap olarak kalmış. Neyse fazla düşünmemeli, düşündükçe o tabloyu, insan aklını kaçıracak gibi oluyor.


Bu olay yaşanmadan yıllarca önce, Hasan Abi Erzurum’da, yaşamının en mutlu günlerinden biri, evleniyor çünkü. Eşi Erzincan’da, gelini almaya gidecekler ve arkadaşları abimize güzel bir sürpriz hazırlayıp treni süsleyerek gelin ve damat trenine dönüştürüyor ve bir vagonu da yeni çift için hazırlıyor. Çiçeklerle süslenmiş bir trenin Erzurum- Erzincan raylarında ilerlediğini düşünün, acaba kasabalarda insanlar, çiçeklerle bezenmiş bu treni görünce ne düşündüler? Sizce Dünya’nın herhangi bir yerinde böylesine masalımsı bir evlilik yaşanmış mıdır hiç?
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                     
                                 
Bölgesel Tren Yolculuğum, Makinist Kabininde
                                                                                                                                                                                                                               







  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Zephry Ekspresi ile Kuzey Amerika'yı Keşif 3: San Francisco

25 Ocak 2020 San Francisco  Üç günün sonunda Emrywill tren istasyonunda iniyorum ve otobüs aktarması ile San Francisco'ya geçiyoruz.  Sa...