27/ 01/ 2008
Güney Ekspresi
Güney Ekspresi
Haydarpaşa, akşamüstü
Nam-ı
diğer Kurtalan Ekspresi.
40 yıl önce isimsiz bir müzik grubu Anadolu turnesine çıkar ve Anadolu'nun 55 kentini dolaşır. Barış Manço, Anadolu'nun birçok yerini gezdikleri için kendilerini Kurtalan Ekspresi’ne benzetir ve grubuna “Kurtalan Ekspresi” adını verir.
40 yıl önce isimsiz bir müzik grubu Anadolu turnesine çıkar ve Anadolu'nun 55 kentini dolaşır. Barış Manço, Anadolu'nun birçok yerini gezdikleri için kendilerini Kurtalan Ekspresi’ne benzetir ve grubuna “Kurtalan Ekspresi” adını verir.
Ve
yine Yılmaz Güney’in “Sürü” filminin uzun bir sahnesi Kurtalan Ekspresinde
çekilmiştir, kompartımanda bağlama çalıp türkü söyleyen yolcular vardır. Demek
ki bunca yıl içinde, Kurtalan Ekspresi ruhundan bir şey kaybetmemiş, adını her
ne kadar Güney Ekspresi olarak değiştirseler de. Kurtalan Ekspresi, hala
birlikte türkülerin söylendiği, yemeklerin birlikte paylaşıldığı, en önemlisi
de haritalarda dahi yeri olmayan köylerde durarak yolculuk hissi ile sonsuzluk
hissini birbirine yaklaştıran bir trendir.
Trenin
kalkmasına bir saat var, garın atmosferini daha uzun yaşamak için erken geldim.
Haydarpaşa'nın restoranında oturup bir çorba içiyorum, 38
saat yolculuk boyunca ağzıma sıcak yemek koyamayacağım. Gözüme pencere pervazında üst üste
duran kitaplar çarpıyor, bir kampanya sonucu bırakılmış kitaplar. İstanbul Büyükşehir
Belediyesi “seyyar kitap” kampanyası başlatmış, amacı kamuya açık yerlere
bırakılan kitapların okunduktan sonra tekrar kamuya açık yerlere bırakılması.
Çantama Diyarbakır'daki öğrencilerime götürmek üzere birkaç kitap alıyorum.
Trenin yolunu tutuyorum, aklımda Goethe'nin lafı:
Trenin yolunu tutuyorum, aklımda Goethe'nin lafı:
“İnsan
kendini yalnızca insanda tanır.”
Trenler…
Kişinin
hem başka insanları, hem de başka insanlarda kendini tanıması için en güzel
yerlerdir.
Kompartıman numaralarına bakıp yerimi arıyorum, işte 25 numara.
Kompartımanda Yıldız Teknik Üniversite’sinden iki öğrenci, ikisi de ayrı
köşelerde kendi kabuğunda. Tanışıyoruz, derken Eskişehir’de özel şirkette
çalışan bir arkadaş, derken Eskişehir’de uçak mühendisliği yapan bir arkadaş
daha geliyor, tanışma faslı uzuyor.
Filmin sesini duyan kompartımanın kapısına geliyor, dışarıya taşan
bir sinema kuyruğu oluşuyor. İki arkadaş satranca başlıyor film sonrası. İşte
Kurtalan Ekspresinin ruhudur bu; sohbet, birlikte yenen yemekler, birlikte
söylenen türküler, filmler…
Eskişehir Garındayız, inen arkadaşlardan biri; “bir daha trenlere karşı ön yargılı olmayacağım, hayatımın en güzel yolculuğunu yaşadım.” diyerek iniyor. Eskişehir’de inenler, binenler... Koridordan seyrediyorum biraz da dışarıyı. Yan tarafımda iki yaşlı amca İnönü Savaşından bahsediyor. Trenler tarih dersi gibidir, coğrafya dersi, edebiyat dersi… Aslında trenler kocaman bir okuldur; FELSEFE OKULU…
Şafak
sökerken Ankara’ya giriyoruz, Ankara kar içinde karşılıyor bizi, bu şehirde
geçen yedi yılım, yaşananlar, bu şafak vakti dökülüyor hafızama. Eskişehir’den
beri mühendislik öğrencisi bir arkadaşla yolculuk ediyoruz. Karikatür
çiziyormuş. Gün içinde hava ısınıp da trenin üstündeki karlar erimeye
başlayınca, trenin tavanındaki monte
yerlerinden sular damlamaya başlıyor, trenin içine yağmur yağıyor sanki pet
bardaklar, naylon poşetlerle kompartımanın gölete dönmesini engelliyoruz.
