10 Nisan 2018 Salı

1938'de Köstence'den bir gemi kalkar... Romanya...

11 Mart 2014


Rusçuk tren istasyonundan Bükreş için trene biniyoruz, Tuna Nehri'nin üzerinden bir demiryolu köprüsü ile karşı kıyıya yani Romanya'ya geçiyoruz. Tuna'nın iki kıyısı da yeşillik, kavaklar nehir kıyısında sıra sıra dizili. 

Tuna Nehri

Sofya'dan gelip Rusçuk'tan bizi alan trenimiz ile  Bükreş'e 

Tuna Nehri, iki kıyısı da ormanlarla kaplı

Romanya'da da aynı ev tipi, küçük pencereli, küçük kapılı çitlerle çevrili toprak evler... Sonsuzluğa uzanan ovalar, kapkara bereketli topraklar, ayçiçek, mısır ve pancar tarlaları... Mısır sapları kubbeler şeklinde bahçelere koyulmuş, sanırsın ki Kızılderili çadırları. Kuşburnu çalıları var etrafta, inekler ve keçiler otluyor evlerin önünde, çitlerin önünde ahşap oturaklarda oturan kadınlar... ve kuyular yine bahçelerde... bir tarlada keklik sürüsü... ağır ağır hareket eden... kabak, lahana, üzüm tarla ve bahçelerde... güneş panel tarlaları kilometrelerce... 
Toprakların bereketi renginden de belli

Kilometrelerce güneş paneli tarlaları

Yaşadığım şehir Sinop'ta nükleer, termik, hidroelektrik santrallerine karşı hep rüzgar ve güneş enerjisini savunmuştuk ama bu kadar büyük güneş paneli tarlalarını görünce "acaba" dedim, "acaba güneş enerjisi bu haliyle masum mu?" 

Bükreş
Bükreş'e giriyor tren, devasa binalar... Tren istasyonundan çıkınca şehrin kırık dökük bir yanına doğru gitmek istiyoruz, çok hoş eski binalar var, mimari açıdan değerli gibi görünüyor. Kimisi sağlam kimisinin dış sıvaları dökülmüş. Bükreş geniş binalarıyla, geniş caddeleriyle ve sanatsal duruşuyla çok hoş bir kent. Sokaklarda birçok heykel var. 
Böylesine sanatsal bir binada böylesine çamaşırlarla süren günlük yaşamın sıradanlığı...

Sokaklardan, meydanlardan heykeller

Bir karnaval ruhu heykellerde

Couchsurfing'ten hostumuz Leeloo'ya geldik, mantar yemeği yapmışlar, kalabalık bir arkadaş grubuyla akşam yemeğimizi yedik. Romanya'nın sanatsal, kültürel birikimin sokaklardaki yansımalarının bizi çok şaşırttığından bahsederken gruptan biri Romanya'da heykeltraşların heykellerini, ressamların resimlerini, çingene müzisyenlerin müziklerini tanıttı bize.  Harika sanatsal bir geceydi, Romanya'nın çok nitelikli sanatçılarının olduğunu sokaklardaki yansımalardan ayrı, bu geceki paylaşımlarla
 da anlamış olduk. Tamango, Cibrian Porumbescu, Sergiu Celibdache ise çingene müzisyenler...
Sabin Balasa'nın bir resmi


Constantin Brancuşi'nin "Uyku" adlı heykel çalışması 

Arkeoloji Müzesi'ni geziyoruz ve ben ilk olarak Roma İmparatorluğu'nun bu coğrafyadaki hükümranlığı öğreniyorum, müzedeki eserlerin çoğu Roma dönemine ait. Arkeoloji müzesinin önünde Antik Roma'nın kuruluş efsanesindeki iki kardeş Romüs ve Romülüs'ün kurttan süt içen heykelleri var. Arkeoloji müzesi büyülüyor, Roma dönemine dair oldukça yoğun bir sunum...
Roma'nın Kuruluş efsanesinden

Mermer bir lahit, "ölen kim?" diye sordurtan cinsten 

Sütunlarda öyküsel figürler

Eski kenti dolaştık, 16. yüzyılda kırmızı tuğladan yapılmış Sfantul Anton Kilisesi çok hoştu, 18. yüzyılda yapılmış bir hana girdik. Eski kentin ruhu bambaşkaydı, burada her şey restore edilmiş ve tekrar tarihsel-kültürel sunuma açılmış. Kent, farklı yüzyılların mimari yapı malzemesinden farklı toplumsal ilişkilerin örgütlenmesine kadar farklı bölgelerin geçişkenliklerinden oluşuyor.
18.yy 'da bir Ermeni mimarın elinden çıkan han

Manuc'un Hanı

Sfantul Anton KiliseSİ

Stavropeleos Kilisesi'nin bahçesi

1900'lü yıllarda kurulan CEC Bankası, yine süslemeleriyle büyüleyici... Bu bölgede, postmodern camekanlı devasa gökdelenler de yükseliyor. İki farklı mimarinin yüz yıllık zamansal farkı ve farklı ekonomik-toplumsal ilişkileriyle Bükreş'in karmaşık bir dokusunu gösteriyor.
CEC Bankası

