26 Şubat 2018 Pazartesi

bir Bab-ı Esrar kenti: Amsterdam/Hollanda

25 Ağustos 2014

Amsterdam
Kopenhag'tan Amsterdam trenine biniyoruz. Yolculuğumuz 11-12 saat sürecek, yanımıza Carlsberg bira almıştık, içince trende mayışıp uyuyoruz ama 6 kişilik kompartımanda çok mümkün olmuyor. Almanya'dan geçerken uyanıyorum, yeşil alanlar, inekler etrafta, yağmur yağıyor, yel değirmenleri görüyorum.
Yol manzaramızda yel değirmenleri

Amsterdam'dayız Turist İnformation'dan 47 euroya 24 saatlik şehir kartı alıyoruz, sonra kazıklandığımızı fark ediyoruz. Şehir kartımız var ama 24 saatte ne yapabiliriz? Couchsurfing'den host bulamadığımız için hostel aramaya koyuluyoruz, bir sokağa girdiğimizde sonradan anlıyoruz ki orası Amsterdam'ın en meşhur caddesiymiş: Red Light... Birçok seks shop var sokakta, camekanlara asılmış envai çeşit prezervatif, vibratör, seks oyuncağı, seks kıyafetleri... Yine tesadüfen seks işçilerinin olduğu sokağa giriyoruz, küçük küçük odalar ve vitrinlerinde en seksi kıyafetleri ile geniş bir yaş sıkalasından birçok seks işçisi kadın. Bu konuyu hangi açıdan değerlendirmeliyim bilemiyorum. Avrupa'nın göbeğinde erkeklerin fantezi ve zevklerine hizmet eden genelev kadınlarının var olması açısından bakıp üzüleyim mi yoksa bu gerçekliği kabul edip seks işçileri birçok geneleve göre daha iyi koşullarda çalışabiliyor diye sevineyim mi? Bu sokak ailelerin de çocukları ile birlikte gezdiği, geçtiği bir sokak. Red Light'ta hostel buluyoruz uygun fiyata. Esrar kokuyor her yan, herkes sokaklarda esrar içiyor, eşyalarımızı hostele bırakıp hostelin alt katında bilardo salonunda kahvaltı yapıyoruz, biz kahvaltı yaparken bilardo salonunda bilardo oynayan gençler bir yandan esrar sarıp içiyor. Bu duruma oldukça şaşırıyoruz.

Saat 15.00 olmuş ve müzelerin 17.00'de  kapandığını öğreniyoruz. Koştura koştura Van Gogh Müzesi'ne gidiyoruz. Van Gogh'un kendi odasını çizdiği meşhur resmini, portrelerini, pastoral görüntülü tablolarını Van Gogh'un kendi fırçasının sıcaklığından inceliyoruz. Meşhur  Paris Cafe, kesik kulaklı portresi, Yıldızlı Gece tablolarını bulamadık. 
Van Gogh'un fırçasından odası

Bu botlar nedense dağladı yüreğimi

City kartın kapsamına kanal turu da giriyormuş, kanal turumuzda rehberimiz yanından geçtiğimiz çok katlı bisiklet parkını tanıtmakla başlıyor. Binlerce bisiklet kat kat park edilmiş, kanal turundan sonra tramvaya binip şehri tramvayla tanımaya çalışıyoruz. Şehir yapısı ve mimarisi, şaşırtıcı gelmiyor, gördüğümüz onca İskandinav ülkesinden sonra. Bizi daha çok sosyal doku şok ediyor, dünyanın en özgür kenti olarak geçiyor Amsterdam. Biz de daha çok bu özgürlüğü gözlemlemek istiyoruz. 
Kanal turundan

Her yer bisiklet

Red Light'a dönüyoruz, yani hostelin olduğu sokağa, bu sokaklar Amsterdam'ı Amsterdam yapan sokaklar... Bir seks shopa giriyoruz, seks objelerine bakıyoruz; ilginç vibratörler, penis uzatıcılar, seks kıyafetleri, kırbaçlar, kelepçeler, şişme kadın ve adamlar, şekil şekil prezervatifler... Fantazi dünyası geniş.  Seks işçilerinin bulunduğu sokağa dönüyoruz, o kadar kalabalık ki... Seks işçileri camekanların arkasından ateşli öpücük veriyor, seksi pozlarını takınıyor, seksi el işareti ile çağırıyorlar ama oldukça mesafeliler. Çok utangaç masum davranan kadınlar da var,  emeğini 50 euroya satıyorlarmış.