Tıpkı
çocukluğumdaki gibi; Kaynarca'daki kerpiç evimizde, kışları kar dolan
tavanımız, içeride yanan sobanın etkisiyle karları eritir ve tavan akmaya
başlardı, kardeşim, annem, ben evde ne kadar çanak çömlek varsa hepsini
damlayan yerlere dizerdik ve oturup başına o “şıp şıp şıp” seslerini dinlerdik.
“gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk hiç bir yere
gitmiyor.” diyor Edip Cansever. İyi ki de gitmiyor, en güzel sığınağımız;
30’umuzda da, 50’mizde de, 80’imizde de.
Bu
olay Anadolu coğrafyası için çok bildik olmalı ki 90’lı yılların bir karikatür
dergisinin ünlü kahramanı “Gönül Adam”ı,
tavanı damlayan odasının her yerine tencereler koymuş ve sandalyesine oturup
gitarıyla damlaların ritmini yakalamaya çalışıyordu.
Yerköy’de
Semiha Teyze ile Mehmet Amca biniyor. Güler yüzlü insanlar, Diyarbakır’da
öğretmen olan çocuğunun yanına gidiyorlar. Semiha Teyze yıllardır arkadaşlık
ettiği hayvanlardan bahsediyor; inekleri, kazları, köpekleri anlatıyor;
“özellikle köpekler, o hareketleri ile
beni deli ediyor.” diyor. Artık karar vermiş hiçbir hayvana bakmayacakmış çünkü
ölünce çok üzülüyormuş.
Uçsuz
bucaksız karlı ovalardan geçiyoruz, beyaz içinde derinlik algımızı
kaybediyoruz. Derinlik algısı da özdeşlik ilkesi kadar önemli insan yaşamında.
Uyuyarak, kitap okuyarak, sohbet ederek, en güzeli de herkes eskilerin tabiri ile çıkınını açıyor ve herkesin ne yemeği varsa ortaya serip ortaklaşa yemek yiyerek geçiyor yolculuk.
Geceyi Sivas'ta karşılıyoruz. Öğrenci arkadaşımız iniyor, Mevlit Amca ile eşi Remziye Teyze biniyor. İki aile ve ben kaldığımız yerden devam ediyoruz. İstanbul'dan beri daim yolcu benim, ben sanki ev sahibi; binenler, inenler... Tam on konuğum oldu yolculuk boyunca ağırladığım. Edip Cansever;
Uyuyarak, kitap okuyarak, sohbet ederek, en güzeli de herkes eskilerin tabiri ile çıkınını açıyor ve herkesin ne yemeği varsa ortaya serip ortaklaşa yemek yiyerek geçiyor yolculuk.
Geceyi Sivas'ta karşılıyoruz. Öğrenci arkadaşımız iniyor, Mevlit Amca ile eşi Remziye Teyze biniyor. İki aile ve ben kaldığımız yerden devam ediyoruz. İstanbul'dan beri daim yolcu benim, ben sanki ev sahibi; binenler, inenler... Tam on konuğum oldu yolculuk boyunca ağırladığım. Edip Cansever;
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konya'nın beyaz
Antep'in kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşe başlarına
Öylesine benzer ki...
İşte
konuklarımın da elleri, yüzleri, yürekleri hep yaşadıkları coğrafyaya göre
şekillenmiş. Otobüs
yolculuklarında herkes aynı şehrin yolcusu, ineni bineni fazla yok. İnsanlar
yabancılaşmış ruhları ile bir ‘iyi yolculuklar’ dilemekten bile acizler, bırak
birbiri ile yemeğini paylaşmayı.
Yeni gelen aile ile tanışma faslı başlıyor, kısa otobiyografik sunumlar.
