10 Ocak 2015 Cumartesi

trenle yüreğimin başkentine yolculuk; Diyarbakır

                                        










27/ 01/ 2008
Güney Ekspresi

Haydarpaşa, akşamüstü

Nam-ı diğer Kurtalan Ekspresi.
40 yıl önce isimsiz bir müzik grubu Anadolu turnesine çıkar ve Anadolu'nun 55 kentini dolaşır. Barış Manço, Anadolu'nun birçok yerini gezdikleri için kendilerini Kurtalan Ekspresi’ne benzetir ve grubuna “Kurtalan Ekspresi” adını verir.

Ve yine Yılmaz Güney’in “Sürü” filminin uzun bir sahnesi Kurtalan Ekspresinde çekilmiştir, kompartımanda bağlama çalıp türkü söyleyen yolcular vardır. Demek ki bunca yıl içinde, Kurtalan Ekspresi ruhundan bir şey kaybetmemiş, adını her ne kadar Güney Ekspresi olarak değiştirseler de. Kurtalan Ekspresi, hala birlikte türkülerin söylendiği, yemeklerin birlikte paylaşıldığı, en önemlisi de haritalarda dahi yeri olmayan köylerde durarak yolculuk hissi ile sonsuzluk hissini birbirine yaklaştıran bir trendir.

Trenin kalkmasına bir saat var, garın atmosferini daha uzun yaşamak için erken geldim. Haydarpaşa'nın restoranında oturup bir çorba içiyorum, 38 saat yolculuk boyunca ağzıma sıcak yemek koyamayacağım. Gözüme pencere pervazında üst üste duran kitaplar çarpıyor, bir kampanya sonucu bırakılmış kitaplar. İstanbul Büyükşehir Belediyesi “seyyar kitap” kampanyası başlatmış, amacı kamuya açık yerlere bırakılan kitapların okunduktan sonra tekrar kamuya açık yerlere bırakılması. Çantama Diyarbakır'daki öğrencilerime götürmek üzere birkaç kitap alıyorum. 

Trenin yolunu tutuyorum, aklımda Goethe'nin lafı:
“İnsan kendini yalnızca insanda tanır.”

Trenler…
Kişinin hem başka insanları, hem de başka insanlarda kendini tanıması için en güzel yerlerdir. 

Kompartıman numaralarına bakıp yerimi arıyorum, işte 25 numara. Kompartımanda Yıldız Teknik Üniversite’sinden iki öğrenci,  ikisi de ayrı köşelerde kendi kabuğunda. Tanışıyoruz, derken Eskişehir’de özel şirkette çalışan bir arkadaş, derken Eskişehir’de uçak mühendisliği yapan bir arkadaş daha geliyor, tanışma faslı uzuyor.


Kitapları çıkarıp ilgimi çeken bir kitap okumak istiyorum, kompartıman arkadaşlarım da birer tane isteyince birden okuma salonuna dönüyor ortam. Uzayan okuma saatinden sonra film seyretmeye başlıyoruz. Ahmet Uluçay’ın “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” adlı filmi var tren seansımızda. Pencerenin önündeki sehpaya bilgisayarı koyuyoruz. Ekranda film, filmin arkasında akan İzmit, Sapanca Gölü, Bilecik... Arkada akan Marmara coğrafyası, ekranda ise Kütahya'nın Tavşanlı İlçesinin o güzelim dokusu, tipik Ege evleri, Ege ağzı.



 Trende Film Seansı
                                           
Filmin sesini duyan kompartımanın kapısına geliyor, dışarıya taşan bir sinema kuyruğu oluşuyor. İki arkadaş satranca başlıyor film sonrası. İşte Kurtalan Ekspresinin ruhudur bu; sohbet, birlikte yenen yemekler, birlikte söylenen türküler, filmler…

Eskişehir Garındayız, inen arkadaşlardan biri; “bir daha trenlere karşı ön yargılı olmayacağım, hayatımın en güzel yolculuğunu yaşadım.” diyerek iniyor. Eskişehir’de inenler, binenler... Koridordan seyrediyorum biraz da dışarıyı. Yan tarafımda iki yaşlı amca İnönü Savaşından bahsediyor. Trenler tarih dersi gibidir, coğrafya dersi, edebiyat dersi… Aslında trenler kocaman bir okuldur; FELSEFE OKULU…