Bir seks müzesi 

O sokaktan çıkıp esrarın mekanlarda, sokaklarda nasıl kullanıldığını gözlemlemek istiyoruz. Cafe shoplara gidip oturup içebiliyorsun, biz de birkaç cafeyi dolaşıp esrarın dumanına maruz  kaldıktan sonra güvenli olsun diye hostelin bulunduğu sokakta bir cafeye oturmaya karar veriyoruz. Önümüze menü geliyor, envai çeşit esrar var.  Afgan esrarı, limonlu esrar, hafif, sert gibi seçenekler var. Baştan her şey normal, müziğin ritmini kafamızla tutuyorduk, sonra birden boyut değişmeye başlıyor. Felsefi bir muhabbet kurmaya başlıyoruz, sigara yarıda kalıyor. Ben tedirgin oluyorum, dışarı çıkmak istiyoruz, çıktığımızda yalpaladığımızı fark ediyorum. Bir dükkanın camakenındaki tiyatral maskelere takılıp kalıyoruz. İnsana dair yüzlerce ifade,  hostelin önündeki sokakta volta atıyoruz, kaybolacağız korkusuyla bir yere sapamıyoruz. Kaygım hat safhada, tripten tribe giriyorum. Bu triplerin içindeyken kendimizi güvende hissedelim diye hostele gitmek istiyoruz. Gündüz girdiğimiz yere girdiğimizde resepsiyondaki adam, bu binada hostel olmadığını söylüyor, panik iyice artıyor bende. Adam yardımcı olmak için oda kartını istiyor, bu defa kartı bulamıyoruz. Artık o kafayla gerçek ve hayal birbirine karışıyor. Biz gerçekten gündüz buraya mı geldik, nerdeyiz biz, şimdi ne yapacağız? Gerçeklikten çıktığımızı düşünüp artık ağlama moduna geçeceğim. Kartı buluyoruz, adam bizi arka sokaklarda bir yere yolluyor. Ama ben gitmek istemiyorum, orada mekan algımızı kaybedersek tamamen kaybolmaktan korkuyorum.  Adama ağlarcasına "bizi götür" diyorum, adam anlam veremiyor durumumuza.  

Hosteli buluyoruz, odayı da buluyoruz.  Biz ranzadaki yataklarımıza yattığımızda Alman çocuk kalkıyor, ayaklarına ve ellerine şeffaf bir şey geçiriyor. Ben çocuğun organ ticareti yaptığını, organlarımızı çalacağını düşünüyorum. Ortalığı velveleye verip dışarı atıyoruz kendimizi, artık ruh halim paranoya boyutunda. Koridorda bekliyoruz ama tüm hostelin bu işin içinde olduğunu düşünüyorum. Bir korku filminin içinde gibiyiz. Koridorda tedirgin bir şekilde beklerken odamızdaki Alman dışarı çıkıyor. Odaya girip yatıyoruz ama paranoya dalga gelgitleri gibi, bir ara normale dönüyorum, sonra tekrar başlıyor.  Japon bir çocuk geliyor odaya, ondan da tedirgin olup kurmaya başlıyorum. Hollanda hükumetinin esrarı serbest bırakarak organ ticareti yaptığını, bundan pay aldığını düşünüyorum. Sakinleşip uyumuşum ama kendime gelmem duygusal dünyamı alt-üst ediyor. Oysa gece sokaklarda özgürlüğe rağmen rahatsız edici hiçbir şey, bir suç unsuru görmedik, kimse kimseye karışmıyordu, neden böyle bir paranoya yaptım anlamadım. 

Sabah hostelden ayrılıyoruz, darmadağın bir halde müzeye gitmeye çalışıyoruz Rembrandt'ın yaşadığı eve... Rembrandt'ın atölyesi, taşlardan yaptığı boyalar, taştan boyama tekniği, çağdaşlarının koleksiyonları, hayvan koleksiyonları sergileniyor bu müzede. Kartımız dolmadan birkaç müzeye daha gitmek istiyoruz, ama olmuyor, sokaklara kurulmuş bit pazarında dolaşıyoruz. Belçika tren yolculuğu için bir marketten alış veriş yapıyoruz,  hesaplar karışıyor, nasıl olduysa aldıklarımızın parasını ödemeden çıkıyoruz. City karttan yaptığımız zararı markette yaptığımız alışverişin karı ile  dengelediğimizi düşünüyoruz. 
Rembrant'ın taşlardan boya elde etme yöntemi sergileniyor

12 saat trenle gittiğimiz yol

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Zephry Ekspresi ile Kuzey Amerika'yı Keşif 3: San Francisco

25 Ocak 2020 San Francisco  Üç günün sonunda Emrywill tren istasyonunda iniyorum ve otobüs aktarması ile San Francisco'ya geçiyoruz.  Sa...