Konu memleket meselelerine geliyor. Olan biteni Anadolu insanından
dinlemek, onların yorumunu almak aslında Türkiye'nin neliğine dair
güzel ipuçları veriyor.
Sivas’tan
sonra camlardan giren soğuk katlanılmaz oluyor, peçetelerle camların arasına
yalıtım yapıyoruz, artık içeride rüzgâr esmiyor. Ama başka bir problemle karşı
karşıyayız, trenin elektrikleri kısa devre yaptı, içerisi gittikçe soğuyor,
dışarıdaki -30 derece içeriye sızacak bu gidişle. Bu dağda bayırda donup
kalacağız galiba. İşte Anadolu'nun doğusunun zor koşulları kendini her şeyi ile
hissettiriyor, İstanbul’dan çıkarkenki sanat aldatmacası, doğuya doğru doğa ile
mücadeleye dönüşüyor. Sanat,
doğadan kopan şehirli insanın uydurduğu koca bir yalandır. Buz tutmuş trenle kendimizi Malatya Garı’na zor atıyoruz…Ve Edip Cansever yine;
Biz eskiden seninle
İstasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
diye yazdığı mısralarındaki Malatya. Malatya garı da Malatya
kokuyordu biz buz gibi trenden indiğimizde.
Başka bir trene aktarma yapıyoruz garda. Tüm her şey
indirildi; çuvallar, koliler, valizler, çoluk çocuk, anne, baba, nine, dede…
Auswich kampına giden Yahudilerin yaşadıkları sıkıntıları
bir anlık da olsa hissediyorum.
Sıcacık trendeyiz, saat gecenin bilmem kaçı.
Karakaya Barajının üzerinden, sadece demiryolunun uzandığı
Fırat Köprüsünden geçiyoruz uzun bir süre, bir zamanlar o meşhur Kömürhan
Köprüsü’nün bu coğrafyaya hâkim olduğu yerden. Artık Kömürhan Köprüsü de baraj
sularının altına gömüldü ve sadece artık İzzet Altınmeşe’nin türküsünden
Harput’a bakıp bize tarihi çağrıştıracak. Remziye Teyze kollarını pencereye dayamış pencereden
dışarıyı izleyerek;
Kömürhan Köprüsü Harput'a bakar
Ölem ölem derdo ölem Harput'a bakar
Körolası zalim Fırat ocaklar yıkar
Ölem ölem ocaklar yıkar nasıl gülem (1)
Fırat Türküsü’nü söylerken ben uyuyakalmışım. Aslında Hazar
Gölü’nün kıyısından geçerken kar manzaralı gölü izlemek istiyordum. Gözlerimi
açtığımda Maden’deydik. Remziye Teyzenin kolları hala pencereye dayalı;
Maden Dağı dumandı De Loy Loy De Loy Loy
Yolu dolam dolamdı De Loy Loy De Loy Loy
Yarim gitti gelmedi De Loy Loy De Loy Loy
Yaş gözüme dolandı De Loy Loy De Loy Loy (2)
türküsünü söylüyordu. Sanki dün geceden beri hiç susmamıştı
ve geçtiğimiz yerlerin türküsünü pencereden o yerlere hatırlatıyordu.
Geçtiğimiz her kente, her dağa, her ovaya, her köprüye oranın türküsünü
söylüyordu. Maden bembeyaz kar altında. Maden tepelere kurulmuş, dağınık taş
evleri ile çok güzel görünüyor. Ayrıca birbiri ardına gelen tünelleri ile de
güzeldir.
VE DİYARBAKIR…
Dört yıllık yaşantım. “Ya Diyarbakır'ın kokusunu duyamazsam?”
korkusu ile giriyorum acılarla yoğrulmuş bu Mezopotamya kentine. Bir alt
geçitten geçip ışıkların karşısından dolmuşa bineceğim. Derken, evet, bu
kısacık sürede Diyarbakır'ın kokusu ansızın sarmalıyor beni. Mutlu oluyorum.
Tüm kentlerin de insanlar gibi bir kokusu vardır.
Arkadaşlarla muhabbet geceler boyunca sürüyor; olan, biten,
değişen yaşamlarımızdan bahsediyoruz. Sur içindeki daracık sokaklarda
dolaşıyorum. Eski Diyarbakır'ın, sur içinin sokakları buralar.