Şafak sökerken Ankara’ya giriyoruz, Ankara kar içinde karşılıyor bizi, bu şehirde geçen yedi yılım, yaşananlar, bu şafak vakti dökülüyor hafızama. Eskişehir’den beri mühendislik öğrencisi bir arkadaşla yolculuk ediyoruz. Karikatür çiziyormuş. Gün içinde hava ısınıp da trenin üstündeki karlar erimeye başlayınca,  trenin tavanındaki monte yerlerinden sular damlamaya başlıyor, trenin içine yağmur yağıyor sanki pet bardaklar, naylon poşetlerle kompartımanın gölete dönmesini engelliyoruz.

Tıpkı çocukluğumdaki gibi; Kaynarca'daki kerpiç evimizde, kışları kar dolan tavanımız, içeride yanan sobanın etkisiyle karları eritir ve tavan akmaya başlardı, kardeşim, annem, ben evde ne kadar çanak çömlek varsa hepsini damlayan yerlere dizerdik ve oturup başına o “şıp şıp şıp” seslerini dinlerdik.

“gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk hiç bir yere gitmiyor.” diyor Edip Cansever. İyi ki de gitmiyor, en güzel sığınağımız; 30’umuzda da, 50’mizde de, 80’imizde de.

Bu olay Anadolu coğrafyası için çok bildik olmalı ki 90’lı yılların bir karikatür dergisinin ünlü kahramanı  “Gönül Adam”ı, tavanı damlayan odasının her yerine tencereler koymuş ve sandalyesine oturup gitarıyla damlaların ritmini yakalamaya çalışıyordu.

Yerköy’de Semiha Teyze ile Mehmet Amca biniyor. Güler yüzlü insanlar, Diyarbakır’da öğretmen olan çocuğunun yanına gidiyorlar. Semiha Teyze yıllardır arkadaşlık ettiği hayvanlardan bahsediyor; inekleri, kazları, köpekleri anlatıyor; “özellikle köpekler,  o hareketleri ile beni deli ediyor.” diyor. Artık karar vermiş hiçbir hayvana bakmayacakmış çünkü ölünce çok üzülüyormuş.

Uçsuz bucaksız karlı ovalardan geçiyoruz, beyaz içinde derinlik algımızı kaybediyoruz. Derinlik algısı da özdeşlik ilkesi kadar önemli insan yaşamında.

Uyuyarak, kitap okuyarak, sohbet ederek, en güzeli de herkes eskilerin tabiri ile çıkınını açıyor ve herkesin ne yemeği varsa ortaya serip ortaklaşa yemek yiyerek geçiyor yolculuk.

Geceyi Sivas'ta karşılıyoruz. Öğrenci arkadaşımız iniyor, Mevlit Amca ile eşi Remziye Teyze biniyor. İki aile ve ben kaldığımız yerden devam ediyoruz. İstanbul'dan beri daim yolcu benim, ben sanki ev sahibi; binenler, inenler... Tam on konuğum oldu yolculuk boyunca ağırladığım. Edip Cansever;

İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konya'nın beyaz
Antep'in kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşe başlarına
Öylesine benzer ki...


İşte konuklarımın da elleri, yüzleri, yürekleri hep yaşadıkları coğrafyaya göre şekillenmiş. Otobüs yolculuklarında herkes aynı şehrin yolcusu, ineni bineni fazla yok. İnsanlar yabancılaşmış ruhları ile bir ‘iyi yolculuklar’ dilemekten bile acizler, bırak birbiri ile yemeğini paylaşmayı.

Yeni gelen aile ile tanışma faslı başlıyor, kısa otobiyografik sunumlar.
Konu memleket meselelerine geliyor.  Olan biteni Anadolu insanından 
dinlemek, onların yorumunu almak aslında Türkiye'nin neliğine dair 
güzel ipuçları veriyor.