1900'lere ait modernist taş bir mimarinin 2000'lere ait postmodern camekan bir mimariye yansıması
Tuna Nehri'nin bir kolu olan Dambovita'nın kıyısına kurulan modern kentin kıyısında yürüyüş yaparken balıkçıları izliyoruz. Geceyi barlar sokağında bira içerek, bir sosyal ilişkiler ağının kıyısında geçiriyoruz. Bira içerken tütünümüzün bittiğini düşünüp üzülürken cebimizden çıkan anneannemin köyü Paisievo'dan bir yaprak tütün hayat kurtarıyor, o ne lezzet... bir tütünde ilk defa böylesine bir aroma tadıyorum.
Ağacın altında balık tutanlar

Sabah trenle Köstence'ye yola çıkıyoruz, trende uykuya yenik düşmek canımı bir hayli sıkıyor, etrafı izleyerek trenin başka bir coğrafyadaki akışını izlemek varken uyuklayan ve kapanan bir bilinçle parça parça etrafı algılamak... Bu parça parça algılayışta Tuna'nın birçok kolunu gördük ve bu kolların üstünde devasa ticaret gemilerine, işleyen vapurlara tanıklık ettik. 
Tuna Nehri'nin kolları üzerinde ticaret gemileri

Romanya'ya dair o kadar yanlış ve eksik bilgim varmış ki... Roma İmparatorluğu ile  Romanya arasındaki tarihsel akışı bilmiyormuşum. Romanyalıların çoğunu kafamda çingene olarak tanımlamışım. Romanya'da Çingene nüfusu Türkiye'deki gibi. Çingene kültürü ile Romanyalıların kültürü çok farklı. Romanyalılar tarih, sanat, ekonomi konusunda oldukça mülkiyetçi oysa Çingenelerin mülkiyet, biriktirme, yerleşiklik konusunda ne kadar anarşist olduğunu herkes bilir.  Çingeneleri bu anarşist yönleriyle sevdiğim gibi Romanyalıları da çok sevdim; güler yüzlü, sanatçı ruhlu, çoğu İngilizce bilen, yardımsever insanlar...

 Köstence/ Constanta
Köstence tren istasyonu


Köstence'nin 2600 yıllık bir geçmişi olduğunu öğreniyoruz, Burada da Ramüs ve Ramülüs'ün kurttan süt içen heykeli karşımıza çıkıyor. Havadar ferah bir kent, meydanları büyük ve meydanlarında çınar ağaçları... eski tarihi binalar... eski camiler Osmanlı döneminden kalma... Çingeneler sokaklarda renkli bornozları giymiş öylece  geziyor sokaklarda. 
Köstence sokaklarından, bu binaların sıvası dökülmüş hali beni büyülüyor

Mimarideki estetik

Böylesine tarihi binalarla dolu bir kent, Köstence


100 yaşındaki Kral Camii

Etnografya Müzesi'ni geziyoruz,  kaneviçe, seramik işlerinde Hristiyanlık motifleri... el işi dokumalar... fotoğraflarla eski mimari örnekleri... Mimarinin sunumunun yapıldığı fotoğraflarda yine benim çocukluğumun geçtiği mekanlar... Kaynarca'ya buralardan gelen muhacirlerin getirdiği ve kendi elleriyle yaptıkları kerpiç mimari örnekleri...
Arkeoloji müzesi

Seramik ve el dokuması işleri

Şu kanaviçe işli bluzun güzelliğine...

Doğduğum köyün mimarisi sanki

Birkaç kilise geziyoruz, meydanların genişliği ve meydandaki çınar ağaçlarının yarattığı izlenim, ruhuma çok iyi geliyor. Köstence limanında gazino olarak kullanılmış eski bir bina. 
Dinsel barış atmosferi hakim Köstence'ye

Gazino

Mimari yine muhteşem

Köstence ve Silistre yıllarca hayalini kurduğum kardeş kentlerden, anneannemin diline yakışan en güzel isimler. Anneannemler, Köstence limanında günlerce beklemişler, büyük bir gemiye önce hayvanları yerleştirmişler, sonra insanları, eşyaları... ve gemi yavaş yavaş limandan ayrılırken uzun uzun, acı acı düdüğünü öttürmüş... Köstence limanından ayrılan bu geminin düdüğü yıllarca kulaklarımda çınladı. Doğduğun topraklara vedanın, memleketinden bundan sonra ayrı düşecek olma hüznünün, onlarca yıl sürecek olan özlemin düdüğü bu... ve hangi yaşama yelken açtığını bilememenin getirdiği belirsizlik ve kaygı... ve bu kaygı üç kuşaktır genetik bir hastalık olarak kuşaktan kuşağa aktarılır.

Kendimi iyi hissetmiyorum, hastayım, üzerimde kat kat kıyafet olmasına rağmen üşüyorum, bir banka oturuyoruz. Belki de biyolojik değil de böyle bir travma ile yüzleşmenin psikolojik belirtileri bunlar. 75 yıl önce bu limandan bir kız çocuğu olarak anneannemin de içinde bulunduğu, yoksulluğa, açlığa, acılara yol alan geminin limandan ayrılışını hayal ediyorum... acı acı bir düdük sesi kaplayor etrafı ve ben geminin ardından gözyaşları içinde 75 yıl önce kalkan gemiye, geminin içinde koynunda küçük bir kediyle yol alan çocuk anneanneme el sallıyorum. 
Mor trenle; turuncu otobüsle gittiğimiz; yeşil gezdiğimiz yerlerdir











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Zephry Ekspresi ile Kuzey Amerika'yı Keşif 3: San Francisco

25 Ocak 2020 San Francisco  Üç günün sonunda Emrywill tren istasyonunda iniyorum ve otobüs aktarması ile San Francisco'ya geçiyoruz.  Sa...