12 Nisan 2018 Perşembe

mübadele torunlarının tesadüfen buluşması... Selanik... Atina...

24 Temmuz 2015

Trakya'da uzun bir gün, bir türlü işimizi halledip sınıra yönelemiyoruz.  Aksilikler içinde daralan ruh halimizi sapsarı ayçiçeği tarlaları güzelleştiriyor ve bir de çingeneler... Lüleburgaz'da dolmuşa binen bir şopar kızan (çingene çocuğu) şoföre rol kesiyor, abartılı hareketlerle şortundaki cepleri arıyor ve cepsiz şort giydiğine inanamıyor, tabi cebi olmayınca para da bulamıyor. Para vermeden dolmuşa binmesi normalmiş gibi bir de şoförün arkasına oturup muhabbet ediyor ineceği yere kadar. Ah! Bu çingeneler, dünyanın tek anarşist halkı, hiç bir otorite umurlarında değil. Keşan'a kadar dolmuştan izliyoruz ayçiçeği tarlalarını ve batmak üzere olan güneşi... 

İpsala sınır kapısına giden yönde otostop çekiyoruz. Bizi alan arkadaş kısa bir süre sonra başka bir otostopçuyu daha alıyor. Fransızmış, Etiyopya'dan uçakla İstanbul'a gelmiş ve Afrika kıtasından sonra iki ay da Balkanlar'da gezecekmiş. Bizi arabasına alan kişi İpsala'da bizi indirip başka yöne gidiyor, yol kenarında sivrisinek ordusunun içine düşüyoruz.  Üçümüz de dans eder pozisyondayız. Meğerse devasa bir çeltik arazisinin içine düşmüşüz. Bölge, Türkiye pirincinin 3/2'sini karşılıyormuş. Dans ederek sineklerle mücadele ettiğimizi gören bir abi bizi sınıra bırakmak istiyor, çok seviniyoruz. Ama esas facia sınır kapısında bizi bekliyor, Fransız arkadaşımız Baltazar dayanamıyor ve üstüne çantasında vücudunu kapatacak ne kadar kıyafet varsa giyiyor. Yunanistan tarafına yürüyerek gidemezmişiz, Yunan askerleri tampon bölgesinde bizi vurabilirmiş, Baltazar o arada sivrisineklere dayanamayıp gümrükteki ofise geçiyor,  bizi de tampon bölgeden geçmek için otostop çekiyoruz, genç bir mimar alıyor, muhabbet muhabbeti açınca bizi Gümülcine'ye (Komotini) bırakıyorlar. Onlar da Tasos adasına devam ediyor. 

Gümülcine
Meydanda devasa çınarların altındayız. Çingene çocukları etrafımızda ya dileniyor ya da bir şeyler satarak para kazanıyor. Arkamızdaki meyhanede rakı masasına iki çingene klarnet ve darbuka çalarak aldırma gönül ile eşlik ediyor. Biz de nereye gideceğimizi bilmeden bir bara oturuyoruz. Etraf çok tanıdık, Türkçe konuşanlar, Türkçe şarkı söyleyenler hatta bir ara bir köpeğe "çü be" diyeni bile duyuyorum. Trakya'da kullanılan ama Anadolu'da pek bilinmeyen bir köpek kovma ünlemi. Üniversiteye gittiğimizde arkadaşlarımız tarafından dalga konusu olmuştuk. Gün başka bir güne dönerken biz hala nerede kalacağımızı bilmiyoruz. Gümülcine'nin kuzeyindeki dağlara yöneliyoruz kamp kurmak için, şehirde yürürken kocaman bahçeli, panjurları kapalı bir ev görmüştük, muhtemelen sahipleri uzun süreli yoktur diye düşünüp bahçesine girip çadırımızı kuruyoruz. Kocaman çam ağaçlarının altındaydı küçücük çadırımız. Sabah güneş doğarken gugucuk (biz Trakya'da gugute diyoruz) kuşlarının ötüşü ile uyanıyoruz. 
İlk sabahımız

Konu komşuya görünmeden güne başlamak istiyoruz. Akşam bir cami görmüştük, oraya gidip sabah temizliğimizi yapıyoruz. Caminin avlusunda lavaboyu bulamayınca Türkçe konuşan iki kişiye soruyoruz, verdikleri cevap; "a be tii orda." Çocukluğum Trakya'da geçmesine ve konuşmalar bana çok aşina olmasına rağmen yine de  komik geliyor. Biz temizlik yaparken iki kişi geldi, çıkarken de Yalçın'a "var orda sabun, git yıkan be" diye öneride bulundular. Aslında yolculuğumuzun başındaydık, halimiz çok mu perişandı, anlayamadık. Yine bir abi ile günaydınlaşıyoruz, Mustafa Abi. Caminin arkasındaki eski çarşıda dükkanı varmış, sabah kahvesine davet ediyor bizi. 

Sabah Türk bir esnafla Gümülcine kahvesi
Dükkanda bir yandan muhabbet ediyor bir yandan da dükkanın önünü güne hazırlıyoruz.  Azınlık olarak Türkler'in 3 milletvekili ile Çipras' a verdiği destekten bahsediyor. Sevindirici bir haber. Dükkanda güğümler dikkatimi çekiyor.
Çocukluğumun güğümleri

Çocukluğumuzda annemin sağdığı sütü kardeşimle iki yanından tutarak mandıraya götürürdük. Dirgenler, çapalar, sobalar, fenerler... Her şey ama her şey çocukluğuma aitti ve bir sürü anıyı canlandırıyordu bende... 
Eski çarşı

Eski çarşı kültürel varlık olarak koruma altındaymış. Keyifli bir sabah,  ordan kalkıp kahvaltı için alışveriş yapıp bir parka gidiyoruz. Kamp için mutfak malzemelerimiz yanımızda. Parkta kahvaltımızı hazırlıyoruz. Yumurta dahi kızartıyoruz. 
Yalçın kahvaltı hazırlıyor
Selanik'e gitmek için tren istasyonuna gittiğimizde trenin kalkmasına dört saat var. Otostop çekelim diyoruz, iki saat otobanda sıcağın altında bekleyince Avrupa'da otostopun çok da mümkün olmadığını anlıyoruz. Tekrar tren istasyonuna dönüp treni beklemeye devam ediyoruz. Kavala tarafı tütün tarlaları ile dolu, hatta Kavala'da tütün müzesi bile varmış. Yolculuk sessiz, sakin, keyifli geçiyor. 

Selanik
Gece, Coucsurfing'den davetimizi kabul eden Dimitris' teyiz. Motorsikletli bir Alman gezgin daha var, Armin. Yunanistan sırt çantalı Couchsurfing kullanan gezginlerle dolu. Kalacak yer bulmak çok zor. Tanışma muhabbetimizin içinde Dimitris ile hüzün dolu ortak bir öykümüz ortaya çıkıyor. Onun babaannesi benim doğduğum yer olan Kırklareli'den Selanik'e göç etmiş, benim dedem Dimitris'in doğduğu Selanik'ten Kırklareli'ne göç etmiş. Yani mübadele etmiş iki ailenin torunlarının buluşmasıydı gece, çok hüzünlendim. Sabah Armin'in kahvaltısıyla güne başlıyoruz.
Kahvaltı sonrası, balkonlar bitkilerle dolu
Gezmek için Armin de  bize katılmak istiyor. Birlikte Beyaz Kaleyi,  Aya Sofya'yı geziyoruz. Ve tarihi turistik yerleri gezen otobüs ile şehri dolaşıyoruz. 
Beyaz Kale
Küçük Aya Sofya

Türk hamamı

Armin yorulup evin yolunu tutuyor, biz Yalçın ile iflah olmaz iki gezgin. Bir Osmanlı hamamını geziyoruz ve barların olduğu sokakta akşam üstünü bira içerek karşılıyoruz. Sonra da deniz kenarından Dimitris'in evin yolunu tutuyoruz. Deniz kenarı akşamüstü turu atanlar ile tıklım tıklım dolu. Mısır, pamuk şekeri, kuru yemiş satanlar... Türkiye'den bir deniz şehri manzarası gibi... Dimitris evde yok, Armin ile vedalaşıp ayrılıyoruz. Okuyarak, yazarak gidebileceğimiz keyifli bir tren yolculuğu düşlerken biletimizin kompartımana kesilmiş olduğunu fark ediyoruz. Kompartımanda bir Yunanlı,  bir Pakistanlı bir de biz varız. Selanik treninde Türk bir abla, Yunanistan'da ekonomik krizden dolayı göçmenlerin çok fazla hırsızlık olayına karıştığı ve dikkatli olmamız gerektiği konusunda bizi uyarmıştı, tüm keyfimiz kaçıyor ve gece boyu çantalarımızı koruyacağız diye diken üstünde uyuyoruz. 

Atina
Sabah erkenden Atina istasyonundayız. Davetimizi son anda kabul eden Suzanne'in evini bulmak için adres peşine düşüyoruz. Suzanne işe gitmeden sırt çantalarımızı evine bırakmamız lazım. Suzanne 45 yaşlarında, Finlandiyalı, işe bisikletle giden bir kadın. Güzel Sanatlar Fakültesi'ni bitirmiş. Çöplerden atık nesneleri toplayıp onlara sanatsal anlamlar katıp evine dekorasyon yapıyor. Kargalakları toplayıp onlardan ilginç tasarımlar yapmış. Kısa bir tanışmadan sonra biz şehri tanımaya o da bisikletiyle işe gidiyor. Yunanistan'da genellikle scooter tarzı motosikletle işe gidiyor insanlar hem kadınlar hem erkeklerde çok yaygın ama bisiklet o kadar yaygın değil. Akropolis'i gezmeye gidiyoruz. Dionysos adına antik tiyatro, Zeus adına devasa tapınak. Tabi ki çağrışımlarıyla insanın ruhunu besliyor. Ama Antik Yunan'a dair eserlerin çoğu Anadolu'nun Ege kıyılarında sanırım, biz de onları iyi koruyamamışız. Tüm günümüz antik kenti gezerek geçiyor.
Dionysos Tiyatrosu

Zeus Tapınağı

Akropolis

38 derece sıcak bizi bir hayli yoruyor. Geceyi Suzanne ile balkonda geçiriyoruz. Atina'da ikinci günümüz Sokrates'in kaldığı hapishaneyi gezmekle başlıyor. Sonra tavernaların olduğu Plaka bölgesindeki sokakları ve anarşistler tarafından iktidardan kurtarılmış mahalleyi geziyoruz. Rojava için dayanışma afişleri var duvarlarda.
Senato binası, Çipras da içerde olmalı

Tavernalar

Anarşist mahalleden
Yunanistan'a dair en güzel şeylerden biri, balkonların çoğu büyük bitkilerle dolu. Sanırsın ki evlerden orman fışkırıyor. Beton şehirlere biraz olsun ruh katmış bu balkon peyzajları. Kıbrıs Rum kesiminden bir gezgin daha geliyor, Yunanlılar sağ olsun gezginleri dışarıda bırakmamak için tüm olanaklarını zorluyor. Dimitris de Suzanne de son dakika davetlerimizi kabul edip bizi ağırladılar. 

Gece konser varmış,  Suzanne konsere hem Kıbrıslı Lubna'yi hem bizi davet ediyor. Lubna gitmek istiyor, biz ise hem çok yorgunuz hem de ikisi o kadar iyi İngilizce konuşuyor ki gece boyu muhabbetin içinde ezileceğimizi düşünüp evde kalmayı tercih ediyoruz. 

Üç sabah, Suzanne işe gidince biz de mahalledeki parka kahvaltımızı yapmaya çıktık. Bu sabah da Suzanne' in Yunan kahvesini içtikten sonra sırt çantalarımızı alıp vedalaşıyoruz. Bu tanıdığım ikinci Finli kadın ve ikisi de günlük yaşam kültürü bakımından birbirine çok benziyor. Bisikletle işe gitmeleri, ikinci el eşyaları alıp kullanmaları, çöpe atılmış nesnelerden dekoratif süslemeler üretmeleri... Kapitalizmin dayattığı tüketim çılgınlığına karşı bir felsefi duruş olarak kendilerini bu çılgınlıktan uzak tutmaya çalışıyorlar. Suzanne'ye yanımdaki tek kitabım Mine Söğüt'ün "Deli Kadın Hikayeleri"ni hediye ediyorum. Dilini anlamıyor ama çizimleri çok beğeniyor. Daha önce, tüm kütüphanesini komün bir yaşam pratiğine verdiğini, yeniden kütüphane oluşturmaya başladığını söylemişti,  ben de en güzel hediyenin bu olabileceğini düşündüm.

Sabah kahvaltı için parkın yolunu tutmuşken pazarın içine düşüyoruz. Biraz zeytin, birkaç yumurta almak istiyoruz, pazarcılar. para almıyor bizden,  iki komşu ilkenin misafir kültürü ne kadar da benziyor diye düşünüyoruz. Son gün zamanımızı plajda geçirmek istiyoruz. Plajlar çok kalabalık değil ve halka açık. 

Atina'da ulaşımda kart kullanmak kişinin oto-kontrolüne bırakılmış, bilet alıp almaman sana kalmış yani ama yakalandığında cezası oldukça fazla. Halk genelde sorumluluk bilinciyle bilet alıyor biz de paramız bitmesin diye almadan kullandık toplu taşıma araçlarını. Bir saatlik hava alanı yolunda tedirgin olsak da yakalanmadık. Yunanistan bizim için çok pahalıydı. 
Turuncu otobüsle, sarı otostopla, mor trenle gittiğimiz, yeşil de gezdiğimizdir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Zephry Ekspresi ile Kuzey Amerika'yı Keşif 3: San Francisco

25 Ocak 2020 San Francisco  Üç günün sonunda Emrywill tren istasyonunda iniyorum ve otobüs aktarması ile San Francisco'ya geçiyoruz.  Sa...