Sivas’tan sonra camlardan giren soğuk katlanılmaz oluyor, peçetelerle camların arasına yalıtım yapıyoruz, artık içeride rüzgâr esmiyor. Ama başka bir problemle karşı karşıyayız, trenin elektrikleri kısa devre yaptı, içerisi gittikçe soğuyor, dışarıdaki -30 derece içeriye sızacak bu gidişle. Bu dağda bayırda donup kalacağız galiba. İşte Anadolu'nun doğusunun zor koşulları kendini her şeyi ile hissettiriyor, İstanbul’dan çıkarkenki sanat aldatmacası, doğuya doğru doğa ile mücadeleye dönüşüyor. Sanat, doğadan kopan şehirli insanın uydurduğu koca bir yalandır. Buz tutmuş trenle kendimizi Malatya Garı’na zor atıyoruz…Ve Edip Cansever yine;

Biz eskiden seninle
İstasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası     
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında

diye yazdığı mısralarındaki Malatya. Malatya garı da Malatya kokuyordu biz buz gibi trenden indiğimizde.

Başka bir trene aktarma yapıyoruz garda. Tüm her şey indirildi; çuvallar, koliler, valizler, çoluk çocuk, anne, baba, nine, dede…
Auswich kampına giden Yahudilerin yaşadıkları sıkıntıları bir anlık da olsa hissediyorum.

Sıcacık trendeyiz, saat gecenin bilmem kaçı.
Karakaya Barajının üzerinden, sadece demiryolunun uzandığı Fırat Köprüsünden geçiyoruz uzun bir süre, bir zamanlar o meşhur Kömürhan Köprüsü’nün bu coğrafyaya hâkim olduğu yerden. Artık Kömürhan Köprüsü de baraj sularının altına gömüldü ve sadece artık İzzet Altınmeşe’nin türküsünden Harput’a bakıp bize tarihi çağrıştıracak. Remziye Teyze kollarını pencereye dayamış pencereden dışarıyı izleyerek;
Kömürhan Köprüsü Harput'a bakar
Ölem ölem derdo ölem Harput'a bakar
Körolası zalim Fırat ocaklar yıkar
Ölem ölem ocaklar yıkar nasıl gülem (1)
Fırat Türküsü’nü söylerken ben uyuyakalmışım. Aslında Hazar Gölü’nün kıyısından geçerken kar manzaralı gölü izlemek istiyordum. Gözlerimi açtığımda Maden’deydik. Remziye Teyzenin kolları hala pencereye dayalı;
Maden Dağı dumandı De Loy Loy De Loy Loy
Yolu dolam dolamdı De Loy Loy De Loy Loy
Yarim gitti gelmedi De Loy Loy De Loy Loy
Yaş gözüme dolandı De Loy Loy De Loy Loy (2)
türküsünü söylüyordu. Sanki dün geceden beri hiç susmamıştı ve geçtiğimiz yerlerin türküsünü pencereden o yerlere hatırlatıyordu. Geçtiğimiz her kente, her dağa, her ovaya, her köprüye oranın türküsünü söylüyordu. Maden bembeyaz kar altında. Maden tepelere kurulmuş, dağınık taş evleri ile çok güzel görünüyor. Ayrıca birbiri ardına gelen tünelleri ile de güzeldir.

VE DİYARBAKIR…
Dört yıllık yaşantım. “Ya Diyarbakır'ın kokusunu duyamazsam?” korkusu ile giriyorum acılarla yoğrulmuş bu Mezopotamya kentine. Bir alt geçitten geçip ışıkların karşısından dolmuşa bineceğim. Derken, evet, bu kısacık sürede Diyarbakır'ın kokusu ansızın sarmalıyor beni. Mutlu oluyorum. Tüm kentlerin de insanlar gibi bir kokusu vardır.

Arkadaşlarla muhabbet geceler boyunca sürüyor; olan, biten, değişen yaşamlarımızdan bahsediyoruz. Sur içindeki daracık sokaklarda dolaşıyorum. Eski Diyarbakır'ın, sur içinin sokakları buralar.



Ara Sokaklarda Tütün İşçisi 

                                       
Sur İçinde Farklı Dinlerin Birlikteliği  
                                                                             
   
Sur İçinde, Çarşıda Bakraçla Yoğurt Satmaya Giden Kadın

Diyarbakır kadim bir şehir, kaç halk geçti bu topraklardan, kaç halk izledi kendi yansımasını Dicle Nehri'nde. Dicle Nehri, Fırat'ın yıllanmış dostu. Dünya'nın gözü, bu iki nehirden binlerce yıldır beslenmiş olan Mezopotamya topraklarında. Mezopotamya ki bu iki nehrin bereketiyle matematiği, astronomiyi, felsefeyi,  yeşertti topraklarında.



Dicle Nehri’nde Kelekle Karşıya Geçen Bir Aile 

                                                               
Dicle Nehri’nde Bir Akşamüstü 
  


Surlar, Keçiburcu

Daha tarihin başlamadığı, sonradan bilim insanlarının ayırdığı, jeolojik zamanların 3. döneminde patlayan Karacadağ, bu kadim kentin tarihini belirleyecektir. Tüm mimarileri; camilerinden köprülerine, kiliselerinden surlarına, çarşılarından hanlarına kadar, bu volkanik bazalt taş ile inşa edilecektir. Ve sonra insan nasıl benzemesin yaşadığı yere; o yerin taşına, o yerin nehrine…


Bismil ilçesine, ziyaretlerine gidiyorum ilk öğrencilerimin, onlar ki birçok yoklukta birçok güzel şeyi birlikte ürettiğimiz çocuklarım. Öğretmenliğimin ilk yıllarına dair en güzel anılarımın kahramanları. Evlerini bana açan, yıldızlı gecelerde evlerinin damında koyun koyuna yattığımız, anneleri annem, nineleri ninem olan çocuklarım.





Aynı Dili Konuşamasak Da Ninem O Benim

İnsan, bir süre sonra ziyarete gidince birlikte yaşadığı insanları, onlarda bıraktıklarını, onların yüreklerine ektiği tohumları daha iyi görüyor, bu nasıl da mutlu ediyor insanı...

03 /02/ 2008
Diyarbakır Garı, öğleye doğru.

Hiç beklemediğim arkadaşlarım, amcalar, teyzeler geçirmeye geldi beni, bir sürü de yolluk hazırlamışlar. Bu yolculukta yalnız değilim, Diyarbakır’da aynı okulda birlikte çalıştığımız öğretmen arkadaşımla yapacağım bu yolculuğu. Kendisinin tavırlarını, insan sevgisini hep Charlie Chaplin’e benzetmişimdir.

Tren yavaş yavaş ayrılıyor gardan ve ben de cebimden çıkardığım mendili sallıyorum garda kalanlara, değil mi ya Anadolu’da geride kalanlara mendil sallama, mendil atma geleneği var. Ama ben mendilimi cebime koyuyorum şimdilik, çünkü o daha birçok istasyonda, birçok kişiye sallanacak.

Arkadaşımla saatlerce koridordan dışarıyı seyrediyoruz, kar altında tüm doğa. Kondüktör Mehmet Abi biletlerimizi kontrol ederken sıcacık bir sohbete başlıyoruz, yarım kalan sohbetimizin devamı için bizi kondüktörlerin vagonuna çağırıyor. Kendimize boş bir kompartıman ayarlayıp eşyalarımızı taşıdıktan sonra, soluğu Mehmet Abi'nin yanında alıyoruz. Hepsi tren çalışanı, tren yolculuklarına dair öykülerini dinliyoruz. 

TRENLER; KURTALAN EKSPRESİ…

Birlikte çaylar içiliyor, istasyonlar bir bir geride kalıyor.



Geride Kalan İstasyonlar

                                                                                               

İnenler
                                                 



Yanımızdan Geçen Üstü açık Vagonlar
                                                                                      
Kompartımanımızdayız, koridorda türkü söyleyen bir ses, misafirliğe davet ediyoruz birlikte türkü söylemek için. Türkülerle nerelere gitmiyoruz ki;

Çarşambayı sel aldı
                            Erzurum çarşı pazar   
                                                           Ordu'nun dereleri
                                                                                      
                                                                             Bitlis'te beş minare
                                                                                                Şen olasın Ürgüp 
                                                                            Drama Köprüsü
                                                            Burası Muş’tur
                                    Adıyaman yolu duman
Kömürhan Köprüsü Harput’a bakar

Kömürhan Köprüsü sadece türkülerde kaldı. Çünkü artık baraj suları altında. Birazdan trenimiz, uzun bir süre,  barajın üstüne kurulan yeni yapım Fırat Köprüsünden geçecek, gün batmak üzere.

Türkülerle Anadolu'nun birçok kentine çıkılan yolculuk; yani yolculuk içinde yolculuk, kent içinde kent, insan içinde insan…

Dışarıda karda, birbirine karışmış birçok insan ve hayvan ayak izi. Kim bilir kimler nereye koşarken, nereye giderken bıraktı bu ayak izlerini? Tarih de böyle değil mi? Hep birbirine karışmış ayak izleri…

Gece oluyor, bilgisayarda Zülfü Livaneli’nin “Mutluluk” adlı kitabından beyaz perdeye aktarılmış “Mutluluk” adlı filmi izliyoruz. Demiştim ben; “trenler içine kocaman bir dünyayı sığdırır.” diye.

Gece bitiyor, sabah oluyor, gece ile güneş devr-i daime devam ediyor. Orta Anadolu’dayız. Kardan karaya geçerken sesi güzel uzman çavuş arkadaş coğrafyaya uygun olsun diye Neşet Ertaş'a başlıyor. Yolcular yine doluşuyor, türkü dinlemek için.

Dinleyicilerden bir tanesi Diyarbakır'ın Çınar İlçesinden Mehmet Abi. Diyarbakır'ı anlatıyor; Yahudiler de geçmiş bu kentten, Ermeniler de. Bu tarihsel akışı Ulu Cami'nin tarihinde de görmek mümkün. İlk önce havra olarak kullanılmış, sonra kilise, şimdi ise cami.



 Karacadağ’ın Bazalt Taşlarından, 4000 Yıllık Geçmişi Olan, Üç Semavi Dinin Beşiği      

Mehmet Abi, Yahudilerden bahsetmeye devam ediyor, halkın tabiri ile Cuhut (Yahudi) Ako diye çağrılan bir çerçi varmış, tüm köylere ticareti Cuhut Ako götürmüş. Bakkalların olmadığı, çerçilerin kasabalara renk kattığı, “Beyaz Gemi” adlı kitaptaki gibi çocukların heyecanla beklediği çerçiler…


Sonra bakkallar açıldı, sonra marketler, sonra da hipermarketler. Bizler, çocukluğumuzda, çerçilerin başında saatlerce durup bir naylon saat bile alamazken, şimdi hipermarketlerde birer tüketim çılgınına döndük.

Mehmet Abi, geçen yıl öğretmen olarak çalıştığım Çınar İlçesi’nin tarihinden bahsederken Çınar’da kasap olan Hıso Loto’ya lafı getiriyor. Kasap Hıso Loto! İnsan Kasabı! Şu an Göksu Barajı’nın olduğu yerde o kadar çok Ermeni kellesi kesmiş ki nehirden kırmızı sular akmış. Mehmet Abi bunları anlatırken uzman çavuş arkadaş karşı çıkıyor, kompartımanımız, sözlü tarih ile yazılı tarihin hesaplaşma alanına dönüşüyor.

Saat gecenin 02.00'si. Tren yorgun, tüm Anadolu coğrafyasını günlerdir dolaşmış olmanın sevinci içinde. Haydarpaşa'ya giriyor. Haydarpaşa ki; en yorgun trenlerin şefkatli anası. Dünya’daki tek evim. Burada başlamıştı değil mi her şey? İşte burada da bitti!


Mor; Trenle Gittiğim ve Döndüğüm Hat



---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1) Elazığ Türküsü
(2) Diyarbakır Türküsü

                                                                                                                                                                                                                                                         





















































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Zephry Ekspresi ile Kuzey Amerika'yı Keşif 3: San Francisco

25 Ocak 2020 San Francisco  Üç günün sonunda Emrywill tren istasyonunda iniyorum ve otobüs aktarması ile San Francisco'ya geçiyoruz.  Sa...