Ara Sokaklarda Tütün İşçisi |
Sur İçinde Farklı Dinlerin Birlikteliği |
Sur İçinde, Çarşıda Bakraçla Yoğurt Satmaya Giden Kadın |
Diyarbakır kadim bir şehir, kaç halk geçti bu topraklardan, kaç halk izledi kendi yansımasını Dicle Nehri'nde. Dicle Nehri, Fırat'ın yıllanmış dostu. Dünya'nın gözü, bu iki nehirden binlerce yıldır beslenmiş olan Mezopotamya topraklarında. Mezopotamya ki bu iki nehrin bereketiyle matematiği, astronomiyi, felsefeyi, yeşertti topraklarında.
Dicle Nehri’nde Bir Akşamüstü |
Surlar, Keçiburcu |
Daha tarihin başlamadığı, sonradan bilim insanlarının ayırdığı, jeolojik zamanların 3. döneminde patlayan Karacadağ, bu kadim kentin tarihini belirleyecektir. Tüm mimarileri; camilerinden köprülerine, kiliselerinden surlarına, çarşılarından hanlarına kadar, bu volkanik bazalt taş ile inşa edilecektir. Ve sonra insan nasıl benzemesin yaşadığı yere; o yerin taşına, o yerin nehrine…
Bismil ilçesine, ziyaretlerine gidiyorum ilk öğrencilerimin, onlar ki birçok yoklukta birçok güzel şeyi birlikte ürettiğimiz çocuklarım. Öğretmenliğimin ilk yıllarına dair en güzel anılarımın kahramanları. Evlerini bana açan, yıldızlı gecelerde evlerinin damında koyun koyuna yattığımız, anneleri annem, nineleri ninem olan çocuklarım.
İnsan, bir süre sonra ziyarete gidince
birlikte yaşadığı insanları, onlarda bıraktıklarını, onların yüreklerine ektiği
tohumları daha iyi görüyor, bu nasıl da mutlu ediyor insanı...
03 /02/ 2008
Diyarbakır Garı, öğleye doğru.
03 /02/ 2008
Diyarbakır Garı, öğleye doğru.
Hiç
beklemediğim arkadaşlarım, amcalar, teyzeler geçirmeye geldi beni, bir sürü de
yolluk hazırlamışlar. Bu
yolculukta yalnız değilim, Diyarbakır’da aynı okulda birlikte çalıştığımız
öğretmen arkadaşımla yapacağım bu yolculuğu. Kendisinin tavırlarını, insan
sevgisini hep Charlie Chaplin’e benzetmişimdir.
Tren
yavaş yavaş ayrılıyor gardan ve ben de cebimden çıkardığım mendili sallıyorum
garda kalanlara, değil mi ya Anadolu’da geride kalanlara mendil sallama, mendil
atma geleneği var. Ama ben mendilimi cebime koyuyorum şimdilik, çünkü o daha
birçok istasyonda, birçok kişiye sallanacak.
Arkadaşımla
saatlerce koridordan dışarıyı seyrediyoruz, kar altında tüm doğa. Kondüktör
Mehmet Abi biletlerimizi kontrol ederken sıcacık bir sohbete
başlıyoruz, yarım kalan sohbetimizin
devamı için bizi kondüktörlerin vagonuna çağırıyor. Kendimize boş bir
kompartıman ayarlayıp eşyalarımızı taşıdıktan sonra, soluğu Mehmet Abi'nin
yanında alıyoruz. Hepsi tren çalışanı, tren yolculuklarına dair öykülerini
dinliyoruz.
TRENLER; KURTALAN EKSPRESİ…
TRENLER; KURTALAN EKSPRESİ…
Birlikte
çaylar içiliyor, istasyonlar bir bir geride kalıyor.
Geride Kalan İstasyonlar |
İnenler |
Yanımızdan Geçen Üstü açık Vagonlar |
Kompartımanımızdayız,
koridorda türkü söyleyen bir ses, misafirliğe davet ediyoruz birlikte türkü
söylemek için. Türkülerle nerelere gitmiyoruz ki;
Çarşambayı sel aldı
Erzurum çarşı pazar
Ordu'nun dereleri
Ordu'nun dereleri
Bitlis'te beş minare
Şen
olasın Ürgüp
Drama Köprüsü
Drama Köprüsü
Burası Muş’tur
Adıyaman yolu duman
Kömürhan Köprüsü Harput’a bakar
Kömürhan
Köprüsü sadece türkülerde kaldı. Çünkü artık baraj suları altında. Birazdan trenimiz, uzun bir süre, barajın üstüne kurulan yeni yapım Fırat Köprüsünden geçecek, gün batmak üzere.
Türkülerle
Anadolu'nun birçok kentine çıkılan yolculuk; yani yolculuk içinde yolculuk, kent
içinde kent, insan içinde insan…
Dışarıda karda, birbirine karışmış
birçok insan ve hayvan ayak izi. Kim bilir kimler nereye koşarken, nereye
giderken bıraktı bu ayak izlerini? Tarih de böyle değil mi? Hep birbirine
karışmış ayak izleri…
Gece
oluyor, bilgisayarda Zülfü Livaneli’nin “Mutluluk” adlı kitabından beyaz
perdeye aktarılmış “Mutluluk” adlı filmi izliyoruz. Demiştim ben; “trenler
içine kocaman bir dünyayı sığdırır.” diye.
Gece
bitiyor, sabah oluyor, gece ile güneş devr-i daime devam ediyor. Orta
Anadolu’dayız. Kardan karaya geçerken sesi güzel uzman çavuş arkadaş coğrafyaya
uygun olsun diye Neşet Ertaş'a başlıyor. Yolcular yine doluşuyor, türkü
dinlemek için.
Dinleyicilerden
bir tanesi Diyarbakır'ın Çınar İlçesinden Mehmet Abi. Diyarbakır'ı anlatıyor;
Yahudiler de geçmiş bu kentten, Ermeniler de. Bu tarihsel akışı Ulu Cami'nin
tarihinde de görmek mümkün. İlk önce havra olarak kullanılmış, sonra kilise,
şimdi ise cami.
Mehmet Abi, Yahudilerden bahsetmeye devam ediyor, halkın tabiri ile Cuhut (Yahudi) Ako diye çağrılan bir çerçi varmış, tüm köylere ticareti Cuhut Ako götürmüş. Bakkalların olmadığı, çerçilerin kasabalara renk kattığı, “Beyaz Gemi” adlı kitaptaki gibi çocukların heyecanla beklediği çerçiler…
Sonra
bakkallar açıldı, sonra marketler, sonra da hipermarketler. Bizler,
çocukluğumuzda, çerçilerin başında saatlerce durup bir naylon saat bile
alamazken, şimdi hipermarketlerde birer tüketim çılgınına döndük.
Mehmet
Abi, geçen yıl öğretmen olarak çalıştığım Çınar İlçesi’nin tarihinden
bahsederken Çınar’da kasap olan Hıso Loto’ya lafı getiriyor. Kasap Hıso Loto! İnsan
Kasabı! Şu an Göksu Barajı’nın olduğu yerde o kadar çok Ermeni kellesi kesmiş
ki nehirden kırmızı sular akmış. Mehmet Abi bunları anlatırken uzman çavuş
arkadaş karşı çıkıyor, kompartımanımız, sözlü tarih ile yazılı tarihin
hesaplaşma alanına dönüşüyor.
Saat gecenin 02.00'si. Tren yorgun, tüm Anadolu coğrafyasını günlerdir dolaşmış olmanın sevinci içinde. Haydarpaşa'ya giriyor. Haydarpaşa ki; en yorgun trenlerin şefkatli anası. Dünya’daki tek evim. Burada başlamıştı değil mi her şey? İşte burada da bitti!
Saat gecenin 02.00'si. Tren yorgun, tüm Anadolu coğrafyasını günlerdir dolaşmış olmanın sevinci içinde. Haydarpaşa'ya giriyor. Haydarpaşa ki; en yorgun trenlerin şefkatli anası. Dünya’daki tek evim. Burada başlamıştı değil mi her şey? İşte burada da bitti!
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1) Elazığ Türküsü
(2) Diyarbakır Türküsü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder